Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 18 May 2011

Bilindiği üzere 12 Haziran 2011 seçimlerine giderken Türkiye, beklide tarihindeki en ilginç seçim sürecini yaşamaktadır. Aday listelerinin kesinleşmesi sürecinde doğal olarak bu alanda ki heyecan sadece aday adaylarında söz konusu oldu. En “demokrat” olan CHP 29 ilde “önseçim” yaparken BDP “bağımsız” adayları için “Demokratik Çözüm Çadırları’nda”, “demokratik eğilim” yoklamaları yaparak adaylarını belirleme yoluna gitti. Aday adaylarındaki bu heyecan da 12 Nisan’da biterken, bu günden itibaren dargınlar, küskünler, hayal kırıklığı yaşayanlar evlerine çekilerek dört yıl sonrasını beklemeye koyuldular.

Bu seçim sürecin de sistem sahiplerinin sistemi korumadaki kararlılıkları ile oluşan ortaklıkta gerçekleşen rol paylaşımı gereği en çok heyecanlanan kesimlerden biride Öcalan sayesinde Türklere benzemek zorunda kalan Kürdler ve Kürdlerin oyları ile milletvekili olacak Türk solcusu komiserlerimizdirler. Bu cephe de Kürdi ve Kürdistani hiçbir talebi olmadığı halde Kürdistan siyasetini ağırlıklı olarak kontrol eden Öcalan/PKK bence Kürdlerin önemli bir açmazıdır. Türkiye’de adeta Ergenekon’a karşı tutumun, demokrat olmanın kriteri haline geldiği bir süreçte her cümlenin başına “demokratik… “ kavramını yerleştiren Öcalan/PKK, “demokratik Ergenekon” denilebilir noktadaki ölçülerde vesayetçi, darbeci, marjinal Türk solu ile stratejik birlik yaparak protokol imzalarken, Öcalan’a biat kültürü ile varlık gösterebilme noktasındaki bir kesim Kürdler’de kendilerini “aç tavuk” misali darı ambarında görerek “Kürd Seçim Bloğu” hayalini seslendirdiler. Bu, aslında Öcalan’ın hiç kimseye hiçbir kişilik vermeden, kendi disiplin anlayışı içinde, hem Türk solunu hem de Kürdleri aldığı rol gereği kontrol altın da tutma operasyonu idi. Yani bu, derin devlet’in Öcalan üzerinden uygulamaya koyduğu çok sesliliği makul ölçüler ile sistem içinde tutma operasyonudur.

Bu çalışmalar da darbeci Türk solu ile yapılan ittifak kural ve kaidelere uygun, kimseyi rencide etmeden, belli kurallar çerçevesinde protokole bağlanan şartlar içinde tarafların açıkladıkları gibi stratejik bir birlik çerçevesinde yapılmıştır. Bunun eksiklerini tartışmak, eleştirmek ayrı bir konudur. Türkiye’de sayıları 20 kişiyi geçmeyen, çoğunun ismini Kürdlerin duyması bir yana Türklerin dahi duymadığı gurupların bile burada temsil ediliyor olmaları ve bunların oluşturduğu cephe den 4 adayın yer alması ilginçtir. Bu çalışma da Öcalan/PKK, Türk tarafında gördükleri rahatlığı Kürd tarafında maalesef göremiyorlar. Çünkü son 30 yıl içinde Öcalan/PKK, Kürdler arasında hiçbir ittifak girişimine müsaade etmediği için kişilikli bir duruşu ne Öcalan/PKK tarafında nede onlar dışındaki Kürtler tarafından görmek mümkün olmadı. Belki denilebilir ki 1992 “protokolü” vardır. Ancak oda yine eşitsizlerin arasındaki bir “protokol” olduğu için uygulanma şansı olmadı. Yani devletin ve Öcalan/PKK’nın, şiddet yolu ile gerçekleştirdikleri tek seslilikten dolayı Kürdler arasında şiddete dayalı olmayan birliklerde devlet ve Öcalan oldukça acemidirler. Mesela Öcalan/PKK Türk solu ile ittifakta sıkıntı yaşamıyor. Çünkü hazır reçetelerle klişe kavram ve sloganlarla bunu yapmaktadırlar. “Anti-emperyalizm”, “emperyalizmin Irak ve Afganistan işgaline karşı olmak”, “Libya müdahalesine karşı olmak”, “İsrail karşıtı” olmak gibi sloganlar ile bunu yapmak kolaydır. Ancak 2011 yılındaki Kürdler bence aynı noktada değildirler.

Çünkü Öcalan Kürdistan tarihini kendisi ile başlatırken kendisi dışındaki hiçbir olayı ve kişiyi muhatap veya alternatif bir noktada görmediği için herkesi mürit olarak biat etmeleri noktasında görmüştür. Hatta Öcalan’ın bu tutumundan dolayı farklı Kürd sesleri bile kendilerinin böyle olduklarını bir anlamda kabul ettiler. Dolayısı ile 35 yıllık geçmişleri olan Kürd siyasal yapıları PKK karşısında hep cılız ve sığıntı olarak kaldılar. Hatta bu yapılar, beklide büyümenin yolunun kitlelere inmek, kitlelerle buluşmaktan öte Öcalan/PKK ile yakınlaşmaktan geçtiğini düşünme noktasın da oldular. Dolayısı ile onlar da son 30 yıllık süreçte yaratılan kirlilikte Öcalan/PKK kadar kirlenerek şartsızlaştılar. Bundan dolayı tek şartları biat esaslarında Öcalan tarafından kabul edilmek oldu. Öcalan buna rağmen bu güne kadar ciddi anlamda biat etmeleri şartın da bile kabul etmeye hiç yanaşmadı. Bu son çalışma bence Kemalizm açısından son derece başarılı bir çalışma olmuştur. Çünkü bunun esas esprisi son 30 yıllık uygulamalarda devlet-PKK “kutuplaşmasında” kirli savaşın kirli taraflarınca topluma uygulanan şiddet sayesinde yarattıkları “tek sesliliğin” “tek renkliliğin” son dönemlerde bozulması ile oluşan ses ve renk zenginliğine olan bir tahammülsüzlüktür. Bu tahammülsüzlüğe bütün ısrarlara rağmen, şiddet ile çaresi bulunamayınca sivil siyaset alanına kaydırılması ve içinde eriterek, kişiliksizleştirerek kontrol altına alınması amaçlanmıştır. Bu, devletin derinlerindeki “akil adamlar” komisyonunun Öcalan üzerinden uyguladıkları bir çaredir.

Derin devlet CHP-MHP ile bazı Ergenekon üyelerini merkez sağın gelecekteki aktörlerini meclise taşınırken, BDP kanalı ile de siyasal “birlik” esprisi ile kurulacak “devrimci” ortaklıklarla kontrol dışı olma ihtimali olanların meclis yolu ile elde tutulması amaçlanmıştır. “Gurup disiplini” algısı ile “Öcalan’a biat” sağlanmaktadır. Bu operasyon aynı zaman da Kürdlerin bazı entelektüel Türk solcu komiserler ile de denetlenmesi operasyonudur. Bu nedenle Türk solunun bile kabul etmediği ve kuşku ile baktığı Ertuğrul Kürkçü bu seçim ile yeni komiserimiz olma yolundadır.

İşte bundan dolayı Öcalan, şartsızlaştırılan, sıradanlaştırılan bazı Kürd kesimlerini, birer muhatap olarak almadan, birer kurum olarak kabul etmeden, ulufe dağıtma noktasında kabul edilmelerini önlerine koydu. Zaten aday listesinin son onay makamı olan Öcalan’ın yaklaşımı bunu ortaya koymaktadır. Öcalan “biat eden herhangi birini aday edebildiğim gibi Şerafettin elçi’yi, Bayram Bozyel’i, Altan Tan’ı da aday edebilirim” diyerek gurup disiplinini önlerine koymuştur. Bu konuda herhangi bir ortaklaşma organına ve kuralına ihtiyaç duymadan, atanmış bir “aday belirleme komisyonu” marifeti ile yaratılan bilgi ve tavır kirliliği sonucun da Şerafettin Elçi ve Bayram Bozyel “aday” gösterildiler. Hak-Par ve Kadep çevrelerinde bunu memnuniyetle karşılanmış ve bu durum “Kürd seçim bloğu” olarak lanse edildi ise de Kadep ve Hak-Par cephesin de aynı tepkinin gelmediğini görmek gerekir.

Bir kere nerden ve hangi ahlak ve amaçla aday olduğu önemli olmayan Kadep genel başkanı Şerafettin Elçi için bunun bir önemi olmayabilir. Çünkü yıllardır “küçük olsun benim olsun” mantığı ile sözüm ona “farklı bir Kürd duruşu” olarak gözüken Elçi, bir yandan farklı Kürd inisiyatif ve girişimleri ile birlik görüşmeleri içinde iken bir yandan da böyle bir çalışmanın içinde olması son derece garip bir değerdir. Çünkü Sayın Elçi esasın da bütün amacı son bir kez de olsa milletvekili olma tutkusundan dolayı daha önceleri ANAP, FP gibi partilerden aday olma girişimleri ve CHP’den aday olduğu gerçeğine karşılık bu gün AKP’nin yer vermesi durumunu da ret etmeyeceği de bir gerçek olurken Öcalan’dan bu anlamda olur alması şaşılacak bir durum değildir. Dolayısı ile bu noktada bir ahlaki kırılmanın yaşanması söz konusu değildir.

Hak-Par açısından bakıldığında ise sanıyorum biraz farklı bakmak gerekir. Hak-Par’ın bu noktaya gelmesi aslında Bayram Bozyel’in genel başkan olması ile başlayan bir süreçtir. Bozyel genel başkan seçildikten kısa bir zaman sonra katıldığı darbeci, marjinal Türk sol partilerinden birinin kongresinde yaptığı konuşma da ’kurucu genel başkanımızın bazı hassasiyetlerinden dolayı bizi yanlış bir kulvarda gördünüz. Aslında öğle değildir” mesaj ile sanıyorum bu gün gelinen noktanın işaretini veriyordu. Geldiği noktada problemler olsa bile Hak-Par üç yıl da evrilerek bu noktaya getirildi demektir. Seçim sürecinin başlaması ile oluşan diyalogun aslında bundan önce geliştirildiğini görmek gerekir. “Ana dille eğitim kampanyası” ortaklığı, “Demokratik Özerklik” tezini ret etmekle birlikte kurulan “demokratik çözüm çadır”larına destek ziyaretleri hatta ”Dikey şiddeti” arkasında tutan ama biçim olarak da “yatay şiddet”e dayanan sözüm ona “sivil itaatsizlik” eylemlerini destek ziyaretleri bunun alt yapısını tamamlamaktaydı. Aslında bu gelişmeler ile varılan nokta Kürdistan’da derin devletin Öcalan üzerinden uygulamaya koyduğu operasyonun adım adım uygulanmasının sonucudur. Bundan dolayı da Öcalan’ın dediği gibi “gurup disiplini içinde kalmaları” çerçevesinde aday gösterilmişlerdir. Zaten bunların aday gösterilmelerinde herhangi bir kriter ve kural, kaide de yoktur. Öcalan ’ben herhangi bir Kürdü biat etme şartı ile aday edebileceğim gibi Şerafettin Elçi, Bayram Bozyel, Gani Şavata, Altan Tan gibilerini de aday edebilirim” demiştir. Ancak seçilip seçilmemeleri ise ayrı bir konudur.

Bu tutum önce Hak-Par tarafından ret edildi. Ancak gelinen aşama da bu diyalog’un Hak-Par’da bir kırılmaya sebep olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bu güne kadar çeşitli açıklamalar yapılmakla birlikte genel başkanında açıklamasından anlaşılıyor ki mesele salt sayı ve yer konusu ile sınırlı değildir. Bazı açıklamalar ret edilmekle beraber Öcalan’ın sistemi korumak adına üstlendiği görev çerçevesinin bile tartışıldığını söylemek gerekir. Hatta bu olumsuz etkilenmeden olacak ki hiçbir sebebi yokken 16.04.2011 günü Hak-Par seçimden çekildiğini yüksek seçim kuruluna bildirmiştir. Seçimden çekilen Hak-Par genel başkanı yine hiçbir gerekçe açıklamadan “bağımsız adaylar” lehinde seçimden çekildiklerini açıklamaktadır. Bu noktada şunu söylemek mümkündür, Öcalan’ın kişiliksizleştirme, şartsızlaştırma, ilkesizleştirme operasyonunda en büyük payı Hak-Par almıştır.

Diğer bir ilginçlik ise BDP’nin desteklediği bağımsız adayların bir kısmının adaylıklarının veto edilmesi. Veto edilenlerden ikisinin halen milletvekili olmaları sürecin ilginçliklerindendir. Derin devletin sürece müdahalesi çok net olarak görüldüğü halde hala bunun başka yerlerde sebebinin aranması ortak konseptin nasıl işletildiğini gösteriyor. Çünkü 30 yıllık 82 anayasasının maddesi ihtiyaç halinde uygulamaya konuluyor. 24 saat içinde yaratılan manzarada ise şiddet tanrılarının ihtiyacı olan can alındıktan sonra aynı anayasa maddesine karşı yapılacak bir hille ile meselenin çözüleceğinin işaretleri göünkmektedir. Bu “veto”lara karşı konulacak alternatif tavırın ulusal demokratik birlik esaslarında merkezi parlamentoyu ret ederek Kürdistan parlamentosunu toplamak olması gerektiğini söylemek mümkündür ancak yaratılan bu fırtınalı ortam da bunun pek mümkün olmadığı görülmektedir. Çünkü Ankara merkezli aşıklarıın buna müsaade etmeleri mümkün değildir.

[email protected]

Kurdınfo Akt.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.