Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 22 May 2008

Türkleri temsil eden ve Kürtler için meşru olmayan mahkemenin yargılama hakkı da yoktur...“
İbrahim GÜÇLÜ

[email protected]

4 Eylül 2005 tarihinde bir grup Kürt aydın ve siyasetçinin çağrısı ile Ankara'da yapılan, yüzlerce Kürt aydın ve siyasetçisinin katıldığı konferans hakkında, “terör örgütünün amacının propagandasını yapmaktan (TCK'nun 220/8.maddesi)“ dolayı, Ben, A. Melik Fırat, Fuat Önen ve Sinan Çiftyürek hakkında dava açıldı. Bu dava, çok yönlü bir tartışma ve mücadele geliştirildi. Kapsamlı yazılı savunmalar sunuldu.

Mahkeme, kişiliklerimizi, dünya görüşlerimizi, Kürt ve Kürdistan sorununa ilişkin çözüm önerilerimizi göz önüne alarak, PKK'nın propagandistleri olmayacağımızı anlamış olacak ki, iddiasını değiştirmek yoluna gitti. Bu sefer de, Kürtleri Türklere karşı kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve teşvikten (TCK'nun 216.maddesinde) yargılanmamız yolunu seçti.

Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu iddiasına karşı, Diyarbakır 3. Asliye Ceza mahkemesi kanalıyla aşağıdaki savunmayı gönderdim. Sunduğum yazının başlığı, savunmamın başlığıdır.

* * *

Ankara ( ) Ağır Ceza Mahkemesine,

4 Eylül 2005 tarihinde, bir grup Kürt siyasetçisinin çağrısı üzerine Ankara'da Kürt aydınları ve siyasetçilerinin katılımıyla gerçekleşen konferansa/genel toplantıya ben de katıldım. Bu genel toplantı, 200'den fazla katılımcının yer aldığı, heyecanlı, kaliteli, döneme uygun düşen, düşünce fırtınası yaratmaya elverişli, geniş katılımlı bir toplantıydı.

Bu genel toplantı, Başbakan Recep T. Erdoğan'ın Ağustos 2005 başlarında Diyarbakır'da Kürt sorununun varlığını kabul ettiği, Kürt sorununun çözümünün daha fazla demokrasi ve özgürlüklerle çözümlenebileceğini ileri sürdüğü, devletin Kürtlere karşı hatalı davrandığını kabul ettiği konuşmasından sonra gerçekleşti. Çünkü Başbakan Erdoğan'ın konuşmasından sonra, Kürt sorunu gündemin en ön sıralarında yer aldı, yazılı ve görsel basında sorunun tarafı olan Kürtler, Kürt partileri, aydınları, siyasetçileri dışında herkes konuşmaya başladı. Kürtlere sorulmadan projeler, çözümler, beylik değerlendirmeler yapılmaya başlandı. Asıl konuşması gereken Kürtlere hiçbir şey sorulmuyordu. Bunun üzerine Kürtlerin, “Kürtler ne yapmalıdır? Kürtler birlikte ne yapabilirler?“ sorusu etrafında bir araya gelmesinin doğru olacağı fikri, bu genel toplantıya kaynaklık etti.

Bu genel toplantının yapılmasından önce, toplantının yapılacağının duyurulmasından sonra, kamuoyu, yazılı ve görsel basın tarafından ilgi duyulan, yorumlanan bir toplantı oldu. Görsel ve yazılı basında verilen bilgiler, yapılan değerlendirme ve yorumlar, genel toplantının muhtevasına ilişkin çok az şeyi yansıtan nitelikteydi. Toplantı öncesinden, toplantıyı amacından saptırmak için, “PKK'ya karşıt olanların gerçekleştirdiği toplantı“, “PKK dışındaki Kürtlerin karşı cephe oluşturma çabaları“ ve benzeri değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirme ve saptamaların hiçbiri toplantının amacını açıklamak konumunda değildi. Toplantıya, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin hakkını ret eden, Kürtlerin de diğer millet gibi devlet olma ve kendi toprakları üzerinde yönetme hakkını ret eden, federasyona, otonomiye, özerkliğe karşı olan “Demokratik Cumhuriyet Tezi“ karşısında olanların çoğunlukla toplantıya katılması, “Demokratik Cumhuriyet Tezi“nin de Öcalan ve PKK tarafından savunulmakta olması nedeniyle, yazılı ve görsel basında bu tür değerlendirmelerin yapılmasına yol açtı.

Genel toplantının sonuçlanmasından sonra da, görsel ve yazılı basında aynı çarpıtmalar, bu sefer toplantının amacını, toplantıda konuşulanların çarpıtması devam etti. Mahkemenizde, yazılı basında parça-pörçük, bütünlüklü yapıdan koparılmış, çoğu boyutlarıyla da anlaşılmaz kılınmış olan bana ve arkadaşlarıma ait konuşmalarımız gerekçe gösterilerek hakkımızda Cumhuriyet Savcılığı tarafından dava açılmıştır.

Cumhuriyet Savcılığı, TCK'nun 220/8. maddesinin ihlalinden dolayı, yani terör örgütünün amacının propagandasını yapmaktan dolayı dava açmıştır. Bu davanın mesnetsizliği görüldüğünden, bizim mahkemenize sunduğumuz yazılı savunmalarımız inceledikten, siyasetçi ve aydın kişiliğimizin boyutları kavrandıktan sonra, hakkımızdaki suç isnadı değiştirilerek, TCK'nun 216. maddesinden hakkımızda yargılamanın devamı istenmektedir. Bunun için bize sunulmuş bir yeni iddianame olması gerekirken, mahkemeniz tarafından Cumhuriyet Savcısına hazırlatılmış bir yeni iddianame de söz konusu değildir. Bu bağlamda, bir hukuksuzluk ve usuldışılık, en hayati olanı da haksızlık söz konusu.

Ama hakkımızda açılan dava siyasi bir dava, kastı içeren bir dava, resmi ideolojinin gereği olarak açılan bir dava olmasından dolayı da, ortada olan bu bariz usulsüzlük ve hukuksuzluk da çok anlamlı bir konu olmamaktadır. Özellikle de mahkemeniz, Türk üniter ulus devleti, Türk egemenliği adına beni/bizleri Kürtler olarak yargılama hakkına ve meşruiyetine sahip olmadığından, teknik ve hukuksuzluk konuları üzerinde durmayı abesle iştigal kabul ediyorum. Bu nedenle de, esasa ilişkin konular üzerinde düşünce ve görüşlerimi yoğunlaştıracağım.

* * *

Toplantıda 35-40 kişi konuşma yaptı. Ben de konuşma yapanlardan biriydim. Bu tür toplantılarda genel olarak Kürtçe konuşma yapmama rağmen, toplantı Ankara'da yapıldığı için, devlet yetkilileri de Ankara'da bulunduklarından, görüşlerimin onların kulaklarına doğrudan gitmesi için Türkçe konuşma yaptım. Benim de konuşmam da yazılı basına yansıdı için dava konusu oldu. Bunu da hiç anormal bir olay ve garip bir durum olarak karşılamadım.

Katıldığım konferanslarda, kongrelerde, genel toplantılarda yaptığım konuşmaların hepsi, resmi devlet politikasına aykırı görüldüğünden, doğrusu da konuşmalarımın hepsinin de resmi devlet politikasına aykırı olması doğal ve normal bir olay olduğundan, hakkımda dava açılmıştır. Geçmişi bir tarafa bırakalım, son on yılda kendi yaşamımla ilgili yargılama deneyimime baktığım zaman, bunu rahatlıkla görebiliyorum. Son on yılda, konferanslarda, kongrelerde, genel toplantılarda yaptığım konuşmalarda kameralara takılanların hepsi, dergi ve gazetelerde benimle yapılan röportajların hepsi, televizyonlarda katıldığım bütün programlar ve konuşmalarım dava konusu olmuştur.

Benim yargılama deneyimim, Türkiye'nin demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından bulunduğu geri, ilkel, totaliter ve otoriter yapıyı göstermesi bakımından da anlamlıdır. 21. Yüzyılda insanların halen düşüncelerinden dolayı Türkiye'de yargılanmakta olması, Türkiye'nin modern ve demokratik dünyadan, Avrupa Birliği dünyasının bir parçası olmaktan ne kadar uzak olduğunu göstermesi bakımından da anlamlıdır.

T.C Devletinin tarihi, Kürtlere ve Kürt ulusuna, etnik topluluklara, devlet dini ve mezhebi dışındaki dinlere ve mezheplere, sivil ve asker iktidarı/devlet eliti dışındaki tüm toplumsal kesim ve sınıflara düşmanlık olduğu kadar, aynı zamanda bütün düşüncelere, resmi devlet düşüncesi olan Kemalizm dışındaki tüm düşüncelere de düşmanlık tarihidir. Kürtlere, Kürtlüğe, Kürdistan'a dair düşünceleri üretenler başta olmak üzere, resmi ideoloji dışında sosyalistçe, liberalce düşünenler, tek-tek olduğu gibi kitlesel olarak gözaltına alınmışlar, işkence görmüşler, yargılanmışlar, büyük cezalara çarptırılmışlardır. Askeri rejim dönemleri bu anlamda büyük bir laboratuar görevi görmektedir. Günümüzde de bu trajedi devam ediyor.

Benim ve üç arkadaşım hakkında mahkemenizdeki bu yargılama da, devletin bu yargılama geleneğinin devamı bir yargılama, devletin Kürtlere ve Kürt ulusuna karşı olan inkar ve düşmanlık politikasının bir parçasıdır. Devletin Kürtlere ve Kürt ulusuna karşı düşmanlığı, çoğu zaman da mahkemeler eliyle sürdürülmüştür ve sürdürülmeye devam ediyor.

Onun için bir kez daha altını çizerek belirtiyorum ki, devlet Kürtlerin devleti olmadığı gibi, mahkemeler de Kürtlerin mahkemesi değildir. Mahkemeler, Türk devleti ve Türk sömürgeci egemenlik sistemi adına yargılama yapmaktadır. Bu bağlamda Kürtlerin mahkemesi değildir. Bu bağlamda da, Kürtler ve benim açımdan mahkemelerin meşruiyeti yoktur. Bu görüşüm, sizin mahkemeniz için de geçerlidir. Mahkemenizin de beni ve bizleri yargılaması meşru ve yerinde değildir.

* * *

4 Eylül 2005 tarihli toplantıda yaptığım konuşmada devletin, hükümetin, Başbakan Erdoğan'ın Kürtler ve Kürt ulusu hakkındaki geleneksel ve güncel düşüncelerini eleştirdim. Başbakanın Diyarbakır'da Kürt sorununu kabul etmesine rağmen, Ankara'ya gittiği zaman söylediklerini unuttuğunu, resmi devlet ideolojisine, sivil ve askeri elit mutlak ve seçilmemiş iktidarına uygun görüşleri tekrarladığını, tek devlet, tek millet, tek bayraktan bahsettiğini sert bir dille yerdim ve kınadım.

Toplantı da, Kürtlerin bir ulus olduklarını ve Türk milleti içinde mütalaa edilemeyeceğini; devletin Kürtlerin devleti olmadığını, üniter ve Türk ulus devleti olduğunu; devletin Kürtlerin ve Türklerin, diğer etnik grupların devleti olması için federal ve konfederal şekilde yeniden yapılandırılmasının gerekli olduğunu; Kürtlerin de Türkler ve diğer dünya milletleri kadar hak sahibi olduklarını, sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kürtlerin varlığını ret ettiğini, bütün haklarını gasp ettiğini; mevcut bayrağın ve diğer sembollerin ırkçı ve şoven semboller olduklarını ve Kürtlere ait olmadıklarını ifade ettim. Ayrıca, devletin 100 yıla yakın bir zamandır Kürtlere reva gördükleri uygulama ve siyasetler hakkında görüşlerimi dile getirdim.

Toplantıda sadece eleştirmek ve görüş belirtmekle kalmadım. Aynı zamanda Kürtlerin sahip olması gereken hakları ve siyasi statüye ilişkin çözüm projelerimi de sundum. Türkiye'nin Kıbrıs'taki 150 Türk için en azından konfederal devlet istemesini, Sovyetler Birliğinin egemenliği altında yaşayan milletlerin devlet hakkını savunmasını, Yugoslavya'daki Arnavutların devlet hakkını, Arnavut'taki 20 bin Türk için genel ve yerel iktidar, Türkçenin resmi dil olmasını talep etmesini; Irak'taki Türkler bütün ulusal haklarına sahip olmasına, konumları, sayısal ve toprak durumları elvermemesine rağmen onlar için özerklik talep etmesini, değerlendirdim. Türkiye'nin bu yaklaşım ve düşüncelerinden Kürtler ve Kürt ulusu için de çıkarsama yaptım. Kürtçeden eğitim ve öğretim hakkına bile karşı çıkılmasının, Kürtleri aptal yerine koymak, hiçe saymak anlamına geldiğini ifade ettim. Kürtlerin de ismi geçen halklar ve Türkiye'deki Türkler kadar hak sahibi olması gerektiğini, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesinin hakkı olduğunu, Kürtlerin Kürdistan'da iktidar, devletin federal yapılanmasında genel iktidara ortak olmasını dile getirdim.

Bugün de 4 Eylül 2005 tarihli toplantıda yaptığım konuşmadaki görüşlerimi aynen tekrarlıyorum. Toplantıda ileri sürdüğüm görüşlerim, bugün için de geçerlidir. Bu görüşlerim, daha uzun bir dönem de, Kürtler bütün haklarına sahip olduğu zamana kadar da, değerlerinden bir şey kaybetmeyeceklerdir.

Mahkemenizin bu tarihi gerçekler karşısında, düşüncelerimden dolayı yine de bu davayı görmekte olması da, durumun, Kürtler ve Türkler şeklindeki ikili denklemle karşı karşıya olduğumuzu, mahkemenizin Türk tarafında olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda da, mahkemenizin tarafsız, hukuka uygun hareket etmesi en genel anlamda olanaklı olmadığı gibi, beni yargılama hakkına sahip olmadığını da kesin bir şekilde ortaya koymaktadır.

* * *

4 Eylül 2005 tarihli toplantıda “Kürtler ne yapmalıdır?“ sorusu etrafında geliştirdiğimiz düşünce fırtınası ve ileri sürdüğümüz projeler sonucunda, merkezi çalışma alanı Kürdistan/Diyarbakır olan Kürt Ulusal demokratik Çalışma Grubu oluştu. Bu çalışma grubu, 26-27 Mayıs 2007 tarihine kadar sürdürdüğü çalışmalarının sonucunda yaptığı kongrede Kürt Ulusal Birlik Hareketi'ne dönüştü. Bu hareket, Diyarbakır'da sivil ittiatsız bir hareket olarak, benimsediği program ve tüzük çerçevesinde çalışmalarını sürdürmektedir. Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesi, Kürt ulusunun kendi toprakları üzerinde iktidar olması, Kürtlerin de Türkler ve diğer dünya milletleri kadar hak sahibi olması için çalışma yapmaktadır.

Bu bağlamda, mahkemenizin yargılama konusu yaptığı toplantıda, böyle hayırlı ve yararlı bir sonucun ortaya çıkmış olması sevindirici bir vakıa olarak mahkemenizin tutanaklarına da not düşülmesi gerekmektedir.

4 Eylül 2005 tarihinde Kürtleri, Türklere karşı düşmanlığa ve kine alenen teşvik etmek gibi hiçbir gayem olmadı ve olamaz da. Ben/Bizler Kürdistan Davasının emekçileriyiz. Dava adamlarının başkalarına düşmanlık yapması ve kin beslemesi düşünülemez. Dava adamları davalarının peşinde koşarlar. Ben çok iyi biliyorum ki, düşmanlık ve kin duygusu sahibini vuran ve ters tepen bir silahtır. Düşmanlık ve kin, yüce değerleri savunan dava adamlarının işi değildir.

Benim görüşlerimden, Kürtler başta olmak üzere Türklerin ve diğer etnik grupların bu otoriter ve totaliter sömürgeci devletten ve devlet yönetiminden kurtulması için harekete geçmesi gerektiği anlaşılırsa, doğru anlaşılmıştır ve buna söyleyecek fazla bir şeyim yoktur.

Bütün bu nedenlerle, bu davanın hızla ortadan kaldırılması gerekir.

Diyarbakır, 21. 05. 2008

Anonymous (not verified)

Thu, 2008-05-22 18:14

[b]"Onun için bir kez daha altını çizerek belirtiyorum ki, devlet Kürtlerin devleti olmadığı gibi, mahkemeler de Kürtlerin mahkemesi değildir. Mahkemeler, Türk devleti ve Türk sömürgeci egemenlik sistemi adına yargılama yapmaktadır. Bu bağlamda Kürtlerin mahkemesi değildir. Bu bağlamda da, Kürtler ve benim açımdan mahkemelerin meşruiyeti yoktur. Bu görüşüm, sizin mahkemeniz için de geçerlidir. Mahkemenizin de beni ve bizleri yargılaması meşru ve yerinde değildir."[/b] Sayin Ibrahim Güclü'nün yukaridaki satirlarinin altini cizerek destekledigimi belirtiyorum. Keske her Kürd sayin Ibrahim Güclü gibi cesaretli olsa ve düsüncesini belirtse!

Anonymous (not verified)

Thu, 2008-05-22 19:08

sevgili ibrahim guclu. sizin bu durusunuz.umud ediyorumki her kurde ornek olur. bir sefer daha burda kamuoynun ununde tc vadamdasligini red ediyorum.ve o tc damgasi yabnanci pasaportuma vurulmamasi icin dahi olsa o ulkeye giris yapmayacagim.taki kurdistan tc den ayrilana kadar. sizi hem tebrik eder.hemide sonsuz destekliyorum. serqeftin

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.