Skip to main content
Submitted by Aso Zagrosi. on 30 August 2009

[url=http://www.newroz.com/modules.php?name=News&file=article&sid=6105]„Kürd Açılımı“ ile ilgili Sayın Molla Demirel ile söyleşi/Aso Zagrosi[/url]

Anonymous (not verified)

Fri, 11/27/2009 - 01:35

Degerli Dostlar, Halk arsinda bir söz vardir "Anlayana sivrisinek sazdir, anlamayana Davul Zorna azdir" Umarim bu asagida bulunan yazi ve siir bu deyim cercevesinde degerlendirilir. Bu son günlerde basta Izmir ve Canakale'de olan olaylar ülkemizde olacaklarin habercisi oldugu kavranir. Bayraminizin sevgi mutluluk ve kardeslik bayrami olmasini dilerim. Saygilarimi sunarim ------------------- BALAYI AYAĞINA DEGİL KENDİ BEYNİNE VURMAK Gece uyuyamadım. TV ekranlarında gördüklerim bana eski Yugoslavya ülkelerinde olanları anımsattı. O savaş alanında Kosova, Bosna, Mekadonya'da alıp getirilen ailelerin, çocukların korkuya Almanya'ya uçaktan inerken çevrelerine bakışını hatırlattı. Olaylar karşısında ürperdim, dişlerimi sıktım, damaklarım kanadı. İzmir sadece Türkiye'nin büyük kentlerinden biri değildir. Tarihi özelliği vardır. Orada çok farklı diller ve kültürler binlerce yıldır birlikte olmuştur. Bugün de bir çırpıda onlarca dil ve kültürü saya biliriz. Ayrıca İzmir var olduğundan beri Limanlarıyla, sahilleriyle bir Dünya ticaret merkezidir. Bir turizm merkezidir. Yani bir dünya kentidir. Türkiye Millet Meclisinde dördüncü parti olan DTP ’nin Başkanı Ahmet Türk ve bir kaç millet Vekilli Arkadaşı ile İzmir'e gidiyor. Orada bir grup Ahmet Türk ve arkadaşlarının arabalarına demir, sopa, taşlarla saldırdığını Televizyon ekranlarından izledik. Bütün dünyanın önemli TV ve Radyo Haberleri iki gündür bu konuyu işliyor. Bu olay ister istemez o haberleri izleyen olayı yaşayanlara, tanık olanlara şu soruyu sordurdu: “Eğer Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli veya Deniz Baykal doğuda, örneğin, Malatya, Tunceli veya Mardin'e gitselerdi böyle bir saldırıyla karşılaşsalardı güvenlik görevlileri nasıl davranırlardı?“ İnsan yine kendisinse soru sormaktan alamıyor. “Ahmet Türk'e yapılan saldırı AKP, MHP, CHP partilerinden birinin başkanına yapılsaydı medya olayı hangi başlıklarla verirdi?“ Böylece bir zincirin halkları gibi yüzlerce soru bir birine ekleniyor. Bu son olay ve olay karşısında adını verdiğim parti başkanlarının tavrı göstermiştir ki bunlar sorumluluk taşımıyorlar. O Ülkenin bırakın bir parti başkanının her vatandaşının istediği kente, istediği yere gitmesi doğal hakkıdır. Vatandaşın seyahat hakkını kullanırken onların sağlık ve güvenliğini sağlamakta başta da güvenlik güçleri olmak üzere tüm yetkili güçlerin işidir. Hiç bir insanın bir başkasını yargılama hakkı yoktur. Eğer herkes bir başkasına saldırarak cezalandırmaya kalkarsa o zaman devletin mahkemesinin, polisinin, Jandarmasının bir anlamı ve değeri kalmaz. Yani devlet diye bir mekanizma olmaz ve yaşamaz. Saldıranlardan çok daha fazlasını CHP, MHP ’nın başkanları ile Başbakanın konuşmaları bütün Kürtleri, bütün demokratları ve Türkiye'nin birliğini savunan tüm aydınları yaralamıştır. Korkutmuştur. Saldırganları korumak için Ahmet Türk ve Partilileri ’Sarı yeşil Kırmızı' flamalar taşıyorlar, bununla PKK'nın propagandasını yapıyorlar. Böylece insanları kışkırtmış oluyorlar“ gibi cümleler ne oturdukları makama ne de yaşlarına ve ne de Türkiye'yi yönetmeye aday oluşlarına yakışıyor. ’Tüm PKK kadroları“ dahi İzmir'e gösterişli konvoylarla gelmiş bile olsa kimsenin onlara saldırma hakkı yoktur. Eğer suçları varsa gösterilerinin ardından güvenlik güçleri kibarca onları alıp gerekli yargı makamlarına teslim eder. Sonucu da yargı belirler. Sen İzmir'de, Marsin'de, Eskişehir'de herhangi bir partinin başkanını hatta sıradan birini Kürt Kimliğinden dolayı saldırısını destekler bir tavır takınırsan öbürüne de Laz kimliği ile seni Karadeniz kentlerine, Kürt Kimliğiyle Doğu ve güney doğu kentlerine, Rum Kimliğiyle Balkanlara sokmamaya kalkar. Bu ülkede kardeş kavgası yaratır. Önüne geçilemez kanların akmasının ortamını yaratır. Tehlike farklılıkların ve dillerin varlığı değildir. Lazca, Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Gürcüce, Ermenice vs. dillerini konuşmak ve bu dilleri öğrenmek, geliştirmek ülkeyi bölmez. Bunların varlığı bizim kültür zenginliğimizdir. Bu zenginlik ülkenin hızla bilim ve teknik alnında gelişmesini sağlar. Ancak sen farklı dil ve kültürden gelen insanlara saldırıyı onaylarsan veya onaylayacak davranışlarda bulunursan ülkenin temellerine dinamiti yerleştirmiş oluyorsun. Çakmağı da sonucun ne olacağını bilmeyenlerin eline vermiş oluyorsun. Kısacası dil bölmez ama saldırılar, çatışmalar böler. Sendikalar sivil kurumlardır eğer İşçi ve memur sendikaları tabanının huzursuzluğunu saptamışsa, onların yürüyüş, protesto, işi bırakma haklarını kullanmak istemeleri ve kullanmalar doğaldır. Olması gereken bir davranıştır. Bir başbakanın halkın temel direğini oluşturan işçi ve memur örgütlerini tehdit etme hakkı yoktur. İşi onlarla diyalog sağlamak ve onların taleplerine cevap vermektir. Başta kendisi olmak üzere iç işleri, sağlık ve çalışma bakanlarını yanına alarak hemen sendika temsilcileriyle bir araya gelmenin ortamını araması gerekir. Ayrıca yürüyüş yapacak sendikalı kitlelerin güvenini sağlamak, onların istemlerine kulak vermektir. İşçi ve memurların haklı taleplerine var olan olanakları çerçevesinde destek vererek onları rahatlatmak başbakanın, bakanların ve tüm meclisin görevidir. Sağlıklı diyalog kurarak birlikte ülkenin ve toplumun sağlıklı yaşaması için çare aramaktır. Demokrasinin bulunduğu hiç bir ülkede bir başbakan “Yarın sokağa çıkarsanız olacaklara da katlanırsınız“ demez ve diyemez. Bu cümlenin anlamı ’sizi yarin sokakta görürsem, ölüm kararınızı da ben vermiş oluyorum. bunu şimdiden bilin' Bu anlayış İzmir olayı ile de birleşince inanılmaz bir tehlikeyle Türkiye'nin karşı karşıya olduğu açıktır. Kısacası Hükümet ve Ana muhalefette ki iki büyük parti el ele vererek Türkiye'yi korkunç, geriye dönüşü olmayan bir uçuruma doğru sürüklüyorlar. Bugünden bunun önüne geçilmezse yarın çok geç olabilir. Yazar. Şair Molla Demirel ------------- BALAYI AYAĞINA DEGİL KENDİ BEYNİNE VURMAK Gece uyuyamadım. TV ekranlarında gördüklerim bana eski Yugoslavya ülkelerinde olanları anımsattı. O savaş alanında Kosova, Bosna, Mekadonya'da alıp getirilen ailelerin, çocukların korkuya Almanya'ya uçaktan inerken çevrelerine bakışını hatırlattı. Olaylar karşısında ürperdim, dişlerimi sıktım, damaklarım kanadı. İzmir sadece Türkiye'nin büyük kentlerinden biri değildir. Tarihi özelliği vardır. Orada çok farklı diller ve kültürler binlerce yıldır birlikte olmuştur. Bugün de bir çırpıda onlarca dil ve kültürü saya biliriz. Ayrıca İzmir var olduğundan beri Limanlarıyla, sahilleriyle bir Dünya ticaret merkezidir. Bir turizm merkezidir. Yani bir dünya kentidir. Türkiye Millet Meclisinde dördüncü parti olan DTP ’nin Başkanı Ahmet Türk ve bir kaç millet Vekilli Arkadaşı ile İzmir'e gidiyor. Orada bir grup Ahmet Türk ve arkadaşlarının arabalarına demir, sopa, taşlarla saldırdığını Televizyon ekranlarından izledik. Bütün dünyanın önemli TV ve Radyo Haberleri iki gündür bu konuyu işliyor. Bu olay ister istemez o haberleri izleyen olayı yaşayanlara, tanık olanlara şu soruyu sordurdu: “Eğer Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli veya Deniz Baykal doğuda, örneğin, Malatya, Tunceli veya Mardin'e gitselerdi böyle bir saldırıyla karşılaşsalardı güvenlik görevlileri nasıl davranırlardı?“ İnsan yine kendisinse soru sormaktan alamıyor. “Ahmet Türk'e yapılan saldırı AKP, MHP, CHP partilerinden birinin başkanına yapılsaydı medya olayı hangi başlıklarla verirdi?“ Böylece bir zincirin halkları gibi yüzlerce soru bir birine ekleniyor. Bu son olay ve olay karşısında adını verdiğim parti başkanlarının tavrı göstermiştir ki bunlar sorumluluk taşımıyorlar. O Ülkenin bırakın bir parti başkanının her vatandaşının istediği kente, istediği yere gitmesi doğal hakkıdır. Vatandaşın seyahat hakkını kullanırken onların sağlık ve güvenliğini sağlamakta başta da güvenlik güçleri olmak üzere tüm yetkili güçlerin işidir. Hiç bir insanın bir başkasını yargılama hakkı yoktur. Eğer herkes bir başkasına saldırarak cezalandırmaya kalkarsa o zaman devletin mahkemesinin, polisinin, Jandarmasının bir anlamı ve değeri kalmaz. Yani devlet diye bir mekanizma olmaz ve yaşamaz. Saldıranlardan çok daha fazlasını CHP, MHP ’nın başkanları ile Başbakanın konuşmaları bütün Kürtleri, bütün demokratları ve Türkiye'nin birliğini savunan tüm aydınları yaralamıştır. Korkutmuştur. Saldırganları korumak için Ahmet Türk ve Partilileri ’Sarı yeşil Kırmızı' flamalar taşıyorlar, bununla PKK'nın propagandasını yapıyorlar. Böylece insanları kışkırtmış oluyorlar“ gibi cümleler ne oturdukları makama ne de yaşlarına ve ne de Türkiye'yi yönetmeye aday oluşlarına yakışıyor. ’Tüm PKK kadroları“ dahi İzmir'e gösterişli konvoylarla gelmiş bile olsa kimsenin onlara saldırma hakkı yoktur. Eğer suçları varsa gösterilerinin ardından güvenlik güçleri kibarca onları alıp gerekli yargı makamlarına teslim eder. Sonucu da yargı belirler. Sen İzmir'de, Marsin'de, Eskişehir'de herhangi bir partinin başkanını hatta sıradan birini Kürt Kimliğinden dolayı saldırısını destekler bir tavır takınırsan öbürüne de Laz kimliği ile seni Karadeniz kentlerine, Kürt Kimliğiyle Doğu ve güney doğu kentlerine, Rum Kimliğiyle Balkanlara sokmamaya kalkar. Bu ülkede kardeş kavgası yaratır. Önüne geçilemez kanların akmasının ortamını yaratır. Tehlike farklılıkların ve dillerin varlığı değildir. Lazca, Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Gürcüce, Ermenice vs. dillerini konuşmak ve bu dilleri öğrenmek, geliştirmek ülkeyi bölmez. Bunların varlığı bizim kültür zenginliğimizdir. Bu zenginlik ülkenin hızla bilim ve teknik alnında gelişmesini sağlar. Ancak sen farklı dil ve kültürden gelen insanlara saldırıyı onaylarsan veya onaylayacak davranışlarda bulunursan ülkenin temellerine dinamiti yerleştirmiş oluyorsun. Çakmağı da sonucun ne olacağını bilmeyenlerin eline vermiş oluyorsun. Kısacası dil bölmez ama saldırılar, çatışmalar böler. Sendikalar sivil kurumlardır eğer İşçi ve memur sendikaları tabanının huzursuzluğunu saptamışsa, onların yürüyüş, protesto, işi bırakma haklarını kullanmak istemeleri ve kullanmalar doğaldır. Olması gereken bir davranıştır. Bir başbakanın halkın temel direğini oluşturan işçi ve memur örgütlerini tehdit etme hakkı yoktur. İşi onlarla diyalog sağlamak ve onların taleplerine cevap vermektir. Başta kendisi olmak üzere iç işleri, sağlık ve çalışma bakanlarını yanına alarak hemen sendika temsilcileriyle bir araya gelmenin ortamını araması gerekir. Ayrıca yürüyüş yapacak sendikalı kitlelerin güvenini sağlamak, onların istemlerine kulak vermektir. İşçi ve memurların haklı taleplerine var olan olanakları çerçevesinde destek vererek onları rahatlatmak başbakanın, bakanların ve tüm meclisin görevidir. Sağlıklı diyalog kurarak birlikte ülkenin ve toplumun sağlıklı yaşaması için çare aramaktır. Demokrasinin bulunduğu hiç bir ülkede bir başbakan “Yarın sokağa çıkarsanız olacaklara da katlanırsınız“ demez ve diyemez. Bu cümlenin anlamı ’sizi yarin sokakta görürsem, ölüm kararınızı da ben vermiş oluyorum. bunu şimdiden bilin' Bu anlayış İzmir olayı ile de birleşince inanılmaz bir tehlikeyle Türkiye'nin karşı karşıya olduğu açıktır. Kısacası Hükümet ve Ana muhalefette ki iki büyük parti el ele vererek Türkiye'yi korkunç, geriye dönüşü olmayan bir uçuruma doğru sürüklüyorlar. Bugünden bunun önüne geçilmezse yarın çok geç olabilir. Yazar. Şair Molla Demirel ----------------------------------- AH İNSANLARIM Ah insanlarım Bir yalanla milyonlar olmuş dökülmüşsünüz meydana Boğacaksınız elinize geçse hani o sizin gibi Karnı duymadan yatağa uzananı Çocuğuna bir kalem bir defter parası Cüzdanında bulamayanı boğacaksınız Ah insanlarım Birini öbürüne kırdırmak istiyor birileri sizi Silah depolarını boşaltmak için Ve cebinizdeki son kuruşları hesabına aktarmak için Birileri sizi kırdırmak istiyor Başka nedendir köylerinizin Ve ekinlerinizin kül edilişi Sahalara dökülmüşsünüz ellerinizde bayraklarla Denizlerdeki balıklardan Kırlardaki çiçeklerden daha çoksunuz Onlar dolduramıyor sizin kadar sahaları Sizse sizi yoksulluğa taşıyanlar için sahadasınız Yağmur altında Çamurlu bir sahada Taze fırınca Bir paket çay ve Yarım kilo şeker dağıtılırken bedava Bu kadar çoktunuz Bir fırınca için Bir avuç şekeri kapmak isteyen Çocukları yaşlıları çiğneyecek kadar çoktunuz Ah insanlarım kendinizi Ve düşmanınız aynada görmeyecek kadar körsünüz Ah insanlarım o kadar saf ve o kadar çoksunuz ki Sizi sömürenlerin çokluğunuzu daha da artırmamak için Cüzdanında kalmışlığı varsa alabilmek için Doğum kontrol haplarını size yutturuyor O zahirli hapla doğacak çocuğunuzu Katlederken ana rahminde Mutluluktan bayılacak kadar çoksunuz Ah insanlarım o kadar saf ve o kadar çoksunuz ki “Bir dilim ekmek Ve bir hırka yeter“ diyecek Ve Demokrasinin Eşit hakların Adaletin yüzüne bakmayacak kadar çoksunuz Ah insanlarım o kadar çoksunuz ki Siz bakmayın bana Sivas'tan Solingen'den ateşler içinde yandığıma Oradan oraya sürüldüğüme taşlandığıma bakmayın siz Bilirim vicdan ve bilinç kapısına yanaşmak zorunda zoru Daha zoru dostu düşmandan ayırabilmektir Bu yüzden olmalı ki Sizi sadece yumurtlayan tavuk sanıp kümese sürenlerin Önünde şapka çıkarıp onlara tüm dünya nimetlerini sunarsınız Ve onlar adına beni hatta aynı karından dünyaya gözlerini açmış Kardeşinizi vuracak kadar saf ve çocuksunuz Ah insanlarım Gözleriniz o kadar çok kör ki Sizi sömürenlerle savaşırken Onlardan çok sizin elinizden fırlayacak Bir bıçak, bir taş Bir mermi ile vurulmaktan korkarım Korkarım arkadan vurulmaktan Ve kurduğum hayallerimin dökülüp kırılmasından Bu saflığınızdandır benim bu kadar çok korkum Ve bunca endişem Ah insanlarım o kadar çoksunuz ki Geleneklerin sınırını Sopayı başınıza indirenler Eli bir türlü cebinizde çıkmayanlar belirler O onların yarattıkları gelenekler adına Ahlak adına Yiğitlik ve mertlik adına Daha yirmisine ayak basmamış Gencecik fidan boylu kekik kokulu Kızlarınızı Çınar boylu çelik kadar sağlam kardeşlerinizi, çocuklarınızı Kurşuna dizersiniz Benim ve çocuklarınızın katili olmak için O kadar yiğit ve o kadar çoksunuz ki Sepet sepet sunulsa da size Eşitlik, demokrasi adalet ve insanlık Dönüp de el sürmesiniz Beye, ağaya sözünüz var Onları kırmamak için katil olmak için Sıraya girmişler o kadar çoksunuz ki Ah insanlarım Biz hep ezilen Yoksulluğu hep kader bilen çoğunluk Varlık denizinde yüzen onlar Bizi ezen azınlık Ah insanlarım Bilirsin ben hep ölüme kafa tutum Öbürü hep ölüm fermanımı yazan oldu Sizse hep bir dilim ekmek Bir hırka yeter demekle de kalmadınız Çoğunluğu sömürenleri Ve ezenleri Yani güçlüyü alkışlayan oldunuz Işıkların altında elinize ne geçtiyse Savurdunuz Oysa yıkılan ben değil siz oldunuz Ah insanlarım Siz öldürmek için sizi o kadar çoksunuz ki Ah insanlarım kendinizi Ve düşmanınız aynada görmeyecek kadar körsünüz Bense size yaşamını adamış bir deli... Haziran 2007 Molla Demirel

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.