Skip to main content
Submitted by Aso Zagrosi on 27 December 2013

Bundan böyle Newroz.Com'da Kürdistan'da dinsel gruplar hakkında
bir yazı serisini yayınlayacağız. Bu yazı serisini bir çok Güneyli araştırmacının ortak bir şekilde kaleme aldığı "Hakka Tarikatı" ile başlatıyoruz. Aslında bu çalışmayi Mustafa Askeri başlattı. Diğer Kürd aydınları Hamza Abdullah, Muhamede Mella Kerim, Prof. İzeddin Mustafa gibi değerli araştırmacılarda katkıda bulundular.
Bu yazı serisini takip edecek olan arkadaşlar, Kürdistan'da var olan dinsel grupları kıyaslama ve kökleri hakkındada bilgi sahibi olacaklar.

Saygılarımızla
Aso Zagrosi

Önsöz

Kürdistan’da tarih boyunca, birçok dini, politik ve toplumsal hareket, hüküm sürmekte olan dine, yetkili otoriteye veya o günün toplumsal örf adetlerine karşı meydana gelmistir. Bu hareketleri incelediğimizde; herbirinin meydana geldigi ortama göre ilerici veya gerici bir özelliğe sahip olduğunu anlayabiliriz. Ama bu hareketlerin büyük bir kısmı bu gün unutulmuşlardır. İsimlerinden sözedilmez ve kitaplar onlardan bahsetmez. Ama bu hareketler dilden dile veya folklor aracılığiyla degişikliğe uğrayarak günümüze ulaşmışlardır. Bu nedenle de bu gün Kürt halkının kültürel, ekonomik, toplumsal ve siyasal tarihini yazmak çok zor bir iştir. Bunu gerçeklestirmek icin büyük bir çaba harcamak ve bir çok tarih kitap ve kaynaklardan yararlanmak gerekir.
Bu durum sadece eski tarihlerdeki olaylar için değil, ama aynı zamanda XX.yy. da meydana gelen hareketler içinde geçerlidir. Eğer ortaçağdan bahsedecek olursak; islam alemi gerici feodal hükümranlığın altında olduğu için işler daha karmaşık hale gelir. İran'ın ve İstanbul’un yüzlerce yıllık arşivini, Avrupa’nın büyük kütüphanelerindeki kaynakları ve Kürdistan’ın cami, kilise ve imam hücrelerinin elyazılarını araştırmamız gerekir.
Güney Kürdistan’in 20.yy. da en önemli olaylarından biri de Hakka hareketidir. Bu hareket, büyük bir dini ve toplumsal harekettir. İslam dünyasinda var olan birçok dini tarikatin çatışmasının sonucunda oluşan bir olaydır. Aynı zamanda bu bölgelerde hüküm sürmekte olan toplumsal baskılara karşı bir tepki hareketidir. Şimdiye kadar bu hareket hakkında yeteri kadar bilgi yayınlanmamıstır.
Bu inceleme de Hakka tarikatı şeyhlerinin ailesinden olan ilerici aydın Mustafa Askeri tarafından yazılmıştır. Ama bu incelemede sözkonusu hareketin her yönünü yeteri kadar açığa kavuşturmamıştır. Ama yinede bu inceleme, daha önce bu konu hakkında herhangi bir araştirma yapılmadıgı için önemli bir çalişma sayılır. Bu nedenle de dostum olan bu kitabın yazarı bu çalışmasıyla ilgili beni haberdar edişi beni çok sevindirdi. Bende ona bazı yardımlarda bulunmaya, bu incelemeyi gözden geçirmeye ve gerekli dipnotları yazmaya söz verdim. Hakka hareketinde rolü olan veya o dönemde yaşayan ve hala hayatta olan birçok kimseye bu kitabin müşveddesini göstermek istedim. Böylece onlar da bu çalışma hakkında düşüncelerini açıklayabilirlerdi. Bu düşüncemi kitabın yazarı olan Mustafa Bey’e öneri şeklinde sundum. O da önerimi kabul etti ve düşüncelerini alma konusunda Hamza Abdullah Hoca ile Şeyh Hüseyin Haneka’yi seçtik. Ayrıca başka birkaç kişiye örnegin; Dr. Abdulsattar Tahir Şerif ve Dr. Izettin Mustafa Resul’a da kitabı gösterdim. Bu kişiler de yazılı ve sözlü olarak düşüncelerini aktararak büyük yardımlarda bulunmuşlardır. Onların açıkladığı düşünceler kendi adlarına dipnotlarda belirtilmiştir. Ayrıca Hamza Hoca ile Dr. Izettin’in ek yazıları’da kitabın sonunda yayınlanmıştır. Ayrıca Hamza Hocanın önerisi üzerine kitabın ismini degiştirdik. Kitabın daha önceki ismi „Hakka hareketi yurtsever bir hareket" idi. Hamza Hoca bu önerideki amaçını şöyle dile getirmiştir: „Hakka hareketi başlangıçta yurtsever bir hareket degildi. Ama sonradan ülkenin siyasi durumuna göre yurtsever hatta ilerici bir nitelik taşımıştır. Çünkü bütün hareketler ya ilerici ve toplumsal siyasal bir özellige ya da gerici bir özelliğe sahiptir.
Hakka hareketi de, bir köylü hareketi olarak Kürdistan’ın o günlerde sürmekte olan feodal gerici düzenine karşı bir harekettir. "Bu kitap basit bir şekilde okuyucuya sunulmuşta olsa, bu çalısmanın baska çalışmalar için bir başlangıç olmasını, bu konuda veya benzer konularda ulusumuzun toplumsal tarihinin açıklanmasında katkılarda bulunmasını yürekten diliyorum.
Muhammed Mela Kerim, 14. 09. 1982 Önsöze ait Dipnotlar 1. Bildiğim kadarıyla, şimdiye kadar Hasan Aualani’nin makalesinin dışında Hakka hareketi hakkında hiçbir şey yayınlanmamıştır. O da „Irak gazetesinde çıkan Muhammed Mela Kerim’in yazılarına bir ışık" adıyla, Süleymaniye’de çıkan „İşçi Emği" gazetesinin 6. sayısında 1980 de yayınlanmıştır. O da, kendisinin de belirttigi gibi daha fazla bu kitabın yazarına ait bilgilere itimat etmiştir.
Benim bu konudaki yazım 31 Ekim 1979 da „Irak" gazetesinde yayınlanmıştır. Bu yazımda Hakka hareketi gibi böyle büyük bir hareket hakkında şimdiye kadar bir şeyin yazılmadığına dair eleştirilerde bulunmuştum.
Hasan Aualani’nin makalesinin dışında, Hamza Abdullah Hoca’da „1956’da bir makale yazdım. Bu makale Kürt aydınlar Cemiyeti tarafından yayınlanacaktı. Ama yayınlanmadı, ayrıca Köysançak’da Hakka hareketi hakkında bir makale yazdım ve bu makale KDP’nin yayınları içinde yayınlandı. Ama bu makalem biraz degiştirilmiştir" demektedir.
Hakka hareketini siyasal, tarihsel ve toplumsal açıdan ele alırsak, şimdiye kadar anlatılan kaynaklardan ibarettir. Edebiyat ve sanat bakımından ele alacak olursak; şimdiye kadar hiçbir edebiyatçı ve sanatçı bu önemli hareketten söz etmemiştir.
Hakka’lıların toplumsal yaşamının düzenlenmesinde, ekonomik eşitlik ile kadın özgürlügü yönündeki istekleri ve bu isteklerin yerine getirilmesindeki azimlilikleri, şiirlere ve romanlara konu olabilecek materyallerdir. Hatta bununla ilgili çeşitli şarkılar düzenlenmeli ve tablolar çizilmelidir. Hiç şüphem yok ki, Kürdistan'ın gelecek sanatçıları bu konuyu ele alacaklardır. Ama bu konuya bu günden eğilmelidir. Çünkü bu harekete katılan bazı insanlar hala hayattadırlar ve bunların aracılığıyla daha doğru ve belgesel bilgiler elde edilebilinir.
(M.M.K.) 2. Kendime ait dipnotlarla sayın Mustafa Eskeri’nin dipnotlarını ayırmak istedim. (M.M.K.) 3. Şeyh Settar da Hamza Hocanın önerisinden habersiz böyle bir öneride bulunmuştu. (M.M.K.) 4. Ümit ederim ki; ilerde bir Kürt aydını, Kürdistan'daki „Kakayı" tarikatı hakkında ve onların dinini ve tarihini konu edecek değerli bir kitap yazar. (M.M.K.) 5. Şeyh Settar’a göre yetenekli kişiler; Hakka hareketinde yeralıpta hayatta kalanlarla görüşmelidir. Onlara çesitli sorular sorulup çevapları kasetlere kaydedilmelidir. Şeyh Settar kendisi, 10. 01. 1979 da Mela Selam, Mela Mustafa Trehor ile görüşmüs ve konuşmayı banda almıştır. Şeyh Settar bu bandı bana verdi. Ben de kitabın birçok dipnotunda ona yer verdim ve bu bilgilerin sözkonusu kasetten alındığına dair işaret verdim.
(M.M.K.) "Şedele" Şedele, Süleymaniye ilinin Surdaş nahiyesinin bir köyüdür. Mergepan Vadisinin bittiminde Piremegrun ile çermaban dağları arasındadır. Oradaki dağa Daban dağı denir. Köyün ortasından bir nehir geçer. Bahsetmek istedigim taraf ise Çermaban dağının tarafındaki kısımdır. Zamanında Hacı Şeyh Rıza Eskeri´nin oğlu Haci Şeyh Mustafa burada bir köy inşaa edip bir de cami yaptırmıştır. Köyün arka taraflarında güzel ve soğuk suyu olan bir Kuyu bulunmaktadır. Köyün etrafında dut ve üzüm ağaçları vardır. Kuyunun suyu da camiye çekilmiştir ve caminin havuzu ve etrafındaki ağaçlar eski güzelliğini koruyamamış harabeye dönmüştür.
Piremegrun dağı caminin balkonundan süslenmiş gelin gibi görünür. Dağın herbir tepesinin özel bir manzarası vardır. Ve Piremegrun; Kürdistan´ın en güzel ve yüksek dağlarından biri olduğu için kendisiyle iftihar eder, işte bu güzel köyde 1920´lerin sonlarında "Hakka" adında dini ve toplumsal bir hareket ortaya çıkmıştır. Bu hareketin lideri Haci Şeyh Riza Eskeri´nin oğlu Haci Şeyh Mustafa´nin oğlu olan Şeyh Abdülkerim´di. 1. Hacı Şeyh Rıza; Ağçalar nahiyesine bağlı olan Esker köyündendi. Bu zat, Şeyh Osman Seyit Abdülkadir Seyit Semsettin Seyit Abdussamat Seyit Baba Resul Berzanci´nin oğludur. Babası imam Ali´nin sülalesindendir. Esker köyünde oturmuş ve Kerkük'te vefat etmiştir. Oğlu Haci Şeyh Mustafa I. Dünya savaşında İngilizlere karşı savaşmak için Irak´ın güneyine gitmiş. 1915 yılında Bağdat'da vefat etmiştir. Ve Şeyh Çüneyt Bagdadi mezarlığında toprağa verilmiştir. 2. Edmans´a göre bu hareketin kurucusu Haci Şeyh Arif Sergelu´dur. (Bakınız; C-G-Edmons, "Kürtler, Türkler ve Araplar".
Cercis Fethullah´ın çevirisidir. Bagdat Tayms matbaası. 1971. s: 187). Ama gerçekten hareketin kuruçusu Şeyh Abdulkerim Şedele´dir. Haci Şeyh Arif de Şeyh Abdülkerimin akrabasıdır. Dini Düsüncesi akrabalığı sayesinde ona çok yakındı. Hacı Şeyh Arif aynı zamanda Kerküklü Seyit Ahmet Hanekanın amcasının oğludur. "Surdas Bölgesinde Naksibendi Tarikatı" Surdaş bölgesinde Şeyh Ahmet Serdar, naksibendi tarikati icazetini Mevlana Halit´ten almıştır. Bu icazat ondan sonra oğlu olan Şeyh Kadir´e devrolunmuştur. Ondan sonra da bu tarikat Hacı Şeyh Rıza Eskeri´ye geçmiştir. O da Şeyh Muhammet illallahi kendisine vekil seçmiştir. Ondan sonra da Haci Şeyh Rıza'nın oğlu olan Hacı Şeyh Mustafa 1915 yılına kadar tarikatı almıştır ve aynı yılda vefat etmiştir.
Hacı Şeyh Mustafa´nın vasiyetine göre, Şeyh Mela Ahmet Gelneri tarikatı almıştır. O da 1919´da vefat etmiştir. Bir yıl sonra da Şeyh Abdulkerim Şedele, Surdaş, Merge, Mirza Rustem, Köysancak, Agçalar ve Şivan bölgelerinde tarikatı yaymaya başlamıştır.
1. Mevlana Halit, Hüseyin Caf Mikayeli´nin oğlu Ahmet´in oğludur 1779´da Süleymaniye´nin Karadağ nahiyesinde dünyaya gelmiştir. 1827´de Şam´da vefat etmiştir. Baban bölgesindeki din hocalarının yanında okumuş, tarikatı ögrenmek için Hindistan´a gitmis ve Nakşibendi tarikatını Şah Abdullah Dihlevi´den almıştır. Ondan sonra Kürdistan´a dönmüştür. Baban emirleriyle anlaşmazlıga düşünçe Şam´a göçetmiştir.
(Nakşibendi tarikatı ve Mevlana Halit hakkında daha fazla bilgi edinmek için bakınız: Mela Abdulkerim Müderris; Ünlülerin anısı. I. Cilt. Kürt bilim Kurulu matbaasi, Bagdat, 1979).
2. Kerim Zend; Mevlana Halit´in, zamanında Mergepan´dan Surdaş'taki Sergelu´ya döndügünü; orada Şeyh Kadir´in kendisine vekil ettigini ve onunda Şeyh Ahmet Serdar´ı yerine atadıgını belirtir. (Bakınız; Kerim Zend, "Kürdistan´da dini inançlar Süleymaniye, 1971, s: 85).
Mevalana Halit´in Sergeluya gelişi, Kerim Zend´in de dedigi gibi doğrudur ve Hakkalıların içinde de yaygındır.
Şeyh Hüseyin Haneka da: "Şeyh Ahmet Serdar, Mevlana´yı Sergelu´ya davet etmiş ve Henaran vadisinden geçmişlerdir." der.
3. Şeyh Hüseyin Haneka: "Şeyh Kadir çoçukken, Mevlana onu kuçağına alır ve bu benim müridimdir der ve halifelik nişanı olan bir hediyeyi ona takar" der. (M.M.K)
4. Şeyh Hüseyin Haneka: "Şeyh Kadir Kelasiyoke´nin oğlu Şeyh Riza; Şeyh Ahmet Serdar´ın oğlu Şeyh Abdülkadir´in vasiyeti üzerine şeyh olmustur. Halbuki o hiç bir oğluna böyle bir vasiyette bulunmayıp Şeyh Rıza´yı seçmistir" der. (M.M.K)
5. illellah: Köysancak bölğesinde bulunan bir Köydür.
6. Gelneri: Ranya kasabasının yakınında, Mirza Rustem nahiyesine bağlı bir köydü. Ama şimdi Dukan barajının suları altında kalmıştır.

Hakka Hareketi ve Nakşıbendi Tarikatı

Hakka hareketi, bir sofuluk hareketi olarak kökleri Nakşıbendi tarikatına uzanmaktadır. Bilindigi gibi islam dininin çıkışından ve yayılışından, yani peygamberin vefatından sonra müslümanlıkta birkaç dini metod ve mezhep ortaya çıkmıstır. Sonradan ortaya çıkan tarikatlarda bu mezheplerden çıkmışlardır. Bu tarikatlardan biri de Nakşıbendi tarikatıdır. Bu da Mevlana Halit Nakşıbendi sayesinde Kürdistan´da yayılmıştır.

Şeyh Abdülkerimi Şedele

Bu kişi Haci Şeyh Riza Eskeri´nin oğlu Haci Şeyh Mustafa´nın oğludur. 1892 veya 1893 yılında dünyaya gelmiştir. Bilgin, Kültürlü ve iyi bir imamdı. Dini egitimini o zamanın Süleymanyeli ünlü imamlarından almıştır. Köysançaklı Mela Abdullah Celbi Hoca´dan imamlık ruhsatını almıştır. Arapça, Farsça, ve Türkçeyi iyi bilirdi. İlk defa 1922 de ikinçi defada 1931 olmak üzere iki defa hacca gitmişti. 1942 yilinda Şedele´de vefat etmiş ve orada toprağa verilmiştir.

Her ne kadar Kürdistan'da Nakşibendi tarikatının adı, Mevlana Halit'in adiyla anılsa da görüldüğü gibi bu tarikat çok daha önce Kürdistan'da yaygınmış. Ama sonradan unutulmuş ve tekrar Mevlana Halit tarafindan ortaya çıkmıştır. (Daha fazla bilgi edinmek için, bakınız: Mehmet Mela Kerim, „Hewraman ve Merivan tarihinden bir demet“ Bağdat, 1970, s:26) (M.M.K)

Şeyh Abdulkerim'in Osmanlı hüviyetine göre 1871-1872'de dünyaya gelmiştir. Ama bu doğru değildir. Herhalde askerlikten kurtulmak için böyle yazmıştır. Bu tarihin doğru olmadiğını ispatlayan belge Edmonds'in kitabinda yayınlanan Şeyh Abdülkerim'in fotoğrafıdır. 1936'da Şedele'de şeyhin misafiri olduğunda bu fotoğrafı çekmiştir ve o fotoğraf 1871 yılında doğan bir kimsenin fotoğrafı olamaz. (Bakiniz: C. G. Edmonds, daha önceki kaynak, s: 88)

Bilindiği gibi şeyh Abdülkerim'in vefat sebebi şöyledir: Bir akşam şeyh camiden eve dönerken atılan bir taş bacağına isabet eder ve bacak kemiği kırılır. Ve 40 gün sonra vefat eder.

„Hakka Tarikatının Ortaya Çıkısı“

Daha önce sözünü ettiğimiz Abdülkerim Şedele, dini tarikati sade ve toplum yaşamından uzak bir şekilde yaymak istememiş, toplumsal yaşama önem vermiştir. Her zaman müridlerini, iyiliğe yönelmeleri, temiz ve dostane bir yaşam geçirmeleri, tüm müslümanlara ve herkese yardım etmeleri, kötü ve zalim insanlardan uzak durmaları için öğütte bulunmuştur. Kisacasi; Şeyh Abdülkerim, islam dinini gerçekçi bir şekilde mürit´leri ve halk içinde yaymak istemiştir.

Şeyh Abdülerim, kendisi de dünyevi ve kötü insanlardan uzak durmuş, tüm zamanını din hizmetline ayırmiş, imkan buldukça iyi ve yurtsever insanlarla ilişki kurmuş ve bu yolda hizmet etmiştir.

Ama dine ve sofuluğa böyle bir bakış halka ve topluma yabancı gelmiştir. Çünkü yıllar boyunca din başka bir şekilde halka aşılanmıstır. Şeyhin iyiliğe dayanan bu hareketi birçok kimsenin işine gelmemiş ve kişisel çıkarlarına ters düşmüştür. Bu nedenle de Şeyhin aleyhinde çeşitli propaganda ve engellemeler yapılmıştır. Hata şeyhin bu özel metodu, müritleri içinde de böyle yansımıştır. Onlar da toplumun geriliğine ve dini yanlış anlamasına kurban olmuşlardır. Diğer sofu ve dervişler gibi sürekli şeyhin tekesinde zikretmekle ve „Allah, Allah, ya hak, ya hak“ deyişini tekrarlamakla meşğul olmuşlardır. „Ya Hak, Ya Hak“ tekerlemesini sürekli kullandıklari için halk tarafından Hakka olarak adlandırılmışlardır. Kendileri de bu adlandırmayı beğenmişler ve şöyle yorumlamışlardır. „Biz hak cemaatiyiz ve hakkı ariyoruz. Çünkü bizim yolumuz haktır. Çünkü bu yol tarikattan alınmış, tarikat da şeriattan gelmiştir.” Onlar duydukları her doğru söz ve doğru davranışa „hak“ demişler ve halkta onlara „hakka“ demiştir.

Şeyh Hüseyin Haneka, Hakka hareketinin meydana gelişinin başlangıçını şöyle anlatır: „Hakka şeyhleri, ilk önce, diğer Nakşibendi şeyhleri gibi şeyhlik ve yol göstericilik yaparlardı. Ama Şeyh Abdülkerim zamanında bazı mollalar Muhammed Mehdi'nin çıkışının zamanının geldiğini söylüyorlardı. Ayrıca bununla birlikte namaz kılmayı ve oruç tutmayı da ihmal ettiler. Ve çalışmaktan da vazgeçip derin felsefeleri konuşmaya başladılar. Halktan da bazı kimseler onları izledi. Ama yine halk içinde acaip ve davranışları yüzünden deli olarak adlandırılırlardı. Ama Şeyh Abdülkerim buna razı olmadı ve hatta bir defasında şeriatin kalmadığı ve batıl oldğunu söyleyen Hama sur'u kamçılamıştır. Şeyh Hüseyin devamla: „Bu şekilde Hakkalıların dinsizliği dillere düştü“. Ben Şeyh Hüseyin'in sözlerinden şunu çıkarıyorum. Hakka Şeyh ve sofuları da diğer tarikatların sofuları gibi toplumun baskılarına ve adaletsizliğe isyan etmişlerdir. Özellikle de Nakşibendi tarikatı düşünmeye çok önem verirdi. Ama sade düşünce tarzlarından dolayı, toplumdaki sorunların halledileceği şeklinde yorumluyorlardı. Ama sonradan Mama Rıza ve Hama sur zamanında ve hatta Şeyh Abdülkerim döneminde meselelerin çözümünün Muhammet Mehdi'nin gelmesiylede olmayacağı düşüncesi hakim oldu. Toplum içi adeleti gökte arayacaklarına yerde aramalıydılar. (M.M.K)

Sayın Mustafa´nın değerlendirmesinden anlaşılan Hakka'yı savunmak istemesidir. Ona göre halkın „Hakkalıları“ beğenmemesinin nedeni Hakkalıların dini dürüst ve temiz bir şekilde uygulamalarından kaynaklanır. Bu kısmen doğru olabilir. Ama doğruluk sadece bunda değildir. Uzun yıllar boyunca dinin temiz ve dürüst konuları, egemen sınıfların çıkarına göre tanımlandığı doğrudur. Ama yeni ve iyi herhangi birşey ortaya çıktığında bunun din tarafında olduğunu belirtemeyiz. Din de toplumun herhangi bir kuruluşu gibi o dönemin özelliklerini ve damgasını taşır. Ama dinler toplum içi değişikliklerin gerisinde kalır ve yeniliklere yetişemez. Aynı şekilde Hakka tarikatında gerçekten bazi yenilikler varki dinin düşüncelerine uymazlar. Mesela tarikatın oruç tutmaya ve namaz kılmaya önem vermemesi gibi. Ya da toplumsal konularda kadın-erkek eşitliğini, ekonomik eşitliği istemeleri gibi. Anlaşılan: onların bu metodu veya düşünceleri dinin esaslarına ek olarak yeni felsefi düşünceleri de beraberlerinde taşır. Tarikat yoksul Kürt halkı ve köylülerin ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda hareket etmiştir. Bizim bu günkü görevimizde bu yeni düşünceleri ve tarikatları anlatmak, ortaya çıkış nedenleri ile isteklerinin ne olduğunu açıklamaktır. Bu gün, artık eski ve gerici düşüncelere bağlı olmanın zamanı geçmiştir. Biz bu eski düşünceleri bu günkü toplum yaşamımıza faydalı olanları alabilir, toplumun gelişmesine engel olanlarıda bir kenara atabiliriz. Hakka hareketi, ilerici-ulusal hareketlere katlkıda bulunmuş mudur? İlerici midir? Gerici midir? Bunu incelemek gerekir. Bu kitabın yazarı olan Mustafa Eskari de, bu amaçla bu çalışmayı yapmış olabilir. Bunun cevabını ben değil okuyucu verecektir. (M.M.K)

Nakşibendi tarikatından olan dervişlerin bazı ibadet yöntemleri şöyledir. Sofular abdest aldıktan sonra kıbleye karşı oturup ğözlerini yumar ve nur ile bereketin Allahtan peygambere, peygamberden de, kendi kalbine geldiği düşüncesine varır. Ayrıca dudaklarını da içeriye doğru büküp dilini damağına yapıştırır ve kalbinden hep Allah'ın adını anmaya başlar, yani bu zıkır anında düşüncesinin hep Allah'la olduğu izlenimini verir. Birçok defa sofu anormal hareketler yapar. Bağırmaya ve ellerini hareket ettirmeye başlar. (Daha fazla bilgi için bakınız: Mela Abdülkerim Müderrisi, daha önceki kaynak. s: 127 – 147). (M.M.K)

Şeyh Hüseyin Haneka, “Hakka kelimesi onları öyle etkilemişti ki işittikleri her yüksek ses veya patlama anında “ya hak” diye bağırırlardı” demektedir. (M.M.K)

Hakka şeyhleri, müritlerini özel bir şekilde etkilemiş ve diğer sade ve düşüncesiz müslümanlardan ayrı olduklarını kafalarına sokmuşlardır. (M.M.K)
Birçok defa şeyhler ile imamlar arasında tartışma olur. İmamlar Şeyhleri şeriatten sapmakla suçlar ve Şeyhlerde tarikatın şeriatten kaynaklandığını savunurlardı. (M.M.K)

Bana göre “Cemiyeti Hakka” adının verilmesi Şeyh Abdülkerim tarafından olmuştur. Bu adın verilmesi, bu tarikatı izleyen insanların psikolojisini etkilemiştir. Çünkü isimden de anlaşıldıgı gibi onlar kendilerini hep haklı ve doğru insanlar olarak görürler. Bu tarikatı izleyenler Irak ve İran Kürdistan'ında bulunurlar. (M.M.K)
„Hakka Hareketinin Meydana Geldiği Ortam“

Şeyh Abdülkerim'in Şedele'de Nakşibendi tarikatını yaydığı ve Hakka hareketinin temellerini attığı zaman, Irak'da ulusal ve yurtsever hareketler gelişmekteydi. Özellikle de Kürdistan'da Süleymaniye'de hükümet sarayı önünde meydana gelen çatışmalar bölgedeki ulusal ve yurtsever hareketlerin gelişmekte olduğuna iyi bir örnektir. İngiliz işğalcileri de dini inançların toplumsal ve ulusal meselelere hizmet edebileceğinin farkındaydılar. Öte yandan Hakka hareketini ve Şedele sofularını diğer Halktan daha iyi tanıyor, bu hareketin yurtsever ve ulusal özelliklere sahip olduğunu ve köylüler arasında geliştigini biliyorlardı. Bunun için de ingilizler, hükümetteki adamları aracılığıyla daha beşikteyken bu hareketi boğmak istediler. Şeyh Abdülkerim'i, bu işlerden vazgeçmesi için etkilemek istediler. Bunun için de birçok kimseyi şeyhe gönderdiler. Bunlardan birisi de o zamanın Irak içişleri bakanlığı müşteşarı olan Mister Edmons'du. Edmonds bir defa gizli ve bir defa da resmi olmak üzere iki defa Şedele'ye gitmiştir.

Edmonds, he riki başvurusunda da şeyhi, kendi kontrollerinde olan Irak Hükümetinin yanına çekmek istemiştir. Şeyhe ve tarikat üyelerine birçok maddi vaadde bulunmuştur. Ama İngilizlerin ve yerli adamlarının tüm çabalarına rağmen şeyh yolundan vazgeçmemiştir.

Edmonds, yalnızca bir ziyaretten bahseder. (bakınız: C.G. Edmonds, daha önceki kaynak. S: 188)

Ama Şedele halkı, onun gizli ziyaretinden de bahseder. Anlatıldığına göre Edmonds, bu gizli ziyaretini kılık değiştirip sofular kıyafetiyle tekkiyeye gidip namaz kılmak istemiştir. Orada bulunan Şeyh de, yerli sofuların kıyafetinde olup da tanınmayan Edmonds'u kovalamak istemiştir. Edmonds, kitabında Hakka tarikatı hakkında doğru-yanlış birçok şey anlatmıştır. Tabiki bir işgalçi İngilizin bu harekete kin duyması, hareketin temizliğinin bir ifadesidir.

„Hakka Hareketinin Gelişmesi ve Şeyh Abdülkerimin Tutuklanması“

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hakka hareketi günden güne yayılıyor, gelişiyordu. İste bu sıralarda 1934 yılında hükümet, Şeyh Abdülkerim'i tutuklayıp Hakka'nin birçok ileri geleniyle Kerkük'te gözaltına almıştır. Bu ileri gelenlerin birkaçı da Havica kasabasına gönderilmiştir. Şeyhin müritleri bu olaya çok kızarlar. Üzerlerindeki elbiseleri çıkartıp yakarlar ve üzerlerine torbalar giyip Kerkük'e giderler. Kerkük'e vardıklarında polis müdürlüğüne gidip hepsi bir sesle Şeyhin serbest bırakılmasını ve köyüne dünmesi için izin verilmesini, ya da kendilerinin de şeyhle beraber tutuklanmalarını isterler. Böylece şeyhin birçok müridi yakalanıp hapse atılır. Daha sonra hükümet bu çabaların boşuna olduğunu ve şeyhin uzaklaştırılmasının durumu daha da kızıştıraçağını anlar. Bu nedenle de şeyh serbest bırakılır ve köyüne dönmesine izin verilir. Bu olaydan sonra bölge halkı sakinleşir ve harekette bir duraksama görülür. Bu olaydan sonra Şeyh Abdülkerim vefat edinceye kadar tarikat işleriyle uğraşmamıştır. Hatta ölmeden önce kendisinden sonra kimsenin tarikat öncülüğünü yapmamasını söylemiştir. Anlatıldığına göre ve Hakkalıların da dediği gibi, Mevlana Halit kendisinden sonra sadece yedi kişinin tarikati sürdürebileceğini ve daha sonrada tarikatın durması gerektiğini belirtmiştir. Zaten Şeyh Ahmet Serdardan Şeyh Abülkerim'e kadar söz konusu olan yedi kişi tamamlanmıştır.

„Şeyh Abdülerim'in Kürt Ulusal Hareketiyle ilişkisi“

Daha önce de belirttigim gibi Şeyh Abdülkerim, yaşadığı dönemdeki birçok ünlü Kürt ile ilişki içindeydi. Örneğin Kotel savaşından önce Şeyh Mahmut'la ilişki kurmuş ve onu destekleme vaadinde bulunmuştur. İşte bu savaşta Şeyh Abülkerim'in birçok akrabsı ve Ağca aşiretleri, Gewredé dağını, Şeyh Mahmutd'un kuvetlerine destek vermek ve İngiliz kuvetlerinin oradan geçmelerini engellemek için tutmuş ve savaşın bitimine kadar orada kalmışlardır. Bu yüzden Şedele köyü bombalanmış, Şeyh Abdülerim'de köyü terkedip Boletré köyüne sığınmak zorunda kalmıştır. Şeyh daha sonra da Mérgepan bölgesine gitmiştir.

„Şeyh Abdülkerimin Vefatından Sonra Hakka Hareketi“

Şeyh Abdülkerim'in vefatından sonra, müritlerin bir kısmı tarikatten vazgeçtiler. Ama bu müritler hala da Şedele'yi ziyaret ederler. Diğer müritlerin az bir kısmı da Hama Sur'un yanına gidip Sivan bölgesindeki Kılavkut köyüne yerleştiler. Ama çoğunluk Şeyh Abdülerim'in kardeşi mame Rıza'yı seçti ve onu kendi başkanı yaptı.

Hama Sur tarafltarlarının bir kısmı Surdaş bölgesinin Kormergan ve Kerangwé köylerine yerleşti. Bunlar ekonomik yönden güçlenmeye başladılar ve ortak bir sandık açtılar. Ayrıca çay ve sigara içmekten vazgeçtiler. Sade giyinmeye ve sakal birakmaya başladılar. Ama Hama Sur'un diğer taraftarları, inanç ve tutum yönünden Mame Rıza'ya bağlı diğer Hakkalılar gibi davrandılar. Ama bunlar toplumsal yaşam bakımından diğer halktan uzak duruyor ve ilişki kurmuyorlardı. Şeyh Abdülkerim'in ölümünden sonra Hakkalıların ikiye bölünmesi, düşmanlarının onlar hakkında daha kötü propagandalar yapmasına neden oldu. Sonunda hükümeti Hakkalılara karşı tavır almaya teşvik ettiler. Yapılan propagandalar ise: Hame Sur'un kendisini peygamber ilan ettiği ve sosyalist düşünceleri yaydığı gibi yalanlardır. Bu nedenle de hükümet 1957'de Hame Sur'u tutuklayıp mahkemeye sevketmiştır. 14 Temmuz 1958'de darbeyle Irak Krallık rejimi yıkılıp cumhuriyet rejimi kurulunca Hame Sur'da serbest bırakıldı. Hame Sur, Kılavkut köyüne döndü ve hala da orada yaşamını sürdürmektedir.

Hame Sur, Şeyh ailesinden değildi. Zamanında, uzun bir süre Şeyh Abdülkerim'in evinde hizmetçilik yapmıştır. Sonra tarikatı almış ve hizlı bir şekilde nüfuz sahibi olmuş ve sonunda tarikatın önderlerinden biri haline gelmiştir.

Hamza Abdulah Hoca: „Şeyh Abdülerim'in ölümünden sonra, Hame Sur başına birşeyler takıp cübbesini de giyerek şeyh olduğunu iddia etmiştir. Ama diğer şeyhler ona baş eğmeyip onu kovmuşlardır. Hame Sur da, Sivan bölgesine oradan da Kerkük'e Seyit Ahmet Haneka'ya gitmiştir. Ama Seyit Ahmet Haneka, onu kabul etmeyip kovmuştur. Hame Sur'da mecbur kalarak taraftarlarıyla birlikte Kılavkut köyüne yerleşmiştir“ demektedir.

Hamza Abdullah Hoca, bu konuda: „Daha sonra Şeyh Abdullah Şeyh Mustafa Eskeri başkanlığında bir hücre kuruldu. Bunlar durumun sakinleşmesini istiyorlardı. Bu hücrenin feodal bir yapısı vardı. O zamanki resmi kuruluşlarla sıkı ilişki içindeydiler. Ama sonunda hepsi, Mame Rıza'nın, Şeyh Abdülkerim'in gerçek halifesi oldğunun kanaatine vardılar“ demektedir.

Bence, Hame Sur taraflarlarının bir köşeye sıkışmasının nedeni, haneden bir sülaleden gelmemeleriydi. Sıradan insanlardı ve geniş bir tabanları yoktu. Ayrıca Hame Sur'un cemaati, Hakka tarikatında bulunan diğer tüm takımlara göre daha fazla istenmeyen cemaatti. Bu da cok zor durumda kalmalarına ve topluma pek karışmamalarına neden oldu. (M.M.K)

Hame Sur, daha önce de söylendiği gibi, şeyh ailesinden olmayıp aslı, fakir ve emekçi köylülüğe dayanmaktaydı. Ve anlatılanlara göre Hakka hareketinde radikal bir çizginin temsilcisiydi. Hamza Abdullah Hoca da, bu düşünceyi destekler ve Hame Sur grubunu solcu bir grup olarak değerlendirir. Her ne olursa olsun, Hame Sur'un ismi bu güne kadar da yurtsever ve halkını seven birisi olrak geçmektedir. (M.M.K)
„Mame Rıza“

Mame Rıza (Rıza Amca) 1905 de Şedele köyünde dünyaya gelmiştir. Kültürlü, sakin ve espritüel bir insandı. Anadili olan Kürtce´nin dışında Arapça ve Farsça'yı da bilirdi. Kürt ve Fars edebiyatı hakkında bilgi sahibiydi. Ayrıca Kürt ulusunun ve diğer müslüman milletlerin tarihini iyi bilirdi. Hayatında birçok defa işkenceye ve sürgüne maruz kalmıştır. Çağdaş ve ilerici bir düşünceye sahipti. Kürt toplumunun ve emekçi sınıfın çıkarlarını korumuş ve ilerlemesini istemiştir. Yaşadığı dönemin Kürt ileri gelenleriyle dostluk kurmuştur. Özellikle Ammare'ye sürgüne gönderildiği zaman Mirhac'la iyi ilişkiler kurmuş ve bu ilişkiler daha sonra da Hakkalıların Mehabat Kürt Cumhuriyetiyle iyi ilişkiler kurmasına yardım etmiştir.

Mame Rıza, Şeyh Abdülkerim'in yolunu takip etmiştir. Ama ondan daha fazla topluma hizmette bulunmuş ve Hakka Cemiyeti'ni ilerici ve yurtsever bir çizgiye oturtmuştur. Kürt ulusal hareketleriyle iyi ilişkiler kurmustur. Mehabad Kürt Cumhuriyeti sırasında, Hakkalılardan oluşan bir heyeti Cumhuriyet işlerinde hizmette bulunmaları ve çalışmaları için Mehabad'a göndermiştir. Bu heyete Şeyh Muhammed Emin Melhe başkanlık etmiştir. Aynı zamanda Irak yurtsever hareketiyle de iyi ilişkiler kurmuştur. Bu geniş ilişki ve düşünceleri sayesinde Hakka hareketinin daha ilerici ve yurtsever bir özellige sahip olması ve sofuluk çerçevesinden çıkması gerektigi kanaatine varmıştır. Bunu gercekleştirmek ve cemiyeti yeniden canlandırmak için birkaç noktayı temel almıştır. Böylece Hakka Cemiyeti yeni bir aşamaya girmiş ve bazı ileri düşünceleri ilke edinmiştir. Bunları; hayat eşitliği, kadınların özgürlüğü, demokrasiye inanç, toplumdaki zorbaların karşısına çıkmak, yoksul ve emekçi sınıfı sömüren ezen sınıfa karşı mücadele etmektir. Bunları gerçekleştirmek için de birçok ileri adım atılmıştır.

Şeyh Muhammet Emin Melhe, Havica'ya bağlı Melhe köyündendi ve Kerküklü Seyit Ahmet Haneka'nın akrabasıydı. Kabiliyetli ve iyi bir kişiliğe sahip birisiydi. Bu nedenle de Mame Rıza onu yardımcısı olrak seçmiştir. 1950´ye kadar da Mame Rıza'nın en yakın adamıydı.

Bence; Mame Rıza'nın; Hakka hareketinin yenilemesinin ve yeni bir şekle sokmasının nedeni; hareketin o güne kadar bir din ve sofuluk hareketi olarak adlandırılıp birçok sofu ve müridin Hakka tarikatı ve şeriat çerçevesinden çıkıp toplantılarda felsefi konuları tartışması ve halkın da bunu dinden çikma şeklinde değerlendirmesidir. Ayrıca Şeyh Abdülkerim'in ölümünden sonra Hame Sur'un ortaya çıkmasıyla meydana gelen bölünme, harekete yapılan saldırıları daha da arttırmıştır. Dolayısıyla da hareketi sağlam bir temele oturtup, güçlendirmek Mame Rıza'ya düşmüştür. Hamza Abdullah Hoca'nın da dediği gibi Şeyh Abdullah'in ve Hame Sur'un taraftarları daha sonra da Mame Rıza'nın saflarına katılıp, onu lider olarak seçeçeklerdir. (M.M.K.)

Şeyh Hüseyin Haneka, Hakka hareketinin yeniden düzenlenmesi hakkında söyle demiştir: „Böyle karğaşalıklarda, birçok kimsenin, özellikle kendilerini bu meselede yetki sahibi sananların gayri meşru ve makul olmayan davranışlarda bulunmaları hiç de şaşırtıcı değildir. İşte böyle bir ortamda yeniden bir düzenlemenin yapılması düşünüldü. Bu düzenin taslağı, kanun ve yasanın, kötülüklerin önünde geçebilmesi için hazırlandı. Hame Sur bunu düşünenlerin başlarındaydı ve Hasan Coblahi adında da bir yardımcısı vardı. İste bunun için bana gelip yardım da bulunmamı istediler. Ben de yardımda bulunacağımı söyledim. Ama daha sonra Mame Rıza ve yardımcısı Şeyh Muhammed Emin Melhe bunu fırsat bilip kendi adlarına yaydılar“ (M.M.K.)

Bunun bir örneği de şöyledir: Pıjder ve Köysancak'ta ki bazi toprak ağaları, Ranya kasabasının Gelnéri köyünün arazilerine göz koyarlar. Bunun üzerine köy halkı Mame Rıza'dan yardım ister. Köylülerle Mame Rıza bir plan hazırlarlar. Bu plana göre Köylüler noterden topraklarının Mame Rıza'ya ait olduğuna dair bir belge alırlar. Böylece Mame Rıza bu belge aracılığıyla köylüleri ve topraklarını ağaların ellerinden kurtarır ve toprakları; köylülere iade eder.

„Hakka Cemiyetin'in düzeltilmesi için Mame Rıza'nın Programı“

Mame Rıza'nın Hakka Cemiyeti'ni yeniden düzeltmek için belirlediği ilkeler, bu cemiyetin özelliklerini daha açık bir şekilde gözler önünde sermiştir. Bu ilkelerin hayata geçirilişi cemiyete daha da bir canlılık getirmiştir. Ama öte yandan da cemiyeti sevmeyenler için de bir o kadar anti-propağanda vesilesi olmuştur. Biz burada kısaca su ilkelere değineceğiz.

Kardeşlik: Kardeşlikten kasıt, bütün Hakkalıların kardeş olduğu ve aralarında hiçbir ayrımın olmadığıdır. Yani ne zenginlik-fakirlik bakımından ne de toplumsal mevki bakımından hiç bir ayrım gözetilmeyecektir. Gerçi Hakka hareketi yoksul ve emekçi halkın içinden çıkmıştır. Ama toplumun diğer sınıf ve tabakaları zamanla hareketin etrafın da toplanmış ve hiçbir ayırım yapmadan hep birlikte hareket etmişlerdir. Hakka hareketi içinde yetkili olanlar arasında ağalar, mollalar ve hacılar da vardı. O günlerin tanınmış kişilerinden olup da hakka hareketine katılmış olanlardan şunları sayabiliriz: Kek Hüseyin Hanka, Cemil Ali Ağa Dizeyi, Mela Selimi Kerküki, Mela Hamit Sermond, Esker camisinin imamı Mela Resit Ömer Gometi ve Miravdeli asiretinden olan Mahmut Axa Pıjderi. Mahmut Axa Pıjderi, daha önce Mame Rıza karşıtı birisiydi. Ama sonradan onun müridi oldu. Bunlar Kürt toplumunun Hakka hareketine katılan sınıf ve kesimlerine ait bazı örneklerdir.

Hak yolunu tutmak: Hakka Cemiyetine bağlı olan insanlar herzaman haktan yanaydılar. Hakkın yolunu, kendi kişisel çikarlarına ter düşse de takip ederlerdi.

Ortaklık duygusu: Yani genel olarak mali sorunlarda ortaklık duygusunun geliştirilmesidir. Bu teze göre hiçbir Hakkalı üyesi olduğu toplumda kendisini servet ve toprak sahibi sayamaz ve sahip olduğu bütün mal ve servetini toplumun malı olarak sayar. Hakkalıların sahip olduğu ortak yaşam şekli, birlik duygusu, mala ve servete düşkün olmayışları, onların bir sosyalizme inandıkları görünümü verir. Çünkü hiç kimse, başkalarına danişmadan kendi mal ve mülkünden tasarrufta bulunamazdı. Hatta yemeklerin dahi topluca, ortak bir şekilde yenildiği birçok kez görülmüştür. Ayrıca Hakkacılar ihtiyaçlarını diger Hakkacılardan karşılarlardı.

Yardım toplamak: Haneka ve Tekkiye'nin idaresi ve giderlerinin karşılanması için bütün Hakkacılar ve her bir Hakkacı aile aylık bir miktar para vermek zorundaydı. Bu para köydeki Tekkiye'nin giderlerini karşılardı.

Düşünce alışverişi: Hakkacılar, attıkları her adımı birbirlerine danışarak atarlardı.Önlerine çıkan her problemi beraber çözmeye çalışırlardı. Bu çesit demokratik uygulamalara „Kardeşler arasında görüş alış-verişi“ derlerdi. Bu görüş alışverişlerinde kadın-erkek eşit söz hakkına sahipti.

Kadın özgürlügü: Hakka inancına göre kadın ile erkek arasında bir ayırım yoktur ve hepsi birbirilerinin kardeşidir. Kadın, aile ve toplumun idaresinde erkekle aynı haklara sahiptir. Eşini secmede özgürdür. Hiçbir şekilde kızın istemi olmadan evlilik yapılmaz. Hakkacılarda başlık olayı yoktur, kız ile erkegin birbirlerini istemesi yeterlidir. Hakkacılardaki kadın özgürlüğü, onları sevmeyenler için iyi bir anti-propaganda malzemesi yapılmıştır. Bu özgürlük başkaları tarafından farklı yorumlanmıştır. Bu yorumlara göre Hakkacılarda kadın yalnız kocasının değilde herkesin kadınıdır. Ama bu iftiralar gerçeklerden uzaktır. Çünkü Hakkacılardaki kadın özgürlüğü islam dininin kadınlara verdiği özgürlükten ibarettir. Ama bu özgürlük yıllarca ihmal edilmiştir. Bu özgürlük gericiler ve kadın tüccarlarının işine gelmiyordu. Genel olarak Kürt toplumunda kadının bir çeşit özgürlüğü vardır. Örnegin Kürt köylerinde kadınlar aba ile örtü kullanmazlar. Aile ve diğer tüm işlerde erkege ortaklık eder. Şehire gidip alış-veriş yapar ve misafirleri karşılar. Hatta bazen kadınlar erkeklerin yanında silah taşır ve aşiretiyle topragını savunur. Hakkacılar kadın özgürlüğü konusunda atılan iftiraların nedeni o dönemki toplumun geri kalmış olmasındandır. Toplum bu özgürlüğü kabullenemedi ve Hakkacılara iftira attı.

Ahlak: Hakkacılarda ahlak, herkesin saygı duymak zorunda olduğu bazı ögütlerden ibarettir. Bunun tersi hareket edenler ahlaksız olarak adlandırır para cezasına veya tecrit etme cezasına maruz bırakılırdı. Uyguladıkları bu ahlak ilkerinden birkaç örnek;

a) Dil ve el temizliği: hırsızliktan, yalancılıktan, ikiyüzlülükten ve iftiralardan uzak durmak. Hakka Cemiyetine girmek isteyen herkese bunlar ögretilir ve bunlara uyup uymadığı gözetilirdi. Bu ilkelere uymayan kişiler cemiyetten ihraç edilirdi.

b) Cismin korunması ve temizlik: Hakkacılar vucut temizliğine çok önem verir ve her zaman temiz elbiseler giyerlerdi. Kadınlar da ev temizliğine çok önem verir ve temiz elbiseler giyerlerdi.

c) Toplumun örf, adet ve kurallarına göre davranırladı. Kendilerinin dedikleri gibi kardeşlik saflarından çikmazlardı.

d) Çalışmaları ve işleri çok düzenliydi, Tamah ve sömürüden uzaktı.

e) Hem dini ve hem de dünyevi yönden şüpheli görünen kişilerden uzak dururlardı. Bu yüzden Hakkacı olmayanlardan uzak durur başkalarına karışmazlardı.

f) Birbirlerini ğördüklerinde tokalaşır ve „Ya Kerim Ya Rıza“ derlerdi. Bunu söylerken Allahı kastederlerdi. Bu tokalaşmayı kadın-erkek, genc-yaşlı herkes yapardı. Ve el öpme adeti Hakkacılarda bulunmaz. Herhangi birisi bir grupla tokalaştığı zaman sag taraftan başlar ve tokalaşanlar oturdukları halde diğerleri ayakta bekler.

Örgütlenme işleri: Hakkacıların bulunduğu köylerde bir ev, misafirlerin geldikleri zamanda veya herhangi bir meselede görüş alış-verişinde bulunmak için bir araya geldiklerinde orada toplanır, orada kararlar alırlardı. Bu Tekkiyetlerde zaman güzel ve yararlı bir şekilde geçirilirdi. Din meseleleri konuşulur, öğütlerde bulunulur, bazen espiriler yapılıp fıkralar, şarkılar söylenir ve hikayeler anlatılırdı. Bu tekkiyeler çok temiz tutulurdu. İçeriye ayakkabı ile girilmezdi. Her köyde tekkiyeye bir sorumlu atanırdı. Bu kişiye „tekkiye başkanı“ denirdi. Görevi; tekkiyeyi idare etmek, tekkiye için gerekli işleri yapip Hakkacılardan tekkeye verilecek olan yardımı toplamak, tekkiyeye gelen misafirlere hizmet etmek, tekkiye'nin karar ve emirlerini Hakkacılara bildirmekti.

„Hakka Cemiyetin´in düzeltilmesi için Mame Rıza´nın Programı“

(Dipnotları)

a) Şeyh Hüseyin Haneka'nın ismi, birçok defa kitabın dipnotlarında geçmektedir.

b) Mela Selam, şimdi Kerkük´te yaşamaktadır. Ve 85 yaşındadır. Hakka hareketi döneminde Darewa Köyünün imamıydı. Kendisinin Şeyh Settar'a verdiği bilgilere göre Hakkacılık yüzünden 29 gün hapse mahkum edilip 10 dinar para cezasına çarptırılmıştır. Şözlerinden çok zeki, uyanık ve Hame Sur karsıtı biri olduğunu anlıyoruz. Şeyh Abdülkerim´in ölümünden sonra hiçbir Hakka şeyhini takip etmemiştir. (M.M.K.)

c) Hatta Edmonds gibi kültürlü bir Avrupalı da bu iftiralara ve Hakkacıları sevmeyenlerin yalan ve antipropagandalarına alet olmuştur. Ve bunları Kitabında yazmıştır. Ama yine de söylediği sözlere sahip çikmak istemez. (Bakınız, C.G. Edmonds, adı geçen kaynak, s: 187-188)

d) Şeyh Hüseyin haneka: „Hakkacılar okumaya rağbet etmezlerdi“ der.

Bana göre Hakkacılar başkalarıyla ilişki kurmak istemedikleri için okumaya ragbet etmemişlerdir. Çünkü okumak onları başka kimselerle ilişki kurmak zorunda bırakır, köylerinde okulların açılmasına neden olurdu. Ayrıca okullarda Hakka düşüncesiyle bağdaşmayan düsünçelerin çocuklarına öğretilmesini istemezlerdi. (M.M.K.)

e) Bu tokalaşmada el sıkmak yoktur. Yalnızca parmak ucları birbirlerine değdirilirdi.

f) Bence „Kerim“ ve „Rıza“ dan kastedilen Şeyh Abdülkerim ve Mame Rıza'dır. Ama her ne olursa olsun bunu halk içine yayanlar zeki kimselermiş. Çünkü “Kerim” Allah için kullanılır ve “Rıza” da imam Ali Rıza imam Musa Kazım´dır. (M.M.K)

g) Hamza Abdullah Hoca bu konuda: „Hakkacılar, kendi merkezlerine ve tekkiyelerine“ Polishane diyorlardı. Herhalde bu adlandırmadan amaçları tekkiyelerinde polishaneler gibi köylerde emir verme ve yerine getirme merkezleri olmasıdır. (M.M.K.)

„Hakka Tarikatının mesajlarını yayanlar“

Hakka Hareketi'nin başlangıcında, Şeyh Abdülkerim'in bazı müritleri, koyu tarikatçılığa girdiklerinden dolayı işlerinden ve ailelerinden olmuşlardı. Bunlar köyleri dolaşarak sofuluk ve Hakka tarikatını halka anlatırdı. Mame Rıza'da Hakkacıların başkanı olduktan sonra, bu grubu Hakkacılar içinde kendisine temsilci seçti. İkişer kişiyi Hakka tarikatını yaymak için gönderirdi. Böyle adamlara gezici denirdi. Bunların içinde çok zeki, sözbilen ve uyanık insanlar vardı. Örneğin „Kek Dine“, „Şeyh Bekir“ ve „Şeyh Selim“ gibi kişiler Sergelu köyündendi. Ayrica „Şeyh Arif illellah“, „Seyit Abdullah“, „Seyit Ali Kani Henciri“ ve „Ahmet Şerbey Helledın“ da bunlardandı. Bu kişiler içinde köylere yerleşenlere „Muhlis“ denirdi. Bu kişiler işlerini içtenlikle yaparlardı. Bunlara örnek verecek olursak: Haci Ahmet Sergelu, Haci Mahmut Heledın, Sofu Nebi Şile, Ali Salih Kalacuğa, Mustafa Sarmond, Hame Kurbani Kuzlu, Haci Ahmet Piraspan, Haci Muhammet Xosnaw, mam Ali Karadere, Hame Bori Kerküki, Hame Emin Arap ve daha birçok kişi. Şehirlerde de böyle insanlardan çoktu. Mesela Süleymaniye'nin Kani Askan mahallesinden Mela Sabir Sofu Muhammet gibi.

Hamza Abdullah Hoca bu konuda söyle demektedir: „İlk defa Hame Sur bu yöntemi uygulamış, müritlerinden Hakka tarikatını yaymaları için köylere ve çeşitli bölgelere gitmelerini istemiştir.“ Bana göre böyle kişileri çeşitli bölgelere gönderip sahip oldukları düşünceleri yayma metodu islam hareketlerinde uygulanmış bir metoddur. Bu metod oldukça da etkili olmuştur. Hakkacılar da müslümanların daha önce uygulanmış oldukları bu metodlardan faydalanmak istemişlerdir. (M.M.K.)

Adı gecen Mela Sabir daha sonra barışsever grubuna katılmış ve barış yolunun çalışkan bir adamı olmuştur.

„Hakkacıların Toplumsal Tutumları Hakkında“

Hakka cemiyeti üyelerinin çoğu; köy emekçi ve çiftçilerinden meydana gelmekteydi. Başlarında yetenekli insanları vardı ama okumuş insanları az olduğu için, hareketlerini hızlı bir şekilde ileriye götüremediler. Ayrıca hükümetle başları derde girip de hapishanelere düşünce kendi bölgelerinde muhalifleri ortaya çıktı. Bu nedenle de yapmak istedikleri işleri düzenli bir şekilde yerine getiremediler ve halka yapmak istedikleri hizmetleri de yapamadılar. Ama yine de birlik, beraberlik ve ortaklıktan çokça söz ederlerdi. Hakka hareketini incelediğimizde; olgunlaşmamış, yarı-sosyalist bir hareket olduğunu görürüz. Hakkacıların en belirgin inançlarından biri maddi açıdan veya toplumsal mevki ve yetki açısından kimseye ayırımın yapılmamasıdır. Yani sınıfsal ayrıma karşıydılar. Ve yoksulların birleşmesini istiyorlardı. Birbirlerine, özellikle de yoksullara çok yardım ederlerdi. Bu inançlarından dolayı birkaç üyeleri öldürülmüştür. Örneğin Mam Hüseyin Kiwérekani ve mam Salih Gomesini bu yolda çok eziyet çekmiş ve işkence görmüşlerdir. Ama yine de inançlarından ve mücadelelerinden vazgeçmemişlerdir.

Hamza Abdullah Hoca bu Konuda şunları söylemektedir: „Şeyh Abdülkerim de tarım işleriyle uğraşır ve bir köylü hayatı yaşardı. Hata 1917´de Osmanlılar tarafından ona verilen nüfus cüzdaninda çiftçi olarak tanımlanmaktadır“.

Hakka hareketine; tarımsal bir toplumun ütopik sosyalist hareketi denebilir. Ama belirgin bir programları yoktu.

„Hakkacılar ve Dini Uygulamaları“

Çoğu Hakkacı namaz kılmaz oruç tutmaz, birçok dini ödevi yerine getirmezdi. Çevredeki halk da bunu dinsizlik olarak yorumlardı. Ama gerçekte Hakkacılar dinsiz olmayıp Allah´a, peygambere ve Kuran'a güçlü bir inancları vardı. Onlar kendilerini gercek müslüman olarak görürlerdi. Şeyh Abdülkerim ve Mame Rıza'nın ögütlerinde namaz kılmamak, oruc tutmamak ve diğer dini görevleri yerine getirmemek gibi bir şey söz konusu değildi. Hakkacılar bu dini ödevlerini yerine getiriyorlardı. Yalnızca geziciler bu ibadetleri yapmıyorlardı. Gezginler; dini ödevlerden, ailelerinden ve diğer dünyevi şeylerden vazgeçmiş deliler gibi köy köy dolaşan insanlardı. Hatta birçok yerde onlara “deliler” de denirdi. Mame Rıza döneminde de Hakkacıların çogu oruç ve namaz gibi dini ödevleri yerine getiriyordu.

Burada “Hakkacılar” kelimesiyle anlatılmak istenen Hakka köylerinde oturan genel halktır. Yani sadece Şeyh Abdülkerim veya Mame Rıza´nın izinde olan ve onların tarikatında yeralan kimseler demek degildir. (M.M.K.)
„Mame Rıza´nın Yakalanması, Hakkacıların Kerkük´e Yürüyüşü ve Sonuç“

Mame Rıza, Hakka Cemiyetinin daha fazla toplumsal işlerle ilgilenmesini başarmıstır. Bahsettiğimiz bölgelerde halkın çoğu Hakka Cemiyetine girip Hakkacı olmuştur. Tekkiye ve Hanekaların sayısı çogalmiş ve her yerde Hakkadan bahsedilir olmuştur. Aynı yıllarda yani 1943 – 1944 yıllarında Barzani hareketi de başlamıştı. Öte yandan hükümet de Hakka hareketinin gelişmesinden korkuyordu. Mame Riza 1944 de hükümet tarafından Irak´ın güneyinde bulunan Ammare kentine sürgün edildi. Mame Rıza da halkı hükümete karşı direnmeye çağırınca; hükümet Mame Rıza´nın köyüne yani kalkosmak´a dönmesine izin verir.
Kalkasmak; o zaman Hewlé´rin Ranya Kasabasının Mirza Rustem nahiyesine bağlıydı. Sait Kazzaz da Héwler (Erbil) valisiydi. Sait Kazzaz Dokan kasabasına gittiğinde Mame Rıza ile görüşmek istedigini bildirdi. Mame Rıza ise bu görüşme istegini kabul edip de Dokan nehrine vardığında, vali tarafından yakalatılıp Ammare´ye sürgüne gönderildi.
Mame Rıza´nın istegi üzerine. Hakkacılar; mallarını, mülklerini satıp Ağcalar bölgesinde bulunan Goptepe Köyüne, kısa bir süreliğine yerleştiler. Burada diger Hakkacılarla birleştiler. Daha sonra da Şivan bölgesi üzerinden kerkük´e geçtiler. Hakkacılar Şivan bölgesine vardıklarında hükümet kuvvetleri tarafından yolları tutulmustu. Burada Rıza Ali Eskeri ile birlikte toplam 13 kişi tutuklanıp Kerkük´e gönderildi. Bu olaydan daha önce de Mirza Rustem nahiyesinde Şeyh Muhammet Emin Melhe ile Mame Rıza´nın oğlu olan Şeyh Mustafa tutuklanıp Ronya´ya gönderilmişti. Hakkacıların bu uzun yürüyüşü polis tarafından izlenmiştir. Hakkacılar çesitli işkence ve eziyete maruz bırakılmış ve sürekli tehdit edilmiştir. Ama onlar yürüyüşlerine devam edip Yarveli köyüne varmışlardır. Iste ozaman hükümet, bu kalabalığın şehirlere girmesi halinde daha kötü sonuçlar doğuracağını görmüştür. Bu nedenle de hükümet Hakkacılarla görüşmelere başladılar. Öte yandan tarikat üyelerini, bölgelerine dönmeleri noktasında ikna etmeleri icin tutuklu bulunan Hakkacılara baskı yapıldı. Hakkacılar, görüşmeler sonuçlanıncaya kadar Yarveli köyündeki askeri kişlaya yerleştiler. Hewlér, Süleymaniye ve Kerkük valileri ile polis müdürleri bu durumu görüşmek icin toplandılar. Diğer yandan da Hakkacılarla hükümet yetkilileri arasinda çesitli görüşmeler yapıldı. Hükümet Hakkacılara bir dizi boş vaade bulunarak kandırmak istedi. Bu olaylar olurken mevsim sonbahar olmuş ve havalar da soğumaya başlamişti. Bu nedenle de birçok Hakkacı hastalan´dı, birkaç çocuk ve yaşlı da öldü. Iste bu durum karşısında Hakkacılar büyük bir toplantı düzenlediler. Sonuçta yürümeye devam kararı alıp Kerkük´e tarafından doğru yürümeye başladılar. Bunun üzerine hükümet güçleri Hakkacıların yolunu kesip geri dönmemeleri hallinde ateş açma tehdidin de bulundular. Ama Hakkacılar geri dönmeyip yollarına devam ettiler. Kerkük´e girip vali konağının yakınında bir yere yerleştiler. Bu olay Kerkük´te büyük bir yankı uyandırdı. Sehir halkı ve özellikle aydın insanlar Hakkacıları ziyyaret edip yardımda bulundular. Bir sure sonra hükümet; mecbur kalarak bir yerleşim yeri temin etmiş bu şekilde Hakkacıları oyalamış ve Şehir halkına da Hakkacılara yardım ettigini göstermek istemiştir. Bir kısım Hakkacı´yı da evlere yerleştirmiştir. Bir sure sonra da tekrar görüşmeler başlamış ve bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmanın maddeleri şunlardır.

1. Mame Rıza´nın Süleymaniye´ye dönmesine ve bütün Hakkacılar köylerine sonra da Kelkasmale köyüne dönmesine izin verilmesi.

  1. Hakkacı tüm tutukluların serbest bırakılması
  2. Hükümetin, Hakkacıların zararlarını tazmin etmesi.
  3. Ağcalar veya Bitwén bölgesinde Hakkacılara bir yerleşim bölgesinin ayrılması, burada okulların ve hastahanelerin yapılması, ev ve tarım arazilerinin verilmesi.
  4. Hükümetin yukardaki maddeleri yerine getirmesi için Hakkacıların Şivan bölgesine geri çekilmeleri.

Bu anlaşma imzalandıktan sonra Mame Rıza´nın kardeşi olan Mame Selam anlaşmanın maddelerini Mame Rıza´ya gösterip cevap getirmek için Ammare´ye gönderildi. Hakkacılara da 3 gün daha Kerkükte kalabilme izni verildi. Ama bu süre içerisinde Mame Selam Ammare´den dönmeyip Mame Rıza´nın düşüncelerini topluluğa aktaramamıştı. Bu yüzden de topluluk içerisinde bir anlasmazlık oldu. Rıza Ali Eskari başkanlığındaki grup anlasmayı kabul edip Sivan bölgesine döndü. Diger grup ise anlaşmayı kabul etmeyip Mame Rıza dönünceye kadar Kerkük´te kalacaklarını belirttiler. Daha sonra Mame Selam döndügünde Mame Rıza´nın anlaşmayı kabul ettiğini bildirdi. Böyle bu grup da Sivan bölgesine dönüp oradaki köylere dağıldı. Bundan üçgün sonra da Mame Rıza´nın Süleymaniye´ye oradan da Halepçe´ye oradan da Biyaraya dönmesine izin verildi. Hükümet Hakkacıların arasındaki anlasmazlığı firsat bilerek anlasma maddelerini yerine getirmedi. Sadece Mame Rıza´nın Halepçe´ye dönmesine izin verildi ve tutuklular serbest bırakıldı.

Hakkacılar yoksulluk icerisinde kendi bölgelerine vararak yeniden çalışmaya basladılar. Çok geçmeden de durumlarını düzeltmeye başladılar. Ayrıca cevre halktan da yardım aldılar. Bu yürüyüşün sonuçları nedeniyle Hakka topluluğu büyük bir yenilgiye uğradı. Ama yinede tekrar birleşip kısa sürede tekkiye ve hanekalarini isaa ettiler. Hakkacıların bu yürüyüşü ve bölgelerine dönüşü 3 ay sürdü yürüyüş Eylül 1944´de başladı. Aralık 1944´de sona erdi. Bu sure içerisinde Mame Rıza bölgeden uzaktaydı. Hükümet ancak 1949´ da Mame Rıza´nın Kalkasmak köyüne dönmesine izin verdi. Ayrıca hükümetin izni olmadan hiçbir yere gidemeyecekti. İlk defa 1952 de Surdaş´taki Hakkacıları ziyaret etmesine izin verildi.

  1. Edmonds bu konuda „Sait Kazzaz bu işi, Bağdat hükümetinin onayını almadan yapmış ve Süleymaniye ilk Kerkük valilerinin düşüncelerini almamıştı.“ „Hakkacılar direnmiş ve Mame Rıza dönünceye kadar köylerine dönmemişlerdi.“ (Bakınız: C.G. Edmonds, adı gecen kaynak s: 188 – 189)

Şeyh Haneka da bu konuda sunları söylemekte: „Hakka hareketi toplumsal bir niteliğe bürününce ingilizler korkmaya baslamıştır. Hakkacıların baslarına gelen herşeyde ingilizlerin parmağı vardır.“ (M.M.K.)

  1. Yarveliye ulaşan Hakkacıların sayısı 12.000´di.
  2. Hakkacıların yürüyüşü sakin bir şekilde geçmişti. Onların silahı sadece ellerindeki asalardı.
  3. Kerkük ve Ranya tutuklamalarının dışında da askerlik hizmetinde bulunan bütün Hakkacılar da tutuklanmıştır.

“Mame Rıza´nın Vefatı”

30.6.1953 de Mame Rıza Kalkasmak köyünde aniden hastalandı ve felc oldu. Uzun bir süre doktorların ğözetiminde kaldı. Bu süre içerisinde bastonla yürüyebiliyordu. 25.2.1961´ de de Süleymaniye´ de hayata gözlerini kapadı. Ondan sonra da oğlu Kek Hama onun yerine geçti.
„Birinci EK“Hamza Abdullah Hoca´nın Kalemiyle

Şeyh Abdülkerim Şedele, Kerkük´de mahkeme önüne çıkarıldığında, ona sorarlar:
- İsin nedir ?
O da söyle cevap verir.
- Çiftciyim. Mahkeme yine sorar. - Peki cemaatin olan Hakkacıların işleri nedir? Kimlerdir? Yine Şeyh Abdülkerim.- Onlar babamın ve atamın müridirler. Benim kardeşimdirler. Onlara yardım edip, iyi ve doğru yolu göstermeliyim.
Bu olaydan haberi olanlar bilirler ki Şeyh Abdülkerim bu sözü iki yönde kullanmıştır. Bu sözle hem hükümeti etkilemiş ve hem de emekci köylülerin gövenini kazanmıştır. Şeyh Abdülkerimi sofuluğu, hareketin temel ideasi olarak seçmiştir. Bu şekilde de köylülerin ve emekcilerin üzerindeki ağa ve tüccar baskısını kaldırmak istemiştir. Aynı zamanda onları vergilerden kurtarmak istemiştir. Çünkü o dönemlerde adet ve geleneklere göre köylüler ürünlerinin bir kısmını ve vergisini ağalara vermek zorundaydı. Bunlardan dolayı Hakka hareketinin temeli bir köylü hareketidir, diyebiliriz. Bu hareketin amacı; köylüleri, ağaların ve toplumun baskısından kurtarmaktı. Hakkacılar, Hakka köylerinde, rahatlıkla oturup çalışabilirlerdi. Hakkacıların az olduğu köylerde ki Hakkacılar, Hakkacıların çok olduğu köylere giderlerdi. Bazen Ağaların Hakkacıları sevip köylerinde oturmalarına izin verdigi de görülmüştür. Çünkü Hakkacılar, genclerle ve ağa çocuklarıyla iyi ilişki kurar, onların beğenisini kazanırlardı. Bu genclerde ağa olan babalarına, Hakkacılarla iyi geçinmesi noktasında baskı da bulunurlardı. Ağa çocukları ve gençler, Hakkacılardaki ilerici düşünceleri ilgi ve beğeniyle karşılarlardı. Çünkü bu gençler baskıcı örf ve adetlerden, toplum baskısından bıkmışlardı. Hakkcıların bu ilerici düşünceleri ve özellikle kadın özğürlüğü konusundaki düşünceleri, hakim sınıfları; ağaları, aşiret reislerini, eski imamları ve hatta Nakşibendi şeyhlerini korkutmus ve kaygılandırmıştır. Bu kesimlerin hepsi Hakkacıları karşısına almış ve hükümet aracılığıyla komplolar düzenlemişlerdir. Şeyh Mahmut Berzenci gibi bir Kürt lideri bile Hakkacılara karşıydı. Mela Şerif Omargomani gibi ünlü bir din adami bile Hakkacıların islam ve seriat yolundan çıktıkları gerekçesiyle bu müslümanları kurtarmak için Şedele köyüne gidip Şeyh Abdülkerimi öldürmek istemiştir. İşin ilginç yani ise bu din adamının, köye gittikten sonra Şeyh Abdülkerimi öldürmekten vazgeçmesi ve onun müridi olmasıdır. Kitabin yazarının da dedıği gibi bazı ağa ve beyler Hakka kareketine katılmıştır. Ama bunların sayısı sadece üçtür. Bunlardan birisi; Pıjder aşiretinden olan ve çok zengin olan Mahmut Ağa Mirawde lidir. Ama bu adamın davranışları pek Hakkacıların davranışlarıyla uyuşmuyordu. Çünkü o namaz kılar, oruç tutardı. Hatta hacca da gitmişti. Diğer iki kişi ise; Cemil Elo Dizayi ile Şeyh Hasan Şeyh Ömer Honeka´ydi. Bunlar ise zengin ve yarı derebey insanlardı. Her ikisi de 1941 de Hakka hareketıne katıldılar. Katılmalarının nedeni de iki Hakka kızını sevmeleriydi. İki Hakkacı kız da, Hakka´ya girmeleri halinde onlarla evleneceklerini şart koydular. Hakkacılar kadın sevgisine büyük önem verirlerdi. Kadınlara karşı olan sevginin ilahi bir sevgi olduğuna inanırlardı. Kadınlara karşı olan bu düşkünlük birçok defa kadın ile erkeğin arasında cinsel ilişkinin oluşmasına neden olurdu. Hakkacılar, kendilerinden olmayan kimselere „münkir“ derlerdi, Hakkacı olan kimselere de „muhlis“ derlerdi.
Bana göre; Hakkacılığın Köylüler ve emekciler arasında yayılmasının üç nedeni vardir.
Birincisi; Toplumsal ilişkilerden ve Ağa zulmüne karşı olmalarındandır
İkincisi; Kadının yıllarca gördüğü baskıdan kurtulmasıdır.
Üçünçü ise; aralarında kardeş ilişki kurup yardımlaşmalarıdır.
Bu ilişki ne Kürdistan´ da ne de herhangi bir ortadoğu ülkesinde görülmüştür.
Hakka Hareketi aslında bir Köylü emekçi hareketiydi. O zamanın ulusal kurtuluş hareketiyle bir ilişkisi yoktu. Hakka hareketi barişci ve silahsız bir harekettı, hiçbir zaman hükümete karşı silahlanmadılar. Barzan hareketinden de farklıydı. Çünkü Barzan hareketi, hükümete karsı silahlı mücadele veriyordu.

1. Hamza Abdullah Hoca bunu eski Arapca olarak yazmiştı. Ben de Kürtçe´ye çevirdim. (M.M.K.)
2. Barzan Şeyhleri de Nakşibendı tarikatindandir. (M.M.K.)
„İkinci Ek“Dr. İzedddin Mustafa Resul´yazmıştır.
1945 ya da 1946 yılının bir akşamı babam (Mela Mustafa Hacı Mela Resul) bizim caminin (Haci Mela Resullün Camisi) avlusunda oturmuştu. Bu camiye Başçavus Camii de denirdi ve şimdiki Süleymaniye´nin “Nali” hamamının bulunduğu yerdeydi. Belliydi ki bir misafir bekliyordu. İste ozaman Mame Rıza, Mela Sabir ve daha başka bir adamla birlikte geldi. Babam, onlara büyük bir saygi gösterdi.Anımsadığım kadarıyla, Mame Rıza babama yönelerek şöyle dedi: “Ey Mela Mustafa; sen, Mevlana Halid´in torunusun. Biz senden böyle sözler beklemezdik.”Babam da söyle cevap verdi: „Mame Rıza; sizlere islam hükmü uygulanmalıdır.“Mame Rıza da „Niye ? Biz müslüman değilmiyiz ?“ dedi. Babam da: „Müslüman bir insan nasıl olurda namaz kılmaz ve müridlerine de namaz kılmamayı tavsiye eder.“ diyerek karşılık verdi.
Mame Rıza da bir Kuran ayetiyle babama cevap verdi. Bu görüşmeden bu kadarını hatırlıyorum. Babam daha sonra söyle anlatırdı: „Mame Rıza sürgün edildiği zaman, Hakkacılar; halkın dedigine göre; ellerine bir asa alarak Sam´a doğru yürümüşler. Ozamanın içişleri bakanı olan Mustafa Ömer Süleymaniye´ye gelmişti. Süleymaniye imamlarını toplamış bu meselenin çözülmesi için nelerin yapılması gerektiğini sormustu. Buna karşılık bazı imamlar şöyle demişti. „Mame Rıza ile bir ikisini daha asarsanız diğerleri vaz geçip döneceklerdir.“ Babam bu konuda, „Maruf Ciyaw´e Süleymaniye valisiydi. Bu öneriyi hiç beğenmemiş ve çok kızmıştı. Mame Rıza´yı savunurdu. Ve de söyle demişti. „Peki neden Seyit Ahmet Haneka´nın asılmasını istemiyorlar ? O da Hakkacı değilmidir ?“. Ben de bir imam olarak bu önerinin sahibi değildim. Mame Rıza´ya da baska bir şekilde anlatmışlardı. Ben de ne inkar ettim ne de öneriyi imzalayanların kim olduklarını söyledim“ demiştir.
11 Mart 1970´den birkaç gün önce Şeyh Muhammet Cebari, Şehit Fahir Mérgesuri´nin bir mektubunu bana gösterdi. Fahir mektupta Şöyle yazmışti: „ Durumlar nasıl olur bilemem. Eğer iyiye doğru gitmezse sana gelemem. Bana uğramanı isterim. Ziyaretin faydalı olacak.“
Ertesi gün Şeyh Muhammed´le Kerkük´e gittim. Oradan da Kılavkut köyüne gectik. Fahir´le görüsmemi tam olarak anlatacak olursam sayfaları doldurur. Artık bunu başka bir Kitapta anlatırım. Ama şimdi buraya uygun olan kısmını anlatacağım. Hakka hareketinin diğer grubunun lideri olan Hame Sur Kılavkut köyünde yaşıyordu. Kılavkut´da kaldığım bu kirkaç günde Hame Sur´un hayatı ve tarikatı hakkında birçok bilgi edindim. Bu kitapta onunla ilgili olarak yazılmayan birtek şey kalmıştır. O da; Hame Sur´un sadeliği, okumamışlığına rağmen siire ve folklore ilgi duymasıdır. Ben Hame Sur´un bazı sözlerini kasete almak istedim. Ama Fahir “Bu işi bana bırak. Ben yaparım”dedi. Sonradan öğrendiğime göre birçok şeyi kasete almıştı. Ama Fahir´in trajik ölümünden sonra kasetlerin nerede olduğunu bilmiyorum.
Klavkut Hakkacılarından ençok, Muhammed Mela Ubeyd ilgimi çekti. Çünkü zeki ve uyanık bir insandı. Bana da birçok şey anlattı. Şöyle diyordu. „Biz bu mezhebe girdiğimizden bu yana küçükler büyüklerin önünde yürümemiş, kimse kimseye yalan söylememiştir. Bütün herşeyimizi birleştirdik. Bir sofra üzerinde yemek yeriz.“
Hakkacılar, geceleri toplanıp bir sonraki günün işbölümünü yaparlardı. Para Hame Sur´un yanındaydı. Hastalanan lara para verir şehire hastaneye gönderirdi. Evlenmek isteyenleri evlendirirdi. Bu nedenle de Hame Sur grubunun Köyleri diğer köylere ğöre heryönden daha fazla gelişmiştir.
Benim edindiğim bu bilgiler ışığında bir sonuca vardım. Ama sunu da söyleyeyim ki; Hakka hareketi üzerine yazilanlar Hamza Abdullah Hoca´nın yazılarından ibarettir. Ama bu yazılar da kaybolmuştur. 1956 yılında Maruf Xaznedar ile görüştüğümüzde onu arkadaşım Muhammet Kerim Fetullah ile tanıştırdım. Biz üçümüz bir Kürtçe takvim çıkarmaya karar verdik. Bununla ilgili bir ilan yayınladık. Bir komite kurup Mustafa Salih Kerim´i Süleymaniye temsilcisi ve muhabiri olarak tayin ettik. Bundan sonar da material toplamaya başladık. Muhammed, Hamza Abdullah Hocanın Hakka üzerine yazdığı değerli incelemeleri getirdi. Ben de Surdaş bölgesine gidip birçok fotoğraf çektim. Özellikle de Kamçoğa ve Casene mağralarının fotoğraflarını çektim. Çünkü bu fotoğraflar Hakka üzerine yapılmış incelemeler ve Şeyh Mahmut hareketi için gerekli olacaktı. Daha sonra ülkeyi terk edip Şam´a gitmek zorunda kaldım. Muhamed de saklanmak zorunda kaldı. Komitemiz çözüldü. Tüm malzemeler Maruf´ta kalmış. Ben birçok defa bu malzemeleri Maruf´tan istedim. Ama o da malzemelerin kaybolduğunu söyledi. Ama sonradan bunun doğru olmadığını anladım.

Bugün Kek Mustafa´nın (Mustafa Eskeri) böyle bir incelemede bulunması sevindiricidir.
Burada birkaç şey daha belirtebilirim. Müslüman toplumundaki birçok dini mezhep islam´dan önceki dini mezheplerin uzantılarıdır. Ama o eski mezhebin niteliğini saklamak için bazı islami değerleri de içine katmışlardır. Ve sonuçta başka bir mezhep oluşmuştur, Êzidi, Kakayi, ismaili, Aliyullahi ve hatta Hakka inanclari bu guruba girer.
Ama Hakka tarikatı islami bir tarikattır ve islama aittir. Hakkacılık aslında, Kürdistan´da Mevlana Halid tarafından yayılan Nakşibendi tarikatından gelmektedir. Ama sonradan siyasi ve toplumsal hareketlerin baskısı sonucu degişmiştir. Bilimsel ve doğru kaynakların olmayışı, siyasi ve toplumsal baskısı bu konuların yeteri bir şekilde incelenip araştırılmasını engellemektedir. Bu durum Hakka hareketi içinde geçerlidir. Hakka hakkında birçok nokta aydınlatılamamıştır. Ama sunu unutmayalım ki ekonomik durum ve yasam tarzı açısından günbe gün değişmektedir. İşte bu nedenle de bu hareketi bir Köylü hareketi olarak degerlendirebiliriz.
1964 de Guetemala´ lı bir arkadaşım bana ilginç bir konu anlatmıştı. Konu, Guetemala´da dağlarda yaşayan bazı kabilelerle ilgiliydi. Ve araştırmacılar tarafından yeni keşfedilmişti. Bu kabileler eski toplumu, sınıfların olmadığı toplumu yaşıyorlardı. Yine, arkadaşım Guetemala´lı ilericilerin bu kabilelerin sınıfsız bir toplum olarak kalmaları için çaba harcadıklarını da belirtti.
Acaba, Hakka hareketi aracılığıyla ülkemiz Kürdistan´da da böyle deney yapılabilirmi ?
Son olarak şunları belirtmek isterim; Hakkacılar herzaman sol hareketlerle birlikteydi. Mame Rıza barışsever bir insandı ellili yıllarda, halka; barışseverlerin saflarına girmeleri için çağrida bulunuyordu. Ayrıca Hamasur ve ona bağlı köylerde barışseverlerle beraberdiler.
Bir önceki Sayfaların Dipnotlarının Devamı.

Ben 1956 yılında Kürdistan´daki imamları ve dini öğrencileri hakkında bir makale yazdım. Ve Maruf Xaznedar´ın adresiyle komiteye gönderdim. 14 Temmuz 1958 devriminden sonra Şafak dergisinin idaresini üzerime aldım. Daha önce bu dergi Maruf´un elindeydi ve daha önce gönderdiğim makaleyi de bulabildim. Bundan birkaç yıl sonra 1968 de „Al Turas El Sabi“ dergisinde bu makalem arapça olarak yayınlandı. 1973 de de „Beyan“ dergisinde Kürtçe olarak yine bu makalem yayınlandı. (M.M.K.)

Anonym (not verified)

Sun, 2013-12-29 22:53

Yine harikasın. İlginç ve tamamen yabancısı olduğum bir konu yakaladım. Zevkle okuyorum. Okurkende aklıma gelen şeyler oluyor. Mesela Xarpét (Elazığ) şehrinde meşhur fotoğrafçı Şedele vardır.Paki şedele derlerdi. Derken bazıları Xarpét te kaldı ve ailenin bir kısmı ise İstanbul'a göçtü. İstanbul dada meşhur fotoğrafçı olmuşlar. Kısacası sorsan aslımız Harputlu dur.Seceremiz 300 yıllıktır v.s derler. Yakın akrabaları vardı.Onlar ise biz Kerkük ten gelen Türkmenleriz derlerdi. Halbuki çoğu sarışın ve mavi gözlüydüler.Yani Türkmenlere benzer yanları yoktur. Her neyse Şedele ismi hep bana merak olmuştur. İşte senin yazında Şedele isimli bir köyün Güney Kürdistan da olduğunu gördüm. Acaba bunların aslı Şedele köyünden olmasınmı ? Hani gereçeğe ulaşmak gerçekten zordur. Nedense ya asıllarını Arap, Ya Fars, Ya Türkmen yapmaya meraklı bir millet ! Seni bir başka tarihi konuya götürmek istiyorum. Bugün Avesta Kurd sitesinde Rojavalı mülteciler içerisinde kendisini Sımkoyé Şıkak ın torunu iddia eden biri var. Adam 75 yaşında ve Sımko nun torunun oğluymuş. Sımko nun doğumuna bakarsak ancak torunu olabilir. Fakat torununun oğluyum diyor.Bu konuyla bir ara epey ilgilenmiştin. Belki malzeme çıkar bu konudan ama çelişki ise bence daha fazla gibi. Selamlar Paloyi

Osmanlılar  döneminde    çok   ciddi boyutlarda    Güney Kürdistan'dan    Kuzey Kürdistan'ın bazı şehirlerine,  Türkiye  denilen   coğrafyanın   en  ucra  köşelerine,  Balkanlara,    Mısır'a   hatta   Afrika'ya  Kürdler  sürülmüş.  Süreç  içinde   ilk  göçe  zorlanan kesim     tam  olmasa da  diğer   kuşaklar    sığınacak   bir dal  ararken Türkmenlik  gibi   manşelere  sarılıyorlar.Yoksa   elimizde  Güney'den   Türkmenlerin   Kuzeye  doğru  zorunlu  bir  göçüne  dair belge  yok.  Aslında   Güney Kürdistan'da   Kerkük ve  Hewler  gibi alanlarda   şehir  merkezlerinde  yaşıyan ve  kendilerine   Türkmen diyen kesimlerin  büyük bir  kısmı asimile olan Kürdlerdi.   Hani  Doğramacı  diye  rir Prof. Dr.  vardı.  Güneydeki akrabaları   Kürd,  hatta  meşhur  klasik  bir Kürd şairi de  onlardan  geliyor.  Ama  bizim   Doğramacı  Türkmen  oğlu  Türkmendi....  O konuda   bir yazı yazmıştım.  Bulursam yayınlarım.  Simko'nun  torunun torunu yazısını  okumadım,  okursam  bir şeyler söylerim...  Silav  û rêz  Aso

      Ben bugün Güney Kürdistan’da çıkan Kurdistanî Niwê gazetesini karıştırırken, Ankara’da Prof Doğramacı’yla yapılan bir söyleşi dikkatimi çekti..Ben daha önce Güney Kürdistanlı Kerküklü Doğramacı soy ismini taşıyan Kürdlerle ilgili bir yazıyı Newroz Com’a yazmıştım.. Doğramacıların yetiştirdikleri büyük Kürd şairlerinden bazılarından söz etmiştim.. Yine bu aileden Kerkük’ü bırakıp, Hewlêr’e yerleşen Doğramacılardan da söz etmiştim..Bu yapılan söyleşide Prof. Doğramacı 1914 yılında Kürdistan’ın başkenti Hewlêr’de doğmuş, 1929 yılında Türkçe yasaklandığından, eğitim dili Kürdçe ve Arapça haline gelmiş.. Bundan dolayı Beyrut’ta gitmiş ve orada eğitimini yapmış... “Eğer Irak’ta kalmış olsaydı Kürdçeyi daha iyi” öğrenecekmiş...Daha sonra Bağdat, İstabul ve Amerika’da yaptığı eğitimine ilişkin Prof. Dr. Doğramacı bilgi veriyor.. İhsan Doğramacı, Hikmet Silêman’ın kızı ile evleniyor ve doğan kızına Şermid ismini veriyor.Yine İhsan Doğramacı konuşmasında kendi geleceği ve bilimsel çalışmaları için Türkiye’yi daha uygun gördüğünü, çünkü o dönem bir çok Alman bilim adamının Türkiye’de Üniversitelerde ders verdiğini söylür. Ayrıca tanınmış bir çocuk doktoru olarak Türkiye’deki devlet yöneticileriyle çok sıkı ilişkiler geliştirdiğini söylüyor.Doğramacı, 1946 ve 1948 yılarında Türkiye’nin çok partili döneme geçtiğini, kendisine Ankara milletvekilliği önerildiğini ve daha sonra Türk Dışişler Bakanlığı görevi önerildiğini, ama kendisi tüm bu görevleri reddettiğini söylüyor.Prof. Doğramacı’ya sorulan bir soruya cevapla: “Türkmenlerin siyasal partilerinin olduğuna inanmıyorum. Eğer olsa da ilişkim yoktur” diyor. “ Ayrıca Doğramacı “Kürd ve Türkmen arasında ayırım yapılmaması gerektiğini, çünkü ikisinin kardeş olduğunu ve kardeşliği güçlendirilmesi gerektiğini” söylüyor..Kürdistani Niwê gazetesinin bir sorusu üzerinede Prof. Doğramacı: “ Şimdi Kürdçe okumaya çalışıyorum. Bir kaç Kürdçe kitab yanımda var. Ama hepsi Kürdmanci lehçesiyle yazılmış” diyor ve ezberlediği büyük Kürd şairi Mehemed Saleh Dîlan’in Soranca bir şiirini okuyor..Ama biz Prof. Doğramacı’yı YOK döneminden beri tanıyoruz.. Üniversiteleri nasıl doğradığını çok yakından biliyoruz..Ayrıca İhsan Doğramacı “Türkmen partilerinin olmadığını ve olsa dahi ilişkisi yoktur” söylemi kuyruklu bir yalandır.. Güney Kürdistan’da 1991 yılında gerçekleşen büyük Raperin’den sonra, Ankara’da kurulan “Türkmen Cephesinin” mimarlarından, en önde gelen yerüstü önderi İhsan Doğramacıyd. “Derin” kurucularıda Doğramacı bilir.. 1992’den günümüze kadar, “Türkmen Cephesi” adlı Truva Atı, Kürdistan Hükümetine, Kürdistan Parlamentosuna ve kısacası Kürdistani olan tüm kurumlara karşı Baasçılardan daha saldırgan ve yıkıcı davranıyor.. Kerkük’te TC(Türkmen cephesi), TC(Türkiye Cumhuriyeti)nin anti Kürd politikalarını bire bir uyguluyor..Bu kirli işlerin başında olanlardan biride İhsan Doğramacıdır.. Belki bir süreden beri ortaya çıkan Kerkük ve Hewlêr Türkmenleri arasındaki sorunlar Doğramacıyada yansımış olabilir.Ben İhsan Doğramacı’nın Kurdistani Niwê’deki resmine baktığım zaman, hiçte Hz. Muhamed’in Yecüc ve Mecüc sülalası olarak tarif ettiği, “yayvan yüzlü, çekik gözlülere” benzemiyor.. Büyük burnu bana biraz Ecevit’ti hatırlatı verdi. Eğer İhsan Doğramacı’da yarın kalkarsa “ ben Kürdüm” diye ortaya çıkarsa şaşmamak gerekir.İhsan Doğramacı Kürdçe öğreniyor, okuyor... Mamoste Dîlan’ın şiirini ezbere okuyor..İyi okumalar sayın Doğramacı!!!!Akrabalarınız olan Kürd şairlerinden de dörtlükler okuyunuz!

            „Prof. Dr. Ihsan Doĝramacı’nın ismini duymayan Kuzey Kürdistanlı azdır.. Hepimiz Doĝramacı’nın YÖK’ün başına geçip her şeyi doĝramaya başladıĝı dönemi biliyoruz.. Ayrıca 1991 yılında Güney Kürdistan’da gerçekleşen „Büyük Raperin“den sonra yine biz Ihsan Doĝramacı başka bir kimlikle tanımaya başladık..Bu sefer, Doĝramacı Hewlêrli bir„Türkmen“ olarak „ Türkmen Cephesinin“ Ankara’daki kuruluş ve örgütlenme girişimleri esnasında ortaya çıkmaya başladı.. Doĝramacı’nın derinden aldıĝı talimatlarla organize ve reorganize etmeye çalıştıĝı „Türkmen Cephesi“ , kuruluşundan beri Kürd ve Kürdistan ismini taşıyan tüm Kürdistan kurumlarına ve Kürd kazanımlarına düşmanlık yapıyor.Biz Doĝramacı’yi bu son yıllarda büyük bir iş adamı olarak tanımaya başladık... Çünkü, Prof. Doĝramacı Suleymaniye yapılan „Amerikan Üniversitesinin“ yapımını üstlenmiş durumdadır.Güney Kürdistan basınında Ihsan Doĝramacı’ya ilişkin yazılan hep dikkatimi çekmiştir... Bir keresinde Güney Kürdistan basınında Doĝamacı’yla yapılan bir söyleşiyi okumuştum... Bizim Doĝramacı „ büyük Kürd şairi Dilan’nın dörtlüklerini“ söyleşi yapan gazeteciye ezbere okumuştu... Ayrıca yine söyleşide Doĝramacı’nın „Kürdçe kitaplar satın aldıĝını“ ve „Kürdçesini geliştirmeye çalıştıĝını“ öĝrenmiştim... Bu öĝrendiklerimi kısmen de olsa Newroz Com okuyucularıyla paylaşmıştım..Ama „bizim“ Doĝamacı 91 yaşında olmasına raĝmen, hâlâ kendisinden söz ettiriyor.. Prof. Doĝramacı her yıl büyük törenlerle yaş gününü kutluyormuş... Bu yılda 3 Nisan günü Bilkent Üniversitesinde doĝum gününü kutlamış.... Prof. Doĝramacı bu yıl 91. yaş günü vesilesiyle Güney Kürdistan’da Kürd ve Türkmen çevrelerinden bir çok şahsiyetleri davet etmiştı... Doĝramacı’nın Kürdistanlı davetiyeleri arasında bir dizi Kerküklü, Suleymaniyeli, Hewlêrli şahsiyetlerin yanı sıra, Adelet işlerinde sorumlu Kürdistan Bölge Bakanı, Azad Izeddin Melaefendi, Saĝlık Bakanı yardımcısı, Dr. Sirwan Nuredin, KDP’nin 2.Liq sorumlusun yardımcısı, Ahmed Kanî, yine KDP’nin 2.Liq kadrolarından Şiwan Mehemed Taha, YNK Ankara temsilcisi, Behroz Gelali ve Türkmen asılı Kürdistan Parlamentosu üyesi, Essad Erbil de vardı..Ankara Bilkent Üniversitesinde yapılan yaş günü töreninde Kürdistan Parlamentosu üyesi ve aynı zaman da şair olan Essad Erbil „Qurtar Bizi Doĝramaci“ adlı bir şiiri Ihsan Doĝramacı’ya hitaben okumuştu..Erbil’in söz konusu olan şiiri Kürdistanlı bir çok çevrede rahatsızlıklar yaratmış ve tartışmalara neden olmuştu..Erbil şiirinde „Hewlêr Türkmenlerinin durumunun kötü olduĝunu, zahmetli bir yaşama sahip olduklarını“ söyler ve kurtarmalarını ister..Ayrıca yine şiirinde „Hewlêr kalesini ve Kerkük kalesinin harebeye çevrildiĝini“ söyleyerek Doĝamacı‘yi kurtarmaya çaĝırıyor..Bazı Kürd sitelerinde Erbil’iye karşı kampanyalar ve Kürdistan Parlamentosu sorumluluĝa davet ediliyor..Ayrıca haftalık „Medya gazetesi“, Ankara toplantısına katılanlardan „Erbili skandal“ına ilişkin düşüncelerini almış..Ahmed Kanî: „ Bu Parlamenterin söylediklerinin herçekle ilişkisi yok“ diyor..Şiwan Mehemmed:“ Yaşına uygun olmayan bir hata yaptı“ diyor..Dr. Sirwan Nuredin: „Doĝramacı şiiri alaya aldı“ diyor..Erbil ise yaptıĝı açılamada „Amacım genel olarak Iraktı ve Türkmenlerin teröristlerden kurtarılmasıydı“ diyor.. Ayrıca „bazı dış güçlerin kendisine karşı komplo yaptıklarını“ söylüyor..Essad Erbil’in „Qurtar bizi Doĝramacı“ dediĝi, Mam Celal’la ilişkileri olan, Kek Mesud’a mektuplarla selamlarını gönderen, Kek Nêçirvan Barzani’ye mektuplar yazarak „Hewlêr’de bilimsel bazı projeleri“ yapmak istiyen Ihsan Doĝamacı hangi millete mensuptur ?Bugüne kadar bizim tanıdıĝımız Doĝramacı anti Kürd ve aşırı bir Türk ırkçısıydı. KDP’nin 2.Liq sorumlu yardımcısı, Ahmed Kanî Medya Gazetesine yaptıĝı açıklamada, Doĝamacı’nın „tanınan bir Türkmen şahsiyeti“ olarak lanse edilmesinden rahatsız olduĝunu, „Hewlêrli ünlü bir şahsiyet“ olarak tanınmasından yana olduĝunu söylüyor..Kendisi de Doĝramacılardan olan Ahmed Kanî’ „Doĝramacılar aslen Türkmen deĝil, Kürdler. Biz Doĝramacılar olarak şair Kani’nin torunlarıyız. Kani Hewlêrli bir şairdi.. Belgelere dayanarak bizim aslımız Caf aşiretine dayanıyor. Deniliyor ki Caf beyzadelerden iki kardeş ailevi sorunlardan dolayi babalarını terk ederek, ilk önce Kerkük’e gitmişler.. Fakat, Caflıların Kerkük’e geliş ve gidişleri yoĝun olduĝundan dolayı, akrabalarının kendilerini görmemesi için daha sonra Hewlêr’e gelip yerleşiyor ve bir marangozun yanında çırak olarak çalışıyorlar... O dönemler Osmanlılar buraları yönetiyorlardı.. Onlarda marangozlara „doĝramacı“ diyorlardı.. Gerçi bazı Doĝramacılar Türkiye’den geldiklerini söylüyorlar.. Ama biz kendi tarihimizi daha iyi biliyoruz.. Eĝer biz Kürd olmamış olsaydık, 1914 yılında KANÎ şiirlerini Kürdçe yazmazdı.. O dönemler dinin etkisi çok büyüktü. Eĝer KANÎ babasından Kürd olduĝunu duymamış olsaydı, Kürdçe şiir yazmazdı.. O dönemler, KANÎ’nin babasına Osmanlı idaresinde yüksek görev verilmiştı. Eĝer Kürd olduĝunu düşünmesen sen, birilerden üst görevler alırsan ona karşı olamazsın.. Kaldı ki o dönemler Türkmen olduĝunu söylemek daha kolaydı.. Doĝramacıların ezici çoĝunluĝu kendilerini Kürd olarak görüyor ve Kürd Kurtuluş Hareketine katıldılar.. Bunlardan Dr. Qereni Doĝramacı ve Dr. Haşım Doĝramacı „HÎWA PARTISI“ ne ve „DARKER ÖRGÜTÜNE“ çok yakındılar.Mella Mustafa Barzani tarafından tespit edilen 1970 ve 1974 yılları arasında Bakanlık yapan Ihsan Şerzad diyorki „biz Kürd Öĝrenciler Birliĝi ve Darker örgütü olarak Ihsan Doĝramacı’nın babası olan Ali Paşaya gider ve yardım alırdık. Biz Kürdler adına yardım alıyorduk.. Bir söylentiye göre Ali Paşa’nın kendisi aslen Caf olduĝumuzu söylemiş..“ diye aktarıyor.Aktarmaya çalıştıĝım alıntı çok uzun oldu, ama Ihsan Doĝramacı’da hayatının son döneminde kalkıp babasının söylediĝi „aslen biz Cafız“ söylemini tekrarlarsa yada Bülent Ecevitleşse şaşmamak gerekir... Erbili „Qurtar biz Doxramaci“ diye hararetli bir şekilde şiirini okurken, Doĝramacı’nın „ kendi kendini kurtar“ diye söylediĝini törene katılanların bazıları anlatıyor.. Doĝramacı, hayatının son günlerinde Erbili’yi degilde „kendi kendisini kurtarmaya“ çalışsa bir asırlık çilesine bir nebze ilaç[email protected]

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.