O, hep o adamdı!
Biz de öyle demiştik. Fakat gören körleri, işiten sağırları, müritleri ikna edememiştik. Onlar farklı telden çalmıştı. Yaşamı boyunca kendini Türk egemenlik sistemin kapısına bağlama mücadelesi veren birini Kürd ulusal kurtuluşcu lideri belemişlerdi.
Kimden mi bahsediyorum?
“Ben hep o adamım – Yani senin bir türlü tanımadığın…” diyen Kemal Burkay'dan elbette.
Bu özeliğiyle Kemal Burkay gündemdedir.
Danışıklı, icazetli Türkiye'ye döndü. Dönüşü hakkında herkesin söz söyleme hakkı vardır. Öven de olur, eleştirenlerde.
Övme karşısında mayişiyor, fakat eleştiriye gelmiyor. Suçüstü yakalandığı psikolojisine kapılıyor. Zıvanadan çıkıyor. Küpürüyor. Saldırganlaşıyor.
Burkay, kendisini eleştiren Kürd yurtseverlerini “küp içinde sinek”lere, onu öven Türk egemenlik sistem sahiplerinide “iyi niyetli” ilan ediyor.
Bu tutum Kemal Burkay'ın kişiliğini ve durduğu yeri de adresliyor.
“Ben hep o adamım – Yani senin bir türlü tanımadığın…”
Doğrudur! Kemal Burkay hep o adam oldu.
Kimi çevrelerce bu yanlış algılasada bizim bu algı hatamız olmadı. Daima denildi. Kendini Türk egemenlik sistemin kapısına bağlama çabasını veren kişi dedik.
Yanılmadık!
Dahası var. “Beni tanımiyorsunuz” lafı bize yabancı değil. A. Öcalan'da her konuşmasında dile getirdiği bir ifadedir. Hani Burkay demişti ya! “Bizim dediklerimize geldiler.”
Kim kimden çalmış, kim daha evel söylediklerini savunmaya başlamış bilmiyoruz ama bildiğimiz bu konuda da ne kadar birbirlerine benzedikleridir. Benzerlikler sadece bu olsa, amena. Türkiye'ye gidip kendilerini gönüllü rehine haline getirmeleride ortak noktaları arasındadır. Birisi “hizmete hazırım” derken, ötekisi “katkı sunmaya geldim” dedi.
Gerçi gidişleri biçim olarak farkliydi ama ikisininde gönüllü gittikleri tartışmasızdır.
Kemal Burkay, A. Öcalan'dan 12 yıl sonra gönülü rehine olmak için tantanalı, gösterişli bir uğurlama ve karşılamayla “ülkem” dediği Türkiye'ye dönü. Türk devletinin yetkili kişileri tarafından karşılandı. Onlarla basın karşısına çıktı. Görsel ve yazılı medya da boy gösterdi. Devletin işitmek istediği sözleri sarfetti. Durduğu yeri herkesin gözüne soktu.
Anlaşıldı mı?
Hayır!
O, “Ben hep o adamım – Yani senin bir türlü tanımadığın…” desede şartlanmışlara söz geçiremesiniz. Onlar, olanı değil, görmek istediğini görürler. Bu da bir tarzdır ama kendi kendini kandıran tarzdır.
Kemal Burkay, Ankara'da bir grup aydın, siyasetci ve gazeteci ile katıldığı bir yemekli toplantıda; "Otonomi bölgesel özerkliktir. Bizde otonomi denince ayrı bir devlet kuruluyor diye düşünülüyor, bu sistem ülkeyi bölüp, parçalamaz. Federasyon özerklikten daha geniş, eşitlikçi bir yapı, ille ayrı devlet şartı yok.“
Peki olsa ne olur? Dahası olması da gerekir. Madem bir milletiz, Kürdistan diye bir ülkemiz var, peki niye bağımsız milli bir devlet kurma hedefimiz olmasın?
Kemal Burkay, Kürdlerin millet olmadan doğan bağımsız devlet kurma hakkı vardır ve bu hak tartışılamaz diyememiştir. Devletin “hassasiyetleri”ni gözeterek işitmek istediği sözleri dile getirmiştir. Burkay'ın dile getiremediğini aynı toplantıya katılan İsmail Beşikçi dobra dobra dile getirmiştir.
İsmail Beşikçi; “Bugünlerde Kürt sorunu üzerine en çok çözümden konuşuluyor. Oysaki Kürt sorunu nedir, özünü konuşmak gerekir. Ortadoğu’nun ortasında 40 milyonu aşkın, bölünmüş, paylaşılmış bir devlet var. Ama hiç bir statüye sahip değil. Avrupa devletleri, ve Türkiye, Ortadoğu’nun ortasındaki Kürt mücadelesini terör olarak nitelendiriyor. Kıbrıs, Malta gibi küçük devletler var ama Kürtler 40 milyon nüfus ile küçücük bir siyasi güce, statüye bile sahip değiller. Kürdistan’ı parçalayan devletlerin eleştirilmeleri gerekir. Kürtlerin başına lanetli bir çorap geçirilmiş. Kürtler, kimliksiz ve kişiliksiz bırakıldı. Türkiye, Kıbrıs’ta ne istiyor? (Şimdilerde iki toplumlu federasyon). Kıbrıs için istediğine Kürtler için niye karşı çıkıyor? Türkiye, Filistin için ne istiyor (Bağımsızlık). Kürtler için niye istemiyor?”
İşte bu kadar!
Kemal Burkay, kendi arkadaşlarının söyleyişiyle “Türkiye sevdalısı”dır. TC devletinin icazetiyle Türkiye'ye dönmüştür. Devletin Kürd milli hareketini bitirme planının bir parçası olarak rol üstlenme sözü vermiştir. Karşılığı mı? Gizli pazarlıktır. Biz bilmeyiz ama bir bilen bilir. Kimse merak etmesin. Hiçbir şey gizli kalmaz. Bilenin bildikleri yarın piyasaya düşer.
Herkes aklını başına toplasın.
Türk egemenlik sistemine karşı Kürd milli haklarının mücadelesini veriyorum/vereceğim diyen bir Kürd siyasetcisi devletin icazetine sığınamaz. İcazetçilikle milli kurtuluşcu olunamaz. Ama başka şey olur. Onu da şimdilik ifade etmeyeyim.
Bir insan olarak uzun yıllar ülkesinden kopuk sürgün yaşamış Kemal Burkay ve bir başkasının ülkesine dönmesi elbette eleştirilemez. Eleştirilen zaten bu değildir. Kurcalanması gereken, kendisine milli kurtuluşcu gibi bir misyon biçen sürgündeki bir insanın ülkesine dönüş biçimi ve verdiği mesajlar olmalıdır.
Kemal Burkay'ın dönüşüde bu temelde ele alınmalıdır.
Soru şudur. Kemal Burkay'ın İstanbul'a ayak basmasıyla ne oldu? Bu soruya doğru cevap verilirse sorun anlaşılmış olur. Bu vesileyle Kemal Burkay'ın yeri belli olur.
-
İstanbul vali yardımcısı, Kemal Burkay'ı uçakta niye karşıladı?
-
Burkay, Ahmedé Xane'nın değilde, niye Nazım Hikmet'in “ardılıyım” dedi?
-
Türkiye'ye “ülkem” demesi neyin nesi?
-
Burkay niye koruma istedi. Devlet kime koruma verir? Kemal Burkay'ı kime karşı koruyacak? Her sözün arkasında arkadaşlarım dedikleri her kimse Burkay'ı koruyamazlar mıydı?
-
Koruması altında olan bir güce ki, bu güç TC devleti olduğuna göre ona karşı nasıl Kürd milli kurtuluş mücadelesi verecek?
Sorular çoğaltılabilinir. Cevapta verilebilir. Fakat burada bir sorun ortaya çıkıyor. Översen “iyi insan”, eleştirisen “küp içinde sinek” oluveriyorsun.
Sahi herkesin Kemal Burkay'ın sergilediği tavrı onaylama zorunluluğu mu var?
Tavrına bakılırsa öyle olması gerekiyormuş. Bu tutum tek sermayesi demokrasi kelimesi olan Kemal Burkay'ın ne kadar demokrat olduğununda göstergesi.
Kemal Burkay, onu eleştirenlere kulak asacağına denilenleri manüple etmenin çabası içinde.
“Medyaya yansıdığı gibi, havaalanından dışarıya vip kapısından geçmedim, normal yolcuların da kullandığı bir kapıdan geçtim. Ancak elbet iyi karşılandım.“
Doğrudur valla. Sadece kırmızı halı ve üçpare top atışı eksikti. Bu da olsaydı daha daha iyi karşılanmış olacaktı.
Her neyse! Burkay, Vip kapısından geçmeyebilir. Peki İstanbul vali yardımcısı tarafından karşılanmadığını inkar edebiliyor mu?
Edemez! Kemal Burkay, Türk egemenlik sistemin vali yardımcısı tarafından karşılanarak “onurlandırılmıştır”(!)
Her ne onurlandırmaysa!
Bu noktadan sonra düşünmesi gerekmez miydi Burkay'ın dememiz gerekmiyor. Çünkü o hep o adamdı.
Hep o adam olduğu için Türkler, Burkay'ı bir kurtarıcı olarak lanse etti. Havaya giren Burkay'da konumuna hiçte denk düşmeyen açıklamalarda bulundu.
“Verdiğim mesajların yalnız Kürt kamuoyunda değil, Türk kamuoyunda da iyi niyetli tüm çevrelerde ve sıradan insanlar üzerinde olumlu bir etki yarattığını gördüm...
Oynayabileceğim rolle ilgili beklentileri hem beni hoşnut etti, hem de ürküttü. Hoşnut etti, çünkü yıllardır kararlıca izlediğimiz politik çizginin ve verdiğimiz mesajların boşa gitmediğini, tüm engellere rağmen topluma ulaştığını ve onay bulduğunu gördüm. Beni ürküttü, çünkü söz konusu rolü oynamak için benim ve arkadaşlarımın elinde yeterli güç yok. Hayalci değilim ve siyasetin aynı zamanda güç dengelerine bağlı olduğunu, en azından yeterli kitle desteğine dayanarak yürütüldüğünü bilirim.“
İşte burada Burkay kendini ele veriyor. Kendi kendini yalanliyor. Bir taraftan “yıllardır kararlıca izlediğimiz politik çizginin ve verdiğimiz mesajların boşa gitmediğini, tüm engellere rağmen topluma ulaştığını ve onay bulduğunu gördüm” derken, hemen akibinde “Beni ürküttü, çünkü söz konusu rolü oynamak için benim ve arkadaşlarımın elinde yeterli güç yok. Hayalci değilim ve siyasetin aynı zamanda güç dengelerine bağlı olduğunu, en azından yeterli kitle desteğine dayanarak yürütüldüğünü bilirim” demektedir.
Sormazlar mı? İzlediğiniz politika topluma ulaşmış ve onay bulmuşsa niye kitle tarafından desteklenmiyorsunuz? Niye elinizde güç yok?
Demek ki, izlediğiniz politika topluma ulaşmamış ve onay bulmamıştır. Aklı başında olan biri Burkay'ın söylediklerinden bu sonucu çıkarır.
Kendini koruyamiyorsa, onu koruyacak bir taraftar kitlesi yoksa, Kürd egemenlik gaspı üzeri kurulu Türk egemenlik sistemin kulluk kuvetlerinin koruyuculuğuna kendini teslim etmişse bu kişinin Kürd milleti lehine oynayacağı olumlu bir rolü olamaz.
Burkay, devletle yapılan bir pazarlık sonucu danışıklı, icazetli gitmiştir.
TC devlet yetkilisi tarafından karşılanmıştır. Devlet bakanlariyla basın toplantıları yapmıştır. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kemal Burkay ile Taksim Hill Otel`de bir araya geldi. Duvara büyük bir Türk bayrağı asıldı. Burkay ve Günay bayrağın önüne oturtuldu.
Bu sahneyi en güzel tarif eden Yıldırım Türker oldu.
“Şairin bayrağı olmaz. Bir bayrağın önüne oturtulan şair rehine demektir” dedi.
Doğrudur! Kemal Burkay şu an Türk devleti elinde gönülü bir rehinedir.
Bunu daha önce defalarca kendini zorla Türk devletinin kapısına bağlama mücadelesi veren Kürd aydın ve politikacıları olarak dile getirmiştim.
Bakan Ertuğrul Günay, basına Türk egemenlik sisteminin bilinen şu tekerlemeyi söyledi.
"Biz bin yılı aşkın bir süreden bu yana kardeşçe yaşamış insanlarız. Hangi etnik kökenden, hangi inanç, hangi kültür temelinden gelirsek gelelim tekrar bu birlikteliği, bu kardeşliği anımsamaya ihtiyacımız var.“
Bakan bunları söylerken inandı mı, inanmadı mı dediklerine vurgu yapmanın bir anlamı yok. Sistemin sözcüsü ve dedikleri konumuna uygun. Merak ettiğimiz bu değil, Kemal Burkay'ın söylenenler karşısında ne hissetiği.
Pardon! Onu da demek gerekmiyor. Çünkü o hep o adamdı.
“'Bin yılı aşkın bir süreden bu yana kardeşçe bir yaşamışlık' varsa ben Kemal Burkay olarak niye 31 yıl sürgün yaşadım” diyemez miydi?
Demedi! Çünkü o hep o adamdı.
Kürd milli kurtuluşcusu olunsaydı; “Ya bakan birbirimizi kandırmayalım. Birbirimizi çok iyi tanırız” derdi.
Burkay bu tavrı koyamadığı gibi, “Bakan'nın gösterdiği nezaketen dolayı teşekkür ederim” diyerek gözünün içine baka baka yalan söyleyen Bakan'ın yalanlarını kafasını salayarak onaylamış oldu.
Kemal Burkay, bunu kendine yakıştırıyorsa bize de yakışır kendisine demekten başka söz düşmez. Doğru ya! Çünkü o hep o adamdı.
Yanlış anlaşılmasın. Ben Kemal Burkay'ın yerini tayin etmiyorum. Kendisi tercümeye mahal vermeden bulunduğu yeri açıkça ifade ediyor.
“31 yıl sonra, yurt içinden…“ başliklı yazısında Kemal Burkay; “Şimdi ülkedeyim” diye yazmaktadır.
Ne demek bu? Kemal Burkay İstanbul ve Ankara dışında bir yere gitmiş değilken bu ne anlama geliyor? Kemal Burkay'ın ülkesi neresi? Kişi olarak Kürdistan diye biliyordum. Çoğu insan da böyle bilirdi. Demek ki, yanlış bilmişiz. Kemal Burkay'ın ülkesi Kürdistan değil, Türkiye imiş.
Dünya da sömürge bir toplumun siyasal aktörleri sömürgeci ülkeyi “ülkem” diye atıfta bulunduğu örneği yoktur.
Fakat kendilerini Türk egemenlik sistemin kapısına bağlamış ve bağlama çabası veren Kürd aydın ve siyasetçilerde bu hastalık epeyce yaygındır.
Bu, bir paradokstur. Literatörde bunun adı da vardır. Onu da söylemeyeyim. Fakat telefuz edildiğinde cuk diye yerine oturacağına emin olabilirsiniz.
Kemal Burkay, iftar yemeğine de katılmış. Alevi Kemal Burkay ve iftar yemeği.
Uzatılan mikrofonlara; “Elime silah almadım. Silahların susması için üzerime düşeni de yaparım" demiş.
Abuuuuuuuuuu!
Bu işte bir terslik var.
Neyse diyelim!
Alevi olupta Sunni softada bağdaş kuran çok dönme gördük. Kişisel tercihtir deyip geçebilirsiniz. Bu bir yana. Eline silah “almamış “Türkiye sevdalısı” Kemal Burkay, başkasının elindeki silahları nasıl susturacak? Elinde sihirli değneği mi var bu adamanın? Veya bizim bilmediğimiz bir kerameti mi?
İşte Hakkari'deki PKK eylemi ve Türk ordusunun Kürdistan dağı taşını bombalaması. Kemal Burkay, dönmüşken bunlara niye “müsade” ediyor diyesi geliyor insanın.
İyisi mi iyi saatlerde olsun diyelim.
Apocu kesime oldum olası sıcak bakmadım. Varoluş veya varediliş konusunda ve onun tasviyesi Kürd milli çıkarına olduğunu defalarca yazdım. Kimse sağa-sola çekmesin. Apoculuk farklı, şu an onun tahakümü altındaki yurtsever Kürd kitlesi farklı. Apoculuğun tasviye edilmesi Kürd milli çıkarınadır derken yurtsever Kürd kitlesi tasviye edilsin anlamı çıkarılmasın. Bu bir yana.
Orta da bir başka yanlış ve tehlikeli düşünce daha dolaşmaktadır. Bu düşünce, Kürdistan'a dayatılmış statükonun devamını savunan kesimler tarafından savunulur.
Nedir bu düşünce?
Türk devleti Kürd silahlı güçlerine karşı mücadelesinin meşruluğudur.(!) Bunu Türkler savunsa eh sömürgecidirler deyip geçebilirsiniz. Fakat bunu Kürd “yurtseveriyim” diyen birileri tarafından savunulursa onu paklayacak hiçbir gerekçe yoktur. Bundan birkaç ay önceleri Sezgin Tanrıkulu'da bu düşünceyi ileri sürmüştü.
Şu an da aynı düşünceyi Kemal Burkay; “PKK’nın tek yanlı ateşkesi faydalı olur. Ama gerçekçi olanı devlet ve PKK’nın silahları bırakmasıdır. Böylece diyaloğa fırsat verilir. Bu, devletin, silahlı gruplara karşı silahı bırakması gerektiği anlamına gelmiyor. Ama karşılıklı olarak silahların susması sivil siyasetin önünü açar.“
Allah aşkına, Türk işgal ordusunun Kürdistan'da meşruluğunu savunan biri veya birileri nasıl Kürd politikacısı olabilir? Fakat ne yazık ki, Kürdler arasında olabilir düşüncesi yaygın. Terslikte burada ya.
Türk işgal ordusunun Kürd gerillasına karşı savaşına meşruiyet kazandıran birilerinin yurtseverliği tartışılır. Türk ordu güçlerini kendi kulluk görevi misyonu veren birileri Kürd yurtseveri olamaz. İşgalci Türk ordusunun Kürdistan'daki varlığına meşruiyet kazandıran birileri, bu gün polis koruması kabulleniyorsa, yarın da asker korumasını kabullenir. Bunun Kürd yurtseverliğiyle nasıl bağdaşlaştırıyorlar anlamak zordur.
Düşmanın sofrasında bağdaş kurdun mu, lokmasını yedin mi kendin olamasın.
Bu adam olduğundan farklı kendisini tanıttı ve birileri bu adamı farklı tanıdı. Fakat şu an konuşan aslidir. Hısar yok. Ne eksik, ne fazla. Karşımızdaki “Türkiye sevdalısı” Kemal Burkaydır. Yani o, hep o adamdı.
Bir de şunu söylemez mi?
“Ben federasyonu savunuyorum.”
Hayda!
Nasıl oluyor abe bu işler? Türk bayrağı ve Türk'ün atasının posteri önünde Türk egemenlik sistem sahipleriyle Kürd milletinin geleceğini tayin etmeye kalkanın ismi, ünvanı ne olursa olsun düşman sofrasında lokma yemenin karşılığı kadar kendilerine alan açılır. Bu alan kimseyi iflah etmez. Kürd tarihinde bunun sayısız örneği var. Cemili Çeto, Heci Bedir Ağa yakın tarihimizin örnekleridir.
Tarih tekerür ediyor. Fazla uzağa gerek yok. Hoybunculara oynanan Türk oyunu yeniden sahnede. Değişen bir şey yok. Akıllananda yok.
İnsan “Türkiye sevdalısı” olunca işler böyle yürüyor.
Federasyon kimseye tepside sunulmadığı lafla da savunulamaz. Bu adam ve adamlar eline silah almayı suç ve günah saydıklarına göre federasyonu korumak için Türk ordusundan ödünç bir güç mü alacaklar? Devletin ordusuna karşı “silahlı grupları” meşru görmediklerine göre dediğim gibi Türk ordusundan koruma gücü almayı düşünüyor olmalılar.
Doğru ya!
Kim ne derse desin Kemal Burkay “Türkiye sevdalısı”.
Kendi değişiyle; “Ben hep o adamım – Yani senin bir türlü tanımadığın…”
Onu olduğu gibi tanımayanların vah haline.
Biz kendisini iyi tanırız.
19 Ağustos 2011