Bu ara bir kitap okudum.
Adı “Ölüm Bizim İçin değil”.
Kitabın yazarı Ufuk Bektaş Karakaya.
Daha önceleri adını çok işitmiştim. Derken süreç bizi doktorların burada yaşanmaz dediği Adana kapalı cezaevinin yıllanlı, çartinli havasız, sulu hücrelerinde buluşturdu.
Orada Bektaş'ı tanıma ayrıcalığı ve onuruna kavuştum. Derken birlikte Kırşehir E. Tipi Cezaevine sürgün edildik. Birlikte tüneli kazdık ve tutsaklığa elveda dedik. Farklı yol ve zamanlar da Almanya'ya ulaşarak yeniden buluştuk. Dostluğumuz ağız tadıyla sürüyor. Arasıra telefonla hatıralarımızı yad ediyoruz.
Bektaş telefon edip kitabım çıktı müjdesini verince, payıma düşeni isterim dedim. Sağolsun ertesi gün bir adet gönderdi.
Heyecanla paketi açtım. Kocaman bir kitap. Korkmanıza gerek yok. Kitabın hacimli olması bir solukta okumanıza engel değil. Eğer benim gibi sulu gözlü biri değilseniz.
Hani derler ya. Bir solukta okunacak kitap. Gerçekten bir solukta okunacak cinsten.
Kitabı okumaya başladım. Bir solukta okuyacağımdan emindim. Ama öyle olmadı. Her kelimesi, her cümlesi, her satırı ruhumda duygu fırtınası estirdi.
Gözlerim doldu. Yaşlar sicim gibi peşpeşe yuvarlandı. Eşim ve çocuklarımdan gizlemek için onların olmadığı evin köşelerine sığındım. O da çare olmadı. Yaşlar yuvarlak yuvarlak peşpeşe sıralayınca bu kez gözlerim ve gözlüğümüm camları boğulandı. Kelimeleri, satırları seçemez oldum.
İki gün de okumam gereken kitabı ancak on günde bitirebildim.
Değdi mi?
Hem de nasıl!
Herkese tavsiye ederim.
Konusu mu?
Ben pek fazla detayine inmek istemiyorum.
Daha doğrusu korkuyorum. Korkum kitabı tanıtırken hakkını verememe korkusudur. Bazı şeyler var anlatılamaz, ancak yaşanır derler ya. Aynen onun gibi.
Adana kapalı cezaevinin o baş belası hücrelerinde iken bir gün arkadaşlara; “hepimiz buralarda ölmeyeceğiz. Birilerimiz kurtulacak. Hatta hatıralarını yazacak. Ve buraları da anlatacak. Peki buraları anlatırken hakkını verecek baba yiğit var mı aramızda” dediğimde arkadaşlar birbirine baktı. Konuyu tartıştık. Çıkan ortak sonuç şu oldu.
“Buralar ancak yaşanır, fakat anlatacak kelime yok.”
Bektaş yaşadıklarını anlatırken kelimeleri yeterli oldu mu?
Sanmiyorum!
Fakat anlatımıyla okuyucuyuda peşinden sürüklediği kesin.
“Ölüm bizim için değil” kitabını okumamış olanlar için bir ipucu da vereyim.
Türk egemenlik sistemin 12 Eylül döneminin vahşeti ve vahşete karşı sergilediği direnişin hikayesi.
Geçmişi geleceğe taşıyacak bir destan.
Destanın kahramanı kitabın yazarı Ufuk Bektaş Karakaya.
Ufuk Bektaş Karakaya deyip geçmeyin. Gördüğünüzde sakalsız, bıyıksız, bir deri bir kemik olduğunada aldanmayın.
Çünkü O, 12 Eylül işkencecilerine boyun eğdiren bir direniş abidesi.
Nasıl diye sormayın. En iyisi kitabı alın okuyun. Bektaş kitabında ne eksik, ne fazla onu anlatıyor.
Kısa yaşam sürecinde neleri sığdırdığını göreceksiniz.
Bazen gülerek, bazen ağlayarak, bazen gururlanarak, bazen hayıflanayarak sayfaları devireceksiniz.
Gençliğimizde vahşet ve vahşete karşı direnişi Direnme Savaşı, Haydari Kampı ve bilmem hangi ülkenin zindanlarında yaşanan vahşet ve direnişi konu alan kitapları okurduk.
Yaşadığımız coğrafyanın insanları onları okuduğunda vahşet uygulayıcıları lanetlerken, vahşete karşı direnenleri kendine idol olarak alırdı.
Bilmediğmiz, tanımadığımız ülke insanları gönlümüzde taht kurardı.
Biz de bu tür vahşetler ve vahşete karşı direniş destanları yaratan kahramanlar çıkmadı mı?
Her ikiside oldu. Fakat bu yazıya dökülmedi.
Bektaş bu geleneği kırdı. O ve onun gibilerine uygulanan vahşeti ve ona karşı direnişi yazdı. İyi ki yazdı.
Onun kalbine, yüreğine, beynine, eline sağlık.
Artık coğrafyamızda zülum karşısında nasıl davranılması gerektiği konusunda mücadele edecekler için ellerinde bir pusula var. Örnek alınması gereken bir idol var.
İşte O İdol, Ufuk Bektaş Karakaya'dır.
Ben pek fazla övüp onu utandırmayayım.
İyisimi kendiniz tanışın ve onu tanıyın.
İllahi yanyana gelmeniz gerekmiyor.
Kitabını bulun okyun.
Ama mutlaka okuyun.
Bize bu güzel eseri sunduğu için Ufuk Bektaş Karakaya ile ne kadar övünürsek yeridir.
İyi ki varsın güzel dostum.
Her şey gönlünce olsun.
Birlikte Malatya'da içli köfte yeme özlemiyle kucakliyor, öpüyorum.
14 Haziran 2011
eskilerden (bir mektup aldim)