بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

İran Molla Rejiminin Beklenen Sonu Mussallah Taşı!

İran Molla rejimi, son demlerini yaşıyor. Bu çağdışı rejimin artık musallah taşına yatırılması gerekiyor. ABD ve İsrail, bu konu da belirleyici rol oynuyor. Bunu ne statükocu dünya süper güçleri, ne bölge devletleri, ne de sahibinin gölgesi Türk, Arap ve Fars solu engeleyebilir. İran Molla rejiminden kurtuluyoruz. Bölge halklarının çıkarı bunu gerektiriyor.İran Molla rejimi bölge halkları açısında bir „güvenlik tehdidi“ oluşturmaktadır. Bu tehditin ortadan kalkması bölge halklarının çıkarınadır. Bölge halkları, bunu kendi öz güçlerine dayanarak yok etmesi mümkün değildir. Geriye dış bir müdahale kalıyor. Bunu yapacak güçte halihazırda ABD’dir. Gelişmelere bakıldığında İran nükleer programında vazgeçmeyecek. ABD’ye gelince o da buna müsaade etmeyecektir.ABD, bu konu da kararlıdır. „Uluslararası Barış İçin Carnegie Vakfı“ üyesi Robert Kagan’ın 29 Ocak 2006 tarihli Washington Post Gazetesi’nde yayınlanan makalesinde ABD’nin kararlılığı şu cümlelerle ifade edilmektedir.„Enerjimizi, diplomasimizi, istihbaratımızı ve önemli ekonomik kaynaklarımızı İran'da siyasi değişime yönlendirmeliyiz. Sonuç alınamazsa tek çare işgal…Diplomasi tek başına yetmez…Eğer İran'ın nükleer silaha sahip olması gerçekten kabul edilemez ise, bunun yegâne askeri karşılığı da işgaldir.“  Evet İran Molla rejimi gidicidir. Arkasında ne akıtacak gözyaşımız var, ne de okunacak bir hayır duamız olur. Zaman zaman şu soru sorulmaktadır. ABD, Irak´tan ne zaman çekilecektir? Bu soruyu soranların ABD´nin politikasını kavradığı söylenemez. ABD, 1998´de „Irak´ın Kurtuluşu Yasası“, 2003´te Suriye´den Hesap Sorma ve Lübnan´ın Egemenliğini Restore Etme Yasası“, 2005´te de „İran´ın Özgürlüğüne Destek Yasası“nı kabul etti. Bu yasalar iş olsun diye çıkarılmıyordu. Bu yasalarla bu ülke yönetimlerine müdahale etmenin hukuki alt yapısı oluşturuluyordu. Ve bu süreç tüm hızıyla işliyor.Londra'da BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ve Almanya'nın katıldığı konferansta İran'ı nükleer programından vazgeçirmek için alınacak önlemler konusunun BM Güvenlik Konseyi'ne götürülmesi konusunda görüş birliğine varıldı. Fakat bu konu da kesin kararın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK)'nun 6 Mart'ta yapacağı toplantıya bırakıldı.İran’ın buna tepkisi sert oldu. Ahmedinecad, Buşehr'de halka yaptığı konuşmada "İran ulusunun, 27 yıl önce bağımsız olduğunu ve kendi kararlarını kendisinin verdiğini, nükleer konusundaki haklarını elde edinceye kadar direneceğini, aslı olmayan tüm süper güçlere beyan ediyorum" dedi. Ve ABD Başkanı George W. Bush’u savaş suçlusu ilan ederek halk mahkemesinde yargılayacaklarını beyan ederek meydan okudu. Karşılıklı tırmandırılan bu  gerginliğin aynısı Irak işgalı öncesi dönemde de yaşanmıştı. Sonuç biliniyor.İran’ın BM ve ABD’nin taleplerine boyun eğebileceği kabul edilse bile -ki bunun verileri heniz ortalıkta yoktur- bunun bile ABD’nin İran’a saldırmayacağı anlamına gelmediği bilinmelidir. ABD, her halükarda İran’ı vuracaktır. Bugün ama yarın bu pek önemli değildir. Bu nedenle taraflar bugün hangi politıkaya baş vurursa vursun sonuç değişmeyecektir. Zaman kollamaktadırlar. İran Mollalarının elinde sadece meydan okumak kaldığı bir süreçte ABD, askeri birliklerini “her an harekete hazır” halde tutmaktadır.Dikkat edilirse aynı senaryo Irak’a da uygulandı.ABD’nin Irak’a saldırısına gerekçe yaptıkları kitle imha silahları tüm aramalara rağmen bulunamadı. Fakat hiç kimse ABD’nin Irak işgalini engeleyemedi. ABD, Irak işgalini uzun bir süreden beri zaten önüne koymuştu. Her halükarda Irak işgal edilecekti. Kitle imha silahları sadece bir pahaneydi. Irak’ta kitle imha silahları ister bulunsun ister bulunmasın Irak’ın işgali kaçınılmazdı. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, “Kanıt olmaması, olmadığının kanıtı değildir” demesi çok şey ifade etmesi gerekir. Sorun Irak veya İran’da kitle imha silahlarının olup olmaması veya nükleer silaha sahip olmaya çalışılması meselesi değildir. Sorun ABD’nin Avrasya’ya egemen olmak istemidır.Ekim’1997’de Brzezinski, şunları söylemektedir.“Avrasya’ya egemen olan bir güç, dünyanın ekonomik bakımdan en üretken üç bölgesinden ikisi, yani Batı Avrupa ve Doğu Asya üzerinde belirleyici etki sahibi olacaktır… Haritaya bir göz atmak, Avrasya’ya egemen olan bir ülkenin adeta otomatik olarak Ortadoğu ile Afrika’yı denetim altında tutacağını gösterir… Avrasya kıtasında gücün dağılım biçimi, Amerika’nın küresel üstünlüğü ve tarihsel mirası açısından belirleyici önem taşıyacaktır...İstikrarsız bir Avrasya’da ivedi görev, herhangi bir devletin ya da devletler bağlaşmasının ABD’ni buradan kovma ya da onun belirleyici rolünü azaltma yetisi kazanmasını engellemeyi güvence altına almaktır.” BOP, bu mantığın sonucudur. Bu projenin başarısı için ABD, tüm güçlerini seferber etmiş bulunmaktadır. Afganistan ve Irak işgalleri sadece ilk adımdır. Diğer adımlar belli bir plan çerçevesinde atılacağı kaçınılmazdır. Bu adımların atılması ABD için hayatidir.ABD, öyle kısa bir sürede Irak´tan çekilmeyecegi gibi, giderek bölgeye yerleşmektedir. ABD’nin bölgeye demokrasi getirmek için gelmediği bilinmeyen bir olay değildir. Bölge üstünde hakimiyetini tesis etmek için geldiğide sır değildir. ABD, kısa bir zaman da Irak’tan çekilmeyeceği gibi Kafkasya ve Ortasya’ya doğru egemenlik alanını genişletmeye çalışacaktır. Bu da on yılları alacaktır. Bunun dışında ABD´nin çekilmesi düşünülmemelidir.ABD, Irak’tan ne zaman çekilecek sorusu ayakları havada bir sorudur. ABD, Irak’tan çekilmekten öte bölge de konumlanmak için askeri altyapı inşa ettiği bilinmektedir. Bu koşullarda ABD’nin başta Irak olmak üzere bölgeden çekilmesi demek yenilgiyi kabullenmiş demektir. Bölgeyi diğer emperyalist güçlere terk etmesi demektir. Bu ihtimal  görünürde gözükmemektedir. Çünkü ABD´nin yayılmacı politikasına cepheden tavır alacak bir güç halihazırda ortalıkta görünmemektedir. Cılız bazı itirazlar olsa da bu ABD´nin dünya hakimiyet mücadelesini engeleyebilecek bir güç olmaktan çok uzaktır.ABD, bu operasyonla bir tarafta bölgenin yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerini denetim altına alırken, aynı zamanda rakip emperyalist devletlerin bölge üstündeki hakimiyetine son verme, eğer bu mümkün değilse en aşağı bunu sınırlamaya çalışacaktır.Bu savaş, ABD´nın sadece Ortadoğu, Kafkasya ve Ortasya üzerinde hakimiyet kurmakla sınırlı olmayıp, çok daha geniş bir alanı, dahası dünya üzerinde hakimiyetini öngörmektedir. Çoğu çevre ve kişi bunu «dünya imparatorluğu»na yorumlamaktadır.Bundan çıkarılması gereken dersin ABD’nin Suriye ve İran’a saldırmasınıda kaçınılmaz kılmaktadır.Herkesin sorduğu, ama bir türlü cevabını veremediği soru ise, uzun süreden beri „İran tehlikesi“ni seslendiren ABD´nin ne zaman İran´a saldıracağıdır. Neden bunun bu kadar uzatıldığıdır. Bizce bunun önemli iki esas nedeni vardır. Birincisi, ABD´nin uluslararası camiayi henüz ikna edemeyişi; ikincisi Afganistan ve Irak´ın aksine İran´da güçlü bir direniş cephesiyle karşılanacağını hesaplamasıdır. Dahası Afganistan ve Irak’taki teröristler başta olmak üzere tüm siyasal islami güçlerin birliğinine zemin hazıylayacağı korkusudur. Karşısında beklenmedik geniş bir direniş cephesi bulma çekingesidir.ABD, bu her iki nedenin nesnel koşullarını kendi lehine çevirmek için büyük bir çaba içinde olduğu görülüyor. Bir taraftan uluslararası camiaya İran´nin ne kadar terörist bir devlet olduğu konusunda yoğun bir “ikna” politıkası sürdürürken, olasılı bir askeri operasyonda başta Rusya, AB ve Çin olmak üzere İran´ı destekleyebilecek güçleri bundan uzak durmaları konusunda “ikna”ya çalışıyor. Onlari bunu açıklamaya zorluyor. Diğer yanda İran´a komşu ülkeleri olasılı bir askeri operasyonda kendilerine yardım etmeleri konusunda zorluyor. Bir yandan da içteki toplumsal ve ulusal dinamikleri cesaretlendirip örgütlenmeleri ve mücadeleleri destekliyor.ABD, şu an BM hukuku çerçevesinde İran’a siyasi, ekonomik, diplomatik olarak dünya da yalnızlaştırma programını uygulamaktadır. Bu konu da AB, Rusya ve Çin’i ikna etmeye çalışmaktadır. Diğer yanda İran halkı ve ulusal toplulukları Molla rejimine karşı mücadeleye teşvik etmektedir. Askeri müdahale her halükarda daima sıcak tutulmaktadır.2 Kasim 2004 tarihinde ABD´de yapılan seçimin galibi George W. Bush’un olması şu anlama geliyordu. ABD, BOP’ni olduğu gibi sürdürülecektir. Ortadoğu, Kafkasya ve Ortaasya üstünde ABD hakimiyetini tesis etmenin mücadelesini verecektir. Afkanistan ve Irak işgaleri zaten bunun stardı olmuştu. Bu müdahale ABD ve mütefikleri ile Almanya, Fransa, Rusya, Çin ve irili ufakli bölge statükosunun savunucuları arasında kıran kırana bir hegemonya mücadelesi anlamına gelmektedir. Bu, aynı zaman da ABD ve mütefiklerinin egemen olduğu uluslararası silah, petrol ve doğal gaz tekellerinin dünyaya hakimiyet savaşı anlamınıda taşımaktadır. Bu mücadele de başarının yolu da Avrasya’ya egemen olmaktan geçiyor. İran’da Avrasya’nın gübeğinde yer alıyor. İran’a hükmedilmeden Avrasya’ya hükmedilemiyeceğini ABD biliyor.İran Molla rejimi suyunun ısındığını görüyor. Son dönemlerde başta İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad olmak üzere devlet yetkililerinin sert açıklamaları boşuna değildir. Bu sert açıklamaların neyi değiştirebileceğini tahmin etmek şurda dursun Ahmadinecat’ın defalarca ABD Başkanı George W. Bush’un savaş suçludu ilan etmesi ve İsrail’in haritadan silinmesi gerektiği çağrısı cevapsız kalmayacağı açıktır. Suyunun ısındığını gören Molla rejimi son kozlarını oynuyor.Rusya, Çin ve AB bir yerde Saddam’a söz geçirebilirken Ahmedinecad’a söz geçiremiyor. İran Mollalarına laf anlatamiyor. Ahmedinecad gibi savaş çığırtkanlarının İran yönetiminde etrkinliği bunu zorlaştırıyor. Ahmedinecad, kime güveniyor, akıl erdirmek zor. Eskiden Batı alternatifi Sovyet bloku vardı. Bugün bu da yok. Irak konusunda AB, ABD karşıtı bir politika yürüttü. AB yetkililerin son açıklamalarına bakıldığında İran konusunda ABD’ye yakın bir politıka sahibi oldukları görülüyor. AB’nin İran konusunda ABD çizgisine gelmesi İran’ın elinde Rusya kartınıda almış bulunuyor. Rusya’nın tutumu AB’nin tutumu ile uyum sağlayacağı tüm gözlemcilerin ortak tespiti. İran yalnızları oynuyor.ABD-İran ilişkisi eskiye dayanır. İlişkilerin ete kemiğe bürünmesi 1953 yılında İran petrollerini millileştiren Başbakan Musaddık´ı devirerek iktidari Şah Rıza Pehlevi´ye devretmesiyle başladı. Bu ilişki siyasi, ekonomik, askeri, kültürel, diplomatik vs. tüm alanlarda en son boyuta vardırıldı. Bu ilişki 1979 yılında İran İslam Devriminin iktidara el koymasına kadar sürdü. Humeyni´nin iktidara gelmesiyle ABD´ye karşı bayrak açtı. İran´ı ABD yörüngesinde koparmakla kalmadı, aynı zamanda ABD´nin bölge üstündeki hakimiyetinede büyük oranda darbe vurdu.4 Kasım 1979 tarihinde Tahran´daki ABD Büyükelçiliğin Humeyniciler tarafindan işgal edilmesi ve bunun birbuçuk yıl gibi uzun bir süre sürdürülmesi ABD-İran ilişkilerini had safhaya kadar gerilmesine yol açtı. Ogünden bugüne her alanda iki ülke arasında kıran kırana   bir mücadele sürmektedir. İran, ABD için vazgeçemeyeceği önemli bir ülkedir. Büyük enerji kaynaklara sahip bir ülke olmanın yanısıra Ortadoğu’yu Kafkasya, Ortaasya ve uzakdoğu’ya bağlayan ülke olmakla önemli bir jeostratejik ülke konumundadır. Bu öneminden dolayı başta ABD olmak üzere AB, Rusya, Çin vs. diğer süper güçler İran’a hakim olma mücadelesi veriyorlar. Dünya hakimiyet politıkası peşinde koşan ABD, İran’a hakim olmayı vazgeçmezleri olarak görmektedir.İran’da Şahlık rejimini yıkan ve siyasi iktıdara el koyan Humeyni, İslami hareketi tüm dünya’ya yaymayı hedefledi. Tüm dünya’ya kılıç çekti. Ama gelinen bugün dünya insanlığının nefretini kazanan çağdışı katil bir yönetim olarak anılmayı hak kazandı. Dünya insanlığı için olduğu kadar bölge halklarının çıkarı içinde tasviye edilmesi gereken kanlı ve çağdışı bir yönetimdir. İran Molla rejimin terörizmi sadece ülke içi ile sınırlı olmayıp küresel bir niteliktedir. Küresel islami terörizmin arkasında İran Moll rejimi vardır. İran, uluslararası terörizmi destekleyen terörıst bir devlet kimliğine sahip bir ülkedır. Bu destek sıradan bir destek değildir. Devlet imkanlarının kullanılmasının çok avantajları olduğu tartışılmaz. İran Molla rejimin yıkılması, aynı zaman da küreseleşen islami terörizme büyük bir darbe olacaktır. Her kim ki, kimden gelirse gelsin bu çağdışı yönetimi tasviye hareketine karşı yer alırsa bilinsin ki, bu çağdışı yönetimin suç ortakları olacaklardır. Bugün de bu suç ortaklığını yapanlar vardır. Kimdir diye sorulursa bunlar, Türk, Arap ve Acem ‘sol’larıdır. Kürd millet çıkarları açısında olaya bakıldığında bu gelişmeler lehte olduğu görülüyor. Çünkü bu durum adım adım İran’a saldırı olasalığını giderek bir gerçekliğe dönüştürüyor. İran’a saldırı demek sömürgeci bir ayağın daha kırılmasına yol açacaktır.  Bu da Doğu Kürdistan’a özgürlük getirecektir.Kürd milleti, kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin İran Molla rejimin yıkılmasını destekleyecektır. Çünkü Kürd milleti İran Molla yönetiminde çok çekti ve çekmektedir. 1979 yılında Şahlık rejimini devirerek iktidara gelen Huneyni, yerini sağlama aldıktan sonra toplumu şeriat sistemiyle yönetmek için kolları sıvadı. Kendi yandaşlerı dışında herkese katli helaldır mantığı ile yöneldi. Kürdlerde bu saldırılarda payını almaktan gecikmedi. Humeyni, Kürdleri “Küçük şeytan” ilan ederek hedef tahtasına oturttu. Kürdler katliamdan geçirildi. Kürdlere yönelik katliam bugün de sürmektedir. Peki kendilerini katliamdan geçiren bu çağdışı Molla rejiminin yıkılmasını Kürdler niye desteklemesin?ABD ile İran Molla rejim temsilcileri zaman zaman gizli, zaman zaman açıkça görüştükleri bilinmektedir. Kapalı kapılar arasında ne alıp verildi bilemeyiz. Ama gelinen aşamada ABD yönetimi İran Molla rejim değişikliğini önüne koyduğu anlaşılmaktadır. Kürdler, çıkarları gereği ABD’nin İran Mollalarına yönelik her türlü eylemini desteklemelidirler. 03 Şubat 2006 

Şîroveyeke nû binivisêne

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.