Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 25 May 2008

Solaxi'nin Öcalan hakkinda bazi yanlis bilgileri var. Asagidaki yazida Öcalan'in hic de Solaxinin belirttigi gibi olmadigi görülüyor. "Hic Kürtler icin iyi $eyler söylememis" görüsü yanlistir. Iyice okumasi ve hatasini kabul etmesi dilegiyle

YÜREĞİ BÜYÜK OLMAYANIN EYLEMİ DE BÜYÜK OLMAZ

Düşman Kürdistan'ı tarihi boyunca siyasetsiz, ekonomisiz, tarihsiz bıraktığı gibi, edebiyatsız da bırakmak istemiştir. Edebiyatı, irfanı, estetiği olmadığı biçiminde çok sistemli bir tahrip edişi de eksik etmemiştir. Günümüzde edebiyat sömürgeciliği de çok ileri bir noktadadır. Bu da çok ilginç bir konu. Acaba Kürt edebiyat gerçekliği üzerinde sömürgeci tahribat nedir? Bir de çok ilginç bir tür ortaya çıkmıştır. Kürt kökenli olup da genelde sanatta, özelde edebiyatta çok önemli roller oynayan Kürt tiplerinin durumunu nasıl ele almak gerekecek? Bunlar Türk edebiyatına mı veya diğer sömürgeci edebiyatlara mı girer? Bunları da Kürt edebiyatı içerisinde nasıl bir kategoriye sokacağız? Ben hemen örnekler de verebilirim. Arap edebiyatının en büyük şairi Kürt'tür. Sanırım adı Ahmet Şevki idi. Türk edebiyatında da Ahmet Arif, sinemada Yılmaz Güney, romanda Yaşar Kemal ve adını hatırlayamadığım Ğgerek de duymadığımĞ birçok isim var. Kürt kökenli olmasına rağmen, kendi hakim uluslarının en gözde edebiyatçılarıdır. Sömürgecilik, edebiyat üzerinde de büyük söz sahibidir. Asimilasyonisttir ve son derece çarpıtıcıdır. Aydınlatmak gerekecek. Bundan da daha önemlisi, bu kadar yakılmış yıkılmış Kürdistan'da acaba edebiyatın rolü ne olabilir? Bu soruya verilecek karşılığı mukayeseyle görmek gerekir.

Fransız Devrimi'ni, Rus Devrimi'ni doğuran en temel etmenlerden birisi de edebiyattır. Fransız Devrimi'nin hazırlanışı, bir edebiyat hazırlanışıdır. Felsefesine Aydınlık felsefesi derler, o müthiş romansı süreç devrimin adeta temel taşlarıdır. Rus Devrimi için de aynı şeyler söylemek mümkündür. Tolstoy, Dostoyevski, Gorki, hatta Puşkin olmadan, Rus Devrimi'ni düşünmek adeta imkansızdır. Ortadoğu'da da bunu benzer gelişmeler var. Kendi üslubunca bir edebiyatları vardır.

Bugün İslam Devrimi'nde hitabet çok güçlüdür. Daha önceki Arap edebiyatçılarının, hatta Kuran'ın dili de edebiyat dilidir, hem de şiir dilidir. Acaba Kuran ve edebiyat diye bir tartışma açsak, Kuran'ın edebi değeri için ne söyleyeceğiz? Bunun üzerinde fazla durmadım. Ama ilk elden söylenecek olan, Kuran'ın mükemmel bir edebi yapıt olduğudur. Roman gibidir, şiir kitabı gibidir. Belagatın, yani çok açık konuşmanın en güçlü bir dilidir. Kuran başlı başına bir edebiyat olayıdır. İslamın bütün klasikleri baş edebi yapıt olarak da düşünülebilir. İslamiyet ve edebiyat arasında mükemmel bir ilişki vardır. Bunu aydınlatmak gerekiyor. Ortaçağ boyunca islam edebiyatına, ilim irfan sahiplerince geliştirilen yapıtlara, bir de günümüzün çağdaş ölçüleriyle yaklaşmakta büyük bir yarar vardır. Bin bir Gece Masallarından tutalım Siyasetname'ye, Firdevsi'nin Şahname'sinden tutalım Mevlana'nın Mesnevi'sine kadar, bunlar bana göre yarı romansı ve çok görkemli yapıtlardır.

Malesef genelde Avrupa dışı aydınlar aşağılık kompleksinde oldukları için kendi tarihi gerçeklerini bu yönlü inceleyememişlerdir. Ortadoğu'daki halkların aydınları açısından da durum böyledir. Aslında çok zengin mitolojileri, efsaneleri, klasikleri vardır. Kürt edebiyatını fazla inceleme imkanım olmadı, ama tespitli olanlar vardır. Örneğin Feqi Teyran'ın şiirleri var, Ahmedê Xanê'nin manzum diliyle yazmış olduğu Mem ž Zin bir romandır aslında. Ki bunların bir de arka cephesi var. Dönemin toplumsal yapısı ve siyasi gelişimleriyle ilişki kurulmalı, Kürt halkının şekillenmesi içindeki yeri konulmalı. Bunlar ilerde yapılması gereken tarih, edebiyat tartışmalarıdır. Burada vurgulamak istediğim, bu halklar köksüz ve edebiyatsız değiller.

Kürt halkı da Ortadoğu'nun yerleşik en eski halklardan biridir. Bu yüzden çok köklü bir edebi geleneğe sahiptir. Ben Türk halkını küçümsemek için söylemiyorum, ama mutlaka edebiyatsız bir halktan bahsedeceksek, belki de Kürt halkından daha edebiyatsız olan halk, Türk halkıdır. Tarihi şekillenme itibariyle Kürtler edebi olarak daha iyi şekillenmiş bir halktır. Bunun araştırılması edebiyatçılara düşer. Kürt halkının edebi şekillenmesi ne zaman başlar ve acaba bugüne kadar nasıl gelmiştir? Bu apayrı bir inceleme konusudur. Ama ilk tespitlerime göre, toplumun şekillenmesinde Kürt edebi başlı başına büyük bir rol oynuyor. Belki sözlüdür, belki folkloriktir, ama çok çok önemlidir. Türk halkından, hatta Arap halkından da daha fazla bazı yönleri ile terbiye edilmiş bir halktır. Siyasi olarak mahvedilmiştir, tarih bilinci yok edilmiştir. Ama Kürt halk gerçekliğinin bazı özelliklerine baktığımızda, güçlü bir edebiyatın sahibi olduklarını rahatlıkla belirtmem mümkündür.

Kürt aydını Kürdistan'daki devrimci sürece hazırlıksız yakalandı

Acaba Kürt halkının edebiyat gerçekliği nedir, çağlar boyunca nasıl şekillenmiştir, varsa bir edepsizlik kimler buna yol aşmıştır? Bazı Kürt aydınlarının tarih ve edebiyat konusunda çalışmaları olanlar varsa, toplumsal ve siyasal gerçeklik içinde bilimsel olarak bunu inceleyip bazı önemli saptamalara, dolayısıyla değerlendirmelere ulaşırlar. Devrim sürecine giren Kürdistan'da edep, edebiyat ve onun en moda ifadesi olan roman konusunda neler söylenebilir? Sanırım aydınlar arasında, Kürt edebiyatı mümkün müdür, özellikle Kürt romanı nasıl yazılmalı konuları tartışılıyor.

Maalesef, Kürt aydını Kürdistan'daki devrimci sürece çok hazırlıksız yakalandı. Hatta biraz da küskün ve öfkelidir. Bu aydınlar aslında ilkel milliyetçilik sürecine göre şekillenmişti. Böylesine büyük bir devinmeye kafa yapısı itibariyle hazır değildi. Kürdistan'ın direnebileceğine, özellikle şu son süreçteki büyük kurtuluş savaşımına girebileceğine ve başarabileceğine dair en ufacık bir umudu yoktu. Kendileri bunu artık itiraf etmelidir, başka türlü kafa sıçraması, yürek sıçraması yapılamaz. Açık itiraf etmeliyim ki, biz de başarılı olacağımızı fazla tahmin edemiyorduk. Bu hareketi ilk ortaya çıkardığımızda adına modern Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi diyorduk, ama sadece küçük bir gruptuk. Büyüyüp büyüyemeyeceği kuşkuluydu. Bir tohumdur, yeşerir diyorduk. Değerlendirmelerimiz bu yönlüydü.

Ama fırsatları iyi değerlendirmemiz, yüklenmemiz, bu tarihi süreci böyle göğüslememiz bir gerçek oldu. Şu anda her ne kadar kabul etmesek de, görmek istemesek de Kürdistan büyük bir altüst oluş sürecine girmiştir. Güneyi, kuzeyi, doğusu ve batısıyla tarihine kadar uzanan ve geleceği de oldukça iyi planlayan, programlayan bir sürecin içindedir. Hani derler ya, oldu bir kere; istesek de istemesek de bir vaka, bir olgudur.

Aydınlar artık bu konuda artık samimi bir itirafa yönelmelidir. İster çok sevinsinler, ister çok yersinler; yaşanan, gerçekleşen bir olay, bir olgu var. Şimdi dünya çapında tartışılıyor. Harold Pinter, Diyarbakır Zindanı'nı ziyaret etti, hemen uluslararası çapta da önemi olan bir tiyatro yapıtı ortaya çıkardı. Demek ki, çok önemli bir altüst oluş var. Pinter gibi ünü olan bir yazar üç gününü bir kitapla değerlendirdi. Demek ki, değerlendirilmesi gereken ciddi kaynaklar var. Kürt aydını beni fazla ciddiye almasa bile, Pinter'i ciddiye alırlar sanırım. O üç günlüktür ve bizi de fazla tanımaz. Ama duyarlı bir sanatçı olduğu için kısa süre içerisinde gözlemlere dayanarak o yapıtı verebildi.

Bir örnek daha verirsek, sanırım daha iyi aydınlatıcı olur. Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı yazarken bir yöntemi vardır. Olay 1800'lerde, o dönemin Rusya'sında geçiyor. O romanı ben okumadım, okuyanlar anlattı. Savaşın verildiği yerlere gidiyor, iliklerine kadar özümseyerek yaşıyor. Karşılıklı çatışmalar hangi vadide gelişti diye kütüphanelere kapanıyor, bununla ilgili ne varsa inceliyor. Dönemin birçok şahsiyeti ile konuşuyor ve dünya çapında ünlü olan klasiği ortaya çıkarıyor. Rus tarihinde savaşlar çoktur. O yalnızca birkaç gün süren bir savaşı anlatıyor. Günümüzde Kürdistan'daki savaş, bu kapsamda ilk ve son savaştır; ölüm kalım savaşıdır, her şeyin kaderini belirleyecek olan savaştır. Birçok belirti şimdiden bu savaşın böyle tanımlanabileceğini gösteriyor.

Bununla birlikte gerçekten mutlaka değerlendirilmesi gereken büyük bir direnişimiz var. Zindan boyutu, dağ boyutu, serhildan boyutu ve yurtdışı boyutu inanılmaz bir direniş özelliğine sahiptir. Her bir boyutun başlı başına incelenmesi gerekir. Siyasal açıdan incelemelerini öncellikle tavsiye ederim. Bu yapılmadan Kürt'ü, Kürdistan'ı anlamak kesinlikle mümkün değil; aydın olmak bir yana, sıradan bir yurtsever olmak bile mümkün değil.

Şunun için bu hususları açıklama gereği duyuyorum: Eğer aydın, rolüne denk gelen bir yaklaşım içinde olmak istiyorsa, en azından olup biteni görmek zorunda. Tolstoy, savaş tarihinin en iyi incelemesini yapıyor. O dönemin Rusya toplumunun müthiş bir sosyal analizini yapıyor, tiplerini ortaya çıkarıyor. Yeni tip, eski tip inanılmaz boyutlarda incelenmiştir.

Kürt aydınlarının yüreği henüz kendi halkı için çarpmıyor

Gorki'nin Ana'sı, Dostoyevski'nin müthiş tiplemeleri büyük ilgi çekiyor. Peki, bizdeki bu yılları kim anlatacak? Kürdistan tamamen unutulmuşların ülkesiydi, adı olmayan ülkeydi. Daha da yerle bir edildi. Herkesin kaçmak için sıraya girdiği bir ülke konumuna getirildi. Kürt göçebeliğinin bu konuda ilginç özelliği de vardır: Bir yandan Maraş katliamında olduğu gibi ölümün ucunu gösteriyor, diğer yandan basit kapitalist yaşam nemalarını sunuyor. Önce bir aileyi yurtdışına gönderiyor, "burada yaşam müthiş" diyor. Ardından pasaportun yolunu ardına kadar açıyor, özel pasaport şebekelerini polis ile bağlantılı olarak oluşturuyor ve yetmişlik ninelere, dedelere kadar hepsini yolluyor. Bir de böyle gönüllü boşaltılmış köyler var; üç bini eğer zorla boşaltmışsa, birkaç bini de gönüllü boşaltılmıştır. Hepsi özel savaşın eseridir.

Bunları göz önüne getirmeyen bir aydına bırak aydın demeyi, sıradan ülkesiyle, halkıyla ilgili bir insan bile diyemem. Hele bir bilim adamı hiç denilemez. Zindanlarda ömrü geçen İsmail Beşikçi'yi hatırlamalıyız. O fazla gerçeğimizle içli dışlı değildi. Bir bilim adamı namusuyla ilgilendi ve yazma gereği duydukça seve seve zindanlara da katlandı. Kürt aydınlarının ondan öğrenmeleri gereken çok önemli özellikler var. Ekonomiyle, tarihle, sosyolojiyle, edebiyatla uğraşan insanlarımız çok. Ama kendi ülkelerinin yakım yıkım sürecinde hiçbir şey görmedikleri gibi, halen "PKK'nın kusurları, hataları nedir?" diye kafa yoruyorlar. Düşmanı görmek istemiyorlar. Binyıldır kendi ülkelerini talan eden düşmanı çözmek istemiyorlar. Bu, ancak kafa yapılarının sömürgecilik tarafından işgal edilmesiyle izah edilebilir.

Aydınların yürekleri ellerinden alınmıştır. Asıl problem şimdi buradadır. O aydın diye tabir ettiklerinizin Ğsizi buna dahil etmek istemiyorumĞ kafaları ve yürek işgalleri çok önemli oranda gerçekleşmiştir. Önemli bir kavramı da kafa ve yürek işgalidir. Ruhun, beynin çok ilginç ve özgür bir tarzda Türk sömürgeciliği tarafından satın alınması söz konusu. Diğerleri de bunun basit bir taklitçiliğidir. Arap ta, Acem de sonradan gelir. Asıl bir büyük işgali, acımasızlığı Türkler kafada ve yürekte yapmıştır. Bu yüzden kendi gerçeklerine yaklaşmıyorlar. Çünkü yaklaşabilmek için beyin ve yürek gerekiyor. Eğer o da elinden alınırsa korkar, yapmaz. Şimdi aydın için bu tespit edilebilir. Ama yine de bu olguya döne dolaşa yaklaşım göstermeliyiz. Bu ülkede yapılan acımasızlık değerlendirilmek zorunda. Başka türlü bu ülkenin, bu halkın aydını olunamaz.

Varsa yüreğinde bir haykırış, bunu şiir halinde dile getir. Bilim adamıysan inceleme yap. Daha çok derinleşmek istiyorsan romanını yaz. Ama şimdi bunlar yok. Düşmanını tasvir eden bir edebiyatçı var. "Düşman, ülkede köyleri tahrip ederken, şu insanları şöyle öldürdü" diyerek, bunun kapsamlı bir değerlendirmesine bile girmiyorlar. Yürekleri henüz kendi halkı için çalışmıyor. Afrikalı siyahların da mücadelesini küçümsemiyorum. Onlar için duygulanıyorlar, ama kendi halkı için duygulanmayı bilmiyorlar. Avrupa için duygulanıyor, ama kendi ülkeleri için herhangi bir duygulanmaları yok. Birçok güzelliğin olabileceğini akıllarına getiremiyorlar.

Ciddi edebiyatçılar dönemi başlatmak istiyoruz, maddi ve manevi tüm desteğimizi karşılıklı sunmak istiyoruz. Yapmaları gereken şey PKK'yi incelemektir. Şu anda bütün dünyanın önemli yazarları tarafından incelenmeye alındığımız bir gerçektir. Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya adına birçok aydın, yazar bizi görmek istiyor. Bunlara, vaktim yok dedim. "Biraz kitap yazmak istiyoruz" diyorlar. Bu kadar ilgili bir durum ortaya çıkmıştır. Ama Kürt aydını halen "PKK günahtır, dokunmamalıyız" biçiminde tam bir safsata tarzıyla Ğmaalesef acı da olsa söylemek zorundayımĞ yaklaşım gösteriyorlar.

Şimdi dünyanın bu kadar gündemine girmişiz. Son dönemlerde beğenilmeyen Araplar bile ilgi duymaya başladılar. Bizimkiler halen uyanmadı. Mesela, bizim hakkımızdaki ilk kitapları, ne kadar eksiklikleri ve yanlışlıkları olursa olsun Türkler yazıyor. Ama bizim aydın "bir tabudur, yaklaşmayın" diyor. Bu, kendilerini daha da zayıflatır.

Mesela Zeynep Kınacı olayı belki de günümüzde adına roman yazılacak en büyük olgudur. Ferhat Kurtay'lar, yine ölüm orucundaki olay kesinlikle bir edebiyat konusudur. Aynı zamanda gerilla birliklerinin çok çarpıcı direnişleri var. Her dağda inanılmaz boyutlarda direnişçilikler vardır. Yüreğini ancak elinle bastırırsan durdurabilirsin. Bu kadar heyecan vericidir. Ölümle burun buruna o kadar olay var ki, istediğin kadar hikaye yaz, bitirmezsin. Varsa sende bir yetenek, istediğin kadar romanlaştırabilirsin.

İkincisi, PKK içindeki çözümleme düzeyimiz bile müthiş bir edebi çalışma olarak değerlendirilebilir. Çözümlemeler ilkel roman türüdür ve roman taslağı olarak görülmelidir. Son dönemlerin çözümlemeleri inanılmaz ölçüde beni edebiyata doğru sürüklüyor. Kürt tiplemesine neredeyse ulaşıyorum. Kendiliğinden buraya gelmedim, savaşın müthiş acımasızlığı içinde yer alıyorum. Bu insanı nasıl çözeyim dediğim dönemler oldu. Çünkü ölmekten başka elinde bir şey gelmiyor, yapabildiği tek şey ucuzundan ölmek. Bu müthiş etkiliyor tabii. Benim yaşam tutkularımla bu gerçeklik müthiş bir çelişki arz ediyor. Burada bu ölüm tipi nasıl ortaya çıktı?

Ben buna sadece ölüm tipi de demiyorum; yenilgi tipi, umutsuz tip, güvensiz tip diyorum. Bu düşünce beni klasik Kürt tipinin incelemesine götürdü. Bu tam bir edebi çözümlemedir. Karşımdaki tiple tam bir sinir savaşımı yürütüyorum. Ne askeri sanata, ne siyasi sanata, ne de diplomatik sanata göredir. En temel ilişki biçimlerinden biri aile ve kadın erkek ilişkisidir. Onda da artık bitmiş, tükenmiştir. Bu dehşet beni bir psikolog gibi incelemeye, araştırmaya götürdü. Bu halen devam ediyor.

Yine kendini övmeye başladı falan diyecekler. Hayır! Edebiyatın öncesini görmek durumunda kaldım. Aslında giderek çabam devrimci edebiyatın öncülüğüne oynamak gibi oluyor. Dilim hem romana doğru gidiyor, hem şiirselleşiyor. Hitabım çok güçlü, etkileyici. Devrimin kendisi bunu arzuluyor. Aslında bunu arzu eden ben değilim, böyle bir yeteneğim de yoktur. Ama olgular geliştikçe kendimi tutamıyorum. Yaşamak için çare olmalıyım ve bu sarmalayıp duruyor, kartopu gibi büyüyüp gidiyor. Eğer edebiyat ve roman açısından bu durumu değerlendirirsek, edebiyat ve roman çalışması müthiş ilerler. Kürtlerde yetenekleri tamamen açığa çıkartabilir. Aydın, edebiyatçı açısından müthiş bir kaynak sunar. Şiir, roman, hikaye, röportaj, sinema, tiyatro için müthiş bir kaynaktır. Hatta folklorun, şarkının, müziğin müthiş bir motifi, hareketlendirici konumu söz konusu. Şimdi bunu sömürgeciler bile değerlendiriyor.

Bizimkilerin halen buna cesaret edemeyişlerinin bir nedeni, kafa ve yürek işgali ile bağlantılıdır. Bu konuda beklemedikleri bir olay bomba gibi gökten başlarına düşmüştür, henüz onun şokunu yaşıyorlar ve gözleri çok köreltilmiştir; aydınlanmayı bilemiyorlar. Aydın, aydınlanmadır. Eğer bu şok etkisinden sonra gözler açılabilirse, yeni dönemin edebiyatı gelişme sağlayabilir. Roman için de bazı adımlar atılabilir.

Örneklerle yeni dönemin edebileri içinde mükemmel bir kaynak oldu bu. Aydınlarımızın bunu mutlaka değerlendirmeleri gerektiği ortadadır. Bunun dışında ne Kürt edebiyatı, ne Kürt bilimi yapılabilir. Roman söz konusu olduğunda da, şimdiye kadar o bahsettiğimiz bazıları yazılmıştır. Onlar klasik ölçülerdedir. Toplumun beklentilerine, dönemin temel sorunlarına cevap vermedikleri için de Ğister Türkçe, ister Kürtçe yazsınlarĞ fazla alıcı bulamazlar. Kesinlikle bununla bağlantılıdır. Yoksa halkı suçlamanın hiçbir anlamı yok.

Devrimin yüreği olunamıyor

Kürt edebiyatının sorunlarına değinmek gerekiyor. Devrimin kesin bir yürek tarzı olmak durumunda. Devrimin yüreği olunamıyor. Bu bizim için de geçerli. Savaşta arkadaşlarımız yürek derinliğine ulaşamıyor. Tabii yürekler çok çorak; yürek biraz kültürle, edebiyatla, şiirle, şarkıyla, geleneklerle beslenir. Dönem gençliği bunların hepsinden kopuk. Müthiş bir sömürgeci katliamı yaşamışlar. Bunları suçlamak için belirtmiyorum. Büyük bir yürek katliamı yaşanmıştır. Dillerine pelesenk ettikleri şiir, yalanın şiiridir.

Okudukları roman sadece kafa karışıklığı geliştirmek içindir veya kültür düzeyleri kafa karışıklığını geliştirmekten öteye bir şey yapmaz. Yüreklenişleri tam bir hain gibidir. Çünkü onlara yürek diye verilen bir haininkinden farksızdır.

Kürt insanını nasıl bir yüreğe kavuşturacağız? Yürek derinliği, yürek hassasiyeti nasıl ortaya çıkarılacak? Bu başlı başına bir konudur. Buna seyir kabiliyeti, iyi duyma eklenebilir. Bunlar sanatın ve edebiyatın konularıdır. Ama öncellikle duygularımızı bileyecek yürek gerekiyor. Sık sık şunu sorarım: Siz bu muhteşem dağları dolaşırken, hatta onun üzerinde yürüyen bütün varlıkları görürken neden heyecanlanmıyorsunuz? Örneğin, Diyarbakır surları, Diyarbakırlıların gördüğünden başka türlü de görülebilir. O kayalardan kimler geldi, kimler geçti... Ayrıca o muhteşem coğrafya başlı başına sürekli bir romansı serpinti sunar ruhun üzerine. Duyamıyorlar bunları. Çok ilginç! "Ülkemden derinden etkileniyorum" diyen birisi yok. Hatta kaçmaya çalışıyorlar. Düşmanın o kaçış psikolojisi halen çok egemen. Mesela, beni zincirle de bağlasalar Avrupa'da rahatlayamam. Burada amacıma büyük çalışma imkanı bulduğum için rahat kalabiliyorum. Başka türlü çıldırıyorum. Aydınlarımız Avrupa'da nasıl rahat kalıyorlar diye soru soruyorum. Fiziki olarak kalınmaz demiyorum, söz konusu olan bu değil. Katliama uğrayacağınıza, sürgün aydın olarak da kalınabilir ve çok değerli çalışmalar da yapılabilir. Benim burada söylediğim daha da farklıdır.

Yüreğiniz, söyleminiz nasıl ülkesiz kalabiliyor? Böyle rahat bir yürekle nasıl yaşayabiliyorsunuz? Ben bunu halkımıza da söylüyorum. Ekonomik zorluklarla ve katliam tehdidi ile göçertilmelerini anlıyorum. Ama yüreğini giderek satma, pazarlama, yürekten kendini alıkoyma bana çok daha tehlikeli geliyor. Sizi oraya götüren bir katliamcıdan hesap sorma durumunuz yoksa, yine ülkenizin asıl yaşam yuvanız olduğunu çoktan unutmuşsanız, sizin insanlığınızdan kuşku duyarım. İster bilim adamı ol, ister Avrupa'da süper birisi ol, benim için metelik değeri olmaz. Bir bu yönüyle değerlendiriyorum. Yani bırakalım vicdanı hür, aklı hür olmasını, birkaç yerden zincirlenmişler. Bu da tabii onları oldukça verimsiz kılıyor. Yüreğin ve vicdanın hür olmadı mı, hiçbir yeteneğin gelişmez. Bunu nasıl gidereyim diye kendime sıkça sorarım. Bu devrim zaten bunun en çarpıcı cevabıdır. Direnişler başlı başına bir yürek hareketidir.

Daha da geliştirmek istediğim ilginç şeyler var. Kendim nasıl etkili olacağım? Bu halkın yüreğini ve beynini sarsmak için hangi komisyonlara girmeliyim diye, bayağı artistik Ğkelimeyi sanatçı anlamında söylüyorumĞ hareketler yapma gereği duyuyorum. Son dönemde hareketlerimdeki artistik yön giderek öne çıkmaktadır. İnsanların bir tiyatroyu, bir sinemayı seyretmesi gibi beni seyretmesini bu özellikle de izah edebilirsiniz. Büyük öfke duyduğum bu yüreksizliğe bir cevap olmak istiyorum. Bir tip olarak kendimi öyle ayarlamışım ki, şu anda zaten düşman da dahil, herkes "bu kimdir, nedir, nasıl yaşıyor?" diyor. Ben de her gün sorunları karmaşık hale getirerek, sarsıcı kılarak, özgün kılarak bu işe devam etmek istiyorum. Şu anda bu işte bayağı ilerlemişim, daha da ilerleyeceğim.

Hem amaçlarım, hem umutlarım, hem de öfkelerim var. Bunlara çıkış yolu bulmak zorundayım. Son gelişmelerim edebi anlamdadır. Bu değindiğim hususla, bu yönüyle bir gelişmeyi yalnız yazım dilinde değil, şiir dilinde, yaşam dilinde, hareket dilinde çok daha iyi yapıyorum. Diğer devrimleri biliyorsunuz, belki de onlarca yıl edebiyatla beslendiler. Mesela Fransız Devrimi elli yıl önce hazırlanmıştır, Rus Devrimi otuz yıl önce hazırlanmıştır. Kürt'te bu olay olamaz. Kürt'e bir şey yazdırdın mı, sanki belini sıkmış gibi ceza veriyorsun. Dolayısıyla hem teorisini, hem pratiğini birlikte yapman gerekiyor. Hem yüreği olacaksın, hem ateşi olacaksın. Hepsi birlikte olacak. Bu, Kürt devriminin bir özelliğidir. Anlamayanlar inceleme yaparsa ne demek istediğimi daha iyi anlarlar. Yani önce Kürt edebiyatı yapalım da sonra devrim olsun denilemez. Çünkü sömürgeci sana tek bir söylemi söyletmeyecek tarzda organize olmuştur. Lütfen bunu anlamanızı istiyorum. Kürtçe iki kelime konuşmanın karşılığı idam cezasıdır. Ha bir fişek sıkmışsın, ha Kürtçe bir kelime söylemişsin; bu aynı ceza ile karşılık bulur. Dolayısıyla Kürtler için ifade tarzını birlikte yapacağız. Bunun anlaşılmayacak hiçbir yönü yok. Bunu biraz uygulamaya çalışıyorum ve oldukça çarpıcı sonuçlara ulaşıyorum.

Ahmede Xanê'nin Mem ž Zin'i yazışının üç yüzüncü yıldönümü dolayısıyla neler yapabiliriz diye düşündüm ve çözümlemelerde buna biraz ağırlık verdim. Yaptığım tespitler bana şunu söylettirdi: Eğer çok gerçekçi, bilimsel olarak değerlendirilirse, o dönem dünya genelinde uluslaşmanın ilk kıpırtılarının olduğu, yine feodal değer yargılarına karşı da öfkelerin geliştiği bir dönemdir. Ulusal manzumelerin yazıldığı ve epik dediğimiz destan türünün yavaş yavaş ortaya çıktığı bir dönemdir. Ahmede Xanê'nin de bir aydın olması nedeniyle, Kürt ulusal şekillenmesinde bunun duyulmaması mümkün değildir. Kaldı ki, Araplarda, Acemlerde, Türklerde birleştiren krallıklar, sultanlıklar çok güçlü. Kürtlerde bu olay yok. Krallık rejimi uluslaşmada çok önemli bir yere sahiptir. Krallar prensliklere karşı halkı, ulusu birleştirici bir etken oluyorlar. Tam da bu yıllarda Avrupa'da krallık dönemi var, yine İran kralları var. Kürtlerde bu yok.

Ahmede Xanê, feodal beyliğin toplumsal yapımızdaki tahribatlarını anlatıyor; gönülleri nasıl parçaladığını, nasıl birleştirmediğini anlatıyor. Orada anlatılan gönül, ulusal gönüldür. Asıl tema odur. Mem ž Zin şahsında dile gelmiş de olsa, bir birleştirici öğe, bir gönül öğesi var. Ama feodal çirkef bunu asla mümkün kılmıyor. Büyük acılar içinde kalıyorlar. Bu aşkın gelişmeyişini Kürt birliğinin, Kürt yüreğinin gelişmeyişi olarak değerlendiriyor. O dönemin bir iki egemen gücü onları ayırmaya girişiyor. Ama feodal de zindanda yıkılıp kalıyor.

Bundan çıkaracağınız sonuç, Kürt yüreği üç yüz yıl önce bile oluşamıyor. Sömürgecilik şimdiki kadar acımasız değil. Kürtçe de yazıyor ve Botan Emirliği tam bir Kürt emirliğidir. Ama buna rağmen ulusal birlik ve ulusal yürek önünde engel var. Mem ž Zin'de bu mükemmel dile gelmiştir. Orada edebiyat var, o dönemin gelişmesini mükemmel anlatıyor. Halkın sızılarını, acılarını mükemmel dile getiriyor. Ama bunun incelenmesi, değerlendirilmesi bana göre gerçekçi yapılmıyor.

Yüreği büyük olmayanın aydınlanması da olmaz

Üç yüz yıl sonra acaba durum nedir diye düşündüm. İlk bulduğum tespit, bizimkilerin de Mem ž Zin'den hiçbir farkı olmadığıdır. Ortada Ahmede Xanêler yok. Dağda sadece ucuz ucuz ölüyorlar. Üç yüz yıl önce onların yürek duyuşları daha görkemlidir. Yaşamın savaşını bayağı veriyorlar. Feodal ölçülerde de olsa direnişleri hayli önemli. Bizimki bir hiç uğruna ölüme doğru koşuyor. Yürekler çok çorak ve neden böyle oluyor diye halen sormuyor. Şimdi coğrafyadaki duyuşlar bile neden hiç dile gelmiyor? Üç yüz yıl geçtikten sonra yürek üzerindeki yok edici çaba belki de sıfıra doğru gelmiştir. Sonuç almıyor.

Kendi vicdanımı da hür kıldım ve satmadım. Bu benim için önemli bir kelime ve beni çok heyecanlı kılıyor. Toprak kokusuyla, yağmur yüklü bulutlarla, şimşeklerle, gökkuşağıyla, kuş sesleriyle heyecanlanırım. Bunların hepsi ilham kaynağıdır. Ama bakıyorum, hiç kimsenin bundan sonuç çıkardığı yok. Yalnız ülke kavramına ilişkin söylüyorum. Bir de insan özelliklerimiz çok daha çarpıcıdır. Bir yaşlı ananın babanın yüzündeki hüzün, ondaki zavallılık, çaresizlik, okunacak bir romandan farksızdır. İyi bir yazar bir Kürt çocuğunu incelesin eğer onda biraz yürek varsa zor ayakta kalır. Bunların hepsi bir devrimci, ulusal kurtuluşçu için savaş gerekçesidir aslında. Bir yazar için de şiir, roman vb.

Ama şu çelişkiyi de görmek gerekiyor. Aileler çocuklarını doğru büyütemiyor. Ben sık sık analara babalara şunu da söylüyorum: Siz çocukların üzerine çok düşüyorsunuz ve ikide bir sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz. Ben burada ikiyüzlülük görüyorum. Çünkü onların geleceği o kadar karanlık ki, o kadar onlara bir şey vermeyecek durumdasınız ki, ikide bir çocuğu kucağınıza alıp ucuz sevgi gösterisinden, bir put gibi tapınmaktan başka bir şey elinizden gelmiyor.

Avrupalılar böyle yapmaz. Avrupalıların böyle sevme tarzları yoktur. Onlar çocukları için daha değişik şeyler yapmışlardır ve sevgileri de rasyoneldir. Maddi temelde onlara bir şeyler hazırladıkları için öyle ucuz gösteriye gerek duymazlar. Bizde ise çok çarpıcıdır. Kucağından çocuğu eksik etmezler. Bunu yapacaklarına çocuğu güzel yürütseler daha iyi yaparlar. Bırak çocuk bir ormanın içinde kendi ayakları üzerinde yürümeyi öğrensin. Bu kadar zavallıcadır. Bunu anam bana uygulamak istediğinde ben şiddetli bir kavgaya girdim. Sen benim üzerimde ne hak iddia ediyorsun? Kaldı ki, beni hiç de yaşatamayacağın bir dünyaya getirmekle suç işledin dedim. Tavuk, civcivleriyle önümden geçiyordu. Nasıl o örneği gösterdim, şaşıyorum. Tavuğun, civcivleriyle ilişkisi ile senin bana yaklaşımın arasında pek fark yok, üzerimde hak hukuk iddia etme, sen beni çok büyük bir zorlukla karşı karşıya bırakıyorsun dedim. Böyle bir özgürlük tercihi yaptım. Anam bana, "tamam, tamam sen aklını bulmuşsun" diyordu. Anamın beni ele alış tarzı, iyi biliyorum ki, çocuğun pek hayrına olmayacak, bir şey verecek durumda değil. Bütün anaların çocuklarına bir yaklaşım tarzı var. Benimkinin değişik bir yaklaşım tarzı vardı. Çoğu arkadaş bilmez, klasik tarzda seveceğini sanır. Olmaz! Çocuklarını büyütme şekillerine bakıyorum, büyük sevgisizlik ve saygısızlık görüyorum. Eğer çocuk bakma anlayışınız doğru ise, bunu dünyanın neresine götürüyorum, bunun geleceği ne olacak diye düşünmeniz gerekiyor.

Hiçbir şey yok değil mi? Kendin beladasın, ona nasıl yer bulacaksın? Eğer gerçekten seviyorsanız, gerçekten ana baba yüreğiniz, vicdanınız varsa, ne olacak bu çocuğun hali demelisiniz. Dilleri gidiyor, hiçbir maddi teminatları yok. O halleriyle hangi ulusa hizmet edecekler? Çünkü tüm uluslar gelişmiştir, kendilerine fazla iş veremezler. Bir iş bulabilmek için kırk defa boyun eğecekler. Bu müthiş bitirici, yüreğin varsa yürek dağlayıcıdır. Hiçbir yazarımız onu düşünmek istemez. Ama ben düşünüyorum ve savaşıyorum da. Bunun gibi çok şeyi dillendirebilirim. Şimdi dışla uğraşmıyorum, bu savaşan insanlarla uğraşıyorum.

Yani savaş yüreksiz olmaz, yüreği büyük olmayanın eylemi de büyük olmaz diyorum. Aynı şeyi aydınlarımız için de söylemek durumundayım. Dili, yüreği büyük olmayanın kesinlikle aydınlanması da olmaz. Dünya klasiklerinin aydınlarına bakın, müthiş yürekleri, dilleri vardır. Mesela, Zeki Müren'in eleştirilecek çok yanı olsa da, ilginç bir özelliği müthiş duygusal olmasıdır. Duygu diliyle yaşama o kadar bakıyor ki, hayret ediyorum. Onu ses düzeyinde dışa vurmasına gerçekten saygı duymak gerekir. En son özel savaş onu da ele aldı. Onu ölüme götüren de özel savaşın hilesiydi. Mehmetçik Vakfı yardım için oraya getirdi, yüz milyar filan aldı. Adam da anında öldü zaten. Oldukça duygulu ve duygularını sanat ile derlemede büyük bir ustaydı.

Şimdi bizimkilerin duyguları ne düzeyde? Burada duygu kesinlikle ciddi bir sorun olarak işlenmelidir ve bunu öyle sıradan ele almayın. Bazı ulusların gerçeğine takılmış güzellikleri tespit ettim.

Aşk edebiyatın temel kavramlarından birisi olarak düşünülmeli

Aşk kavramı üzerinde de çalışıyorum. Bu da edebiyatın en temel kavramlarından birisi olarak düşünülmelidir. Bu konuda Mem ž Zin'i de aydınlatmak gerekir. Açıkça söylemeliyim: Mevcut duygulanmalar oldum olası benim nefretimi çekti. Örneğin, halkımızın en devrimcileşen bir kesimi içerisinde kadro biraz para ele geçiriyor ve bir bayan buluyor, ilk yaptığı iş kaçışı örgütleme oluyor. Bu beni neden etkiliyor? O parayı kendi yoldaşı için de iyi harcayabilirdi. O kadınla saflarımız içinde güzel sevgi yollarını döşeyebilirdi. Hiç bunları göz önüne getirmeden, ihanet neden akıllarına geliyor? Nereye gidecek? Gidecek fazla bir yer de yok. Polisin kucağına gidecekler, o kaba cinselliği birkaç gün yaşayacaklar. Ondan sonra dövülürler, atılırlar. Öfkelendiğim husus bu. Sevme yeteneği yok. Keşke sevebilseydiniz, sonuna kadar ona hizmet etseydim. Şimdi Kürt gerçeği biraz budur. Aşk yok, yüreği yok. Elinden gelen tek şey, imkanları ihanet temelinde kullanmadır. Şimdi bunu çözmemiz lazım.

Bu bir örnektir, ama ulusal gerçekliğimizin yüzde doksanı böyledir. Burada dili olan kadınlar geliştiriliyor. Her bakımdan ayakları üzerinde yürüyen kadınlar geliştiriliyor. Köle ile dillenme olmaz. Kölenin dili ve yüreği olmaz. Düzene kıskıvrak bağlanmış birinin dili olmaz. Onu alsa kaç para eder? Kaba cinsellikten ne çıkar? Bu kadar açık söylüyorum. Halen anlamaya yanaşmama var. Kürt olayında ilişki klasik anlamdadır. Edebiyatçının bunun üzerinde durması gerekir.

İpucu verme gereği duyuyorum. Edebiyat geliştirirken yalnız devrimin altüst oluş sürecinde değil, ondan önce karanlık tipi, çözümsüz tipi, yürekten zincirlenmiş tipi, çok kez yüreği yok edilmiş tipi açığa çıkarmalıyız. Diğer sanat etkinliklerinde de, romanda da ağırlıklı olarak bu işlenir. Romanda bitik Kürt'ü nasıl tarif edeceğiz? Kürt nasıl bitirildi? Eğer birkaç ciltlik roman olacaksa, bir cilt buna hasredilmeli. Biten Kürt, bu kadar düşen Kürt, yenilen Kürt, aşağılık hale gelen Kürt, kaçan Kürt, toprağını bu kadar ucuz bırakan Kürt, ilişkiyi bu kadar çirkinleştiren Kürt kimdir? Nasıl bu hale geldi? Birinci husus budur.

İkicisi, direniş mümkün mü? Bunu sevgiye, savaşa çağırmak mümkün mü? Yenilgiden yengiye, yüreksizlikten yürekliliğe, çirkinlikten güzelliğe kaldırış imkanı var mı? Nasıl kaldıracaksın? Onu bu duruma getiren düşmana bakacaksın. Bu kavganı düşmana karşı yürüteceksin. Kürt halkının düşmanını gör diyeceksin. Önce bir görüşe çağrı yapacaksın. Ardından direnme imkanın varsa diren. "Direnmek yaşamaktır" sözü boşuna söylenmemiştir. Bu şarttır! Yaşamak direnmektir, direnmek yaşamaktır. Bu çok önemlidir ve büyük saygı göstermek gerekir. Sadece direnmek de yetmez, başarıya doğru giden saldırı da önemlidir. Her cepheden saldırıya geçiriyorum. Bu kişi başarıya doğru gitmezse, yediği yemek de haramdır. Bunu yedirip içirmeyeceksin, yatırmayacaksın, hep diken üzerinde tutacaksın.

Yeni Kürt'ü yaratırken, hak kazanabilmek için bazı başarılara ihtiyacın var diyeceksin. Benim yöntemlerim bu temeldedir. Çünkü başka yolu yok. Bunu en çok kendime uyguluyorum. Örgütle, eylemle hazırla, uzun vadeli yaşat ve birçok önemli başarıya yol aç. Bunları yaptığın zaman rahat olabilirsin. Bu şart! Bu Kürt'ü yaratmadan her şey haram, her şey alçakçadır.

Kürt sevgisini geliştirmek Kürt edebiyatının görevidir

Kürt sevgisini, Kürt yaşam tarzını geliştirmek Kürt edebiyatının temel görevidir. Yaşamı çok çekici, çok estetik, çok yürekli, çok beğenilir kılmak resmin de, şiirin de, müziğin de görevidir. Bunun doruk noktası aşktır, tabii eğer gerçekleştirebilirsek. Ben aşka karşı değilim. Tam tersine, onun büyük yaratıcı gücü olarak kendimi değerlendiriyorum. Bu savaş, yaratılan bu kadar değer bunun ifadesidir. Bu halkı da, bu toprakları da kolay bırakmak istemiyorum. Bunun için hem iç hem de dış düşmana karşı müthiş bir savaş gerekiyor. Benim de müthiş arzularım vardı, arzularım nereye kapı çaldıysa baktım hep düşman engelliyor. Savaşımı buna dayandırarak geliştirdim. Beni bir Kürt çocuğu olarak incelemenizi isterim. En basit arzularımın önünde anam, babam, köy toplumu ve sonra devlet engel oluşturuyordu. Kürt insanı sözde büyürken, ben buna büyürken demeyeceğim, büyümeden bitmiştir. Yetmişine gelmeden raşitizm hastalığına tutulmuştur, dolayısıyla büyümeyen bir çocuk gibidir. Ben burada direndim. Bence savaş budur.

Hiçbir şeye gücüm yetmiyordu. Ne olacak bu çocuğun hali diye aylarca, yıllarca düşündüm. Okula gidiyorum, çok zor öğreniyorum. Ekmek almak istiyorum, çok zor elim ulaşıyor. Hatta kana kana su içmek istiyorum, ona bile imkanım yok. Bunlar benim için hep sorundu. Diyebilirim ki, o ilkokul sürecini işlerseniz müthiş bir romandır.

Çünkü komşu köye bir saatte gidiyordum, bir saatte geliyordum. Her sabah kalkışımdan, her akşam dönüşüm büyük bir olay.

O taşların üzerinde zıplıyordum. Birkaç yokuş vardı, inerdim, çıkardım. Her biri benim için Ağrı dağı gibiydi. Yemek dediğin nedir? Bir yumurta, bir darı ekmeği alırdık, beze sarıp cebimize koyardık. Bir de utanırdık, komşu köyün zeytinliklerinin içinde yerdik. Hepsinde bir zorluk vardı. Tabii her bir sınıfı atladığımda bana göre bir dünya kazanıyordum. Hele okulu bitiriş günleri geldiğinde, benim için neredeyse büyük zafer söz konusuydu.

Benim de yaşam kesitlerim bugüne kadar geldiğinde birbirine çok zincirleme bağlıdır.

Ben bu büyütülüş şeklini, özgürlük yolunda bir çocuğun yaşaması gereken yıllar olarak değerlendirebilirim. Aslında imkanım olsaydı da anılarımı canlandırabilseydim! Öğretmenin beni ilk ele alışı, ilk harfleri söküşüm, birinciliği ele geçirişim çok önemlidir. O komşu köy halen beni çok sever ve o köyden yedi arkadaş şehit oldu. Türkçe konuşan eski Ermeniler gibiler ve büyük bir kısmı bizim taraftarlarımızdı. Benim çocukluk dönemimin sempatizanıdırlar. İnanılmaz böyle etkilenmelere yol açıyor. Kendi içimde bir oluşumun bütün ipuçlarını veriyorum. Öğretmenim beni evine aldı, kendi masasında ilk bana yemeği yedirdi. Şimdi bunları şunun için söylüyorum: Bugüne geliş ve yürekli olmaya ulaşmak kesinlikle çok önemli. Bir Kürt'ün gidişini anlayabilmek çok önemli.

Ben her zaman söylüyorum: Kendimi ciddi bir adam yerine de koymuyorum. Bazı faaliyetlerim var, şu anda kendimi büyük bir olay haline getirmişim. Dünya çapında bazı şeylere kafa tutuyorum. Sonu nasıl olacak diye ben de büyük bir heyecanla bekleyip duruyorum. Fakat kesin durmayacağım. Yani öyle ölüme ucuz durmak, basit bir sonla kendimi sonlandırmak mümkün değil. Benim de büyük korkularım vardı. Onlara karşı kendimi örgütlüyorum. Eğer bu korkular bilimsel olmazsa, siyasal olmazsa yapamam. Herkes ağa olmamı ister. Herkes bizde süper bir uşak olur. En güçlüsünün de ne durumda olduğunu biliyorsunuz. Ama ben hemen vicdanımı satmıyorum. Böyle birisi olmak için korkunç kendimi yoğunlaştırdım. Şimdi biraz hürüm diyebilirim. Hürlüğü nasıl ele alıyorum? Şu anda kendi halk gerçekliğimi benden daha iyi tanıyan yok. Örgüt içinde ve dışında kendi ulusal amaçlarımı benim kadar haykıran yoktur. Savaşı benim kadar götüren yoktur. Düşmanına benim kadar zarar veren yoktur. Kendi gerçekliği konusunda benim kadar iddialı olan yoktur.

Tabii ben derken, Ğki bu cümleyi de çarpıtmaya gerek yok. 'Ben'den kastım yaratılan halk ve militan gerçekliğidirĞ burada artık o fukara köylü çocuğu yok. Burada gerçekleşen bir halk var. Halk, "sen bize çok lazımsın" diyor. Biraz da ben kendimin olayım diyorum, ama mümkün değil. Yani ben tamamen kişilik kazanmış Kürt halkı oluyorum. Eksiklerim çok, ama bir gerçekleşme biçimi var.

Şöyle bir değerlendirmeyi daha eklemeliyim: Keşke birisi bunu tamamlasa veya benim elimden kapıp alsa diyorum. Bunu yapsalardı iyi olurdu. Ama gerçekten bunu yapacak kimseyi göremiyorum. Bu nedenle kendimde yeniden inanılmaz bir gençlik yarışı başlatıyorum. Şimdi burada diktatörlük kavramlarına hiç yer yok. Çok yaşlanmış, ama altı yaşındaki çocuktan daha fazla büyümemiş bir halk gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bu halkı büyütmek gerekiyor. Dünyanın en eski halkı, ama bir karış boyunda, altı yaşındaki çocuk gibi. Ben bunu değerlendirmek zorundayım. O yaş sınırlılığını normal bir yaşama dönüştürmeliyim. Bunu da yapabilmek gerçekten bir hüner istiyor. Aslında bu halkın adı yoktur, dünya adını koymamış, hak sahibi saymamış. Hiçbir güç bu halkın ulusal hakları olacak, yaşam hakları olacak, hatta insan hakları olacak demiyor.

Şimdi bunlar ciddidir. Aydın bunları görmezse, halkıyla bağlantısını kuramamış demektir. Bu şekliyle hiçbir yapıt veremez, edebiyat yapamaz. Bunu size vurgulamak için açıklama gereği duyuyorum. Ben biraz kabul etmeye çalışıyorum. Bu çocuk büyüyor. Beni siz ciddiye almazsanız da bu halk bir şeyler yapabilir. Kendini örgütlemiş, kolay ölmez, sizinle uğraşabilir, dikkate alın. Mesajdır bu. Aydına da bunu söylüyorum: Bu çocukta bir gelişme imkanı var, bir büyüme imkanı var. Bir noktaya kadar geldim. Yaşama arzuları gerçekleşmeye doğru gidebiliyor. Çocuk benim gibi büyüyebiliyor; çok ilkel olabilir, donanımsız olabilir, herkes beğenmeyebilir, ama yine de bence bir gerçekleşme biçimidir. Kaldı ki, kimseye kendimizi dayatmıyoruz. Ben şimdiye kadar kimseyi ricayla yanıma çağırmadım. Mesela hiçbir devlet gücüne de kesinlikle rica temelinde bir yaklaşımım olmamıştır. Bu benim bir kuralımdır. Bu gelen gençlerden en ufacık bir ricam yoktur. Kendime göre bir yaşam tarzım vardır ve şimdi bunu dinletebiliyorum. Bu anlaşılmadan dirilen Kürt'ü anlayamazsınız. Dirilen Kürt anlamında, uyanan Kürt anlamında savaşan ve bir şeyler yapmaya çalışan Kürt tanımıdır bu. Böyle bir durum söz konusu.

Tabii ben de şu anlamda varım: Bunun hizmetinde olan birisi olarak varım. Bunun büyük hizmetkarı, çok amansız çaba sahibi birisi olarak varım. İyi bir siyasetçi, iyi bir askeri yönlendirici olarak halen işin başındayım. Ama büyüyen bir çocuk olarak da yaşamı öğrenmeye çalışıyorum. Aşkı da geliştirmeye çalışıyorum. Bu konuda da çok objektif olmalıyız. Çünkü aşk edebiyatın bir hedefidir. Onu yakalamadan edebiyatçı olunamaz. Bu kavram da anlaşılmış değil. Kürt aşkı başlı başına edebiyatın bir kavramıdır. Nasıl olacak bu aşk? Yürek bir aşk amacına bağlı olursa gelişebilir. Aşkı nasıl tanımlayacağız?

Zeynep Kınacı aşk çağrısıdır

Ahmede Xanê gibi yazar da olmak yetmiyor. Onun arzuladığı kral gibi olmak, hatta bazen o da yetmez diyorum. Bir yandan Mem'i, bir yandan Zin'i yaratmak gerekiyor. Zaman zaman kendim böyle olmak durumundayım. Başka türlü çare bulamazsın. Kürt olayını, Kürt aşkını, Kürt edebiyatını yaratmak kesinlikle bu sorulara cevap vermekle bağlantılıdır. Şimdi kolay edebiyatçı olunamaz; nasıl kolay bir savaşçı olunamayacaksa, kolay edep sahibi de olunamaz. Edep çok ciddi bir olaydır. Edebin olabilmesi için Kürt ilişkisini çözmeniz gerekiyor. Kürt kadınını, Kürt erkeğini, Kürt yiğidini çözmeniz gerekiyor.

Bütün arkadaşlara söylüyorum: Sizlerle beraber çalışmış birisini nasıl görmüyorsunuz? Bu halkın umutlarına, savaşımına hiç mi saygınız olmayacak? Fırsat buldu mu hemen kaçışı planlamak bana göre ciddi bir meseledir. Benim sahamda kimse kaçmıyor. Gelen haini de kıskıvrak bağlıyorum, yüreği beş paralık olmuş olanı da yüreklendiriyorum. Çok büyük örgütçüyüm. Gerektiğinde olmayan yüreği de veriyorum ve mekanizmalarımla yaratmaya çalışıyorum. Kimse bana bu kadar imkanı neden değerlendirmedin diyemez. Tırnakla söküp çıkarlarınıza sunuyorum. Ama halen kendimi bile bu konuda çok zavallı görüyorum. Kürt olayında emekleyen, söz söyleme hakkı, yüreklenme hakkı olan birisi gibi değerlendiriyorum. Ama ortada büyük aşk yok.

Zeynep Kınacı'yı bu anlamda değerlendirmek istedim. O bir aşk çağrısıdır. Halen yorumlamaya çalışıyorum. O bir tanrıçadır. Gittiği yolda mümkünse O'nun gibi olmalıyız. Şimdi bunun yaşama geçirilmesi nasıl olacak? Düşünün, öyle eylemci olacaksın, öyle cesaretin olacak, öyle bir planın olacak. Ben burada güç getiremiyorum. Git o sömürgeci toplumun içine Ğzırh gibi her tarafı örülmüşĞ gir ve kendini patlat! O da yetmiyor, bir de yaşamı yaratmak gerekiyor. Belki atomu çözmek bunun yanında çok zayıf kalır. Olay hiç basite alınamaz.

O kızcağız o haliyle bunu ortaya koydu. Peki, büyük edebiyatçı ne yapacak? Büyük edebiyatçı ulus adına bunu göremezse, neyin edebiyatçısı olacak? Sen bu büyük olayı görmezsen, birazcık yüreği olmuş kızcağızı görmezsen, sende yürek var mı, sende haysiyet var mı, sende ulusal onur var mı? Bu sorular mutlaka cevap ister. Aksi halde edebiyat kelimesini bile ağzınıza almayacaksınız. Bunun gibi yüzlercesi var. Bunları da fazla öne almayalım. Peki, büyük sevmeyi nasıl sağlayacağız? Sevmek başlı başına büyük savaş işi ve savaştan daha zor bir uğraş.

Bu konuda yine anamı dillendirme gereği duyuyorum. "Bizim bu oğlan kız bulamaz, kimse kızı ona vermez" diyordu. Bu konuda da beni umutsuz görüyordu. Anlıyorum, bu sözün de bir anlamı var. Ne birileri beni kolay kolay alabilir, ne benim öyle bir yeteneğim var, ne de gelişen 'ben' bunu kabul eder. Şimdi halen öyleyim. Hiç kimse başka türlü yorumlamasın. Bana göre halen bu yeteneği yakalamış değiliz. Büyük hayranlık sahibi birisiyim ve kimseyi de küçümsemek için söylemiyorum. Ben kızlar için de büyük değer yargılarına sahibim, ama beğenme ve ilişkiler konusunda zorlanıyorum, yani beni düşürebilir diye endişeliyim. Tabii ben derken, ulusal çaptaki organizeyi, bütün gençleri düşünmek gerekiyor.

Açıkça söylemek gerekiyor: Benim kadar hareketli bir tip yok, benim kadar kızlarla uğraşan bir kişi yok. Belki de size bağlı eşleriniz vardı, ama bizim kızlar yaptığım her türlü yaşam çağrısına inanılmaz bir rahatlıkla gelirler. Buna rağmen yapılması gereken, dikkat edilmesi gereken çok iş var. En önemlisi de kendimi çok iyi terbiye etmem gerekiyor. İpucu olarak size söylüyorum: Kendinizi terbiye etmeyi hiç basite almayın.

Tekrar söyleyeyim: Ben diye bir olay yok, bir Kürt tipi yaratılıyor. Bu kadar millet beni alkışlıyor, ben buna ihanet edemem. Bu kadar kadın ayağa kalkıyor, ben onlara ihanet edemem. Bir tutkum uğruna, kör bir duygum uğruna tehlikeli bir biçimde cevap olamam. Terbiyesiz bir biçimde, özellikle edepsiz bir biçimde cevap olamam. Bu kadar ayağa kalkan insanlara saygılı olmam gerekiyor. Hepsinin yüreğine cevap olmam gerekiyor. Ve bütün bunlar Kürt edebiyatının can damarıdır.

11 Ekim 1996

DR.Bexdanoz (not verified)

Sun, 2008-05-25 18:15

cok renklilik diyoruz ve bexdanozlarimizin renginide buna ekliyoruz. unutmayin bexdanozlarin degerini bilmezseniz,cok renklilikten bahsedemezsiniz. bexdanozda bir renk olduguna göre,bexdanozla yasamak zorundayiz. buyrun bexdanoza. ben gidiyorum tarla susuz kaldi,yoksa burda bexdanoz göremezsiniz. solaxi yerinede cevap vermis oldum. DR bexdanoz. not alan lezan asimilenin en büyügünü yasayan biri olarak beni biraz anladi ama?bexdanozu maydanoz olarak yazmasi onun asimile oldugunun acik göstergesidir,umarim bir daha bu yanlisi yapmaz. yaparsa nemi olur? oda bexdanozsuz yemek yapmak zorunda kalir,bexdanozsuz yemek olurmu? olmaz

Anonymous (not verified)

Sun, 2008-05-25 22:25

bra solaxi aman dikat.suylem ile piratik ayri bir sey.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.