Bir önceki yazımda Kürdistan sorununun çözümünün başlangıç noktasının 'Kürd deyince ne anlıyoruz?' sorusunun doğru cevabını bulmaktan geçtiğine işaret etmiştim.
Bugüne kadar gerek Türk egemenlik sistemin resmi kurumları, şahsiyetleri, gerek partiler başta olmak üzere sivil toplum örgütleri, gerekse Türk aydınlarının Kürdlerin sosyolojik adlandırmasından özelikle kaçındıkları aşikardır.
“Kürt realitesini kabul ediyoruz” demekle bu işin bitmediği biliniyor. Tamam Kürd realitesini tanıdın. Peki bu realite ne? Kürdler bir aile mi, boy mu, aşiret mi, etnik bir azınlık mı, bir mllet mi?
Bu açığa kavuşturulmadan, üzerinde mutabakata varılmadan kimilerine göre “Kürt sorunu”, bize göre Kürd-Kürdistan sorununun çözümü konusunda ortak bir paydada buluşmak mümkün görünmüyor.
Kürdleri bir millet olarak görmeyenlere göre, en iyi niyetli olan kesimin bile biz Kürdlere reva gördükleri her halükarda “dil-diş” haklarının verilmesine indirgeniyor. Bunuda insanlıklarından(!) yapıyorlarmış izlemini veriyorlar.
Kendi açımda istemem! Kendilerinde kalsın!
Her şeyden önce sorun iki boyutludur. Ortada iki sorun var. Biri işgal altındaki Kürdistan sorunu, ikincisi; Anadolu'daki yerleşik Kürdlerin sorunu, Bunlar her ne kadar birbirine bağlı sorunlar olsada hedefleri ve çözümleri farklıdır.
İkinci sorun, Anayasal bir sorundur. Türkiye'nin demokrasi sorunudur. Türkiye demokratikleştikçe çözülecek olan bir sorundur.
Fakat şu an savaşa neden olan sorun bu değil, Kürdistan sorunudur. Çözümünün ilk çıkış noktası Kürdlerin bir millet, bir ülkesi ve bunun Kürdistan olduğu gerçeğini kabullenmekten geçer. Sorunu çözmek isten her güç bu gerçeği baz alarak çözüm aramak zorundadır. Bu gerçek kabul edilmeden, içine sindirilmeden soruna çözüm aramak boş heybeye kürek salamak gibi beyhude bir işe soyunmaya benzer.
Aman Allahım neyi tartışıyoruz. Bugün nüfuzu 40-50 milyon arası tahmin edilen Kürdlerin bir millet olduğunu daha kendine Türk'ün diyene kabul ettiremedik. Vallah bu işte bizim bir suçumuz yok. Onların ırkçılıklarından ileri geliyor. Bu da onların sorunu. Belki kimine göre bir abartı olabilir, ama aslına bakarsanız ırkçılık sadece elit bir tabaka ile sınırlı değildir. Küçük bir azınlık dışında Türk toplumu bir bütün olarak ırkçıdır. Bu bir suçlama değil, bir saptamadır. Denemesi bedava. Bir anket yapılsın. Kürdler bir millet mi, Kürdistan bir ülke midir sorusu sorulsun. Alınacak cevap kimseyi şaşırtmayacaktır. Ve o cevap Türklerin simasını ortaya çıkaracaktır.
Her neyse! Irkçılıktan hükümlü Türk toplumu ne derse desin Kürdler bir millettir.
Kürd milleti, her çağdaş milletin sahip olduğu tüm özeliklere sahiptir. Onlardan ne geri, nede ileri bir yanları vardır. Onlardan ne eksiği, ne fazlalığı vardır. Fakat onlardan farklı bir talihsizliği vardır. O da, işgal ettiği coğrafyadaki statükonun dünyaya şekil veren karar kılıcı egemen devletlerin çıkarlarına cevap olmasıdır. Bu durum Kürdlerin bir zaafı olmayıp, egemen güçlerin gözü duymazlıklarının sonucudur. Onların bir zaafiyetidir. Mevcut durumdan utanması gerekenler Kürd milleti değil, bu durumu yaratan ve sürdürülmesinde çıkarı olanlardır.
Kürdler, bir millettir. Ülkesi Kürdistandır. Kürdler ve Kürdistan, bugün parçalanmış, bölüşülmüş ve beş ülke sınırlarına hapsedilmiştir. Kürd millet egemenliği gasbedilmiştir.
Tüm bu olup bitenler dünyanın gözü önünde yapılmıştır. Dünya, bu olup bitenleri görmez, duymaz, dile getirmez bir tavır sergilemenin ötesinde bu uygulamaların suç ortaklığını yapmıştır. Seyircisi olmanın ötesinde Kürdleri yok etmeyi varlık nedeni sayan sömürgeci devletlerin her alanda destekleyicileri olmuştur.
Bu nedenden dolayı Kürd milleti, akla gelebilecek her türlü insanlıkdışı uygumaya uğradı. Soykırımlardan geçirildi. Yurtlarından zorla koparılarak bilmedikleri diyarlara sürüldü. Asimilasyondan geçirildi.
Dahası inkar edildi. Bundan daha ağır bir yaptırım olabilir mi?
Fakat Kürd milleti, kendilsine dayatılan tüm yaptırımlara karşı direndi. Kendini yaşattı. Tarih sahnesine devlet olarak çıkma hedefinden direndi.
Kürdler, bugün ülkelerinde ve tüm dünyada köledir, ama birgün mutlaka her çağdaş millet gibi bağımsız bir millet olacaklardır. Her ne kadar kendilerini Türk egemenlik sistemi kapısında kapıkuluk yapmaya adamış kimi Kürdler olsada Kürdistan halkı, bu umudunu hiçbir zaman yitirmemiştir. Çünkü tarihin akışı bu yönde akmaktadır. Bu bir farazi değil. Bir durum değerlendirmesidir. İnanmayanlar için Kürdistan'ın Güneyi'nde 2005'te yapılan resmi olmayan referandumda sandığa yansıyan halkımızın iradesine bakabilirler. Kuzey halkının durumu onlardan farklı olmayacaktır. Bu nedenle kimse öyle düşmanın işitmek istediği sözleri 'Kürtler böyle istiyor' yalakalığını yapmasın.
Kürd milletinin hedefi parçalanmış, paylaşılmış, sömürgeleştirilmiş Kürdistan'ı bağımsız, birleşik demokratik Kürdistan'a dönüştürmektir.
Bugün herkesin değişik adlarla adlandırdığı, ama bizim Kürdistan sorunu dediğimiz sorun ancak Kürdlerin kendilerine ait bir devletin kurulmasıyla çözülür. Başka bir çözüm biçimi gerçekçi değildir. Hiçbir zorlama bu gerçeği dıştalayamaz.
Elbette bu kendiliğinden olmayacaktır. Kürdlerin bir devlet kurma ideallerini siyasi bir çerçeveye oturtması, bu temelde bir örgütlenmeye gitmesi ve uğrunda savaşması vazgeçilmez hayati bir sorundur. Bu hedefe varmak için silah dahil her yönteme baş vurma meşru haklarını vardır. Hiçbir güç Kürdler mücadele ettiklerinde şu veya bu yönteme baş vuruyor deme ve suçlama hakları yoktur.
Bu suçlamayı yapanlar var. Niye yaptıklarıda biliniyor. Kendi çıkarları mevcut statükoda gördüklerinde Kürdistan'ı egemenlikleri altına alan devletlerin her türlü insanlıkdışı yaptırımlarını görmemezlikten öte onları siyasi, ekonomik, askeri, kültürel, diplomatik, psikolojik vs. her alanda desteklediler ve halada destekliyorlar. Bu yönüyle Kürdistan'da işlenen her insanlıkdışı suçun ortaklarıdırlar.
Dünyaya şekil veren karar kılıcı merkezlerin bu ahlaksızlıklarını, canavarlıklarını gören Kürdistan'ı egemenlikleri altında bulunduran sömürgeci sistemler, kendi mevcudiyetini devam ettirme bakımından gayet rahattırlar. Mesele bu olunca yüzyıllardır Kürd milleti üzerinde uygulana gelen “inkar et ve inkar ettiklerini vur-çöz” politıkası sürece damgasını vurmaya devam etmektedir. Kürdleri bu yol ve yöntem ile kontrol altında tutmaya devam etmektedirler. Bu bağlamda Kürdleri katlederek, yurtlarından sürerek, asimilasyondan geçirerek tarihte yok etme politıkası esas alınmaktadır.
Bazen öyle uygulamalar olur ki, uluslararası kamuoyunun vicdanını rahatsız etmeye başlar. Dünyaya şekil veren egemenler, yükselen tepkiyi aşağıya çekmek için olay bazında yuvarlak birkaç söz eder. Edilen bu birkaç söz bile Kürdleri sevdiklerinde değil, timsahlıklarındandır. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz. Bu güç odakların Türk egemenlik sistem sahiplerinin kulaklarına fısıldadıkları onların işitmek istedikleridir. Tüm uygulamalarının doğru ve mükemel olduğu şeklindedir.
Bundan cesaret alan Türk egemenlik sistem sahipleri, aynı uygulamaları sürdürür. Hem de yaptıklarından hiçbir tepki ve zarar görmeden.
Mesele bu olunca sorun çözülmeyecektir, coğrafyamızda barış gerçekleşmiyecektir. Barışın coğrafyamızda boy vermesinin yolu Kürdlerin kendi bağımsız devletlerini kurmaktan geçiyor. Coğrafyamızda barış isteyen her güç, Kürdlerin hükümranlıklarını sağlayabilecekleri bir Kürd devletinin kurulmasını desteklemek zorundadırlar. Sorunun temeli budur. Bu gerçeklik Kürdistan'ı egemenliğinden bulunduran devletler ve onları destekleyen dünyadaki güç odakları tarafından hazmedilmedikçe coğrafyamızda barışın gerçekleşme şansı yoktur.
Bunun sorumlusu sadece Kürd millet egemenliğini gasbedenler değildir. Onlara her alanda destek veren dünyadaki güç merkezleridir.
Türkiye ile görüşen Batılı tüm diplomatların ağzında çıkan ortak görüş;
“Türkiye önemli bir NATO müttefiğidir. Doğu ve Batının buluşma noktası olmasıyla, güvenliğimiz ve çıkarlarımızı korumada çok büyük bir katkısı vardır. Bu nedenle terörün her şekline karşı verdiğiniz mücadele kararlılığınızı paylaşıyoruz. Çünkü bizim de sizlerin yardımlarına ihtiyacımız var.“
İşte size Kürd millet egemenliği gaspı üzeri kurulu centilmenlik anlaşması. Taraflar memnun. Al gülüm ver gülüm.
Kimin sırtından? Elbette Kürdlerin.
Düşünmek gerekir. Türkiye kendilerine neden yardım edecekmiş? Yardımlarına karşı beklentileri nedir, ne alacaktır? Bu yardımlarına karşılık Türkiye'ye bu rolü verenler neleri görmemezlikten geleceklerdir?
Her sağduyulu insan bu sorulara tarafsız bir gözle cevap verdiğinde Kürd millet egemenliği gaspı üzeri çirkin bir pazarlığın sürdüğü gerçeğini göreceklerdir.
Düşünebiliyor musunuz?
21. yüzyılda insanlığın yakaladığı değerlere karşın bu ahlaksızlık yapılabiyorsa bunun sorgulanması gerek. Ogünden sonra millet olmadan doğan hakları için Kürd milletinin mücadelesini “terörizm” olarak devlet politıkası edinen güçlerin başkaları bir yana Kürdlere verecekleri hiçbir insani değerleri olamaz.
Bu bağlamda, Kürdistan'a dayatılmış statüko ve ondan kaynaklı tüm insanlıkdışı uygulamaların sorumlusu sömürgecilerimiz ve onları destekleyenlerdir.
Kürd milletinin bundan hiçbir sorumluluğu yoktur. Bunun ötesi bu durumun değişmesi için büyük bedeller ödemiştir.
Bu bedellerin karşılığı dil-diş hakları değildir. Her çağdaş milletin hakkı olan kendi milli devletini kurma hakkıdır. Kürdistan sorunun çözüm biçimi budur. Kürdler, bunun politıkasını yapmalıdır. Kurtuluşa giden yol buradan geçer.
Bu nedenle Kürd millet egmenliğini gasbeden Türk egemenlik sistemin hukuksal belgesi Türk Anayasası'na kendi iradeleriyle meşruiyet kazandırmak, düşman bildiklerimiz arasında tercih yapmak Kürdlerin politıkası olamaz diyorum.
Bunun vebali büyüktür.
Türk Anayasası referandumuna Kürdlerin “evet” veya “hayır” demesi gerekmiyor. Doğru olan sandık başına gitmemektir. Bunun ismi boykot mu, olur, başka bir şey mi olur bu pek önemlide değildir.
Fakat millet olmadan doğan doğal haklarımızın takipcisi bütünlüklü bir Kürd siyaseti olmadığı için çok farklı tutumlar ortaya çıkıyor.
Sözü edilen Anayasa değişikliği referandumuna Kürd siyasi cephesinde “hayır”cılar yok. Bu olumlu bir duruş. Çünkü “hayır”lı tutum 12 Eylül askeri cunta Anayasasına evet anlamına gelir. Bunu hiçbir Kürd siyasi çevresi göze alarak savunamaz.
Geriye “evet”ciler ve “boykot”cular kalıyor. Bunlarda kendi içinde bütünlüklü değildirler.
İzlediğim kadarıyla “evet”ciler iki kesimden oluşuyor. Belkide ben öyle algıladım. Daha fazla da olabilir.
Bir kısmı eskiden beri kendilerini Türk siyasi cenahla ifade edenlerdir. Hani 12 Eylül 1980 öncesi seçimlerinde devlet partisi CHP'yi destekleyen “karaoğlan” resimlerini yakalarına takıp nur topu gibi bir Türk ırkcısını, “demokrasi kahramanı” olarak Kürdlere yuturan kesim yani. Kürd milletini ve ülkesi Kürdistan'ı beyninde ve kalbinde bölen sınırlara “saygılıyız”, Türk bayrağıyla, ulusal marşıyla, Türkçenin devlet dili olmasına “bir itirazımız yok” diyenlerdir. Kürd'ün silah kullanmasını “Kürt sorununu terörize eder” deyip karşı çıkıpta, milyonluk Türk ordusuna Kürdistan'da defol demeyi “kardeşliğe”, “ortak yaşama”, “barışa darbe” olarak görenlerdir. Kazara Türk meclisine yoları düşerlerse, Türk ırk Anayasasına bağlılıkları deklere edecek, Atatürk milliyetciliği ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü koruyacağını dair “namus ve şerefim üzerine and içerim” demeyi politıka yaptıklarına yorumlayanlardır.
İşin tuhaf tarafı bu tayfa bu ihanet yolunu seçerlerken kendi dışındakileri anlayışsızlıkla, kavrayışsızlıkla, kendilerinide “çok bilmişlik”le servis etmeleridir. Zornanın zartttt diye ses verdiği delik dedikleri budur işte.
“Evet”cilerin öbür kesimi ise, PKK “boykot” dediği için ona duyulan tepkiden hareketle bu yola girenlerdir.
Bana göre yanlış bir tutum içindedirler. Niyesine gelince PKK'nin “boykot” nedeni farklıdır. PKK, “uniter devletcidir”, Kemalisttir, orducudur, Jitemcidir, Ergenekoncudur, misak-ı millicidir, mevcut statükocudur.
Bu bir suçlama değildir. Komplo teorisi hiç değildir. Geçmiş bir yana son olaylarla ortaya çıkan belge, bulgu, kanıt bunun delilidir. Bunca belge, bulgu ve kanıtan sonra birileri eşyayı kendi ismiyle tanımlayamıyorsa bu da onların sorunudur.
Bundan hareketle PKK'nin durduğu siyasi zemin onları “boykot” demek zorunda bırakmıştır. Aslında onların gönlünde geçen mevcut değişime “hayır” demektir. İzledikleri siyaset bunu emreder. Fakat Kürd halk kitlelerin duruşundan dolayı bunu açıkca ifade edememektedirler. Bunun yerine ehveni şer olarak “boykot” diyorlar. Bu konuda da ne kadar samimi olup olmadıkları referandum gününü beklemek gerekecek. Bir sonraki görüşmede Ergenekoncu avukatlar, “başkan şu veya bu nedenle boykot'u doğru bulmuyor” açıklamasını yaptıklarında PKK endeksli yalaka yazar çizerlerin bunca söylediklerinden sonra nasıl kıvıracağını gerçekten merak ediyorum.
PKK tayfası, ne tutum alırlarsa alsınlar, onu Kürd millet çıkarları açısında değil, Kemalist Türk devletin çıkarını esas alarak belirleyeceklerdir.
Geriye kalan, benim gibi sandığa gitmemek yönünde tavır belirleyen bir avuç Kürd'ün gerekçeleri ise; giden Kürdlerin Kürd millet egemenliğini gasbeden Türk egemenlik sistemin hukuki belgesi Anayasasına meşruiyet kazandıracağıdır. Bu da, mevcut köleliği kendi iradeleriyle meşruiyet kazandırmak anlamına gelir.
Derim ki, Kürdler köleliklerinin tescilini onaylayan noter olmamalıdırlar.
18 Ağustos 2010