بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی

TÜM DÜNYA KADINLARININ SEKİZ MART KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!

Bugün kendi kendime karar verdim,eşimin yerine bir günlüğüne kadın olmak istiyorum diye
fakat eşim hınzırca gülerek:
"Gene de sen bir erkeksin!" dedi.

Yirmi birinci yüz yılımızın bu 'modern' çağında,insanlık geldiği aşamayla geçmiş çağların çok ilersinde bir yerde duruyor. Klasik anlamda söylersek,insanlık geçmiş tarihi süreçten çok daha 'ileri' bir aşamaya ulaşmıştır. Ama,ne varki bu görünüm ve biçimde öyledir, fakat kadından yana bakışımız hiçbir zaman değişmemiştir.

Bu olgu tüm yakıcılığıyla üstümüze üstümüze geliyor.şu ana kadar okuduğum,incelediğim ve araştırdığım kaynakların yazarları nedense hep çoğunluğu kadınlardan oluğmaktadır. Neden bu sorun tek başına kadınları ilgilendirmektedir acaba? Nedeni açıktır; çünkü hayatın tüm alanlarında olduğu gibi burada da erkeklik ideolojisinin kahredici egemenliğini görmekteyiz.

Hergün,gazetelerde,dergilerde,kitaplarda,haber bültenlerinde kadınlara ilişkin binlerce olayın yaşandığını öğreniyoruz. Aile içi şiddet'den,cinse tacize,tecavuzdan namus belasına töre geleneğine yaşanan bir boğuntu mevcuttur. Hele bizim gibi erkeklik ideolojisinin egemen olduğu toplumlarda kadına yönelik şiddet hayatın tüm alanlrında mevcuttur. Kadının sığınacağı bir alan yoktur..Kadının sığınacağı alan da bile erkek egemenliği vardır.Birde buna kapitalist sömürü de eklenince kadın hayatı tümüyle dramları oynamaktadır.

Ben,kadına yönelik ilk şiddeti babamın anneme karşı uygulamasında gördüm! Korkunç bir durumdur bu ve bunun benim üzerimde bıraktığı tahribatı anlatmak çok zordur.

Devletin baskısı altında preslenen babam, kara kolda jandarmanın dayağı,kazada Kaymakamn gazabı,köyde muhtarın devletten yana olan baskısı karşısında zedelenen; incinen gururunu tekrar kazanabilmesi için evde anneme yöneliyordu. Tüm hıncının,ızdırabının ve cinsel arzusunun karşılandığı bir yerdi annemin bedeni.. Yazın tarlada,kışın ahırda ve arkasında bir yığın çocukla ülkemin kadınıydı anam.

"Tarihte, diyor Engels: ilk sınıf karşıtlığı tek evlilikte,erkek ve kadının uzlaşmaz (antagonizma)karşıtlığının gelişmesi ile çakışmakta,ve ilk sınıfsal ezilme kadın cinsinin erkek tarafından ezilmesiyle ortaya çıkmaktadr."
Gazetelerde,dergilerde karşılaştığımız kadına ilişkin haberleri belki bir çoğumuzu ilgilendirmiyordur,çünkü,orada geçen şeylerin bir başka boyutunda kendimiz varız ve bu o kadar önemli değildir,diye düşünürüz. işte asıl kötülük burada yaşanıyor. Kadın cinsinin kendisinin özgürlüğü veya kurtuluğu onun kendi kaderinin kendisinin tayin etmesini olgusuna sırt çeviriyoruz demektir;kendimize tanıdığımız bir hak? ona reva gördüğümüz demektir.

Yıllar önce bir dergide M.ERTUNÇ adlı bir öğretmenin yazısını okuduğumda korkunç bir acı duymuştum bir erkek olarak. O yazı,aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi: "... Önümde gazete den bir tümce var çarpıyor gözüme; bir parti sloganı 'Oy vermeyin arıya teslim olmuş karıya' Arabistanda zina etmiş bir kadınımda ölümcül taşlar yaşıyor üstüme,Orta Çağ Avrupa'sında cadıyım da alevler yiyor etimi,bir yaşam boyu. Gözüme çarpıyor evet. Dolu gibi yaşıyor. Olasımı çarpmaması? Kim olduğumu soramadım hiç kendime,kimim diyemedim hiç.
(Yeni Aşama Dergisi)

Bu bir kadının çığlığı değil,hayır! Bu tüm kadınların çığlığıdır binlerce yıldır yankılanıp duran ve gene acımasızca boğulup duran kadınların çığlığı. Ya Kürdistan da kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı nasıldır? Kürdistanda kadın nasıl anlatılır? Aile içi şiddetten sömürgeci devlet terörüne kadar yaşayan Kürt kadınları nasıl anlatılır,acaba?

Bu gün, bu sekiz Mart'ın anlamını bilenlerimiz ellerinde kimimiz güllerle gidecekler, sevgililerine,eşlerine ve annelerine..
Ve," Sekiz Mart kadınlar günün kutlu olsun!" diyecekler..Ya sonra? Evet.. ya sonra?

Féminin kelime anlamıyla Fransızcadan türediği şekliyle diği'liktir.Ve bunun günlük literatürü kadıncılıktır. Neden kadıncılık ? Bu bir cins olan insan türü müdür?
Öyleyse neden; modern sınıf savaşımının günümüze kadar olan zincirin halkalarının bir biri ardına kopmasında yatan şeyin, insanlığın bir bütün olarak kendi insanal varlığı içinde bulunduğu (kötü) koşullarından çıkarak iyiye ve daha güzele koşut için olmadık bir eziyete girerken bu eziyetin en ağır yükünü kadınlar omuzlamak zorunda bırakılmıştır.

Toplumların tarihsel gelişme sürecini inceleyen toplumbilimcileri her nedense bu ard arda gelişen ve durmadan alt-üst oluşumunu yaşayan tarihsel sürecin en küçük gözeneğinde
bile KADINA yer vermemiştir.. Yani,tüm bu alt üst oluşların en asıl kahramanı erkekler olmuştur,ne ilginç!
Ne yazık ki,"... bilim tarafsız değildir,diyor Michel ANDREE: bilimin taraflı olmasına toplumsal bakımdan oldğu gibi cinsiyete göre'de tabakalaşmış toplumlarda gelişmesine yol açar. İktidarın erkeklere ait,dolaysıyla eril olduğu bir dünyada tarih bilim,önceleri yanlız güçlülerle ilgilendikten sonra,işçilerin ve köylülerin geçmişteki durumlarına ilgi göstermeye başlamıştır,ama,bu güne kadar kadınların tarihi hep göz ardı edilmiştir."
(FEMİNİZM sf 19.Michel ANDREE)

Nasıl olurda bilim kendi haklılığını tüm meşaketlere rağmen sürdürken,insanlığın ortaya çıkışından bu yana gelişen kadın cinsinin varlığını yadısayabilmiştir. Yoksa bilimde tanrı gibi erkekleştirilmiş miydi?

Her şeye iki kere iki'nin dört ettiği ezberim'siyle kalpplaşmış teorilerle bakmak onu anlamamaktır. Herşey ama herşey (mekanikleşmiş mantığın dışında) kendi karşıtıyla vardır ve bu karışık bir bütünü meydana getirmektedir.
Özel mülkiyet tek taraflı olarak doğmamıştır.Hayır! Yoksulluk ve zenginlik karşıt şeylerdir ve aynı zamanda bir bütünü meydana getirirler. Ayn? şekilde insanlığın üremeside iki karşıt cinsin birlikte var olmasıyla mümkün olmuştur. Öyleyse bu iki karşıtlık kendi doğal şekliyle aynı ve ortak hakka'da sahiptirler.Birinin diğeri üzerinde hak sahibi olması bu ortaklığı tek yanlı olarak ister istemez bozar.Yani,kelimenin tam anlamıyla , birinin özgürlüğü diğerinin tutsaklığına yol açar.

Birde işin bir başka boyutuna kısa değinip geçelim.(bunun tartışmasını en geniş anlamda kendi içimde saklı tutuyorum) insanlığın evrensel savaşımını yürüten dünya sosyalist hareketi'de bu olgu karşısında pek dişe dokunur bir ilerleme kaydetmemiştir.Teorik bağlamda çok şey söylenmesine rağmen pratik olarak kapitalist sistemin kadına yönelik politikasını pek aşamamıştır.
Buna bariz bir örnek verelim.

17 Ekim Soviyet Devriminin akabinden sonra Soviyet hükümetinin birinci kabinesinden Kamu Yardım Halk Komseri olan A.KOLLONTAY daha sonra 1920'de işçilerin örgütlenmesi için partinin kadın sorumlusu olarak görev yaptığı kısa bir süre içinde tarihte eşi görülmemiş bir gayretle kadınların ve çocukların haklarını savunarak yerine getirmeye çalıştı.

Ne var ki 1924'den sonra görevinden uzaklaştırdığı yetmediği gibi o konuda çıkardığı kararnamelerde bir biri ardınca o dönemin iktidarınca geri alındı. (saygıyla anıyorum, iyi bir yoldaştı. Ve onun kişiliği, kadınlık ruhu Stalinist brokrasi tarafından rencide edilmiştir.Örneğin Onun giydiği tantelli kırmızı iç çamaşırları kamoyunda tehiir edilerek susturulması sağlanmış ve ardından İsveç'e diplomat olarak gönderilmiştir.) 1926 sonrası ailenin sosyalizmin bir temeli olarak (tıpkı kapitalizmde olduğu gibi)esas alındı ve o günden bu tarafa 'sosyalist' devrimini (ki bana göre küçük-burjuva devrimidir.)yapmış tüm ülkelerde kadınların konumu Kapitalist ülkelerdeki kadınların sahip olduğu haklarla aynı düzeye getirildi.

Dünyada ve Kürdistanda ki kadınların sekiz Mart kadınlar günü kutlu olsun!
Kadınların özgürlüğü benimde özgürlüğümün garantisidir ve kadınların özgürleşmeye doğru attıkları ilk adım onların özgür olmalarınında bilincidir.
Kutlu olsun!

Şîroveyeke nû binivisêne

The content of this field is kept private and will not be shown publicly.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.