Ey Xwude? Tu heyî?, li kuyî?
Bo Kurdan çama qet niye!?
MUSTAFA PAŞA YAMULKİ’YE ADANAN-2
Bahoz ŞAVATA
İş başa düştü. Yüzlerce Irak ordusu esirine artık sahiptik. Bizler onların sağlığını ve emniyetini düşünmek zorundaydık. Üstelik içerden oldukça pis kokular geliyordu. Bizi özel kıyafetlerimiz içinde gören esirlerde tedirginlik oldukça fazlaydı. Bu tedirginliği gidermek için onlar ile İngilizce konuşma yoluna gittim. Bu dili konuşmam onları daha da ürküttü.. Bunu sezince, içlerinde Kürdce bilen birinin olup olmadığını yine Kürdce sordum. Kürdce konuşmam esir topluluğuna bir rahatlama getirmişti. Esirlerin arasından genç bir subayın öne çıktığını gördüm. Bu defa ben tedirgin ve üzgündüm. Çünkü onların arasında bir Kürdün varlığını kabullenemiyordum. Acele ile ona sordum,
-Tu kurdî? ( Kürd müsün?)
-Na, ez Aşurî me, belam Kurdî dizanim. ( Hayır, Asuriyim, fakat Kürdce bilirim.)
Bu defa ben rahatladım. Bu esir benim ile özel görüşmek istediğini belirtti. Ben oralı olmadım. Esaretin ne olduğunu biliyordum. Onlara dönerek, bütün esirleri biraz hayallerinde caydırıcı biraz rahatlatan bir konuşma yaptım. Konuşmamda; kendilerine Cenevre sözleşmelerine göre muamele yapılacağını, kendilerinin misafirimiz olduğunu, onların can güvenliğini ve emniyetini sağlayacağımızı ve esir takası için başka bir bölgeye en kısa zamanda kendilerini sevk edeceğimizi kısaca cümlelerime aralık vererek söyledim. Bizim Asuri onlara söylediklerimin her cümlesini Arapça tercüme etti. Kapıdan uzaklaştım.
İşler kendiliğinden yoluna girmişti. Esirler cezaevi müdürlerini kendiliğinden seçmişti. Bizim Dersimli Şeref Hoca bu görevden feragat etmişti. Haydi hayırlısı.
Şartlar bu, gel de cezaevi müdürü ya da gardiyan olma! Esirler adam yokluğundan ortada kalmış, cephe önlerinde binlerce şehit verilmiş. Esir bir savaşta kendi namusun gibidir. Ya da ailen gibi… Şimdi hem bu esirlere bakmak hem de onları kaçırtmamak gerekir.
Bizler bakılmaya muhtaç iken ne yapacaktık şimdi, büyük bir sorun sahibi olmuştuk. Arkadaşlar ile durum değerlendirmesi yaptık. Bu toplantıda bölgede ki askeri hakimiyetimizi ve emniyetimizi öncelikle hesaba kattık. Esirler için bazı arkadaşları Camiye görevli olarak kaydırdık. Ben ve Şeref Hoca birlikte geri cephedeki Kaledize kasabasında Kürdistan Cephesinden bir yetkili bulmak üzere hemen yola koyulduk. Bazen yaya bazen çevredeki köylerden hala sınırlara kaçan yakın köylü kaçkınların traktör benzeri araçları ile Kaledize şehrine geldik.
Daha önce Saddam tarafından yerle bir edilmiş yıkık kasabanın Taşları arasında bir peşmergenin bizlere yardımcı olması sonucu kendimizi Mustafa Nawşirvan’ın küçük karargahında bulduk. Onu orada görmek dahi bizleri mutlu kıldı. Daha önceden Mustafa Nawşirvan ile Zele’de tanışmıştık. O da bizleri kendi yanında görünce oldukça sevindi. Durumumuzu izah ettik. O da kendi durumlarını izah etti. Kendisi ile dil sorunumuz olduğu için Şeref Hoca çoğu zaman Fransızca benim ile Kürdce’nin Soranca lehçesiyle konuştu.
Anlatılanlardan anlaşılan her yerde Saddam güçleri üstün durumdaydı. Ranya’da bize en yakın YNK güçlerinden Şakıro’nun batalyonunun-Tümeninin- olduğunu, Onların sayısından da pek haberdar olmadığını ve kendisi ile ilk temasta bizlerin Ranya’daki durumunu ona rapor edeceğini belirtti.
Bizler bu vahim durum karşısında ona cesurca askeri tekliflerde bulunduk… Söylediklerimi yeterince anlamayınca, Şeref Hoca ona Fransızca tercüme etti. Bu teklifimizin kendilerini cesaretlendirdiğini ve çok memnun kaldığını belirtti. Fakat Dukan ve Köysancak kasabalarının kaybedildiğini, Saddam güçlerinin Süleymaniye’ye girmek üzere olduğunu söyledi. Bizler geri dönmemiz gerektiğini belirttik. O da bizi kucakladı ve gözleri dolmuştu. Bu atmosferlerde Kürd Kürdü gözünden bilir. Bizlerin de gözleri dolmuştu. Mustafa Nawşirvan karargahından dışarıya kadar bize eşlik ederek, kendi şoförünü ve özel bir vasıtasını vererek bizleri Kaledize’den gerisin geriye Ranya’ya yolcu etti. Newroz Devrimi kaybediliyordu. Yolculuk boyunca ben de İhtiyar da derin düşüncelere dalmıştık ve sessizdik.
Mustafa Nawşirvan’ın anlattıklarını dinleyince ne elimizdeki esirleri ne de açlığımızı konuşmuştuk. Büyük bir yıkım vardı. Bütün bu olaylar karşısında her şeyi unutmuş, onlara aç olduğumuzu dahi söylememiştik. Halbuki dört gündür kursağımıza bir parça ekmek dahi girmemişti.
Bu düşünceler içinde iken Süleymaniye yolu Dukan-Ranya- Kaledize yol ayrımında tam Süleymaniye tarafından bir ailenin bize doğru yaya yaklaşmakta olduğunu gördüm. Arabayı durdurdum. Arabadan indim. Onlara yaklaştım. Giyimleri şehirli olduklarını gösteren bu aile fertleri sanki Azrail’den kurtulmuşçasına boynumuza sarıldılar. Anlaşılan bizleri görmeleri onları oldukça rahatlatmıştı.
Kendilerinin Süleymaniye’yi en son terk edenlerden olduklarını, arabalarının benzini bitmesi nedeni ile araçlarını yolda bıraktıklarını Dukan’ın üst tarafından dağ yolundan geldiklerini anlattılar. Benim ve Şeref Hoca’nın yüzünde ve kıyafetimizdeki farklılıktan Güneyli olmadığımızı anladılar. Bize kimler olduğumuzu büyük merak ile sordular. Bizler de kendimizi tanıttık, sıra onlara gelmişti. Onlarda bize Mustafa Paşa Yamulki’nin ailesinden olduklarını belirttiler. Kürdistan tarihini çok iyi biliyordum. Bu saygıdeğer aile ile bu koşullarda tanışmak da bize nasip olmuştu. Ben de onlar gibi şehirli bir çocuktum. Onları kendi aileme benzettim. Onların bu hali beni oldukça duygulandırdı. Aklımdan Allaha karşı bir isyan geçti. Ey Xade? Du heye, lı kuye? Bo Kurda çıma qat niye!?
Çömeldik toprağa oturduk. Annem yaşlarında bir anne elindeki tencereyi yere indirdi. Bizi tatlı güler yüzü ile yemeğe davet etti. Tencerenin kapağını açtı, sanki Amed, Malatya usulü al sana Süleymaniye usulü dünyanın en güzel yemeği etli dolma! Hem de Mustafa Paşa Yamulki’nin değerli ailesine misafir olmuşsun. O halde bu savaş niye ona adanmasın. Onun torunları bu Kürdistan’ın derin vadilerinde yine kendi çocuklarına bakar gibi bizlere bu şartlarda hem en güzel yiyeceklerini hem de tüm sevgilerini büyük bir şefkat ile sundular.
Yolarımız ayrıldı. Onlar yalnız olmadıklarını artık hissettiler. Bizler de onlara moral verdik. Kendilerini Kaledize’ye yönlendirdik. Birbirimize bir gün tekrar Süleymaniye’de buluşmak üzere söz verdik. Biz tekrar Kaledize yöneldik. Orada bizi bekleyen esirlerimiz vardı.
Devam edecek…
Sipas Kek Bahoz