İbrahim Güçlü
Kürt okumuşlarının Kürt ulusal direnme ve isyan hareketlerinden sonra: Kürt devletini istememeleri, Kürt devleti için mücadele etmemeleri ve riskleri göze almamaları, Türklerden ayrışmadan yana olmamaları ve entegrasyonu istemeleri, bir yapısal durum almıştı. Bu nedenle, uzun bir dönem kendi başlarına, kendileri, Kürt milleti adına siyaset yapma refleksleri, kendi kimlikleriyle siyasete katılımları söz konusu olmadı.
Bu yapısallıktan dolayı Kürt okumuşları, Türk siyasi yapılarının ve partilerinin arkasına takılmak durumunda kaldılar.
Kürt okumuşlarına, Türk Devleti'nin kurucusu olan CHP'de, ilk kuruluş dönemlerinde Kürtlere yapılanların örtbas edilmesi ve meşrulaştırılması için Kürt olduklarını ifade etmelerine izin verildi. Ama Türk Devleti'nin ayaklarını yere sağlam basmasından sonra, CHP'de siyaset yapan Kürt okumuşlarının, kendi kimliklerini dışa vurma, kendi kimliklerini onurla açıklama olanakları ortadan kalktı. Despotik, faşizan, otoriter bir dönem başladı.
1946 yılında Kürt okumuşları iki partide (CHP ve DP) siyaset yapmaya başladılar. Bu dönemde de Kürt okumuşları, kendi ulusal kimliklerini göğüslerini gere-gere ifade etmedikleri gibi, Kürt ulusal hakları konusunda da bir düşünce ve istek sahibi de olmadılar. Bu genel yapı içinde, küçük bir farklılık söz konusuydu. O farklılık da, Kürt egemen sınıflarından gelen şahsiyetler ve Kürt okumuşları, DP içinde siyaset yaptıkları zaman, daha insani ve sosyal bir toleransla karşılandılar. Çünkü Demokrat Parti, CHP karşısında gerçekten iktidar olmak, asker ve sivil bürokrasiye karşı halk güçlerini yanına çekmek istiyordu. Bu bağlamda da, Kürt halkı önemli bir fiziki, siyasal, sosyal güç konumundaydı. Bunun yanında ve bu durumla tezat oluşturan durum, binlerce Kürdün tutuklanması, bazılarının idam edilmesinin projelendirilmesi, en sonunda da sağ duyulu ve vicdani müdahaleler sonunda 50 Kürt öğrenci ve aydının tutuklanması ile senaryonun sınırlandırılması o dönemde hayata geçirildi.
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinden sonra, Demokrat Parti tasarruflarına karşı gelen ve o tasarrufları ortadan kaldırmak isteyen askeri yönetim, Kürtlerle ilgili hiçbir değişikliği gündemine almadığı gibi, Kürtler için bir özgürlük alanını açma çabası içinde de olmadı. Tersine Kürt ağa, bey, şeyh, okumuş kesimlerinden 600 kişiyi Sivas'ta kamplara alarak tecrit ettiler, kendilerine esir muamelesi yaptılar. Sivas Kampında tutulan 55 Ağa, bey, şeyh, okumuş da birkaç ay sonra Batı'da değişik Türk şehirlerine sürgün edildiler. Buna rağmen, darbe sonrası Türk siyaset alanında gündeme gelen çoğulculaşma, egemen sınıflar siyaseti ve siyaset yapılanması yanında, sol ve sosyalist siyaset alanının açılması ve eklemlenmesi, Kürt okumuşlarının Türkiye İşçi Partisi'nde (TİP) kendi etnik kimliklerini ifade etme, sınırlı da olsa Kürt haklarını savunma, ama Kürtler ve Kürt milleti adına siyaset yapmama konumu söz konusu oldu.
1965'lerden sonra Kürt okumuşları açısından bir kırılma yaşandı. 1965 yılında Kürt okumuşları, Kürt milleti, kendileri adına siyaset yapmaya başladılar. 1969 yılında DDKO'nun kuruluşuyla birlikte Kürt okumuşlarının Kürt milleti ve kendi ulusal kimlikleriyle siyaset yapma hareketi bir genişlik ve yaygınlık kazandı. 1974'ten sonra bu hareket tarzı, Kürt milletinin ulusal hakları ve bağımsızlığı için mücadele konumuna kavuştu.
Kürt okumuşları büyük bir bölümüyle o tarihten sonra Kürdistan'ın bağımsızlığını, Kürt milletinin özgürlüğünü ve devlet olmasını somut amaç haline getirdiler.
Son yıllarda da bu konumda büyük bir kırılma yaşandı. Özellikle de 12 Eylül Askeri darbesi sonrasında, Kürdistan'daki bağımsızlık hareketinin halkçı ve demokrasiye yatkın kesiminin tasfiye ile karşı-karşıya kalması; Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirilmesinden sonra Kürtlerin hem kuzey ve hem de diğer parçalarında otonomi, federe, devlet hakkına sahip olmadığını mahkemede açıkça ilân etmesi; “Demokratik Türk Cumhuriyeti“ peşinde koşmaya ve koşturmaya başlamasından sonra, hem Kürt ulusal hareketi ve hem de Kürt okumuşları için yeni bir fay hattı oluştu, bu fay hattı giderek açılmaya ve kırılma noktasına geldi. Kürt siyaset sınıfı için genel olarak bir belirsizlik ve hedefsizlik ortaya çıktı.
Geçmişte de Kürdistan'ın bağımsızlığı konusunda kararlı olmayan, Kürdistan'ın bağımsızlığı çerçevesinde bir düşünce ve davranış tarzı içinde olmayan Kürt okumuş kesimi için daha kolay kaçamak alanı yarattı.
Türkiye kamuoyu tarafından tanınan Kürt okumuşlarının bir kesimi, son zamanlarda “Kürtlerin Türklerle ayrışma duygusundan“, “Kürtlerin Türklerden psikolojik farklılaşmasından“, “Kürtlerin radikal uçlara itildiği“, “bölünme tehlikesinin olduğu“ gibi tespitler yapıyorlar. Bu kervanın elemanlarından biri de, Türkiye kamuoyu tarafından Diyarbakır Barosu eski başkanı olarak tanınan Sezgin TANRIKULU'dur.
Taraf Gazetesi yazarı Neşe Düzel'in Sezgin TANRIKULU ile yaptığı ve 31 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanan röportajda, bu görüşler, kaygılar yine ifade ediliyor. Bu durum, giderek salgın bir hal aldığını söylemek de yanlış olmaz. Bu da, özel olarak Kürt okumuşları ve genel olarak Kürt ulusal hareketi için “çanlar kimin için çalıyor?“ sorusunu sordurtacak durumda.
Kürt okumuşlarının bir kesiminin bu yaklaşımı, endişe ve duyguları; Kürtlerin devlet olmasını istemediklerini ifade ettiği gibi, Kürtlerin böyle bir hakka da sahip olmadıkları düşüncesini de yansıtmaktadır.
Kürt okumuşların bir kesiminin Kürt Devleti'ni istememelerinin anlaşılırlığı olduğu gibi, bu hakka ve talebe sahip olan Kürtlerin olabileceğinin de bir meşruiyeti vardır. Fakat meşru ve doğru olmayan, Kürtlerin Devlet hakkına, devlet olmalarına karşı çıkmaktır.
Bütün uluslar bağımsızlık ve devlet olma hakkına sahiptirler. Bu hakları nedeniyle de, yüzlerce millet insanlık tarihinin değişik aşamalarında, özellikle de 1789 Fransız Devriminden sonra devlet oldular. Son 20 yılda onlarca yeni ulusal devlet kuruldu. Sovyetler Birliği bünyesindeki ulusların glasnost ve perestroika sonrası 16 devlet, birçok özerk ve federe devlet oluşturmaları; Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti'nin 6 devlet olması en son örneklerdir.
Bu son aşamada devlet olan ulusların birkaçının nüfusu bir milyondan fazla değildir.
Ayrıca, hiçbir millet de devlet olmayacağım demez. Karadağlılar, Kosovalılar, Filistinliler bunun en somut örnekleridir. Karadağlılar, Kosovalılar devlet olmakta ısrarlı oldular, BM'nin federe devlet olma kararlarına karşı çıktılar, referandum sonucu bağımsız devlet oldular.
Tartışmasız olan bir şey var ki, Kürt milleti de devlet kurma hakkına sahiptir. Kürt aydınlarının, okumuşlarının, siyasetçilerinin buna karşı çıkmaları, Kürtlerin psikolojik ve ruhsal olarak Türklerden ayrışmalarını istememeleri, oldukça garip, tanımlanması zor, sömürgeci kültürün içselleşmesinin trajik bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır.
Kürtler ayrı bir millettir. Kürt milleti, ayrı bir tarihe, kültüre, dile, ruhi ve psikolojik şekillenmeye sahiptir. Türklerle hiçbir psikolojik ve ruhsal yakınlığı da söz konusu değildir.
Bu bağlamlarda, Kürt aydınlarının, siyasetçilerinin, okumuşlarının kendilerini gözden geçirmeleri, hakları olmayan tasarruflarda bulunmamaları gerekir.
Amed, 16. 06. 2010
Re: Kürt okumuşlarının devlet istememeleri ve Türklerden ayrışma