Ben/bizler Kürt ulusal kurtuluşu, Bağımsız ve Özgür Kürdistan, sosyalizm, devrim, için yola çıktığımızda, her ne kadar yaşımız icabı büyük risklerin, tehlikelerin, bedellerin bilincinde ve bunları takar durumda değilsek de, dünyadaki ulusal kurtuluş hareketlerinde, devrim ve sosyalizm yürüyüşünde, liderlerin ve diğer öncü kadroların, militanların, parti ve örgüt üyelerinin, hatta sempatizanların büyük bedeller ödediklerini, büyük riskleri ve tehlikeleri göze aldıklarını, bunların sonuçlarına katlandıklarını, birçoğunun da kendi hayatlarını feda ettiklerini biliyorduk.
Kürt ulusal hareketinin tecrübesi de bunu bize öğretmişti. 20 Yüzyılın başlarında, Şeyh Abdulselam’ın, Şeyh Said’in, Cıbranlı Halit Bey’in, Dr. Fuat’ın, Seyid Rıza’nın, Qazi Mıhemed’ın, onlarca Kürt Şeyhi’nin, ağasının, aşiret reisinin, beyinin, ismini sayamayacağımız yüzlerce Kürt liderinin, yüz binlerce Kürt savaşçısının ve özgürlükçüsünün tutuklanmaları, yargılanmaları, cezaevi yaşamları ve idamları da bunu bize öğretmişti.
Tutuklanan ve yargılanan iki liderin yaşam öyküsü ve tecrübesi, üzerinde durulmaya değer iki örnektir.
Bu örneklerden biri, Kürdistan’da ve yerellimizde olan bir örnektir. Bu da, Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti’nin yıkılışında sonra, Kürdistan Cumhurbaşkanı Qazi Mıhemed’in mahkemedeki tutumudur. Qazi Mihemed, Kürt katliamı sırasında tutuklandı ve mahkeme sayılmayacak bir mahkeme tarafından yargılandı.
Qazi Mihemed mahkemede, yaptıklarının hepsini, Kürdistan Mehabad Cumhuriyeti’ni, Kürt milletinin haklarını savundu. Mahkemede başı dik, Kürtlere vasiyet olan tarihi, insani, sözlerini, kahramanca dile getirdi ve altın harflerle yazdı. Mahkemeye ve devlete baş eğmedi, af dilemedi. Qazi Mihemed’in bu davranışının karşılığı, ölüm oldu. Qazi Mihemed bu tutumuyla günümüzde de Kürtlere örnek olmaya devam ediyor.
Örneklerden ikincisi, evrensel bir örnektir. Güney Afrika lideri Mandela’nın tutumudur. Mandela, tutuklandığı zaman yaptıklarını, Güney Afrika’daki siyah halkın haklarını savunmaktan geri adım atmadı. Büyük bir cezaya çarptırıldı. Küçük bir taviz vermesi halinde, cezaevinden çıkarılacağı teklif edilmesine rağmen, taviz vermedi, 27 yıl cezaevinde kalmayı tercih etti. Mandela’nın bu tutumu Güney Afrika’da özgürlüğe yol açtı.
Türkiye’de de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın gençlik hareketinin liderleri olarak, söylediklerini, ideallerini, yaptıklarını savundular. Bu onları dar ağacına götürdü. Darağacında da ideallerini ve amaçlarını haykırdılar.
*****
Bizler, Kürdistan’ın kurtuluşu için yola çıktığımız zaman, karşımızdaki düşmanın sömürgeci, hunhar, kan dökücü, jenosidçi, Kürt milletini yok etmek için, tutuklanma dahil her türlü yola başvurduklarını büyüklerimizden dinlemiştik. Bu yolda yürümeye başladıktan sonra, bu gerçeklerin bilincine varmaya başladık. Yaşamın ve Kürt ulusal kurtuluş hareketinin şartlarının çok çetin olduğunu, Kürt ulusunun bağımsızlığının ve özgürlüğünün o kadar da kolay, bizden öncekilere yaptığımız eleştiriler kadar hafif olmadığını öğrendik. Kürt ulusunun bağımsızlığının ve özgürlüğünün “dayanılmaz bir ağırlığının” olduğunu bilince çıkardık.
İşte o aşamadan sonra sorunun daha kapsamlı, düşündüğümüzden öte yönlerinin olduğunu; Kürt ulusunun bağımsızlığının sözle olmayacağını, örgütlenme ve çetin bir mücadele ile geliştirebileceğini öğrendik. Kuzey Kürdistan’da Kürt ayaklanmaları sonrası örgütlenme dönemi başladı. 1959 yılında Kürt aydınları ve üniversite öğrencileri Kürt ulusunun haklarının kazanılması arayışı içine girdiler ve tutuklandılar. Yargılamalarda, standartlara uygun bir görüş mahkemeye sunmadılar. 1965 yılında Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kuruldu. 1968 yılında yöneticileri tutuklandı. Ama ne yazık ki, tutuklu yöneticilerin çok azı direnme gösterdi, sömürgeci mahkemelerde Kürt milletinin haklarını ve partilerini savundular. Kürtlerin bir kesimi de, Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP) örgütlendi. 1969 yılında ilk Kürt aydın, gençlik, kitle örgütü DDKO kuruldu. 12 Mart 1971 yargılamaları sonucunda da, lider konumunda olanların çoğunluğu özellikle de Dr. Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay, Canip Yıldırım, Musa Anter yaptıklarını, kurucusu, üyesi, yöneticisi oldukları TİP’i ve DDKO’yu savunmadıkları gibi, Mahkeme karşısında Kürtlüklerini bile itiraf edemediler. “Beraat diye-diye” yanıp tutuştular. Kurtulmak için rüşvet yoluna giren liderler de oldu.
1974 yılında Genel Af furyası gündeme geldiği zaman, genç tutuklular, “yaptığımız suç değil, biz halkımızın hakları için örgütlendik, mücadele ettik, biz af istemiyoruz” demelerine rağmen, liderler takımı, af’ı hararetle savundular. Genel Af’tan sonra da Kürt hareketinin örgütlenmesi platformunun dışında kaldılar.
*****
O tarihten sonra, yeni bir sorunla karşı karşıya olunduğu görüldü. Sömürgeci mahkemelerde, bir tarafta kendi ulusal ve ideolojik kimliklerini, Kürt halkının ulusal haklarını başı dik olarak savunanlar; diğer tarafta baş eğenler ve teslim olanlar kategorisi ortaya çıkmaya başladı.
12 Eylül 1980 Askeri Diktatörlük koşullarında bu açı ve ayrım daha fazla gelişti. Kürdistanlı siyasi örgütlerin liderleri mahkeme karşısında dik duramadılar, gevşek davrandılar. Örgütlerine, kimliklerine, Kürt ulusunun haklarına, açıkça, kapsamlı bir biçimde sahip çıkamadılar.
Liderlerden, “rüşvetle kurtulurum” diye devlete teslim olanlar oldu, Tutuklu olup da, “rüşvetle kurtulurum” diye çaba gösteren liderler oldu.
*****
1999 yılında Öcalan’ın yakalanması ve yargılanması daha dehşet verici gerçekleri ortaya çıkardı. Öcalan, mahkeme öncesi sorgu aşamasında ve mahkeme aşamasında da, PKK’yı, “Bağımsız Kürdistan” amacını, silahlı mücadeleyi savunmadı. O güne kadar PKK’nın savunduğu bütün değerleri, “Bağımsız Kürdistan” ve diğer ilkeleri inkâr etti. Kürt ulusal değerlerine, Kürt ulusal direnme hareketlerine ve liderlerine, Güney Kürdistan Federe Bölgesine karşı savaş açtı.
Derin Devlet, Öcalan ve PKK’nın Kürt ulusal hareketine karşı tarihi misyonundan dolayı, Öcalan’ın idamını engelledi. Oysa o güne kadar silahlı direniş içinde olan tüm Kürt liderleri idam edilmişlerdi.
Öcalan, şimdilerde de, “ev hapsini” istiyor. Barış ve Demokrasi Partisi de Öcalan’ı kurtarmayı, en azından Öcalan’ın “ev hapsinde yaşamasını, birinci öncelliği haline getirmiş durumda.
İllegal bir parti kuran, Kürt halkının özgürlüğünü amaç edinen Kemal Burkay, Türkiye’ye dönüşünün hukuki şartlarının hazırlanmasını talep ediyor.
DEP Genel Başkanı, Avrupa’da Öcalan’ın parlamentosuna başkanlık eden Yaşar Kaya, Türkiye Başbakanı’na “Sayın Başbakanım” başlıklı mektuplarla, Türkiye’ye dönüşünün şartlarının hazırlanmasını istiyor.
*****
Çok açık olan bir şey var ki, Kürdistan Devletini kurmak için örgüt kuranların, silahlı mücadeleyi benimseyenlerin/başvuranların, kendisine Kürt ulusal kurtuluşçusu diyen liderlerin, Kürt milleti için meşru olmayan sömürgeci devletten af dilemesi, mahkemelerde beraat ve “ev hapsini istemesi” hakları yoktur.
Bu eylemlerin içinde olanların, liderliklerinin sorgulanması kaçınılmaz olur. Bu liderlerin değerlerinin, ulusal kurtuluşunu gerçekleştiren, kendi uluslarını iktidar ve egemen hale getiren liderlerin parametreleri, değerleri ile aynı olmadığı tartışmasızdır.
Kürt ulusunsun içinde bulunduğu konum, tarihe geç gelişinin, kendi devletini kurmamasının bir nedeni de bu değil mi?
Kürt ulusunun en önemli çıkmazından birinin de liderlik sorunu olduğu, bu tablo karşısında dışlanılabilir mi?