Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 18 April 2009

Latife'yle boşandıktan sonra Mustafa Kemal'in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhşiyat alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhâne oldu. Yirmi-otuz kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndü yapılıyordu...

Salih Bozok'la Recep Zühtü İstanbul'da Tokatlıyan'ın arkasında bir ev tuttup bunu kerhane hâline koydular. Hem kendileri eğleniyor hem de kadınları iyilerini seçip Mustafa Kemal'e yolluyorlardı. Karılar Hâriciye vekili (dışişleri bakanı) Tevfik Rüştü'nün evine gidiyor, Gazi de oraya gidip eğleniyordu. Sabahlara kadar türlü fuhuş oluyordu. Hâriciye vekili kerhâneci başı olmuştu. Zararı yok, zaten bu sayede hâriciye vekili olmuştu. Mustafa Kemal boşanınca kadınlar artık doğruca Çankaya'ya Mustafa Kemal'e gidiyor...

Salihin kerhanesi çok zaman işledi. Öyle rezaletler oldu ki, polis kapatmaya teşebbüs etti. Mustafa Kemal'in en büyük arzularının ocağı yıkılabilir mi? Demek rezaletler ne kadar ilerlemişti. Nihayet polis burasını kapatmaya muvaffak olmuştur. Ama aradan yıllar geçti.

Mustafa Kemal Konya'ya gitmiş, orada mektebi ziyaret edip bir öğretmen kadını beğenmiş, almış getirmiş. Onunla bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa'ya tahsile yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan...

İzmir'e gitmiş, orman memurunun mektebe giden küçük kızı Afet'i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş... Sonra onu da İsviçre'ye tahsile yolladı. Vaktiyle metresi Fikriye'yi de göndermişti. Onun usûlü bu...

Nerede kız görüp beğenirse eşkiya gibi omuzlayıp götürüyor.Hem de mekteplerden... Ne fecî! Evvelce bir gece Ankara Darülmuallimâtını da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız eşkiya...

Şimdi bu afet yanında, en gözdesi... Muallim, müverrir(!) olarak bulunduruyor.

İş sade böyle değil. Her taraftan kendisine kadın takdim edenler var. Bir avukat Lütfi var, karısı Bulgar'mış. Çok güzelmiş. Karısını takdim etmiş, baron işi gibi imtiyazlar almış. Şimdi böyle kadın yağmuru var, Çankaya'ya yağıyor...

Böyle pezevenklerin bini bir paraya...Maalesef namuslu insanlardan da iştirak edenler oluyor. Birgün Çankaya'dan Meclis'e bir telefon geldi. Arayan Kütahya mebusu Nuri. Sivas mebusu Rasim'le konuştu. Sonra Rasim gelip bize anlattı, Nuri diyormuş ki: 'Doktor Ömer Şevki bey nerede? Paşa'ya Müfid Bey'in kızını takdim edecekti. Araba gönderdik bekliyoruz.' Filhakika Ömer Şevki bu kızı alıp Mustafa Kemal'e o gün götürmüştür. Bunu işiten mebuslar hep iğrendik, hem de bir alay mevzuu oldu haftalarca sürdü. Şükür meclis'te namuslu insanlar çokmuş. Herkes Ömer Şevki'den selamı sabahı kesti. Halbuki bu adam namusluydu...

Çankaya fuhuş merkezine böyle gelip gidenler olduğu gibi yirmi-otuz tane de seçme genç kız ve kadın var. Bunların bir kısmına evlatlığım(!) diyor. Bir tanesi pek meşhur, Almanya'da dans tahsil etmiş bir kız. Güya Çankaya'da dans hocalığı ediyormuş!? Sonra bunu da Avrupa'ya yolladı. Dönünce de gözden düştü...

Bu işler saymakla bitmez. Binbir gece masalları, Venüs mabedi hikayeleridir. Fuhşun her türlüsü icra edilir. Hepsini yazmak uzun ve çirkin...

(Türkiye'nin ilk Milli Eğitim bakanı) Dr.Rıza Nur, Hatırâtım, syf 1318-1321

نەناسراو (not verified)

Sat, 2009-04-18 23:59

Gerzek Kemal Mustafa Kemal, Müslüman Türklerin kıyafetinden diline kadar herşeyine karışmış, emirlerine karşı gelenleri de astırmak suretiyle imha etmiştir. Gün geçtikçe daha da azmış, milletin hayatında el atmadık hiçbir şey bırakmamıştır. Onun böyle cahilâne ve zalimâne tavırlarına en yakın arkadaşları bile isyan etmiştir. Meselâ Halide Edip Adıvar, yurtdışında yazdığı: 'Türkiye'de Diktatörlük ve Reformlar' adlı kitabında şöyle diyecektir: "Türk Milleti'ne ya şapka giyip medenîleşmesini, yahut asılarak idam edileceğini söylemek, en azından saçmalıktır..." Gel de bunu mankafalı Kemal'e anlat... Bu sıralarda azdıkça azan bizim Kemal ise köpekleri bile güldürecek saçmalıklarını gazetelerinde 'ATATÜRKTEN BÜYÜK VECİZELER' diye yayınlatıyordu. Burada sadece bir tanesinden bahsedeceğiz ve bu adamın nasıl bir dangalak olduğunu hemen anlayacaksınız. 22 Ağustos 1932 tarihinde, yine Mustafa Kemal'in himayesindeki gazetelerden Milliyet'te bir makale yayınlanır, başlığı da şu: 'Yeni Türk lügâtı hakkında Gazi Hazretleri'nin gösterdikleri küçük bir misâl' Yahu bizim Gay Kemal'i kahraman yaptılar, öğretmen yaptılar, ilah yaptılar, put yaptılar ama Hazret yapacakları hiç aklıma gelmezdi. İnsaf edin de onu müslümanlara bırakın be! Neyse... Bu yazıda Gazi* Yunus Nadi'ye şöyle buyurmuş (kısaca): -Şeyh Süleyman'ın Çağatay lügâtında: 'Kilturmak' kelimesi var. 'Mak' ekini kaldır, geriye kiltur kalır. İşte bu, Frenklerin culture kelimesinin aslıdır. Bu kelime hars (kültür) mânâsındadır ve onlara bizden geçmiştir. Atagay'ın bu saçmalıklarını Paris'te gazeteden okuyan Türkolog ve Doktor Rıza Nur, hatırâtında bu konudan şöyle bahseder: -Ağlayayım mı, güleyim mi, öleyim mi? Bu adamın bu safsatalarını okudukça Paris'te ben utanıyorum. Böyle cehalet görülmemiştir. Bu iki kelimeyi bir yapmak için yürüttüğü muhakemeler o kadar gülünç ki, ancak bir deli kafasından çıkabilir. Bu (kilturmak) kelimesi, bizim dildeki (getirmek) kelimesinin Çağatay şivesinden ibarettir. Bunda hars (kültür) mânâsı nerede? Aynı makalenin devamında Mustafa Kemal şöyle diyor: -Frenk ulûm ve fünûnunda tekâmül muhassalasına culture deniyor. Zavalı atam culture kelimesini ilerlemek sanıyor. Halbuki en vahşî kabilelerin bile kendilerine has bir kültürü vardır. İşte insan hem cahil hem de zorba olursa böyle rezil olur. Bu konuda Yavuz Bülent Bakiler gençliğinde Yakup Kadri ile bir röportaj yapar. Atatürk'ün dil konusunda ne kadar cahil olduğunu gösterecek muazzam şeylerden bahseder Yakup Kadri. Yavuz Bülent Bakiler: 'Efendim bunlar yazabilir miyim?' deyince: 'Asla! Eğer yazarsan tekzip ederim der...' Yavuz Bülent Bakiler, Atadog'un bu saçmalıklarını bugün radyo programlarında çekinmeden anlatıyor... -------------------------------------------------------------------------- *Mustafa Kemal gerçekten gazi olmuştur. 1925 yılının bir yaz akşamı Çankaya'da Halit Ziya'nın oğlu Vedat tarafından bir ağacın dibinde becerilmiş ve gazi ünvanını kazanmıştır. Diyeceksiniz ki, 'dişi köpek yalanmazsa erkek köpek dolanmazmış. Atamız namusunu korumak için çalışıp da becerilseydi gazi olurdu, ama o götveren kesin seve seve vermiştir.' Böyle diyen arkadaşlara verecek cevap bulamıyoruz. Saygılar.

Anonymous (not verified)

Sun, 2009-04-19 00:01

In reply to by نەناسراو (not verified)

Mustafa Kemal'in Ankara'daki çiftiliği gasplarla milletin parasından meydana geldi. Bunun için istida ile Ziraat Vekaletinden (tarım bakanlığı) 50 bin lira aldı. Ziraat Vekâletinin bütün traktörlerini, Konya ovasında halk için çalışırken 20 bin lira nakliye masrafı ettirerek çiftiliğine getirtti. Amele, memur, benzin hep vekâletten. Bunu bana Konya Mebusu Hoca Musa Kazım yana yakıla anlattı. Ankara ziraat mektebinin talebe ve öğretmenlerini çiftliğine nakletti, orada amele gibi çalıştırıyor. Bu esnada Konya mebusları traktörlerin alınmasını söylediler ama ne fayda! Ankara'daki çiftliği zorla halkın elinden alarak yaptı. Çiftiliğin uzunluğu önünden geçen trenle yarım saattir. İki yerli hânedendan biri, Alişanzâdeler gelip bana anlattı. Salih Bozok gelip çiftliklerini Gazi'ye satmalarını söylemiş. Razı olmamışlar. Birgün Salih Tapu memuru ile gelmiş. 'Çiftliğiniz iki bin lira kıymetinde imiş. Parayı alın, takriri verin' demiş. Satmak istememişler. 'Sonra mahvolursunuz' demiş. Mecburen imzalamışlar. Bu çiftikte Marmara havuzu adıyla ve çevresi Marmara denizi şeklinde bir havuz yaptırıp adına da Marmara Havuzu demişti. Boyu 280 metredir. İçinde kayıklar geziyor. Suyunu uzak bir gölden getirdi. Müthiş masraf oldu. Şimdi de Karadeniz şeklinde çok büyük büyük bir havuz yaptırmış. Adına Karadeniz Havuzu demiş, orada karıları filan yüzdürüp eğleniyormuş. Beni bir korku aldı, bu adam aklına geleni yapıyor ya şimdi de Atlas okyanusu yapmak aklına gelirse? Bütün Türkiye su altında bırakır... Bu havuzları Bahriye vekâleti (Deniz bakanlığı) bütçesinden gemi tamiri diye alınan alınan paralarla yapmıştır... (Türkiye'nin ilk Milli Eğitim bakanı) Dr.Rıza Nur, Hatırâtım, syf 1243-1746

Arkadaşlar bu sayfada okuyacağınız yazıların çoğu Doktor Rıza Nur'un kitabından alınmıştır ve bizzat benim tarafımdan internet ortamına aktarılmıştır. Hemen hemen başka hiçbir yerde bulamayacağınız bu tarihi gerçekleri okumanız, düşünmeniz ve paylaşmanız dileğiyle... *** Önce açıklayalım, Rıza Nur kimdir? TBMM 1. Dönem ve 2. Dönem'de Sinop milletvekilliği yapmış... TBMM tarafından seçilen I. İcra Vekilleri Heyeti içinde genç Türkiye'nin ilk Eğitim Bakanı olmuş... Daha sonra Sağlık Bakanlığı görevinde bulunmuş. Lozan Antlaşması müzakerelerine katılmış... Moskova anlaşmasına gönderilen heyetin içinde yer almış... Siyaset adamı, yazar, Türkolog-tarihçi ve hekimdir. *** Rıza Nur anlatıyor, bakın Türkiye'yi kim kurtarmış: * Her yerde vatan müdafaası için harıl harıl çeteler teşekkül ediyor. Mesela İzmir'de Demirci Efe, Sarı Efe, Çerkes Ethem... Bursa'da Gökbayrak, Giresun'da Topal Osman, Adapazarı ve Sakarya boylarında Yahya Kaptan çetesi, İbo... Görülüyor ki, Milli Mücadele hareketi her tarafta millet tarafından düşünülmüş ve yapılmıştır. Bir kişinin değil, binlerce kişinin. Mustafa Kemal'in, İsmet'in bunda zerre kadar hissesi yoktur. Bu esnada Mustafa Kemal hâlâ meydanda değil. O Anadolu'ya kovuluncaya kadar başka işlerle meşgul olmuştur. Mustafa Kemal Anadolu'ya Milli Mücadele için gelmemiştir. Kovulmuştur. Bunu da kendisi Nutkunda söylüyor. (Sayfa 7) *** Derken Mustafa Kemal başkumandanlığı kabul etmem dedi. 'Yahu etme, kabul et.' dedik. Dedi ki: 'Ben zaten buradan da idare ediyorum. Geri durduğum yok ki.' Ben de: 'Yok, resmen ve mesul olarak ordunun başında olmalısın, o zaman daha gayretle çalışırsın' dedim. Mustafa Kemal tamamiyle ümitsiz. Başkumadanlığı asla istemiyor. Çünkü ona göre mağlubiyet muhakkak. Başkumandan olursa kendi mağlup olacak. Şimdiye kadar İsmet ile Fevzi'yi iki kukla gibi perde arkasından idare etmeye alışmış. Mesuliyetli iş olursa onlara veriyor, şeref olursa kendine alıyor. Resmen ve bilfiil kumandanlığı asla kabul etmiyor. Bütün meclis buna kızıyor. Meclis pek asabîleşti. O da kabul etmem diyor, başka birşey demiyor. Kızmışım, bir aralık: 'Ne güne duruyorsun? Hangi işe yarayacaksın' diye bağırdım. Kızılca kıyamet koptu. Mustafa Kemal taa kürsüden küfürler ve tehdit yağdırdı. Ve dedi ki: 'Mağlubiyet muhakkak, sen beni rezil olsun, şerefi gitsin diye başkumandan yapmak istiyorsun'. Bu söz bana müthiş ağır geldi, çıldıracaktım. Yahu bu ne adam? Koca bir millet gidiyor, kendi şerefi düşünüyor. Hiç olmazsa insan hâyâ eder de bunu söylemez. Ne âdi, ne belâ bir adama çatmışız. Şeref! Sanki Suriye'de mağlup olan kendi değil. Baktım, kudurmuş köpek gibi olmuş. Herkes de birşey söylüyor. Her söyleyen ile dayaşıyor. Üç gündür uğraşıyoruz, kabul ettiremiyoruz. Nihayet geldi, resmen celsede şu teklifi yaptı: 'Eğer mecis bütün teşrii ve icrâi selâhiyetlerini bana verirse kabul ederim'. Ben bunu duyunca yumruğumu küt küt diye kafama vurmuştum. 'Bu adam ne istiyor? Bu nasıl iş? Bu verilebilir mi?' diye bağırmışım. Arkadaşlar söylediler. Bu müthiş bir şey. Başkumandanlık için böyle birşeye lüzüm yok ki. Selâhiyetlere zaten mâliktir ve onlar kâfidir. Demek bu adamın amacı kötüdür. İçinde kimbilir ne domuzluklar vardır. Büyük bir müstebit olmak, milleti inim inim inletmek istiyor. Kendi kendinde kanunlar yapacak. Şunu bunu asıp kesecek. Kendine köle gibi itaat etmeyenleri imha edecek. Yapar mı yapar. Artık meclis'te kavga kıyamet kopuyor. Bu yetkileri vermek istemiyorlar. Müthiş çorba olduk. Nihayet düşündüm: 'Vahim bir iş ama, şu adama ne istiyorsa verelim de Yunan'ı def edelim.' Teklifi yaptım. Nihayet Meclis kabul etti. Age syf 808-850. *** Sakarya savaşında ordumuz tökezleyince başkumandan Kemal kaçmayı düşünmüş. O zamanlar Ankara'da olan Rıza Nur anlatıyor: * Bu Çal Dağının düşmesi bütün ümitlerizi bitirdi. Yeniden Türk Milletinin istikbali, hürriyeti, hayatı tehlikeye düştü, gidiyor. Artık hep ölü haldeyiz. Kimsede can kalmadı. Ağzımızı bıçak açmıyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal orduya geri çekilme emri vermiş. Bu haber de geldi. Mustafa Kemal'in özel hizmetlerinde kullandığı arnavut yaveri Salih de cepheden geldi. Mustafa Kemal'in eşyalarını topladı. Kaçıyorlar. Mustafa Kemal ata binmiş, sarhoşmuş. Düşmüş, kaburga kemiği de kırılmış. Meğerse Yunanlar sol cenahımızı on gündür söktüremedikleri için ümitsizliğe düşüp geri çekilmeye karar vermişler. Ağırlıklarını Sakarya'nın batı cephesine alıyorlarmış. Fevzi (Çakmak) bunu sezmiş ve Mustafa Kemal'e demiş: 'Aman geri çekilme! Düman da geri çekiliyor. Emri geri al.' Ne ise Mustafa Kemal ricatı durdurdu. İşte Fevzi bu vaziyeti kurtardı. Yoksa bütün emekler, zabitlerin çabaları, dökülen kanlar boşa gidiyordu. *** Sakarya harbi bitince iki mühim şey olmuştu. Mustafa Kemal hareket etmeden evvel, Meclis'ten kendisine gazi ünvanı ve müşirlik verilmesini istedi. Herkes: 'Canım bu adam ne oluyor? Ne istiyor? Bunları ne yapacak?' diyordu. Ve yine: 'Galiba padişah olmak peşindedir. Şimdiden onun gibi tuğrasına El-Gazî yazmak için bu ünvanı istiyor.' diyorlardı. Şu adam müthiş bir mahluktur. Ve nutkunda: 'Meclis bana Gazi ünvanını verdi' diyor.Halbuki böyle birşey kimsenin aklına gelmemişti. Kendi istedi. Meclis ise 'Olmaz' dedi. Kıyamet koptu. Nihayet tehdit altında ve kendi adamlarını kullanarak Gazi ünvanını aldı. Birkaç gün geçinde de: 'Meclis bana dört milyon lira nakit mükafaat versin' dedi. Herkes Meclis'te bir daha kızdı ve köpürdü. Bütün meclis olmaz'ı bastırdı. Mustafa Kemal bir milyona indi. Yine olmaz dediler. Hâsılı meclis: 'Para veremeyiz' dedi ve vermedi. Mustafa Kemal bir müddet uğraştı, baktı olmuyor, vazgeçti. Eğer böyle birşey lazımsa Meclis kendi verir. Ama yok, bu kendi ister, adeti budur. Sıkılmaz. Nutukda bu para meselesinden hiç bahsetmiyor. Age syf 849 *** Rıza Nur anlatmaya devam ediyor... M.Kemal'in ahlak seviyesi... * Mustafa Kemal İstasyon binasına göçtü. Artık hanesi orası. Ankara'da (S....) adında biri var. Romanyalı bir müslüman zabitmiş. Yanında güzelce bir karı da var. Zevcem diyor. Kadın Macar imiş. Akşamdan sabaha kadar vur patlasın çal oynasın gidiyor. Hatta haremi ile Mustafa Kemal'in yanına yerleşmiş beraber içiyorlar, oynuyorlar, bağırıyorlar. Bari kör olasılar, pencereleri kapatın! Hayır pencereler fora. Halk geceleri evin etrafına toplanıp rezaleti seyrediyor. İşret ve şehvetin türlü çığlık ve nefeslerini dinliyorlar. Halkda, mebuslarda bir dedikodular koptu. Halk bizi dinsizler, ahlaksızlar diye kesecek. Bazıları bana şu adama söyle de yapmasınlar dedi. Düşündüm, İsmet'in bu adama söz anlatması mümkündür. Ona söyliyeyim de nasihat etsin. Millî davaya zarar verebilecek birşey olduğunu, bu esnada bunlardan sakınılmak lüzumunu söylesin. Hiç olmazsa bu işler gizli kapalı yapılsın. İsmet'i buldum. Dert yanıp, kemâl-ı safiyetle anlattım. Birden hiç ummadığım bir cevap aldım. İsmet kızdı. Sert bir tavır aldı. Ben de Musafa Kemal'e kızdı sandım. Meğer bana kızmış. 'Herkesin sikinin kahyası mıyız? Yaparsa yapsın. Sana ne oluyor?' dedi... Birkaç gün geçti, bir de (S....)'nin Ziraat bakanlğı müsteşarlığına tayin edildiğini öğrenemeyeyim mi? Al sana işte! Sen misin rezaletin önünün almak isteyen? Düşündüm, demek biz burada vatan için falan çalışmıyoruz. Bir ağanın mevkiine, zevkine, fuhşuna aletiz... Rıza Nur, Hayatım ve hâtıratım, Cilt 3, syf 607

İbne Kemal Atatürk İbne (gay) mıydı? Mustafa Kemal'i en iyi tanıyanlardan biri olan Tabib Rıza Nur, 'Hayat ve Hatıralarım' isimli kitabının 4. cildinin 1357. sahifesinde diyor ki: * Anlaşıldığına göre boşanma vak'asından iki-üç gün evvel Latife hanım kardeşi İsmail ve haremi Süreyya Paşa'nın kızı Melahat ile Ankara'ya gitmişlerdi. Çankaya'da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa Kemal'in yanında kâtip sıfatıyla Halit Ziya'nın oğlu Vedad vardı. Güzel tüysüz bir çocuk. Bir akşam üzeri karanlık çökerken İsmail'le Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad, Mustafa Kemal'i ağacın dibinde yapıyor. Latife'yi çağırmışlar. O da görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife, Mustafa Kemal'e: 'Herşeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem.' demiş. Gazi susmuş, İsmet'in evine gitmiş. 'Bu karıyı şimdi boşayacağım' demiş. İsmet, sabahleyin erken Heyet-i Vekile'yi toplamış. Boşanmaya karar vermişler. İsmet Latife'yi alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş. Latife ona: 'Sus, sus! İsmet Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme, seni benden daha rezil eder. Her pisliğine aleti sensin' demiş. *** Latife hanım'ın yasaklı arşivinin hikayesi de çok ilginç... Mustafa Kemal Latife Hanım'ı boşayınca bütün özel belgelerini alır, öyle gönderir. Ve Latife Hanım ömür boyu özel hayatı hakkında kimseye birşey söylemez. Hatta onunla görüşüp bilgi almak isteyenler olur, fakat ölüm korkusu ile tek kelime söyleyemez. Fakat Latife Hanım günlük tutmaktadır ve tüm özel hayatını yazmaktadır. Ayrıca kendisine gelen bazı özel mektupları da saklamaktadır. Öldüğü tarih olan 1975 yılından beş yıl sonra, 1980'de mahkeme kararı ile Türk Tarih Kurumu'na verilen bu arşive, 25 sene boyunca teşhir edilme yasağı konur. İşte bu özel arşivin süresi 2005'te bitti ve teşhir edilmesi gerekiyordu. İşte tam o dönemde, bu dehşetli bilgilerin açıklanacağını gören laik basın muazzam bir taarruz başlattı. Çünkü put yapıp taptıkları adamın nasıl bir puşt, şerefsiz olduğu meydana çıkacaktı. Yazımızı uzatmıyor, sadece büyük putperest Emin Çölaşan'ın o dönemdeki yazılarına bakıp bitiriyoruz: *** 30 Ocak, 2005'te Hürriyet gazetesindeki köşesinden: * Türk Tarih Kurumu başkanı Halaçoğlu, arşivi açıklamaya niyetli görünüyor. Bu konuda mahkemeden yeni bir karar almadan bunu nasıl yapacak? Bence, doğacak kargaşayı önlemenin en iyi yolu, ilgili kurumların yeniden mahkemeye başvurup bu belgelerin açıklanmasını bir süre daha erteletmesidir... Çünkü her kesimdeki Atatürk düşmanları, Latife Hanım arşivini ellerini ovuşturarak bekliyor. Bu oyuna düşmeyelim. *** 2 Şubat'taki yazısından: * Halaçoğlu tutturmuş, 'Latife Hanım arşivini ille de açıklayacağım' diyor. Dünkü Milliyet'te yer alan sözleri ilginç! Hem de yarın açıklayacağını söylüyor! Aynı sözleri daha önce İslamcı basına söylemişti. Bu ne acele, neyin acelesi! Belli ki arşivi okumuş. *** Arşiv'in gizli kalacağı 3 Şubatta açıklanınca, ertesi günkü yazısı: * Noter tebligatı olmasa da açıklayamazdı. Bizler, Mustafa Kemal Atatürk'ün aydın izinden yürüyen milyonlar, aslanlar gibi buradaydık. Ebediyete göçmüş saygın insanları birilerinin sinsi çıkarlarına alet ettirmezdik. Hevesleri kursaklarında kaldı. Geçmiş olsun! *** Bütün laikler'e kafalarını kuma sokmalarını tavsiye eder, hayallerindeki putlarıyla beraber mutlu bir yaşam dileriz.

HOCA KUSURA BAKMA KÜRTLER KÖR MISTO DEMIS NEDEN BUNU YAZMAMISSINIZ TAM TOPARLAYAMAMISINIZ :SAYGILARIMLA

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.