Gülen, Kürd milliyetçiliğini, Türk milliyetçiliğine dönüştürdü
Gülen, Kürd milliyetçiliğini, Türk milliyetçiliğine dönüştürdü Nick Brauns*/İngiliz Prospect ve Foreign Policy dergileri 2008 yılının yaz aylarında dünyadaki en önemli entelektüelleri belirlemek için bir liste hazırladı. İlk sırayı yarım milyon gibi yüksek bir oyla o tarihe kadar Türkiye dışında pek tanınmayan ve ABD'de yaşayan Fethullah Gülen adında Müslüman bir vaiz aldı. Gülen'in yandaşları yapılan bir çağrının ardından Gülen'e yakınlığı ile bilinen yüksek tirajlı Zaman gazetesinde yoğun bir şekilde bu oylamaya iştirak etti. Gülen'in 2008 yılında greencard için başvuruda bulunduğu Amerikan Göçmen Dairesi ise Fethullah Gülen'i yarıda bıraktığı ilkokul eğitimiyle tabii ki de "olağanüstü yetenekli bir akademisyen" olarak kabul etmek istemiyordu. Gülen, akademisyenlere, daha ziyade kendisi ve hareketi hakkında yazı yazmaları için para ödüyor. Ama açıkçası bu amaca, 2009 yılının Mayıs ayı sonunda Potsdam Üniversitesi Din Bilimleri Fakültesi ve Gülen hareketine yakın olan Berlin Kültürler Arası Diyalog Forumu'nun (FID), Abraham Geiger Koleji, Protestan Akademisi ve Alman Şarkiyat Enstitüsü işbirliğiyle hazırladığı "Gelenek ve Modernite Arasında Müslümanlar. Kültürler Arasında Köprü-Gülen Hareketi" konulu uluslararası konferans da hizmet ediyor. Demode bir Osmanlı Türkçesiyle verdiği duygusal vaazlarının sonunda çoğu zaman ağlamaklı olan Gülen, Batı'da, liberal ve reform odaklı bir İslamiyetin en önemli temsilcisi olarak kabul ediliyor. Gülen, aralarında Papa II. Jean Paul'ün de bulunduğu Hristiyan ve Yahudi temsilcilerin yer aldığı "zirve toplantılarına" da katıldı. Eski ABD Başkanı Bill Clinton gibi siyasiler ise onu "dostu" olarak nitelendiriyor. "Hoca Efendi'nin" sadece Türkiye'de üç ila beş milyon yandaşı olduğu belirtiliyor. 50'den fazla ülkede Gülen hareketine ait olan binlerce okulun, vakıfın, kurumun ve medyanın ekonomik değerinin 26 milyar Amerikan doları civarında olduğu tahmin ediliyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung'un uzun yıllardır Türkiye muhabirliğini yapan Rainer Hermann Potsdam Konferansı'nda, "Bu Hareket, Türklere, siyasi olarak demokratik; kültürel olarak da Müslüman ve ilerleyici şeklinde algılanabilen yeni ve modern bir kimlik sunuyor. Gülen'in vaizliğini yaptığı İslamiyet, Batı için bir ortaklık ve zenginlik anlamına geliyor." açıklamasında bulundu. Solculara Karşı 1941 yılında –bazı kaynaklara göre de 1938- aşırı muhafazakâr olarak bilinen Türkiye'nin doğusunda bulunan Erzurum'da dünyaya gelen Gülen, daha gençlik yıllarında 1960 yılında ölen sufi vaiz Said Nursi'nin İslami Nur hareketine katıldı. Nurcular ise Türkiye'deki en etkili dinî akımlardan biri olan ve Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal "Atatürk'ün" 1925 yılında bütün İslami cemaatleri yasaklamasına rağmen sosyal ağları bugüne kadar varlığını sürdüren ve 14. yüzyılda oluşan Nakşibendilerin bir koludur. Türkiye'nin batısında bulunan İzmir'de devlete ait camilerde vaaz veren Gülen, "İslami kışkırtma" yapma gerekçesiyle 1971 yılındaki askerî darbenin ardından kısa süreliğine cezaevine girmek zorunda kaldı. Buna karşılık 12 Eylül 1980 tarihindeki darbeden sonra ise askerî Cunta, Gülen'in o dönemlerde oldukça büyüyen hareketini radikal sol ve milliyetçi Kürd hareketine karşı bir denge unsuru olarak kullandı. Gülen, Said-i Kürdî olarak da anılan ilham kaynağı Said-i Nursi'nin Kürd milliyetçiliğini, büyük bir Türk milliyetçiliğine dönüştürmüş ve yazılarının merkezinde sürekli, komünizm, ateizm ve evrim teorisiyle mücadeleye yer vermiştir. Gülen, 1981 yılından sonra, kendisini hareketinin inşasına tamamen adayabilmek için devlet hizmetinden ayrıldı. Gülen'in 60'dan fazla kitabı ve yüzlerce mistisizm, melekler ve cin inancına dayalı dogmatik sufi konuşmaları, muhafazakâr ve geleneksel bir İslam anlayışını gözler önüne seriyor. Burada, "Kur'an-ı Kerim ve hadis gerçek ve mutlaktır. Bilim ve bilimsel gerçekler, Kur'an-ı Kerim ve hadislerle örtüştüğü müddetçe gerçektir." deniliyor. Ancak Gülen, Batı'ya bağımlılığı sonlandırmak için modern bilim ve teknolojinin Müslümanlarca kullanılmasından yana. Gülen, özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İslamî-muhafazakâr Adalet ve Kalkınma Partisinin (AK Parti) omurgasını da oluşturan muhafazakâr İç Anadolu kentlerindeki yükselen akademik orta tabakada yandaşlarını buluyor. "Bu Müslüman Kalvenciler" –bir araştırmaya göre bu şekilde adlandırılıyor- kendilerini Gülen tarafından vazedilen değerler sayesinde çalışkanlığa, öz disipline ve tutumlu olmaya yönelmiş hissediyor. "İnancın Gölgesi"nde adlı kitapta ise "Dayanıklılık ve sabrın ödülü başarı; tembelliğin ödülü ise fakirliktir." deniliyor. İngiliz İslamiyet Uzmanı Wendy Kristianasen 1997 yılında Le Monde Diplomatique'te Gülen'in "Anadolu Kaplanları" ile ilişkileri hakkında şu sözlere yer verdi: "Zengin Anadolulular, en modern üretim metotlarıyla çalışan aile şirketlerini yönetiyor, ama siyaset ve finans çevreleriyle herhangi bir ilişkileri yok. Gülen, şehirlerdeki kapitalistlerin sesidir ve bunun için de yani küçük imparatorluğunu inşa etmesi için para alıyor." Gülen özellikle eğitim kurumları ve buna bağlı yurtlar sayesinde yandaşlar kazanıyor. Hareket, mali açıdan güçlü olan İslami şirketlerin verdiği burslarla yürüttüğü eğitim faaliyetlerinin reklamını, "Çocuğunuzun ücretsiz ve halkımızın değerlerine bağlı bir şekilde okumasını istiyorsanız bize gönderin." sloganıyla yapıyor. Hareket, sadece Türkiye'de, Fatih Üniversitesi de dâhil üç üniversite, 200'den fazla özel okul, 500 dershane ve aynı sayıda öğrenci yurdunu, yüzlerce dikiş nakış, bilgisayar ve farklı kursları, din dersleri için de yaklaşık olarak 1000 "ışık evini" yönetiyor. Buralarda Gülen İmparatorluğu için akademik bir elit tabaka kendilerine çekilmeye çalışılıyor. Türkiye'deki devlete ait okullarda ders veren öğretmenlerin yüzde 40'nın da şimdilerde Fethullahçı olduğu sanılıyor. ABD'ye Göç Gülen için laik sol kesim şeytana eş değer iken, Erzurum Komünizmle Mücadele Derneğinin kurucularından olan Gülen'in, aşırı sağcılarla temasa geçme konusunda korkuları yok. Öyle ki 1991'deki Parlamento seçimlerinde Refah Partisinin listesinden aday olduklarında faşist bozkurtlara 3.5 milyar TL bağışta bulundu ve yandaşlarına oylarını bu yönde kullanmaları çağrısında bulundu. Gülen ile 2009 yılı mart ayı sonunda bir helikopter kazasında hayatını kaybeden Milletvekili ve İslami-faşist Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri Muhsin Yazıcıoğlu arasında eski bir dostluk bağı mevcuttu. Yazıcıoğlu, 1978 yılında Kahramanmaraş kentindeki Alevi topluluğuna mensup 111 kişinin öldürüldüğü bir kıyımda bozkurtların başındaydı. Gülen, faşist Yazıcıoğlu'na geçirdiği kaza sonrasında "Çok iyi bir karaktere sahipti ve cesur bir Anadolu adamıydı." sözleriyle övgüler yağdırdı. Gülen, Yazıcıoğlu ile sadece yeni bir Türk İmparatorluğu hayalini paylaşmıyordu. Gülen'in, bozkurtlardan ayrılan ve daha yoğun biçimde dindar eğilimli olan BBP'nin 1993 yılındaki kuruluşunu maddi olarak da desteklediği belirtiliyor. Gülen, Nursi'nin, laik devletin, karşı saldırıya geçmek için çok güçlü bir rakip olduğu anlayışından hareketle yandaşlarının oylarını yönlendirdiği iktidar partileriyle iyi ilişkiler içinde olmayı yeğledi. Öyle ki 90'lı yıllarda muhafazakâr Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve sosyal demokrat Başbakan Bülent Ecevit, Gülen için girişimlerde bulundu. Bunun öncesinde ordunun baskısı üzerine hükûmetten atılan İslami Refah Partisinin yasaklanmasından kısa bir süre önce, 1998 yılının nisan ayında Gülen hareketi de kendilerini "Din kurallarının geçerli olduğu bir devlet" inşa etmekle suçlayan Milli Güvenlik Kurulunun hedefine yerleşti. Gülen, 1999 mart ayında "sağlık muayenesi" için ABD'ye gitti. Bundan kısa bir süre sonra da NTV kanalında Hoca Efendi'nin yandaşlarına resmî kurumlara girme çağrısı yaptığı gizli bir video kaydı yayımlandı. Gülen, video kaydında, "Öğrencilerimizin adli yönetim mekanizmasının içindeki varlığı, geleceğimizin garantisidir. (...) Müslümanlar aceleci davranmamalı. Aceleciler, tıpkı Cezayir'de olduğu gibi kafasının ezilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalır. (...) Sizler göze çarpmadan ve dikkat çekmeden kilit noktalarına ulaşmalısınız. Şehitlere ihtiyacımız yok. Eğer iş arkadaşlarınız görev başında rakı içiyorsa, dikkat çekmemek için onlarla Ramazan ayında bile rakı içmelisiniz. Büyük davamız için kendinizi olduğunuzdan farklı göstermenize izin veriliyor." diyor. Bunun üzerine de soruşturma başlatıldı. Gülen video kayıtlarının montaj olduğunu belirterek Marksist ve ateistlerin bir komplosu olduğundan söz etti. Gülen hakkındaki davanın 2003 yılında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi tarafından askıya alınmasını, 2006 Mayısında beraat kararı izledi. Bu sayede Türkiye'ye dönmesine engel teşkil edebilecek herhangi bir şey kalmamasına rağmen Gülen yine de FBI'ca korunan Pennsylvania'daki çiftliğinde kalmayı tercih etti. 2008 yılının sonunda da ABD'de sürekli oturmasını sağlayan "greencard"ı aldı. Bunun yanı sıra Gülen tarafından propagandası yapılan resmî kurumlara sızılması konusu ortaya çıktı. Londra'da yayımlanan uluslararası savunma dergisi Jane's Defence Weekly 29 Ocak 2009 tarihinde "Gülen hareketi... Türkiye'nin Üçüncü Gücü" manşetine yer verdi. Yazıda, çok sayıda milletvekili ve binlerce orta tabaka memurlarının yanı sıra üst düzey devlet görevlilerinin de dâhil olduğu Fethullah Gülen hareketinin Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi ve ordunun yanı sıra üçüncü bir güç hâline geldiğine yer verildi. Gülen yandaşlarının Adalet ve Kalkınma Partisi içinde siyasi nüfuz kazanmasının ardından hareketin şimdi de hedefi devlet içindeki gücü ele geçirmektir. Gülen hareketi özellikle de polis ve istihbarat kanadını belirleyici nitelikte bir güç enstrümanı olarak kendine garanti etti. Türkiye'nin eski bir İçişleri Bakanı polis memurlarının yaklaşık yüzde 70'nin Fethullahçı olduğu tahmininde bulunuyor. Farklı Düşünenlerin Kovuşturulması AB üyelik sürecinde sivil yapının güçlendirilmesi hususundaki AB talebi çerçevesinde "terörle mücadele" alanının ordudan polise resmen devredilmesinden bu yana, bütün muhaliflere ve Gülen hareketi rakiplerine yönelik ölçüsüz bir şekilde hareket ediliyor. Neredeyse laik milliyetçiler, Kemalistler, Kürd eylemciler, komünistler, sendikacılar veya rakip İslamcıların tutuklanmadığı bir hafta bile geçmiyor. Özellikle de son iki yılda 100'den fazla ordu mensubu, milliyetçi gazeteci, avukat, siyasi ve mafya üyesi, Ergenekon olarak adlandırılan bir gizli örgüte mensup olma suçlamasıyla tutuklandı. "Derin devlet" olarak da bilinen Ergenekon, Ermeni gazeteci Hrant Dink cinayeti ve çok sayıda saldırıyla İslami hükûmete yönelik bir askerî darbe hazırlığı içinde olmakla suçlanıyor. İnsan hakları eylemcileri, bu soruşturmaların, yetkili siyasilerin 90'lı yıllarda 17 bin Kürt muhalife yönelik "faili meçhul" cinayetlerdeki payını dile getirmesini umut ederken polis ve yargının tutumunun aslında güvenlik güçleri içinde Amerikan politikasına eleştirel bakan unsurları temizleme operasyonu olduğu ortaya çıktı. Öyle ki tutuklanan eski Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri General Tuncer Kılınç, Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını ve Rusya ve İran ile yakın ilişkiler kurmasını talep etti. Marksist siyaset bilimci Haluk Gerger ise 6 Mart 2009 tarihli Junge Welt gazetesinde yayımlanan açıklamasında, "ABD, Silahlı Kuvvetlerin üst kademelerdeki kontrolünü yeniden ele geçirme girişiminde AK Parti hükümetinin yanında ve Kemalist rakiplerinin karşısında yer alıyor. Başbakan Erdoğan hükûmetinin ABD ve CIA'dan yeşil ışık almadan böyle bir operasyonu gerçekleştirecek durumda olmadığı açıkça ortadadır." diyor. Şimdilerde sürekli olarak güçsüzleşen -ülkeyi yönetmekte yetersizliğini kanıtlayan-, laik-Kemalist bürokrasi yerine AK Parti ve Gülen hareketinin Batı yanlısı ve ekonomik olarak neo liberal eğilimli İslamcıları, Batı'nın yeni ajanları olarak hizmet veriyor. Kemalist ana muhalefet partisi CHP, Adalet ve Kalkınma Partisini "F tipi yapılar" –bununla Fethullah organizasyonu kastediliyor- sayesinde "kendilerine ait bir derin devlet" inşa etmekle suçluyor. PKK'ye Yönelik Mücadele Gülen hareketinin hedefinde şimdilerde özellikle ülkenin Kürd bölgeleri var. Bir taraftan buralarda İslami saflarda, Sünni bir terör örgütü olan ve 90'lı yıllarda ordunun onayıyla binlerce PKK yandaşını öldüren ve geçen yıllar içinde oldukça büyük bir yasal dernek ağı kuran Kürd Hizbullah'ı hükmediyor. Gülen, Hizbullah şeklindeki bir İslami tehlike uyarısında bulunmuştu ve bu söz konusu tehlike de buna karşılık, "her iki taraf arasında bir savaş söz konusu olması hâlinde Gülen hareketini Kürd bölgelerinde kolaylıkla ortadan kaldırabileceği" tehdidinde bulundu. Ancak Gülen hareketinin daha da yayılmasına engel teşkil eden başlıca unsuru, sol Kürd özgürlük hareketi oluşturuyor. Öyle ki PKK lideri Murat Karayılan, Kemalist Milliyet gazetesinden Hasan Cemal ile yaptığı bir röportajda, Kürdistan İşçi Partisini Türkiye'nin Kürd bölgelerinin "laiklik bekçisi" şeklinde adlandırarak "PKK'nin olmadığını farz edelim. O zaman güneydoğu İslami kökten dinciliğin merkezî hâline gelir." açıklamasında bulundu. Gülen'in çok övülen hoşgörüsü sadece ateist ve komünistlerin değil, Kürd ve Alevilerin de sınırlarını zorluyor. Gülen bu kesimlerin kendilerine haklarının tanınması talebini şu ifadeyle geri çeviriyor, "Bu vatandaşlar kendilerini Türk gibi hissediyorsa o zaman bizleri ayırabilecek hiçbir şey olamaz." Diyanet İşlerinin şu sıralar, Kur'an-ı Kerim'i Kürdçeye çevirme gayretleri de Gülen'in Kürd sorunu için öngördüğü "çözüm" konusunda en iyi sembolü teşkil ediyor. Kürd kimliğini resmen tanımak yerine, çoğunluğu Müslüman olan Kürdler, İslamiyet adına olabilecek en az kültürel tavizlerle Türk Devleti'ne bağlanacak. PKK'nin daha da güçlenmesine neden olan ve Kemalistlerin agresif savaş yönetimi nedeniyle hüsranla sonuçlanan zorla Türkleştirme yerine, Gülen ve AK Parti, kültürel hegemonyanın oluşturulmasını benimseyen daha etkili bir asimilasyon politikasından yana. Kürd kökenli bir hukuk bilimci olan Aland Mizell Texas Üniversitesinde şu ifadeleri kullandı: "Gülen, çok sayıda Kürd'ün kendini Kürd'den ziyade Osmanlı Türk'ü gibi görmesi için okullarında Osmanlı ideolojisine vurgu yaparak Kürdleri asimile etmeye çalışıyor." Bu sebeple de Gülen yandaşı olarak kabul edilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün neden şimdilerde alenen Kürd sorunun çözümünden yana ifadeler kullanırken diğer taraftan da polisin aynı zamanda, Mart ayında yapılan yerel seçimlerde ülkenin Kürd bölgelerindeki en büyük güç hâline gelen Demokratik Toplum Partisi (DTP) yandaşlarını tutuklaması anlaşılabilir. Ne de olsa DTP tarafından temsil edilen kadın eşitliği ve temel demokrasi politikası, Gülen'in gerici dünya görüşüne ters düşüyor. Toplumun Kürdhareketine karşı kışkırtılmasına, Gülen hareketine ait olan Samanyolu TV kanalında yayımlanan "Tek Türkiye" dizisi de katkı sağlıyor. Söz konusu bu dizide, bir Türkçe öğretmeni, inançsız ve domuz eti yiyen PKK yandaşlarının boyunduruğu altında bulunan bir Kürd köyünü modernleştirmeye çalışıyor. ABD'nin Satranç Tahtası Figürü Gülen hareketi, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan gibi Türk Cumhuriyetlerinde, ayrıca Gürcistan ve Rusya'da da çok sayıda okul ve ekonomik tesisler kurdu. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel eski Sovyetler Birliği'ndeki mevkidaşlarından resmi bir referans mektubu ile Gülen hareketinin okulları için destek talep etti. Ama sadece Türk siyasi eliti, Gülen kurumlarını benzin ve gaz servetleri dolayısıyla oldukça önemli olan Kafkasya bölgesine kültürel ve ekonomik olarak tam anlamıyla nüfuz edilmesi konusunda bir araç olarak görmüyor. FBI'nın eski çalışanı Sibel Edmonds, "Öyle görünüyor ki bu okullar, CIA ve US-State Department çalışanları açısından bu bölgede gizli operasyonlar yapabilmek için bir cephe niteliğinde. ABD hükûmeti Türkçülük ve dinin yardımıyla Orta Asya'da etki kazanabilmek için Türkiye'yi yardımcı olarak kullanıyor." beyanında bulundu. Rusya İç İstihbarat Teşkilatı (FSB) Başkanı Nikolai Patrushev de 2002 yılında Nurcu cemaatine ait kurum ve vakıfların, CIA'nın paravan organizasyonu olarak hizmet ettiğini belirterek Türkçülük propagandası suretiyle Rus karşıtı faaliyetler düzenlediği uyarısında bulundu. Gülen okullarının Rusya'da kapatılmasından sonra 2008 yılının ilkbahar aylarında Nur kardeşliğinin geri kalan bütün etkinlikleri de "bu kökten dinci grup" çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bölgelerde "dinî bölücülüğü" teşvik ettiği gerekçesiyle ülkenin en üst mahkemesi tarafından yasaklandı. Özbekistan'da da Gülen hareketine ait okullar kapatıldı. 2009 yılının ilkbahar aylarında Buchara'da 11 Gülen yandaşı "yıkıcı eylemler" ve "dinî propaganda" yaptıkları gerekçesiyle sekiz yıla kadar değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Özbekistan'ın resmî televizyon kanalı Gülen hareketini Pantürkizm propagandası yaparak Özbekistan kültürünü yok etmekle suçladı. Gülen hareketi Kuzey Irak'taki Kürd özerk bölgesinde de -liderleri Mesud Barzani ve Celal Talebani'nin tıpkı Gülen gibi İslami Nakşibendi kardeşliğine dâhil olduğu- iktidardaki Kürd partilerinin desteğiyle 15 okul ve bir üniversite açtı. Bu okullarda Türkçe ve İngilizce eğitim veriliyor, aralarında üst düzey Kürd parti yetkililerinin çocuklarının da bulunduğu bu okulların öğrencileri ders başlamadan önce Türk Millî Marşı'nı okuyor. Fethullah Gülen birçok Kemalistin endişe ettiği gibi Ayettullah Humeyni'nin bir Türk versiyonu değil. Gülen için daha ziyade jeopolitik açıdan önemli olan Balkan, Arap Dünyası, Rus sınırı ve Çin Seddi arasındaki bölgede düzenleyici güç konumundaki bir Yeni Osmanlı hegemonya projesi söz konusu. Düşünce kuruluşu Stratfor'un kurucusu George Friedman bunun hiç de gerçek dışı bir düşünce olmadığı kanısında. George Friedman kısa bir süre önce yayımlanan "Gelecek 100 Yıl" adlı kitabında "İslami dünyanın organize olması durumunda, Türkiye tıpkı 500 yıldır yaptığı gibi zirvede yer alacaktır." cümlesine yer verdi. *Junge Welt gazetesi/19 Haziran 2009 Hazırlayan:Kaya Vural Rizgari´den aktarma
Re: Gülen, Kürd milliyetçiliğini, Türk milliyetçiliğine dönüştür