Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 20 October 2009

“TÜRK“ÜN “GAYRIMÜSLİM“LE İMTİHANI[*]

SİBEL ÖZBUDUN

“Hukuk mu!
Bana ne hukuktan?
İktidar bende değil mi?“[1]

“Hakikâten bakıyorsunuz bilgide Yahudi ve Musevilerin çok ciddi keşifleri var. Bu icatları sebebiyle oturdukları yerden para basıyorlar. Telefonun geçmişine baktığımızda orada onu görüyorsunuz. Ampulde, enerjide onu görüyorsunuz. Onlar, durdukları yerde hâlâ bunun rantını almaya devam ediyor. Aynı şekilde iletişimde bunu başarmış. Hâlâ rantını almaya devam ediyor.
Parayı da tabii iyi yönetiyor. İstanbul'daki Yahudi vatandaşları şöyle bir inceleyin. Ben belediye başkanlığım dönemimde inceledim. Çoğu mülk sahibi olmazlar. En iyi yerlerde kiracı olurlar. Niye? Mülk sahibi olduğu zaman o para kayıptır. Ama parayı çalıştırdığı zaman en güzel yeri de kiralar, orada oturur. Kirasını öder. Ama para devamlı üretmeye devam eder. Onun hesabını da gayet iyi yapar.“[2]
Yo, bir memur emeklisinin mahalle kahvesinde pişti çevirirken giriştiği bir geyik muhabbeti değil bu. Belki de inanmayacaksınız ama bu ülkenin başbakanının akademik yılın açılışını yapmak üzere gittiği bir üniversitede yaptığı konuşmadan bir pasaj...
Ve de, mahalle kahvesinde pişti çeviren ortalama Türk vatandaşının bilincinin derinliklerindeki, gayrımüslimlere ilişkin birkaç klişeden birini çok iyi yansıtıyor: Dünyayı yönetmek için yaratılmış, soylu, adil, ama ticarete aklı ermeyen Türk'e karşı “işini bilir, bezirgân Yahudi“...
Karşı tarafı takdir eder göründüğü anda dahi onu aşağılayan, “oturduğu yerde para kazanan, işini bilir, uyanık tüccar“ derkesine yerleştiren bir “lapsus“... “Mozaikçi“ Başbakanın “hoşgörü“sünün sınırları sandalyesini dükkânının önüne atmış tespihini çeken İç Anadolu manifaturacısınınkiyle örtüşüyor, besbelli.
Aslında Türklerin her seferinde kaldıkları bir sınav bu galiba... “İçimizdeki“ gayrımüslimleri “nereye“ yerleştireceğini bilememek... Kürdü “kart-kurt-kürt Türkü“ ilan eden, darı gördüğünde “kız almışız, kız vermişiz, etle tırnak gibiyiz“ yaveleriyle bağrına basmakta tereddüt etmeyen, gel gör ki tarihinden çıkardığı en önemli ders araziye uyup göze batmamak olan, bir avuç Yahudi'yi, Ermeni'yi, Rum'u, Süryani'yi, sürekli olarak “tehdit potansiyeli“ olarak algılayan “tarihî“ bir sakarlık... En iyi ihtimalle, “gayrımüslim kapı komşusu istemem“, diyen, tepesi atınca “köpekler ve Yahudiler giremez“ pankartını sallayan, en kötüsüyle ise, Hrant'ın katiliyle sarmaş dolaş poz veren... Yalnız bir halk değil, aynı zamanda, belki daha da çok, bir devlet geleneği...
T.C. tarihinin İttihat ve Terakki'den devralınıp sürdürülen, kesintisiz bir “gayrımüslim/sizleştirme“, “Türkleştirme“ tarihi olduğu, T.C. uyruğu da olsalar gayrımüslimlerin statüsünün “sözde yurttaş“tan bir adım ileri gidemediği, son zamanlarda -neyse ki- sıkça terennüm edilir oldu. Ve yalnızca son tanıkları nicedir bu dünyadan göçmüş bulunan “Büyük Felaket/Ermeni Soykırımı“, Mübadele rezilliği, Trakya Faciası değil, mağdurlarının bir kısmı hâlâ aramızda yaşayan “Varlık Vergisi“ ve “6-7 Eylül“ gibi, bu tarihin uğursuz merhalelerine ilişkin belgeler giderek daha fazla günışığına çıkmaya başladı. Yeni araştırmalar, ilk-orta mekteplerde bize belletilen “hoşgörü masalları“nın, evet, sadece “masal“dan ibaret olduğunu kavramamızı sağlıyor.
Bu araştırmalardan sonuncusu, Ali Sait Çetinoğlu'nun hazırladığı Varlık Vergisi 1942-1944. Ekonomik ve Kültürel Jenosid[3] başlıklı çalışma. Çetinoğlu, “Önsöz“de, arşivlere giriş izni alamadığı için araştırmasını dönemin gazetelerini, özellikle de mezat ve Defterdarlık gayrımenkûl satış ilanlarını tarayarak yürütmek zorunda kaldığını vurguluyor. “Herkese sonuna kadar açık“ olduğu yetkililer tarafından sıkça tekrarlanan arşivlerin bu “geçirimsizliği“ bir bakıma “hayırlı“ da olmuş: Böylelikle, bir yandan “ihtikârcıları, savaş vurguncularını cezalandırıyoruz“ yaygaralarıyla ödenemeyecek vergilerle yükümlendirilen büyük çoğunluğu gayrımüslim Varlık Vergisi mükelleflerinden borçlarını ödeyemeyenlerin Aşkale'deki “temerküz kampları“na sürgününe birinci elden tanıklıklarla kulak verirken, bir yandan da Çetinoğlu'nun kitabında birer kopyasını verdiği gazete kupürlerinden, dönemin “ruhu“na ilişkin fikir sahibi oluyor insan: Önce etekleri zil çalan “Ödenen Varlık Vergisi miktarı 120 milyon lirayı geçti!“ nidaları; sonra vergiden borçlu kalanların birinci sayfalardan çarşaf çarşaf yayınlanan listeleri; hemen ardından ise, “Haciz işlemleri başlıyor“ haberleri... Sonra? Sonrası malûm: haczedilip, süresi beklenmeden haraç mezat satışa çıkartılan gayrımenkullerin, eşyaların, giysilerin kapış kapış “Müslüman/Türk eller“e transferi... ve evlerinden apar topar toplanıp trenlere doldurularak Nazi Almanyası'ndan mülhem toplama kamplarında taş kırmaya gönderilen, Varlık Vergisi borçluları... Gazete sayfalarını kaplayan kapkara utanç lekeleri... Hele bir tanesi: Bir Nazi “Yahudi avcısı“ şevkiyle haykıran 27 Ocak 1943 tarihli Tasvir-i Efkâr sürmanşeti: “Gaziantep'de 17 Yahudi Yakalandı!“ Ne mi yapmışlar bu 17 Yahudi? Devlet Başkanına suikast? Sabotaj? “Terör örgütü kurmak?“ “Yardım yataklık?“ Sürmanşetin altından öğreniyoruz “suç“larını: “Bunlar tarhedilen vergiyi ödememek için Suriye'ye kaçmak istiyorlardı.“ (s.294)
Evet, ödeme güçlerinin kat be kat üzerinde insafsız vergilere maruz bırakılıp ödemeleri için kendilerine 1 haftadan az zaman tanınan, ödeyemeyenlerin malları mülkleri gaspedilip kendileri taş kırmaya sürülen bu insanları, yerlerini yurtlarını bırakıp sınırı kaçak geçerek başka bir ülkeye göç etme çaresizliğiyle karşı karşıya bırakan bir ceberutluk...
Maçlarda “Hepimiz Samast'ız“ diye haykıran beyaz bereli delikanlıların, “gayrımüslim komşu istemem“ diyen sıradan xenophobi (yabancı düşmanlığı)nin, Malatya'da misyonerlerin boğazını kesen vahşetin hiç de hayırlı bir süreç olmadığını görüyorsak eğer, bu ceberutlukla da baş etmesini, hesaplaşmasını öğrenmeliyiz.
Sait Çetinoğlu'nun Varlık Vergisi 1942-1944. Ekonomik ve Kültürel Jenosid'i bunun için iyi bir başlangıç olabilir...

N O T L A R
[*] Günlük Gazetesi, 15 Ekim 2009...
[1] Cornelius Vanderbilt.
[2] “Yahudiler Bilgiyi ve Parayı İyi Yönetiyor“, Milliyet, 8 Ekim 2009.
[3] Ali Sait Çetinoğlu, Varlık Vergisi 1942-1944. Ekonomik ve Kültürel Jenosid, İstanbul, Belge Yay., 2009.

Neşe Düzel (not verified)

Tue, 10/20/2009 - 22:04

Ahmet Özer: ’Açılımı istemeyen tasfiye olur' Taraf gazetesinden aktarmadir “Açılım sürüp de, cenazeler durduğunda, para silah yerine kalkınmaya gittiğinde, Ege, Akdeniz, Karadenizli balıkçının, pamukçunun geliri katlandığında herkes çözümü alkışlar.“ “CHP söylemini değiştirmek zorunda. Doğu ve Güneydoğu'da seçimde birinci ve ikinci çıkmamış hiçbir parti 1950'den beri bu ülkede tek başına iktidar olamadı.“ “Baykal, “Kürt açılımı ayrıştırır“ diyor. Yani ’bölünürüz' diyor. Aksine, Kürt sorunu çözülürse, ülke kalkınır. Milli geliri artan ülkede bölünme, şeriat olmaz.“ * * * NEDEN: AHMET ÖZER Türkiye, tarihinin en önemli gelişmelerinden birini yaşıyor. Hem içte hem dışta büyük adımlar atarak birbiri ardına barış hamleleri yapıyor. Dışarıda Ermenistan, Suriye ve Irak'la ilişkilerde büyük diplomatik mesafeler kat ediyor. Aynı anda içeride de Kürt açılımını gerçekleştiriyor. Bugün Kandil'den ve Mahmur'dan Türkiye'ye gruplar geliyor. Türkiye'nin önünü açacak bu gelişmelerin öncülüğünü “muhafazakâr“ AKP yaparken, “sosyal demokrat“ CHP bütün açılımlara karşı çıkıyor. 20 yıl önce, bugün bile çok ilerici sayılacak bir Kürt raporu hazırlayan CHP'ye ne oldu? Niye böyle çözümsüzlüğü besleyen bir politika izliyor? CHP'nin bu politikasının siyasi sonuçları neler olacak? Bütün bunları hem Kürt meselesini bilen hem de CHP'yi tanıyan ve bu partiye bir Kürt raporu sunan siyaset sosyologu Prof. Ahmet Özer'le konuştuk. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi'nde Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Prof. Ahmet Özer, Doğu ve Güneydoğu'da aşiretler, töre, göç, Kürt sorunu, modernleşme, küreselleşme, kentleşme, yerel yönetimler ve GAP üzerine yaptığı araştırmalarla ve yayımladığı kitaplarla biliniyor. * * * NEŞE DÜZEL: CHP lideri Deniz Baykal için bir Kürt raporu hazırladınız. Baykal, sizi nasıl buldu? AHMET ÖZER: Ben Kürt sorunu konusunda çalışan bir siyaset sosyologuyum. CHP'de dostlarım var. Kürt raporunu, bir talep, sipariş üzerine hazırlamadım. Raporu arkadaşlarıma sundum ben. Çünkü CHP'nin Kürt açılımına dahil edilmesi gerekiyor. Hiç Deniz Baykal'la yüz yüze görüştünüz mü? Görüştüm. Baykal'a neler önerdiniz Kürt sorunun çözümü için? Ben genel olarak söyleyeyim. Kürt sorunun çözümü için benim önerilerim şunlar. Her şeyden önce iyi niyetli olmamız, empati yapmamız ve barışı zehirleyen savaş dilini bırakmamız lazım. Sıkılı bir yumrukla el sıkışamazsınız. Bir tarafta toplumsal barışı sağlamak isteyeceksiniz, öbür tarafta savaş dilini konuşacaksınız. Bu olmaz. Kürt sorunuyla ilgili her türlü özgür tartışmanın üzerindeki tasallut kalkmalı. Açılımı destekleyenler ihanetle, bölücülükle suçlanmamalı. Bunlar çok önemli. Çünkü bunlar, meselenin psikolojik alt yapısıyla ilgili. CHP, söylemlerini değiştirmek zorunda! Siz CHP'yi iyi tanıyan birisiniz. Ben AK Parti'yi de iyi tanıyorum. Çünkü inceliyorum. DTP'yi de iyi tanıyorum. Hepsinde dostlarım var... CHP geçen seçimde Doğu Anadolu'da yüzde iki-üç oy aldı. Buradaki insanların sorunlarının çözümü için çaba harcarsa bölgede oyunu arttırabilir. Bunun için CHP'nin geçmişteki kendi Kürt raporlarını savunması yeterlidir. Oysa CHP, 20 sene önce önerdiklerinin gerisine düşüyor. Oysa o raporu hazırlayan beş kişilik komisyonun içinde Deniz Baykal da vardı. Diğer dört kişi kimdi? Eşref Erdem, Hikmet Çetin, Fuat Atalay, rahmetli Cumhur Keskin'di. Anadil üzerindeki yasaklar kaldırılmalı diyen yani Kürtçe eğitime izin veren çok ileri bir rapordu o. Bugün tam tersi bir söylem söz konusu. Oysa bizim yaptığımız araştırmalara göre, Doğu ve Güneydoğu'da seçimlerde birinci ve ikinci olamamış hiçbir siyasi parti 1950'den beri bu ülkede tek başına iktidar olamamış. Sizce CHP iktidar olmak istiyor mu? CHP'nin tabanı iktidar olmak istiyor. Türkiye'de demokrasi, artık bir sağ partinin gidip bir başka sağ partinin iktidara geldiği bir tahterevalli olmaktan çıkmalı. Sol taban yıllardır iktidara susadı. Yaptığım görüşmelere göre, CHP'yle ilgili olarak halkta iki türlü algı var. Bir kesim, ’CHP sırtını devlete dayamış halka rağmen politika yapıyor' diyor. Bir kesim de, ’CHP herhalde iktidar olmak istemiyor' diyor. CHP'yi yönetenler toplumdaki bu algıyı değiştirmek zorunda. CHP, bölgede oyunu arttırmak zorunda. Bunun için de geçmişte Kürt raporlarında yazdığı önerileri tekrar gündeme getirmeli. Baykal'ın CHP'nin geçmişteki Kürt raporlarında yer alan önerilerinin bugün tam tersini söylemesi neyi gösteriyor sizce? Baykal'ın Başbakan'a gönderdiği mektubu okudum. “Kürt açılımı ayrıştırır“ diyor. Yani, ’sorun çözülürse bölünürüz' diyor. Halbuki açılım ayrıştırmaz. Kürt sorunu çözülürse bölünmeyiz. Aksine Türkiye, demokratikleşirse ve Kürt sorunu çözülürse, zenginleşir, kalkınır ve milli geliri yükselir. Milli geliri yükselen, zenginleşen bir ülkenin bölünme, şeriat problemi olmaz. Eğer bu ülkenin bölünmesini ve şeriatın gelmesini istemiyorsak, Türkiye'nin bir an önce demokratikleşmesi ve Kürt sorunundan kurtulup kalkınması gerekiyor. Eğer CHP Kürt sorununun çözümüne direnirse ve CHP'ye rağmen sorun çözülürse CHP oylarını arttıramaz. Sorun çözülmezse CHP oylarını arttırır mı peki? CHP'nin içinde böyle düşünenler var. Bir kısım, ’Eğer biz Kürt açılımını desteklemezsek, Batı'da oylarımızı yükseltiriz' anlayışı içindeler. Ben Doğu ve Güneydoğu Bölgesi'nden yeni döndüm. Bölgede yaptığım görüşmelerde şunu gördüm. İnsanların büyük kısmı sorunun çözümünden yana. CHP'nin içinde de ’çözümden yana olanlar' var ama onların sesi çok çıkmıyor. Çok değil hiç çıkmıyor. Sizce Kürt sorununun çözümünden ve açılımdan yana olanların sesi niye hiç çıkmıyor? Eğer bugün bir siyasetçi Kürt sorunu hakkında konuşmayacaksa, Türkiye'nin hangi sorunu hakkında konuşacak? Siyaset ne için yapılır? Halkla beraber, devlet alanında halka nefes aldırmak için yapılır. Evet... Kürt sorununun çözümüne bu süreçte katkı yapmayacaklar da ne zaman yapacaklar? Kürt sorununu çözen, bu ülkenin tarihine Atatürk'ten sonra en önemli lider olarak geçecek. 25 yıldır her gün analar ağladı. Bir trilyon para harcandı. 47 bin insan öldü. Kurtuluş Savaşı'nda ölenlerin dört-beş katı bu. Kürt sorunu siyasi çıkarların çok üstünde bir meseledir. Bu sorunu çözecek olan siyasi partinin seçim kaybetme ihtimali yüksek mi peki? Hayır ama şöyle bir gerçek de var. Şu anda Tayyip Erdoğan'ın en büyük sıkıntısı, devleti değil toplumu ikna etmek. Orduda ve Yargıda çözüme direnen bir kesim var ama... Dışişleri, İçişleri, MİT gibi devletin içindeki diğer dinamikler çözümden yanalar. Bu durumda çözüme karşı direnç nereden gelebilir? Nereden gelebilir? Toplumdan gelebilir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti 80 yıldır kendi toplumuna yalan söyledi. Seksen yıldır, “Kürt diye bir halk yoktur, Kürt sorunu yoktur“ dedi. Şimdi devletin Kürtleri ret politikası bir tarafa atılıyor ve “Kürt vardır, Kürtlerin hakları vardır. Kürt sorunu vardır. Bu sorunu çözmemiz gerekir“ deniyor. Siz seksen yıl boyunca topluma enjekte ettiğiniz bir öğretiyi seksen günde değiştiremezsiniz. Bu zembereği tersine çevirmek güç. Başbakan'ın “bu açılımı il il dolaşıp topluma anlatacağım“ demesi toplumla ilgili çok doğru bir tespit. Kürtlere, Türklerle eşit hakların verilmesine en büyük direnç toplumun hangi kesiminden gelecek? Kıyılardan gelecek. Çünkü Kürt açılımından, tuzu daha kuru olan kesimler endişe ediyor. Mesela İç Anadolu'nun Yozgat gibi bir kentinden 52 kuruluş, geçen gün Cumhurbaşkanı'na “açılımı destekliyoruz“ dedi. Yozgat, Türk milliyetçilerinin merkezlerinden biri. Sizce niye Türk milliyetçiliğinin merkezi sayılan İç Anadolu Kürt açılımından endişe etmiyor da, dünyaya açık olan ülkenin Batı bölgesi demokratikleşmeden ve Kürt açılımından endişe ediyor? Bu ülkede Türkçülük yapanlar Türk kökenliler değildir. Türkçülük yapanlar daha çok Balkanlar'dan ve Kafkaslar'dan gelmiş olanlardır. Bunlar, daha çok Batı'da yerleşikler ve sistemden nemalanmak için Türkçülüğü bir araç olarak kullanıyorlar. Batı Anadolu'da açılıma karşı çıkmanın bir diğer nedeni de Kürt göçüdür. Doğu ve Güneydoğu'dan İç Anadolu'ya, Yozgat'a Kürt göçü yok ama Batı'ya var. Batı kıyılarına olan Kürt göçü, Türklerle Kürtler arasında iş konusunda bir rekabet yaratıyor. Milliyetçilikleri karşılıklı olarak tetikliyor ve besliyor. Türklerle Kürtler etle tırnak değiller mi peki? Bin yıllık geleneğin sonucunda etle tırnak gibiler ama tırnak uzadıkça et kesilmesin. Cumhuriyet tarihinde üç büyük göç dalgası yaşandı. Bir, Menderes döneminde. Traktörün tarıma girmesiyle işsiz kalan köylü sanayileşen kentlere geldi. İki, Özal döneminde. Dışa açılmayla şehirlerin cazibesi arttı, insanlar daha iyi bir yaşam ve olanaklar için kentlere göç etti. Üç, 1990'lı yıllarda... İlk ikisi iradi göçtür, 1990'lardaki ise zorunlu göçtür. Dört-beş bin köy boşaltıldı. Kürtler önce can havliyle Diyarbakır, Batman, Van gibi birinci göç istasyonlarına gittiler. Daha sonra... İkinci göç dalgasında nereye gittiler? Batı'nın iki hinterlandına geldiler. İstanbul İzmit, Bursa gibi kuzey hinterlandına ve Mersin Antalya, Adana gibi güney hinterlandına göç ettiler. Avrupa'da üç yüz, beş yüz yılda yaşanan süreç, bizde on yılda yaşandı ve kentlerin nüfusu ikiye, üçe katlandı. Her kentte birbirinden her bakımdan farklı iki ayrı kent yapısı oluştu. Yani toplumsal çatışmanın zemini oluştu. Bir ülke için on yılda üç buçuk milyon insanın yer değiştirmesinden daha büyük bir olay olabilir mi? Varoşlarda biriken bu beklenmedik misafirler, kentte tutunmaya çalışıyorlar ve daha hırslılar. Sadece ekonomide ve istihdamda değil, siyasette de etki alanı yaratmak istiyorlar. Aktif olarak siyasete giriyorlar. Bu rekabet, kentin eski sahiplerini huzursuz ediyor. Çünkü kentin olanakları daha fazla nüfus tarafından paylaşılıyor. Eğer milliyetçi duygular da birileri tarafından kaşınıyorsa, bu onları Kürtlere karşı daha da kışkırtıyor. Siz, “Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese Türk denir“ lafının da Anayasa'dan çıkarılması gerektiğini düşünüyorsunuz. CHP bu görüşü destekleyebilir mi? Sanmıyorum. Baykal, “Bunlar olursa toplum ayrışır“ diyor. Aksine... Türkiye demokratikleştiği takdirde kalkınır ve uçar. Bölünmez. Bu nedenle açılımın olması ve Kürt sorunun çözülmesi lazım... Devlet hiç bir etnisiteyi tutmamalı. Anayasa'ya Kürt lafını da sokmanın bir anlamı yok. Mevcut Anayasa'dan Türk lafını çıkardığınızda herkes kendini o Anayasa'nın içinde görür ve sorun çözülür. Toplum, bunu yapan CHP'yi kucaklar. Böylece CHP, Doğu ve Güneydoğu'da da oy alır. Ve CHP'ye tek başına iktidar olma yolu açılır. CHP, uzaktan bakıldığında toplumun Türk kesimini temsil eden bir parti gibi gözüküyor. O hale geldi. Eskiden öyle değildi. Diyarbakır'dan, Mardin'den, Van'dan bir sürü milletvekili çıkarıyordu. CHP, bugün Kürt vatandaşlarla neredeyse tümüyle ilişkisini kesmiş gibi. Sizce, bu görüntü CHP tabanının da desteğini alan bir görüntü mü? Hayır değil. Doğu'da CHP tabanında da çözüm isteyenler çoğunlukta. CHP bir siyasi parti olarak kendini yenilemeli.Sadece düşünce olarak değil, kadro olarak da yenilenmeli. Türkiye sadece AK Parti'yle yürüyen bir parti olmamalı. Bu, demokrasiye uygun bir durum değil. CHP, ulusal bir parti olmaktan, bu ülkenin her yanından oy almaktan vaz mı geçti? Böyle bir şey akla ziyan olur. Bu politikayı sürdürenler, “Doğu ve Güneydoğu'da oy kaybederiz ama Batı'da oylarımızı arttırırız“ diyorlar. AKP, tek başına Kürt meselesini çözerse CHP siyasi açıdan bir yara alır mı? Büyük yara alır. CHP açılımı desteklemezse oy kaybedecek. Desteklerse oy kazanacak. CHP'nin bölgedeki yüzde 3'lük oyu daha da düşebilir. Sonuçta insanlar, kendi sorunlarıyla ilgilenene ve çözene oy verirler. AK Parti'ye bu yüzden oy verdiler. CHP, Kürt açılımını desteklerse Türkiye'de ne tür gelişmeler yaşanır? İnsanlar hep bugünkü gibi kalmayacaklar. Çözüm süreci ilerleyip de, yarın evlere cenazelerin gelmesi durduğunda, paralar güvenlik ve silah yerine kalkınmaya gittiğinde, Karadeniz'deki balıkçının, Ege'deki zeytincinin, Akdeniz'deki pamukçunun geliri ikiye katlandığında herkes çözümü alkışlar. Bu sorun çözüldüğünde Türkiye yepyeni bir mecraya girer. Türkiye beş yıla kalmadan bölgesinin en saygın, en demokratik, en müreffeh ülkesi olur. Tarihî bir dönüşümün ve değişimin kavşağındayız. Türkiye bu değişimi başaracak. Siz yerel yönetimlerin güçlendirilmesini istiyorsunuz. Yerel yönetimlerin güçlenmesi özerkleşmeleri anlamına mı geliyor? Çağdaş dünyada yerel yönetimler özerktir, demokratiktir ve güçlüdür. Özerk yerel yönetim ne demek? Özerklik olursa, işleyiş nasıl olacak? Yerel yönetim merkezin vesayeti altında olmayacak. Şimdiki bürokratik merkeziyetçi yapıda bütün sorunlar Ankara'da tesbit ediliyor. Bütün çözümler Ankara'da üretiliyor. Bütün kaynaklar Ankara'da toplanıyor ve Ankara'dan dağıtılıyor. Lice'nin bir beldesinin sorunu Ankara'daki bürokratın ilgi ve insafına kalıyor. Bu yapı artık yürümüyor. Yerinden yönetim demek ayrı bir devlet demek değil. Bu sadece Diyarbakır'da değil, İstanbul, Denizli dahil Türkiye'nin bütün illerinde uygulanacak bir modeldir. CHP bu modele niye ısrarla karşı çıkıyor? “Özerklik, üniter devlet yapısını bozacak“ deniyor. Tam tersine üniter devlet yapısı güçlenir. Yerel yönetimlerin özerkleştirilmesi ve güçlendirilmesi, etnik bir yapı kurmak değildir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, modern çağda ülkelerin daha iyi yönetilebilmesi için bir modeldir. Üstelik üniter yapının bozulmayacağını İspanya örneği gösteriyor. İspanya bugün 17 özerk bölgeye ayrılmış durumda. İspanya bölünmedi, tem tersine Franco dönemindeki faşist yapıdan demokratik yapıya geçti ve fert başına milli gelirini yirmi bin dolarlara çıkardı. Türkiye'de de yerel yönetimlerin özerkleştirilmesi ve güçlendirilmesi belediye sorunlarını çözeceği gibi Kürt sorununun çözümüne de katkı sunar. Avrupa ülkelerinde belediyeler nasıl çalışıyor? Türkiye, tam üyelik sürecinde AB'nin ’yerel yönetimler özerklik şartına' uyum sağlamak zorunda. Yani adalet, genel güvenlik, dışişleri ve mega projeler hariç bütün hizmetler, yetkiler ve kaynaklar yerel yönetimlere aktarılmalı. Mesela ihtiyaç duyan belediyeler Kürtçe kurs, okul, tiyatro açabilir. Diyarbakır gibi ihtiyaç duyulan yerlerde, vatandaşlara Kürtçe diliyle hizmet verilebilir. Bu ülkede son on yılda üç buçuk milyon insan yer değiştirdi, göç etti. Kentlerin nüfusu ikiye, üçe katlandı. Bu, Avrupa'da üç-beş yüzyılda tamamlanmış bir süreçtir. Eğer Batı huzur bulsun istiyorsak önce Doğu huzur bulmalıdır. Çünkü Doğu huzur bulmadan Ankara, İstanbul, İzmir huzur bulamaz. Siz, af çıkmadan Kürt açılımında bir gelişme olamayacağını mı düşünüyorsunuz? Evet. Ben af yerine, toplumsal barış projesi diyorum. Nasıl bir af olmalı? Öcalan'ın çağrısıyla Avrupa'dan ve Güney'den Barış Grupları geliyor. Bu fırsatlar heba edilmemeli. Çünkü bunlar sorunun psikolojik alt yapısıdır. Dağdakinin inmesi için önemlidir. Siz Kürt sorununu çözmek için ne adım atarsanız atın; eğer silahlar susmazsa, cenazeler evlere gelmeye devam ederse, insanların kafasında sorun sürmeye devam eder. Bu yüzden ölümlerin ve cenazelerin durması, çatışmaların bitmesi, silahların susması gerekir. “CHP tabanı bu çözüm sürecinin dışında kalmak istemiyor“ diye yazdı Mahmut Övür. Taban, bu açılımın parçası olmak istiyor mu sizce? Bence istiyor. Artık insanlar çatışma bitsin, bu kan dursun istiyor.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.