BİR “YAPI ÜSTADI“NIN ARDINDAN...[*]
SİBEL ÖZBUDUN
“Herkes,
başka birinin beceremediği
bir konuda ustadır.“[1]
Claude Lévi-Strauss, 28 Kasım 1908'de bir Fransız ailenin oğlu olarak Brüksel'de dünyaya geldi. Aile, onun doğumundan kısa bir süre sonra Paris'e yerleşecekti.
Sorbonne'da hukuk ve felsefe öğreniminin ardından giriştiği, Fransız taşrasındaki felsefe öğretmenliği serüveni kısa sürecek, Sao Paulo Üniversitesi'nde sosyoloji kürsüsünde bir görevle Brezilya'da bulacaktır kendisini. Etnolojiye ilgisi burada başladı, az sayıdaki alan çalışmasını da burada, Amazon cangılı yolculuklarında tanıştığı yerliler arasında gerçekleştirdi.
Ne ki bu karşılaşmalar, Lévi-Strausse'u hiçbir zaman, sözcüğün gerçek anlamıyla bir etnograf, bir alan araştırmacısı kılmış değildir. Aksine, o, ampirisizmi küçümseyen bir rasyonalist, bir akıl kuramcısıydı.
Fransa'ya dönüşünden kısa süre sonra, İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Ailesi Yahudi kökenli olan Lévi-Strauss'un ülkesinde barınma olanağı ortadan kalkmıştı; 1941'de savaş sonrasına dek yaşayacağı New York'a göç etti.
Yirmi yıl boyunca antropoloji ve genelde sosyal bilimlere damgasını vuracak Yapısalcı antropoloji kuramını formüle etmesine olanak sağlayacak tanışıklıkları, bu ikameti sırasında edinecekti: Franz Boas etkisindeki ABD antropolojisi, ama daha da önemlisi, New York'daki Orta Avrupalı sürgün arkadaşları, Prag Dilbilim Okulu kuramcıların görüşleri...
Savaş sonrası kısa bir süre Fransa'ya dönen Lévi-Strauss, bir kez daha, kültür ataşesi olarak New York'a atandı. Ülkesine kesin dönüşü ise 1947 sonunda olacaktır.
Lévi-Strauss 1948'de doktora tezi “Akrabalığın Temel Yapıları“nı Sorbonne Üniversitesi'nde savunur. Ertesi yıl kitap olarak yayınlanan tez, hem uzmanlar hem de entelektüel kamuoyunda bomba etkisi yaratacaktır. Fransız (ve büyük ölçüde Avrupa) toplumbilimleri alanında tahtından ancak Foucault, Derrida, Bourdieu gibi düşünürlerin “Post-yapısal“ eleştirileriyle inecek olan “Yapısalcı Saltanat“ başlamıştı.
Lévi-Strauss Fransa'da önce Etnoloji Enstitüsü'nde, ardından da Uygulamalı Yüksek Öğrenim Okulu'nda ders vermeye başladı. 1959'da Collège de France'a atandı; burada bir antropoloji laboratuarı kuracak ve Fransa'nın en prestijli antropoloji dergisi L'Homme'u (İnsan) yayınlamaya başlayacaktı.
Lévi-Strauss, itibarı doktrininden daha uzun ömürlü olan ender sosyal bilimcilerdendir. Yapısalcılık entelektüel yaşamın ufkunda gözlerden yittiğinde dahi, O, Fernand Braudel ile birlikte Toplum Bilimleri Yüksek Okulu'nu kuruyor, Fransız Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi (CNRS)'nden nişan alıyor, pek çok yabancı üniversiteden onursal doktora unvanına layık görülüyordu... 101 yaşını tamamlamasına 25 gün kala, 3 Kasım 2009'daki ölümüne dek, TV programcılarının, gazete-dergi editörlerinin peşinden koştuğu, Fransız sosyal bilimlerinin duayeni konumunu sürdürdü.
* * *
Lévi-Strauss yapısalcılığının özünü, bir bakıma ABD antropolojisinin arkaplanında, Fransız etnolog Marcel Mauss'un[2] armağan üzerine görüşleri, Durkheim'ın zıtlıklara (Sağ-Sol, Kutsal-Dindışı vb.) dayalı sınıflandırma mantığı ve Prag Yapısal Dilbilimini kaynaştırma girişimi oluşturmaktadır. Belki en önemli yönü, o güne değin sosyal bilimlerde paradigmatik bir değer taşıyan organik analojiyi lağvederek sosyal bilimlerin dilbilim modelinde örgütlenmesini sağlamak olmuştur.
Gerçekten de Lévi-Strauss'a kadar sosyal bilimler, büyük ölçüde toplumları yaşayan organizmalar olarak tahayyül etme eğilimindeydi: Evrimciler bu organizmanın süreç içerisindeki karmaşıklaşmasını, yapısal işlevselciler ise organların (sosyal kurumların) verili bir andaki etkileşimi üzerinde odaklaştırmışlardı dikkatlerini. Lévi-Strauss ise, sosyal bilimlerin dilbilim modelinde kavranılmasını öneriyordu. Strauss'a göre insanların pratik yaşamdaki eylemleri, tıpkı konuşma edimi gibi, arkaplandaki evrensel ve bilinçdışı bir yapıya tabiydi; düzenini Kozmos'dan alan bir yapı.
Lévi-Strauss insan aklının şeyleri süregen/değişimleri hâlinde kavrayamayacağını ileri sürüyordu. Kavramak, sınıflandırmak demekti, sınıflandırma eylemi ise, ancak süregenliği “ikili zıtlıklar“ hâlinde kutuplaştırmakla mümkündü. Gecenin gündüze, yaşamın ölüme, beyazın siyaha, soğuğun sıcağa dönüşümü her bir momentini insan havsalasının kodlaması mümkün olmayan, tedrici bir süreçti; bu süreci anlayabilmenin tek olası yolu, onu Gece-Gündüz, Yaşam-Ölüm, Siyah-Beyaz, Soğuk-Sıcak zıtlıkları içerisinde kutupsallaştırarak sınıflandırmaktı. Bir başka deyişle, her bir kutup, ancak zıddıyla var olabilmekte ve anlam yüklenebilmekteydi... Ve ancak bu işlemin ardındandır ki, kutuplar arasındaki zıtlık, üçüncü ve dolayımlayıcı bir unsur tarafından çözümlenebilecekti: örneğin kültürün temeline yerleştirdiği “Ben (Biz)-Öteki(ler)“ zıtlığını insan toplulukları birbirleriyle kadınlarını mübadele ederek aşıyorlardı; Yaşam-Ölüm çelişkisi, Din tarafından dolayımlanarak aşılmaktaydı, vb. Bu zihinsel işleyiş, modern ya da “ilkel/yaban“, tüm insanlarda aynı olmakla birlikte en yalın tezahürünü entelektüel tarih katmanlarının çarpıtmalara uğratmadığı “ilkel düşünce“de buluyordu.
Lévi-Strauss'un entelektüel çabası bu kuramın farklı alanlardaki açımlanmasından oluşmaktadır. Doktora tezi, yalın toplumlardaki kadın mübadelesinin en yaygın biçimi olan babayanlı çapraz kuzen evliliğinin (hâlâ kızı evliliği) insan toplumlarını birbiriyle ilişkiye sokarak kültürü olası kılarak ben-öteki zıtlığını çözümlediğini öne sürmektedir.
Akrabalıktan sonra, her ikisi de 1962'de yayınlanan Le totémisme aujourd'hui ve La pensée sauvage'da ele aldığı ikinci konu, “ilkel sınıflama“dır. “İlkel“ insan sanıldığı gibi dolayımsız gereksinimlerinin, maddi görüngülerin esiri değil; tersine, kaosu alt etme, dünyasını düzene sokma dürtüsünün yönetimi altındadır ve bu yönelişi ile zıtlıkları birbiriyle ilintili diziler oluşturarak değerler dünyasını biçimlendirir: “karanlık-aşağı-sol-dünyevi-dişil/aydınlık-yukarı-sağ-kutsal-eril“...
Lévi-Strauss'un yapıtının üçüncü evresini, insan düşüncesinin en saf, en girişimsiz ürünleri olarak gördüğü mitosların yapısal çözümlemesine giriştiği dört ciltlik Mythologiques'i oluşturur: Le Cru et le cuit (1964); Du miel au cendre (1967), L'origine des manières du table (1967) ve L'homme nu (1971). Bu devasa girişiminde yüzlerce Amerikan yerlisi mitosunu yapıtaşlarına (mitem'ler) ayrıştırarak gerisindeki ortak zıtlık ve dönüştürme gramerini keşfetmektedir. Böylelikle öyküleri birbiriyle ilişkisiz gözüken mitosların, yapısal analize tabi tutulduklarında nasıl bir zıtlıklar dizilimi içerisine yerleştiklerini göstermeyi umar. Örneğin kayınbiraderiyle kavga ettikten sonra bir ağacın ya da kayalığın tepesinde mahsur kalıp jaguar tarafından kurtarılan ve ondan ateş yakma sanatını öğrenen erkekleri hikaye eden ateşin kökenine dair mitoslar grubu, kadın mübadelesiyle akraba oldukları erkeklerin kendilerinden hakları olan eti esirgemesine kızıp onları yaban domuzu sürüsüne dönüştüren insanüstü varlıklara değgin, etin kökeni üzerine mitos grubu, birbiriyle zıtlık dizilimi içerisine yerleşmektedir. Strauss'un yapısal analizinde, ilk gruptaki 1. İnsan kahraman (üst)/jaguar (alt), yani 2. İyicil hayvan/insan zıtlığı, ikinci grupta yerini 1. İnsanüstü kahraman/insan ve 2. Kötücül insan/hayvan kutupsallığına bırakır.
Bir başka deyişle Lévi-Strauss sistematiği, olaylar ve onların birbirini nasıl izlediği üzerine değil, olayların nasıl bir evrensel mantık üzerine dizildiği üzerinedir. Kültürlerin konuştuğu diller, farklı sözcük haznelerinden oluşur, ama arkaplanlarında tabi oldukları sistem, evrenseldir...
10 Kasım 2009 12:53:10, Ankara.
N O T L A R
[*] NTV Tarih Dergisi, No:11, Aralık 2009...
[1] Publis Syrevs.
[2] Marcel Mauss (1872-1950), ünlü sosyolog Durkheim'ın yeğeni, Fransız etnologudur. Tüm insan ilişkilerinin “karşılıklılık“ ilkesi üzerine temellendiğini savlayan ünlü yapıtı Le Don (Armağan) antropoloji, ama genellikle sosyal bilimler literatüründe paradigmatik bir önem taşır.