Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 13 April 2008

Son dönemlerde Kürdistan Formu'nda Kürdistan devriminin hedefi ve hedefe varmak için örgüt ihtiyacının aciliyeti konusunda bir tartışma yaşanmaktadır. Bu iyiye delalettir. Fakat örgüt kurma aciliyeti bu günden yarına sığdırılacak bir iş olmadığını bir kere peşinen kabullenmek gerekir. Sorun sadece örgüt kurmak ile bitmiyor. Program, tüzük meselesi da değildir. Niye kurulacağı ve ne yapacağı meselesidir.
Toplumda birey, örgüt vs. gibi öğeler kendi yerlerini kendi teori-pratikleriyle belirlerler. Teori ve pratik uyumlu olmak zorundadır. Birbirlerini koşullandırmak zorundadır. Teori, pratiğe yol göstermeli, pratik teoriyi yaşama uygulamalıdır. Teori çok güzel olabilir, ama bu teori yaşama uygulanmadığı müddetçe bir değeri harbiyesi olmaz. Terside doğrudur. Teoriden yoksun kör bir pratiğinde geleceği yoktur.
Kürdistan'da siyasal bir örgüt yaratmanın veya var olan siyasal bir örgütü toplumda tartışılır hale getirmenin, kabul görülmenin, ülkede gelişen toplumsal ve ulusal harekete, misyonunu uygun bir itici güç konumuna gelmenin ve giderek mücadelenin önderliğine oturmanın, siyasal-ideolojik boyutu gözardı edilmeksizin askeri ve kitlesel mücadele rolüyle tanımlanmakta ve kabul görmektedir.
Teoride yaygın ve kabul gören klasik bir anlayış vardır; devrimci bir hareketin üç boyutu var. İdeolojik, örgütsel ve politik yanı. Bu üç boyut birlikte ele alınmaz, yer ve zamanında uygun bir biçimde koodinatları birleştirilmese hareketin tasviyesinin kaçınılmazlığından herkes hemfikirdir. Bu genel bir doğrudur. Ama bir hareketin toplumda oynaması gereken rolü oynaması her dönem için ideolojik, örgütsel ve politik yanının aynı öneme haiz olmadığıda bilinir. Dahası bizim gibi ülkelerde mücadele arenasında varım diyen örgütün savaş potansiyeliyle orantılıdır.
Kürdistan'nın bağımsızlığını önüne koyacak olan bir parti, önce savaşmayı önüne koymalıdır. Programlamalı ve ne gerekiyorsa önceden bunu yerli yerine oturtmalıdır. Savaşın geldiği aşama da göz önünde olduğunda bunun zorluklarıda göz önünde bulundurulmalıdır.
Elbette hiçbir şey en iyiden mükemele doğru yol almaz. Her şeyin bir basit başlangıcı vardır. Basitten başlanılarak hareket giderek dal-budak salarak en iyiye ulaşır. Bağımsızlıkçı güçler açısından durum irdelendiğinde elbette işin başında değiller. Katedilen uzun bir mesafe vardır. Bu gerçekliğin yanısıra bir başka gerçeklik daha vardır, o da bir açmazın yaşandığıdır. Bu elbette aşılmayacak bir durum değildir.
Bunun çıkış yolunu isabetli bir şekilde net olarak belirlemek gerekir. Bu yetmez, bunu tamamlayan uygun adım atmakta gerekir. Bu da Bağımsızlıkçı güçlerin mevcut olan gücünü hangi alana yatırmakla orantılıdır. Bu çok önemlidir. Bu canalıcı sorun kavranılır, Bağımsızlıkçı güçler buna uygun konumlanır ve adım atılırsa hem ihanetin önü kesilir, hem de sömürgeciye karşı alternatif yaratılmış olunur.
1800'lerin başından beri Kürdistan toplumunun en devrimci düşüncesi olarak doğan, gelişip serpilen ve giderek toplumumuzda maddi bir güce dönüşen bağımsızlıkçı düşünce Kürd milletini geleceğe taşıyacak en doğru düşüncedir. Bu düşüncenin aksine bir teori ve pratik sergiliyenler de vardır. Desinciliğin, dostlar pazarda görsünlerciliğin, yani günü kotarmanın teori ve pratiğini sergiliyenlerde vardır. Dahası TC devletinin kurduğu, palazlandırdığı, yönlerdiği ihanet odağı Apocu hareket vardır. Bu teori ve pratik etkide bulunduğu oranda özelde örgütler, genelde Kürdistan devrimini tasviye etti.
Bağımsızlıkçı güçler, bu teslimiyetçi teori ve pratiğe dur demek zorundadır. Çünkü yıllardır bağımsızlıkçı güçlere empoze edilen ülke ve halkımızın realitesine yabancılaşmış bu ihanet teori ve pratiğe karşı cepheden savaş açmak, mahkum etmek ülke ve milletimizi bağımsızlık ve birliğe götürecek ihtilalcı teori-pratiğini konuşturmak ertelenmez bir görev olarak, Bağımsızlıkçı kadro ve taraftarlarına düşmektedir.
Ya Kürdistan devrimini tasviyeye yönelmiş sömürgeci devletin sınırlarını kabe bilmiş ve Türk prokust çarkının yedeğine düşmüş ihanetin teori ve pratiğe teslim olunacak, ya da bu teori ve pratikle cepheden savaşılarak mahkum edilerek bağımsızlıkçı güçlerin ihtilalcı geleneğine sahip çıkılacaktır.
Birincisi teslimiyet ve ölümdür, ikincisi doğuştur, diriliştir.
Bu aşamadan sonra Bağımsızlıkçı kadro ve taraftarlarının bilince çıkarmaları gereken şey şu olmalıdır. Süreç, müdahaleci olmayı ülke ve halk gerçekliğimize uygun olarak tempoyu hızlandırmayı dayatıyor. Dönem Kürdistan sathında devrimi örgütlemek ve belirleyici yol ve yöntem olarakta silahlı mücadeleyi sürdürmeyi dayatıyor. Bunu başarmak için sağcı-tasviyeci ve ihanetin teori ve pratiğini mahkum etmek, örgütü mücadeleci ve savaşçı kılmayı gerektiriyor.
Kürdistan tarihi kanlı yazılıyor. Eski Kürdistan'ı yeni Kürdistan'a, yani parçalanmış, bölüşülmüş, sömürgeleştirilmiş, çağdışı bir yaşama mahkum edilmiş Kürdistan ve halkını; tek, bölünmez, bağımsız, demokratik ve özgür Kürdistan'a dönüştürmek bedel ister. Kürdistan halkının en yiğit, en fedakar, en tecrübeli evlatları bu uğurda can vermeyi göze almalıdırlar. Bağımsızlık zırhını ancak o zaman giyebilirler. Kürdistan devrimi şehitlerin kan deryasında gelişir, büyür, maddi bir güce dönüşür. Tarih bunu sağlayan ölümsüz kahramanlara şeref payesi biçer. Bu şeref kürsüsüne yürünmedikçe, halkı bu kürsüye taşımadıkça devrimi sürükleyecek öncü yaratılamaz.
Bunu göze almayanlar, sömürgecileri ve onların işbirlikçilerini Kürdistan'da söküp atarak tepeleyemez. Eğer bu gün Kürdistan halkı Türk, Arap ve Acem barbarlarına karşı topyekün ayaktaysa, direniyor, savaşıyorsa, bu elbette Kürdistan'da bağımsızlık ve özgürlük gibi yüce bir davanın uğrunda kanlarını dökmekten bir an teredüt etmeyen şehitlerin yol göstericiliğidir. Bu yol aydınlık bir yoldur. Kürd milletini geleceğe taşıyacak olan yoldur. Bu yolda yürüyeni tarih mahcup etmeyecektir. Bu kutsal yolda yürümek demek, Kürdistan tarihini yapmak ve yazmak demektir.
PKK'yi saymayı bile gerek görmüyorum. Onlar, başından beri sömürgeci sistemin lejyonerleri olarak Kürd milletine karşı savaşıyorlar. Geri kalan Kürd örgütleri ise kimi silahlı mücadeleye küfür ve bedua etmekle ömür tüketti, kimide uzun geçmiş bir mücadele tarihleri olmasına rağmen bu mücadelede kendilerine biçtikleri rol, sorunlara iradi müdahale değil, seyircilik olmuştur. Seyirciliğinde tarihte toplumsal gelişmelere tayin edici bir rol oynamadığı bilinir.
Birkaç yazı yazmak, dergi çıkarmak, sonuç çıkmayan birlik toplantılarına katılmak, dostlar pazarda görsün misali birkaç gece düzenlemek, mitinglere katılmak görüntüyü kurtarmıyor. Bunlar yapılmalı ve iyi şeylerdir. Bu işler bizim gibi ülke devrimine soyunan bağımsızlıkçı güçler için pek övünülecek işler değildir. Bu işlerin çoğunu sıradan bir çevre, sıradan demokratik bir derneğin bile başarabileceği görevlerdir. Bu işlerin çoğu zaten demokratik derneklerin yaptığı ve başardığı işlerdir.
1980'den bu yana Kürd örgütlerine yön veren çevreci mantığa bakılırsa çok işlerin yapıldığı ve başarıldığıdır. Örgüt mantığı değil, çevreci mantıktan bahsediyorum. Bu mantıkla ülke devrimi ve devrime giden yolda kullanılacak savaşım araç-gereçleri, yol-yöntemleri yoktur. Bu mantığa göre birileri öncü olmalı, kendileri artçı, birileri devrim yapmalı, ama kendileri gözlemci. 'Her devrim çocuklarını yer' esprisine uygun bir mantık sahiplerine de iktidar kalmalı(!) Çevreci mantık budur.
Mantık bu olunca buna uygun bir yaşamda tuturulur. Bunun teori-pratiği yapılır. Birileri koşturacak, emek verecek, ürün yaratacak, birileri de bu emek ve ürünü pazarlayacak, siyasal kariyer yapacak. Bu güne dek yapılan budur. Bununla da çok iş yapılmış görüntüsü verildi.
Peki ne oldu? Bu mantık ve pratiğin kazananı kim oldu? Kim kazandı, kim kaybetti? Bunun muhasebesi yapıldığında kaybeden kendileriyle birlikte Kürd milleti, kazananlar ise ihanet ve sonuçta Türk egemenlik sistemi oldu.
Şimdi bazı arkadaşlar, işi sıfırdan başlamak istiyorlar. Samimiyetlerine, yurtseverliklerine saygı duyulur. Ancak bu işe başlarlarken kiminle ve hangi malzeme ile başlıyacaklarını on defa ölçüp biçmelidirler. Çünkü bunun faturası çok ağır olur.
Fakat bu yüce milletin bağımsızlığı ve birliği için de mutlaka birilerinin bu bedeli ödemesi gerektiğinede inananlardayım. Ama bu iş imkan sorunudur. Hedefte ve onu sarmalayan çeper alanlarda tekleşmek, ona ulaşmanın yol ve yöntemlerinde anlaşmak, bunun araç ve gereçlerini temin etmek, kadro, para, cephe gerisi vs. Şu an aklıma gelen bunlar. Bunlar olmadan olmayacak duaya amin demektir. Peki bunlar bu gün mevcut mu? Hayır. Örgüt kurmadan önce bunlar düşünülmeli ve temin edilmeli. Haydi rast gele.

13 Nisan 2008

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.