Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 20 May 2012


Anılar yayımlandığında Demokrasi ve Barış Partisi Genel Başkan Yardımcısıydım. Anıları bana satmaya çalışan arkadaşa “ Kemal Burkay hâlâ PSK Genel Sekreteridir. PSK illegal bir partidir, yazdıklarında objektif olamaz. Sanlı Han’dan beri Özgürlük Hareketinin içindeyim, süreç devam ediyor ve yaşananlar henüz anı olmamıştır” diyerek almayı reddettim. Söylediklerim Salonda soğuk duş etkisi yarattı ve kimseden ses çıkmadı.

1989 yılında partiden ayrıldığımda “Mehmet evlenmek istiyorum diyerek ayrılmış” denildiğini duyduğumda sadece gülümsemiştim. PSK’lilerin “ niye biz evlenme yasağı mı koyduk?” diyebilecek olgunlukta olacaklarını düşünmüştüm, yanılmışım. Denilenlere DBP sürecinde inandıklarını gördüm. Kemal Burkay Türkiye’ye döndükten sonra kendisiyle görüşme isteğimi HAK-PAR Genel Merkezine ilettim. Gülümseyerek “tamam“ dedi. Bir süre sonra İstanbul’a gittim. Tekrar görüşmek istediğimi, Kamer Beysülen aracılığıyla kendisine ilettim. Yine görüşemedik. Görüşebilseydik bu satırları yazmayabilirdim. Yazmaktan başka yol kalmadı. Neden?Anılar tarihe not düşmektir. Objektif yazıldığı taktirde yazar ve araştırmacılar için önemli bir kaynaktır. Kürdistan tarihi Türk tarihine benzemesin, ” yaşananlar “la “ yazılanlar “ın farklı olduğu bir tarih olmasın istedim.

Anılarda benim adım geçmiyor. Ancak, tüm PSK’liler Anıların 2.cildinin 424 ve 425. sayfalarında söz edilen üçüncü kişinin kim olduğunu biliyorlar. Bunu DBP sürecinde hissettiğimi söylemiştim.

Kemal Burkay’ın adımı yazmaması, bunca yıllık yol arkadaşlarından “ bu herifler“ diye söz etmesi kendi taktiridir. Ancak bu, yazılanların bizim “iç işlerimiz “ ve önemsiz olduğu anlamına gelmez. Yazılanlara bir bakalım: "Eğitimden dönen üçüncü kişiyi Berlin’e yerleştirmiştik. Orayı beğenmedi, Bremen’e getirdik. Hapisten çıkıp gelmiş, ağır işkence görmüş bir yoldaşımızla, Yavuz Koçoğlu ile aynı evi paylaşıyordu. Orayı beğenmedi, kendisine ayrı bir ev tuttuk. Bu kez de evin banyosunu beğenmedi “ küveti küçük “ dedi. Kendisine Riya Azadi’ye yazma görevi vermiştik. “ Yazmam için yeterince materyal yok “ dedi... Kendisini bir gazeteye abone ettik, kupürler gönderdik. “ Ben burada yalnızım” dedi. Oysa Bremen’de aktif bir derneğimiz ve çok sayıda da üniversite mezunu, yani onun çapına uygun, eğitimli, aydın arkadaşımız vardı. Sonra Riya Azadi’yi beğenmediğini söyledi. TKP’nin yayın organı Atılım daha nitelikliymiş… “Bizden bu kadar, sen de yaz daha nitelikli olsun “ dedik.Ama bir türlü düzene girmeyince Köln’e çağırıp Abdullah’ın evinde kendisiyle konuştum,"Sorunun nedir?“ dedim.“ Ben orda yalnızım“ dedi.“Buraya gelsen, buradakilerle oturabilir ve çalışabilir misin?“, "Aslaa “ dedi. Çünkü akademideki öğrenim döneminde birbirlerinden nefret etmişlerdi ve ben onların, bazısı fındıkkabuğunu bile doldurmayan sorunlarıyla o zaman da bir hayli meşgul olmuştum…Sonra evlilik sorununu gündeme getirdi: “Ben bu yaşa geldim evlenemedim“ dedi.“Çevrene bak, hoşlandığın birini bul, evlen. Herkes böyle yapıyor. Bu işle arkadaşlar da ilgilensinler, sana yardımcı olsunlar” dedim. Sonunda ikna oldu. Çalışacağını söyledi. İkimiz de o akşam Abdullah’ta konuk kaldık. Rahat uyudum…Ne var ki sabah kalkınca o nu yine kara kara düşünüyor gördüm.“ Hayrola“ dedim , “ne var?" Yine, “Bu yaşa geldim, evlenemedim” demez mi ?’’Sabahları, kahvaltı öncesi biraz sinirli olurum…“ Bana bak arkadaş “ ! dedim ,. “ Ben iki kez evlendim, gerekirse üçüncü kez de evlenirim! Sen de istersen birini bulur evlenirsin. Ama senin bir iş yapmaya niyetin yok. Sana ev buluyoruz, beğenmiyorsun. Sana köşk bulsak saray isteyeceksin, saray bulsak bir ülkeyi isteyeceksin, bir ülkeyi bulsak dünyayı isteyeceksin! Buyur dostum ne istiyorsan onu yap..!O da herhalde bunu bekliyormuş ki, çok sürmeden bizden ayrılıp gitti. Kimdi diye sorarsanız, sevgili okurlar, adı lazım değil. Ben yalnızca neler çektiğimizi ve örgütlü çalışma ya da siyaset denen bu işin ne menem sıkıntılı yanları olduğunu anlatmak için böylesine, belki size ayrıntı gelecek olaylara değiniyorum.“Parti okulu, parti okulu “ diye başımın etini yiyen yoldaşlara hep şunu derdim. “İyi devrimciler ve iyi partililer okullarda yetişmez, mücadelenin içinde yetişirler.” Bunda ne kadar haklı olduğumu gördüm. Partinin onlar için yaptıkları bir yana, benim kişi olarak bu heriflere çok emeğim geçmişti; şimdi buna, bilseniz nasıl hayıflanıyorum..! (Anılar 2.cilt Syf. 424-425 )

Değerli okurlar, yazılanları okudunuz. Bunca yalanı bir araya getirmek büyük bir maharet değilse, iletişim kanalları hastalıklı unsurlardan oluşuyor demektir. Sabrınıza sığınarak süreci bir de benden dinlemenizi istiyorum. 12 Eylül öncesini şimdilik es geçiyorum. Bu süreçte yaşananlar, günümüz ve gelecek konusunda yazmayı umuyorum. Şimdilik, yalnızca yazılan süreci kanıtlayabildiklerim ölçüsünde yazmak istiyorum.

SÜRGÜN YILLARI

9 Mayıs 1981 yılında Viyana’ya gittim. Kemal Burkay Viyana’ya geldi, orada kalabilmem için iltica etmem gerektiğini, partinin prensip olarak iltica edenlere parasal yardım yapmadığını söyledi. İltica ettim. 16 Ay süreyle Viyana’ya 30 km uzaklıkta Traiskirchen adlı iltica kampında kaldım. Avusturya’da iltica edenlere parasal yardım yapılmıyordu. Günde 10 şiline ( iki paket sigara parası ) akşam saat 5’ten sabaha kadar Viyana sokaklarının karını temizledim. Her gün patates ve makarnaya talim ederek kampta 16 ay geçirdim Arkadaşlarım ve yoldaşlarımın Diyarbakır zindanlarında yaşadıklarının yanında, benim yaşadığım koşullar beş yıldızlı otel sayılırdı. Bu süre sonunda iltica isteğim kabul edildi ve Viyana’ya yerleştim. Viyana Üniversitesi’ne kayıt yaptırarak dil kursuna başladım. Kürt öğrencilerine burs veren bir kurumdan ilk bursumu da aldıktan sonra Süleyman Viyana’ya geldi.“Mehmetçiğim bir görev var kabul edersen yerini ve zamanını söylerim “ dedi. Ben de “ evet “ dedim. Geleneğimizde ve inancımızda parti görevine “ hayır “ demek yoktu.“ Bulgaristan’a gidiyorsun, 4-5 yıl sürecek bir eğitim görevi bu. Hazırlıklarını yap ve hemen git “ dedi. Ben de 12 Nisan 1983 tarihinde Sofya’ya gittim. Benden önce giden 3 kişi daha vardı. İranlıydık ama Farsça bilmiyoruz. Kürt’üz dememiz yasak. BKP öyle istiyormuş. Partimiz de bunu kabul etmiş. Bunları şimdilik tartışmıyorum. Bulgaristan’da geçirdiğim yıllar için “ kayıp yıllar “ diyorum. Eğitimimiz bitmek üzereyken Vedat arkadaşımız hastalandı. Bulgarlar onu tedavi etmeden gönderemeyiz dediler. Diğer 3 arkadaş Berlin’e uçtuk.

BERLİN GÜNLERİ

Berlin’de Cezmi’nin evine gittik. Kemal Burkay’ da ordaydı veya sonra geldi tam hatırlamıyorum. Sohbet sırasında gördüğüm haftalık Adımlar dergisinden söz ettim. Adımların 100. veya 101. Sayısıydı gördüğüm, 87’nin Ağustos sonları “ Türkiye’de adımlar çıkıyorsa biz de dönüp kaldığımız yerden devam edebiliriz “ dedim. Kemal Burkay , “ Mehmetçiğim bizim dönme koşullarımız yok, bir süre burada kalacağız. Sen Berlin’de kal deşifre olmamaya bak “ dedi. “Tamam“ dedim. Berlin’de en az yüz tane hemşerim var. Adım oldu Murat. İltica etmeden Berlin’de kalıyorum. Kimliğim yok, Aziz Nesin’ in Yaşar’ı gibiyim, diğer iki arkadaşı Köln’e gönderdiler.Ben Cezmi’nin evinde 1 ay kadar kaldım. Sonra Üniversite’nin misafirhanesinde bir oda ayarladılar, iki ay kadar da orda kaldım. İki ay sonra misafirhaneden ayrılmak zorunda kaldım. Bir aylığına izne giden bir işçinin tek odalı, sobalı evinin anahtarını verdiler bana. İşçi döndükten sonra Selahattin Kazar isimli hemşerimin yine tek odalı bekâr evinde koltukların üzerinde yatarak kalmaya başladım.Gündüzleri dernekteyim, hafta sonları bir arkadaşın evinde eğitim çalışmaları yapıyorum. Türkiye’den giyindiğini söyleyen Cezmi’nin elbiselerini giyiyorum. Cezmi haftada bir “ Paran var mı?“ diye sorduğunda doğal olarak “ Yok“ diyorum, o da 50 veya 100 mark veriyor. İhtiyaçlarımın çoğunu hemşerilerim karşılıyor.Bu arada yazıyorum. Cezmi’nin katıldığı İspanya’da ki televizyon programının konu metnini ben yazıyorum, Sıpan adlı Ağrılı arkadaşımız Kürtçeye çeviriyor, Cezmi konuşma metnini alıp İspanya’ya gidiyor. Bu dönemde şiirlerim Denge Komkar’da, yazılarım Riya Azadi’de B.Murat adıyla yayımlanıyor. Ayrıca H.Şiyar imzalı Sovyetler Birliği’yle ilgili gezi izlenimlerim de bu dönemde yayımlandı. Berlin’de yaşadıklarımıza Cezmi, Çeko, Sipan, Zinar, H.Şahin vb. tanıktırlar.

BREMEN’E GEÇİŞ

Berlin’de 6 ay geçtikten sonra Sertaç Bucak beni alıp Bremen’e götürdü. Orada iltica koşulları daha uygunmuş. Bremen’de İhsan Durak adıyla iltica başvurusu yaptım. İhsan Diyarbakırlı bir arkadaşımız, 10 yıl hüküm giymiş 5 yıl Yozgat’ta sürgünü var. Hamburg’da hâkimin karşısına çıktım. Hâkim benim çile çektiğime ve iltica isteğime hak veriyor ama benim İhsan Durak olduğuma inanmıyor.Bremen’de önce genç bir ilticacı ailenin yanına verdiler. Orada 1 ay kadar kaldım. Onlarla beraber Bremen’in dışında bir köyde ev yıkmaya gidiyoruz. Gitmezsem tembel diyecekler. 1 Ay sonra 1 Alman öğrencinin yanına verdiler. 2 Odalı evin bir odasını kullanıyorum. Odamda tek bir somya var. Elbiselerim valizde. Tam bu sıralarda Süleyman çıkageldi. Evin dış kapısının önünde konuşuyoruz. “ Masam, sandalyem, daktilom yok “ dedim. Süleyman “ Mehmetçiğim Barzani parti bildirilerini dizlerinin üzerinde yazıyor” dedi. Halepçe katliamının olduğu günlerdi. “ Ben Barzani değilim yaşadığım yer de Kürdistan değil” diyemedim. Hâlâ partiye inanıyordum.1 Ay sonra Alman öğrenci nişanlısıyla evleneceği gerekçesiyle evden çıkardı. İhsan Durak olarak devlete başvursam belki yer verirler ama ben bu durumu Yavuz’a anlattım. 1 Gün onda kaldım. Sabah olunca beraber KOMKAR’a geldik. Kalacak yerim yok artık. KOMKAR’ da TSİP’li Cavit Wilkens ile konuşuyoruz. Cavit bir Almanla evli ve onun soyadını almış. Bana “ Muratçığım siz illegaliteyi fetişize ediyorsunuz. Sanıyorum sen parti üyesisin. Bunca partili varken senin evsiz kalmana anlam veremiyorum, istersen gel bende kal” dedi.Cavit’in eşi 7-8 aylık hamileydi. Doğuma kadar annesinin yanına gitmişti. Çaresiz Cavit’in yanına taşındım. Bu arada Ünal derneğe telefon ediyor “ bütçe görüşmeleri olmuş, yarın elimize ulaşacak şekilde bütçeyle ilgili bir yazı yaz” diyor! Bu olaydan sonra Nuh Ateş daktilosunu bana veriyor, Yavuzda Cumhuriyet gazetesi alıyor. Partinin yaptığı yardım bu.Cavit’in eşi doğum yaptıktan sonra doğal olarak oradan ayrıldım. Suphi Aydın adlı öğrencinin 2 odalı evine yerleştim. Biraz olsun rahatladım. Artık bir odam ve kullanabileceğim bir masam var. İhsan Durak olarak yaşasam da devletin verdiği 180 Mark civarında bir gelirim var. Bu arada Bremen ve Hamburg’da eğitim çalışmalarına, konferanslara; 1 Ağustos genelgesini protesto etmek için 5 gün süren açlık grevlerine katılıyor; Denge Komkar ve Riya Azadi’ye yazılar yazıyorum.

Bu dönemde B.Murat imzasıyla yazdıklarıma birkaç örnek:1 – Riya Azadi Sayı 109. Ekim 1987 , iki yazı-Barışa Doğru Önemli Bir Adım-Körfez Savaşı ve Pentagon’un Planları2 – Denge Komkar sayı 102. Kasım 1987, iki şiir 3- Denge Komkar sayı 106 Nisan 1988, şiir4- Riya Azadi sayı 111-112 Ocak 1988- Savaşsız Bir Dünya Yaratıyoruz-Çağ Atlama Maskaralığı ve Bazı Gerçekler-Bremen’de yaşananların canlı tanıkları: Sertaç Bucak,, Nuh Ateş, Nazım, Suphi Aydın, Mehmet Ateş, Mehmet Behzatoğlu, Bilal, Cavit Wilkens Vd.

KÖLN GÖRÜŞMESİ

89’un ilk aylarında Kemal Burkay’la Köln’de görüştük. Mart ayında ayrılıp İsviçre’ye gitmiştim. Görüşmemiz Mart’tan önce. Abdullah’ın evindeyiz. Kemal Burkay bana “ Mehmetçiğim, Politbüro üyesi bir arkadaşımızın başkanlığında seni üç kişilik yazı kurulu üyeliğine seçtik. Bundan sonra Riya Azadi’yi siz çıkaracaksınız “ dedi.Ben yine Türkiye’ye dönmemiz gerektiğini gündeme getirdim. Yine koşulların uygun olmadığı söylendi. Kendi koşullarımı anlattım. “ Evim, daktilom, masam, gelirim yok, başkasının kimliği ile yaşıyorum. Ben dil öğreneceğim, ehliyet alacağım, çalışacağım, evleneceğim; bunları başka bir kimlikle yapamam, ayrıca Türkiye’ye dönme koşullarımız var ve dönmemiz gerekir” dedim.Kemal Burkay kızmaya başladı. Tartışmaya alışmamıştı. Bana “ Mehmetçiğim benim dönme koşullarım yok gidersem tutuklanırım.” dedi. Ben de “ Abi sizin gitmeniz şart değil, gidebilenler gidelim.” Dedim. Bana “ Mehmetçiğim sana yol parasını verelim sen git “ demez mi? Ben özlem gidermeye gitmiyordum ki! Yol parasını konsolosluk da verirdi. Abdullah’a dönerek “ Mehmet’i Bahnhof’a götür” dedi. Abdullahda beni gara götürdü ve Bremen’e döndüm. Hemen Yavuz’un dernekteki odasına gittim ve kimliğimi vermelerini istedim. Kimliği mi aldıktan sonra İsviçre’ye gittim.

Değerli okurlar lütfen Kemal Burkay’ın yazdıklarını bir kez daha okuyun. Yazılanlara etik açıdan cevabı size bırakarak, siyasal nedenlerini irdelemeye çalışalım.

KISA BİR DEĞERLENDİRME



Kürtler bu yeni dönemi kabullenmediler. Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanları ile itirazlarını dile getirmeye, gasp edilen haklarını almaya çalıştılar ancak güçleri yetmedi. Sonuçta idam, katliam ve sürgünlerle karşılaştılar.1915 Ermeni soykırımının inkârı, Nazım Hikmet’in zindana atılması, Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, Tan matbaasının yakılması, 6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi,49’lar Hareketi ve benzer gelişmeler, oluşturulan sistemin Türk halkı ve diğer azınlıklar için de demokratik olmadığının açık göstergeleridir.1946’da çok partili sisteme geçiş, Kemalist diktatörlükten demokrasiye geçiş olarak yutturulmaya çalışıldı. CHP’den ayrılanların kurduğu Demokrat Partisi iktidara geldi. Amerika ile kardeş olduk ama reşit olmadığımız için velayetimiz Amerika’ya verildi. DP Kemalist diktatörlüğü başka bir biçimde ve isimde sürdürdü.

1960 cuntası DP diktatörlüğüne son verdi ama askeri vesayetin ve cuntaların da önünü açtı. Verilen göstermelik demokratik haklarla demokrasiye geçtiğimiz iddia edildi. Ancak verilen haklar mücadele ile kazanılmadığı için Devlet-i Ali’nin gördüğü lüzum üzerine geri alınabiliyordu.

1960’larda olumlu gelişmeler de oldu. Marksizm kitlelerle buluşmaya başladı.1965’te TİP parlamentoda grup kurdu. DEV-GENÇ yüzbinleri sokağa dökebiliyordu.Kürt gençliği DDKO’larda örgütlenmeye başlamıştı. KDP kuruldu.12 Mart’a gelindiğinde gençlik eylemleri, 15-16 Haziran’la ayaklanma provaları yaşanmıştı. Kitleler bilinçleniyor ve sağlıklı örgütlenme girişimleri başlamıştı. Tam bu dönemde Kürt hareketini sağlıklı bir rotaya sokmak için PSK kuruldu. Ortam PSK’nin gelişmesine elverişliydi. Öyle de oldu. Kürt gençliğinin önemli bir bölümü DHKD’leri seçti. Özgürlük Yolu’nun dağıtımı on binlere, Roja Welat’ın 30’binlere ulaştı. Diyarbakır ve Ağrı Belediye Başkanlığı seçimleri kazanıldı. Kürt Ulusal Demokratik Hareketi sağlıklı bir rotaya girmiş, sağlıklı bir örgütlenmenin temeli atılmıştı.

Diyarbakır seçimleri bazı kesimlerde şok etkisi yarattı. Her geçen gün etkinliğini yitiren KDP’yi saymazsak, PSK bölgede tek örgüttü. Özgürlük Hareketi’nin gelişimi devleti de düşündürdü ve onu farklı yöntemler izlemeye itti. Tam da bu dönemde PKK kuruldu. Henüz “ İki yanımda iki mit ajanı, ben onları kullanıyordum onlar da beni “, “ Üç yıl süreyle devlet bize yiyecek verdi “, “Pişmanım, hizmet etmeye hazırım” denilmemişti; Pilot Necati bilinmiyordu ama savunduğu görüşler ve yaptığı eylemlerle PKK’nin yanlış yolda olduğu başından beri belliydi.

PSK belli tarihsel koşulların ortaya çıkardığı bir örgüttür. Sosyalizmin ve Sovyetler Birliği’nin prestijinin yükseldiği, Dünya Sosyalist Sisteminin ulusal kurtuluş mücadelelerine destek olduğu, bu güçlü desteğin ulusal kurtuluş mücadelelerinin başarıya ulaşmasında önemli rol oynadığı bir dönemdi bu. Türk devletinin Kürtlerin en küçük demokratik taleplerini bile kanlı bastırdığı bu dönemde legal örgütlenmenin yolu kapalıydı. Bu yüzdendir ki PSK Marksist bir parti olarak illegal örgütlendi.

Bugün koşullar değişmiştir. Sovyetler Birliği ve Dünya Sosyalist Sistemi gibi bir destek artık yok. Marksist bir partinin öncülüğünde silahlı mücadele ile dört devleti dize getirmek zor. Kitlelerin desteği olmadan sosyalizmi kurmak bir yana, sömürgeci boyunduruğu kırmak bile oldukça zorlaşmıştır. “Tahrir Meydanı” türünden kitlesel halk ayaklanmaları olmadan köklü değişimler sağlanamaz. Bunun içindir ki PSK misyonunu tamamlamış ve miadını doldurmuştur. Varlığı demokratik gelişmenin önünde bir engel oluşturmaya başladığı için de bir an önce varlığına son vermelidir.

NEREDE HATA YAPTIK?
Anıları okuduktan sonra kuşkularım arttı ve geçmişin bir kez daha değerlendirilmesi gerektiğine inandım.İşçi sınıfının – neredeyse – olmadığı, İslam inancının egemen olduğu bir toplumda örgütleniyorduk. Bu Bizim temel zaafımızdı. Böyle bir toplumda Marksist bir parti olarak kök salmak zordu. Buna hatalar ve eksiklerimiz de eklenince durum daha da zorlaştı. Sovyetler Birliği’ne körü körüne bağlılık ve Barzani’yi hain ilan etmemiz hataydı. Özeleştiri yaptığımız için bunu bir yana bırakalım. Sosyalizme inancımızdan ve Lenin’in ülkesine olan sevgimizden dolayı enternasyonalizmi abarttık ve milliyetçiliği küçümsedik. BKP Türklerin adlarını değiştirip onları kamplara ve Türkiye’ye gönderirken biz hâlâ Riya Azadi’de “Bulgaristan Müslümanları” sür manşetli yazılar yazıyorduk.12 Eylül sonrası sahayı tamamen boş bıraktığımız için ayrık otları türedi, kök saldı, şimdi de onları ayıklamakta zorlanıyoruz.

KADRO POLİTİKASI

Kadroları doğru değerlendiremedik. İhsan Aksoy ve Mehdi Zana’dan başlayarak; Nazif Kaleli ve Zeki Adsız’a uzanan yolda onlarca kadroyu kolayca harcadık. Hareketimiz, değirmen taşı gibi kadro öğüten bir harekete dönüştü. Başından beri yanlış yapanlar, partinin verdiği görevleri yerine getirmeyen ve partiyi dinlemeyen “prensler” polit büro üyesi yapılarak ödüllendirildi. Partinin verdiği görevleri yerine getirenler, partiye ve halka karşı dürüst olanlar kolayca harcandı. Partide ikinci adam olmadı, ikinci adam adayları kolayca harcandı. Bu durum erozyona neden oldu ve parti kurucularından Y. Çamlıbel ve Z. Acar dışında kimse kalmadı. Onlar da yurt dışında yaşıyorlar.Yurtdışındaki kadrolarımızın bulundukları ülkelere entegre olmalarını salık verdik. “Teşt’te” yıkanan birinin, her an akan sıcak suyun olduğu bir evde kalmasını sağlamanın, ülkeye geri dönüşü zorlaştıracağını önceden göremedik. Koşullara ayak uydurma, koşullara göre mücadele yol ve yöntemlerini öğretme, örgütün amaç ve ilkelerine bağlılık vb. konularda kadro eğitiminde yetersiz kaldık. Bu durum hareketi her geçen gün eriyen bir kartopuna dönüştürdü.PKK’nın ne olduğunu 1983’te yayınlanan kitaptan, yakılan KOMKAR binalarından, Mustafa Çamlıbel ve Ramazan Adıgüzel’den, yurt dışında öldürülenlerden dolayı en iyi bilenlerdeniz. Kuruluşunda devletin parmağının olduğu, puslu 90’lı yıllarda hangi olayı devletin, hangi olayı örgütün yaptığının belli olmadığı bir dönemde, PKK’nin başındaki adamla protokol yapmak büyük bir hataydı. Bu protokol Kürt devrimci kamuoyunda PKK’yi meşhurlaştırma hareketiydi.

BİRLİK POLİTİKASI

Birlik, birden fazla örgütün veya hareketin bir araya gelerek aynı program etrafında ortak hedeflere varmak için oluşturulan yeni bir örgütlenmedir. Bu yeni yapı cephe olabileceği gibi yeni bir parti de olabilir. Birliğe katılanlar birlik için istekli olmalı. Birliğe katılanların temel hedefi artık yeni oluşumun temel hedefidir. Bu tür birliklerde toplumda etkinliği olan tek tek bireyler de taraf olarak yer alabilmeli. Birliğe katılan partilerin eski yapıları, işlevleri, çalışmaları birlik içinde ikincil olmalı, temel hedef birliğin amacına ulaşması olmalı. Birlik kendi zaafını gizleme aracı olmamalı.Birlik konusunda hep isteyen taraf olduk. UDG’den Hevkari’ye, Tevger’den Sol Birliğe kadar hep birlik isteyen biz olduk. Birliğin tarafların karşılıklı isteği doğrultusunda gerçekleşebileceğini bir türlü kavrayamadık. Hiç beş yıl süren birlik çalışması olur mu? Bizde oldu ve başarısızlıkla sonuçlandı, tüm diğer birlik girişimleri gibi. Bir ay süren MYK toplantısının olduğu yerde 5 yılın adı mı olur? Kürtlerin zamanı çok.Yanlışlardan arınmadan sağlıklı bir birlik olmaz.

DBP DÖNEMİ

Leninist örgütlenmenin iki temel zaafı vardı: İllegal örgütlenme ve profesyonel devrimcilik. Birincisi kadroların kontrolsüzlüğünü, ikincisi ise boş vermişliği beraberinde getirdi. DBP sürecinde bunlar açıkça görüldü.”İki başlı yapı“ ve “uzaktan kumanda “ sistemi parti “ komiserleri “ yarattı. Bu yapı demokratik gelişmenin önünde engel olmaya başladı, kadrolar arasında haksız rekabete neden oldu. Yanlışları görenlere “ ayrılıp PKK’ye katılaydın “ denilerek “ yaratıcı! “ çözüm önerileri getirildi. Gençleri partiden kovanlar, “ parası olmayan partiye gelmesin “ diyenler, bir ay maaş almazsa partiye uğramayacak olanlar “ prens “ ilan edildi. Bütün bunları herkes biliyor ve dillendiriliyor ama nedense bir çözüm bulunamıyor.Bu aksaklıklar DBP’nin kan kaybına neden oldu ve parti her geçen gün küçüldü, kongre yapamaz hale geldi. Emek verenleri onore etmek yerine onlara nankörce davranıldı. Bu zaaftan kurtulmak için birlik konusu gündeme getirildi ve HAK-PAR’ı oluşturma süreci başladı.Barışçıl mücadele yöntemleri ile Kürt sorununu çözmek isteyenlerin birlikteliği ne kadar önemli ve gerekliyse; soruna taraf olanların iyi niyetleri ve birlik konusundaki istek ve çabaları da o kadar önemlidir.

HAK-PAR



AKP DÖNEMİ

AKP, HAK-PAR’la aynı dönemde kuruldu ve ilk seçimde hükümet kuracak çoğunluğu elde etti. Ana gövdeden ayrılarak kitleleri peşinden sürükleyen, üç seçim üst üste oylarını arttırarak hükümet kuran ve giderek iktidar olan tek parti AKP’dir. Gülen Cemaati ile ilişkileri olan ve Gülen’in “ tedricen “ iktidarı almak gerekir stratejisine uygun hareket eden de AKP’dir. AKP’nin kurucuları Erbakan’ın öğrencileridir. Erbakan Siyasal İslam’ın Türkiye’deki kurucusu ve fikir babasıdır. Siyasal İslam’ın temel felsefesi şeriat kurallarıdır ve bu demokrasi ile bağdaşmaz. Fetva ve ulemanın egemen olduğu yer karanlıktır ve karanlıkta demokrasi yeşermez. Diğer bütün söylemler “ teferruattır.”AKP’nin AB’ye üye olunmasından yana görünmesi onun çağdaş demokrasiden yana olduğunu göstermez. Cuntalara karşı görünmesi de öyle. O sadece kendisine zarar verenlere karşı rövanşist bir tavır sergiliyor, kin ve intikam duyguları ile hareket ediyor. Kemalistlere karşı tavrının altında yatan neden de bu. AKP’nin AB’den yana görünmesinin iki nedeni var: Birincisi, AB cuntaların önüne set çekiyor, ikincisi ise, parti kapatmayı zorlaştırıyor. AKP tam da bu iki konudan rahatsızlık duyuyor.AKP’ye koşulsuz destek verenler tarihten ders almayanlardır. Kemalist diktatörlüğe, askeri vesayet rejimine karşı olmak iyi de bunun yerine getirilmek istenen namahrem, fetva ve ulema rejimidir. İran bizim için iyi bir örnektir. Şah rejimine karşı Halkın Mücahitleri, Halkın Fedaileri, Tudeh ve Kürtler Humeyni’yi desteklediler. Onlar da Şah rejiminden kurtulalım gerisi kolaydır diye düşünmüşlerdi ama öyle olmadı. Bugün adı geçen muhalif gruplar yok ve 33 yıldır ülkede demokrasi adına yaprak kımıldamıyor.AKP’nin bazı olumlu adımları abartılıyor. 3-5 Generali içeri atmak Kemalist rejime karşı olanların yüreklerine su serpebilir ama demokrasiyi getirmez. AKP kendi derin devletini yaratıyor ama çoğu insan AKP generalleri içeri atıyor diye alkışlıyor. Alkışlayan beyler, sıra size geldiğinde etrafınızda kimse olmayacak.El kaide ve Taliban’dan ağzı yanan Amerika, Ortadoğu’da ılımlı İslam’a yöneldi, “ Kanlı veya kansız” diyenlerin yerine, “Milli görüş gömleğini çıkardık” diyerek takiyye yapanlara destek oldu.Kürtler için red, inkâr ve işgal politikalarından daha kötüsü olamaz anlayışı ile AKP’yi koşulsuz desteklemek akılcı bir politika olamaz. Karanlıkta kaybolan hiçbir şey bulunmaz ve şeriat karanlıktır. AKP, 28 Şubat ve darbe girişimlerinin üstüne gittiği kadar 12 Eylül’ün üzerine gitmiyor. Çünkü 12 Eylül’de kendisi zarar görmemiş, tersine palazlanmıştır. 12 Eylül yargılamaları semboliktir. Referandumda 12 Eylül’ün yargılanmasını isteyen toplum, cuntayı önleyemediği, Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı yaptığı, yüzde 92 ile anayasaya evet dediği ve bugüne kadar değiştirilmesini sağlayamadığı için kendisini yargılamalıdır. Cuntalara ve siyasi partilerin kapatılmasına elbette karşıyız, ancak yürürlükteki yasalar herkes için geçerlidir. Anayasa Mahkemesi AKP “laiklik karşıtı hareketlerin odağı olmuştur” kararını veriyor ama partiyi kapatmıyor. Anayasa Mahkemesi, HSYK’nın yapısı değiştiriliyor, üniversiteler YÖK aracılığıyla kontrol altına alınıyor, Cumhurbaşkanlığı, Parlamento, Yargı, Üniversiteliler, MGK, Polis teşkilatı siyasal İslam’ın kontrolünde. Derin devlet denilen olgu uzaylı bir yaratık değil, toplumun içinde. AKP’nin Kürt sorunu konusunda attığı adımlar koşulların zorunlu kıldığı adımlardır. Red ve inkâr ilelebet sürdürülemezdi. Kürt sorunu diyerek sorunun adını koymak, çözümü de “ Milli birlik ve kardeşlik” projesinde aramak çözüm olamaz. TRT Şeş bizi yanıltmamalı. AKP devlet Kürt’ü yaratmaya çalışıyor. Rojin’in şarkılarına tahammül etmeyen anlayış Kürt sorununu çözme konusunda inandırıcı olur mu? Uludere katliamını kim yaptı?

Kürt sorunu karmaşık bir sorundur. Sorunun karmaşıklığı yalnızca Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüşlüğünden kaynaklanmıyor. Kürtler kurmancı, sorani, zazaca, şeybızınca gibi farklı lehçelerde konuşuyorlar. Türkiye’nin büyük illerinde çok sayıda Kürt nüfus var. Adana, Antalya, Mersin, İzmir, Manisa, İstanbul, Bursa, Ankara, Konya, Kırşehir gibi iller, Ağrı ilinin onlarca katı kadar Kürt nüfus barındırıyor, Kürt-Türk evliliği çok, birçok Kürt ailesin de Türkçe konuşuluyor, birçok Kürt genci Kürtçe bilmiyor, Orta Anadolu Kürtleri ayrı bir coğrafi konuma sahip, uluslararası evlilik milliyet belirlemeyi zorlaştırıyor. Bütün zorluklara rağmen Kürt sorununu çözüm yoluna sokmak için siyasi iradenin inisiyatif alması gerekiyor. Sorunu karmaşıklaştıran ülkeyi bölen emperyalistlerdir.

Uluslararası koşullar, tek kutuplu dünya, iç içe geçmişlik, klasik silahlı ulusal kurtuluş mücadelesinden vazgeçilmesini gerektiriyor. Silahlı mücadele, insan öldürme yöntemi ile kurtuluş olamaz. “Tahrir Meydanı” veya “sivil itaatsizlik” gibi yöntemler kullanılabilir ancak barışçıl yöntemlerle sorunu devlet çözer. Bunun için de siyasi irade olmalı.Kuzey Irak’ta bir ilk yaşandı. Amerika’nın çıkarları Saddam rejiminin devrilmesi konusunda Kürtlerin çıkarları ile kesişti. Bu bir paradokstur ama Kürtler Amerika’nın desteğiyle Saddam’ın zulmünden kurtuldu. Milyonlarca Iraklının ölümü ve sürgünü bu özgürlüğe gölge düşürdü.Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için devlet adım atmalı. Öncelikle devlet bugüne kadar izlediği red ve inkâr politikası ve katliamlar için Kürt halkından özür dilemeli. İlk adım bu olmalı. Demokratik ortam sağlanmalı, herkesin ayrılma isteği dâhil, tüm görüşlerini, özgürce savunabileceği ve görüşleri doğrultusunda örgütlenebileceği koşullar sağlanmalı, bağımsızlık, federasyon, özerklik, kantonal sistem gibi tüm seçenekler tartışılabilmeli, referandumla halkın eğilimi görülmeli ve ona göre çözüm biçim ve yöntemleri belirlenmelidir. Bütün bunlar yapıldıktan sonra ancak Kürt sorunu çözüm yoluna girer.Bugüne kadar izlenen devlet politikalarında, Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözme yönünde, hiçbir önemli adım atılmadı. Anayasa ve siyasi partiler yasası olduğu yerde duruyor. Ana dilde eğitim yok, Tv yayını korsan yayınla geçiştiriliyor. Bütün bunlara rağmen AKP’yi savunmak, televizyonlara çıkıp yalnız PKK’yi eleştirerek AKP’ye destek olmak, anlaşılır gibi değil. Yaşananlar devletin gözü önünde yaşandı, yaşanıyor. Yazılanlardan devletin bilgisi var. Devletin MİT’i, polisi, jandarması ve her köyde bir imamı var. Buna rağmen Meclis’te PKK’nin işlediği iddia edilen cinayetleri anlatmak, liste sunmak bizim işimiz olmamalı. Bunları anlatırken devletin yaptıklarını da unutmamalıyız. 90’lı yılların SHP’li bakanı Azimet Köylüoğlu’nun televizyonda ellerini iki yana açarak, “ devlet köy yakıyor ben ne yapayım” dediğini de anımsatmalıyız.

Sonuç olarak, lider güvenilir, adil ve yol arkadaşlarına karşı vefakâr olmalı; esnek, sakin ve hoşgörülü olmalı. R.T. Erdoğan’ın yanındaki çekirdek kadro Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden kalmadır. Partisinde ondan sonra Abdullah Gül, Bülent Arınç vb. sayılabilir ama bizde hep tek adam oldu. 31 Yıl yurtdışında kaldıktan sonra devletin çağrısıyla ülkeye dönerek “ Özgürlük ve Barış sembolü” olunmuyor.Mandela öyle olmadı.

15 Mayıs 2012

Mehmet ÖZKÖK

HeK-not (not verified)

Sun, 05/20/2012 - 14:42

Kemal Burkay bir kose de haminine akli selimi denilebilecel bir cok kisinin zaten kavradigi seyleri yeni bir seymis gibi soyleyen yazilar yazzsa arada bir de sezen aksuya sarki sozu de yazabilir yazik olmus bir suru elemeni da kor yollarda harcamis bu yazinin yazarinin soyledikleri dogru sovyetleri her halde krilenkodan daha fzala ozgurlukculer savundu millete inanmadikjlari dusunceleri savudurdular, yalan oldugunu gordukleri halde dile getirmeme kulturunu dayatilar simdi aktarilan aniya bakiyorum be adam sen lider olmussun senin onune oxford mezunlarini mi kadro olarak koyacaklar onlar zaten sana donup te bakmaz elde avuca ne varsa onunla is yapacaksin apo da bu da kendilerine bakmaz elemanlardan yakinir cikma ortaya lider olarak kosenden serbest elestiri yap. simdi Ocalan kifayetsiz despot tamam da kemal burkay ne? kifayetsiz muhteris orasi kesin despot mu? latent despot desek haksizlik mi yapacagiz? despotluk rezaletini Ocalan cok vahsilestirdi onunku superstaure despotluk kemalinki de sinsi despotluk, kibar despot diyelim skala bir hayli genis ama henuz despotluk disina cikabilmis bir lidere raslayan var mi el alemde degil bizde bizde ! Mehmet ozkok e gecmis olsun demekten baska yapacak bir sey yok yillarini kor bir yolda harcamissin ancak bir teselli olacak ise burya kisaca aktardigin dersler ise yarar bundan boyle yanlisi gordugumuz anda gerekirse tepine tepine soylemenin en iyi davranis oldugu ve inanmadiginiz seyi asla ve asla savunmamayi da coluga cocuga ogretmenin bir vatan borcu oldugu kulturumuze kazinir umarim mayayi da gole degil sute calalim hurmetler HeK

Can., (not verified)

Sun, 05/20/2012 - 15:15

burada merak ettigim bir ciddi mesele var bulgaristan da bu adamlar kimden neyin egitimini almislar bir iddiada bulunayim ajanlik! kimin ajani sovyet blok ajanligi gel zaman git zaman sovyet despotizmi cöktü arsivler sokaklara döküldü türklerin elinede düstü ve sahiplerine degisik yollarla servis edildi bakin dedi sovyet kapisi kapandi size tc kapisini acayim dendi zaten baska carenizde yok yok derseniz bu kez bu belgeleri kamuoyunun önüne servis ederiz tehditi yapildi sovyet blok ajanlari birer birer bavulunu hazirlayip tc kapisinda kart vaziyeti aldi tc devletinin tek tek ile cözmeye calistigi ^kürt sorun^"na katki sunmaya basladilar kendi söylemleri recep tayyip erdoganin tek millet, tek devlet, tek dil dedigi bir ortamda kemal burkay sorunun cözümüne katkiya geldim dedi sadece o mu onlarcasi var bir ara ab yolunda hizla yürüyen türkiye su an da yeni anayasa hazirlama ile ömür tüketen bir tayfa ikinci lozan anlasmasinin piyonlari rölünü oynuyorlar dahasi kendilerine bu rölü oynatiyorlar onlarda oynamak zorunda kaliyorlar yoksa ellerindeki belgeler etrafa sacilir o zaman karizmalari cizilir karizmayi cizmemek icin kemal burkay diyap agasinin yolunu takip etme mecburiyetindedir sovyet blok tan maasli sosyalistler simdi tc polisi korumali kürtcüler yani lanetliler birakin öyle kalsinlar

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.