Devletin değişik bakış açılarıyla tanımı yapılmıştır. Devleti ilk olarak kapsamlı şekilde irdeleyen Platon'dur. Platon M.Ö. 427-347 yılları arasında Atina'da yaşamıştır. Devlet, sınıflı toplumların gelişmesinden sonra, Lenin tarafından “Bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde kurduğu egemenlik sistemidir.“ diye formüle edilmiştir. Bu egemenliğini sürdürmek için devlet birçok kurum oluşturmuş, bu kurumlara da görevliler atayarak çalışmasını sağlamıştır. Devleti kuran egemen güçler, ya egemenliklerinin çok az bir kısmını vererek ortak etmiş, ya da ücret ödeyerek çalıştırmıştır. Yargısı, idaresi, ordusu, maliyesi, eğitimi gibi kurumları geliştirip çeşitlendirerek çağa uygun şekillendirmiştir. Öyle veya böyle devlet soyut değil somut olarak insan unsurlarıyla işlevini yerine getirmiştir. Ondan dolayıdır ki, insani bir duygu olarak korkuyu tanır. Yani korkacağı ve korkmayacağı şeyler olur. Kuruluş felsefesi ve temel prensiplerine göre korkacağı ve korkmayacağı ilkeleri de belirler. Türk devleti bu bakımdan; kuruluşundan bu güne kadar geçirdiği süreç içerisinde korkmayacağı şeyleri çoğaltmış, korkacağı konuları sayı olarak azaltmıştır. Bunların içinde korkacağı konu başlıklarını kendine tehdit kabul edip ona göre öncelik vermiş ve tedbirlerini almaya çaba sarf etmiştir. Korkmadığı şeyleri örneklersek; * Borç almaktan korkmamıştır. Dış devletlerden ve içerideki zenginlerinden her zaman borç almış, “borç yiğidin kamçısıdır.“ Deyip kendisine yiğitlik payesi vermiştir. Aldığı borçlarla bol miktarda elden düşme veya modern silah almış, fakat bunları hiç de (Kıbrıs hariç) “dış düşmanlarına“ kullanmamıştır. Peki, nereye kullanmıştır? Egemenliğini ipotek etmek koşuluyla borçlanmış ama korkusundan kurtulamamıştır. * Kendi milleti ve vatandaşları olarak kabul ettiği, yönettiği insanların ahlaksızlaşmasından, yozlaşmasından, kirlenmesinden hiç korkmamıştır. İnsanları çürüdükçe mutlu olmuştur. Çünkü ahlaki çöküntü onursuzlaşmayı getirecek, onursuz olan insanlar da rahat yönetilecektir. Halk katmanları insani değerlerini yitirdikçe haksızlıklara ses çıkarmaz olacak, sürüleşecek ve basit şeylerle yönlendirilecektir. * Yalan söylemekten hiç korkmaz ve korkmayacaktır. Yolsuzluk ve hukuksuzluklar ancak gerçeği inkârla örtülürler. Bol bol yalan söyleyerek, böyle bir yalan kültürü geliştirerek insanlar körleştirilir ve köleleştirilir. Çok yalan söyleyen, bu devlette çok aferin alarak çok başarılı olur. Büyük makamlar ve imkânlar sağlar. * Hırsızlardan hiç korkmaz. Çünkü hırsızlık ve talanı miras almıştır. Egemenliği altındaki coğrafyaları, ülkeleri talan etmiştir. O coğrafyalarda yaşayan milletlerin kültürünü çalmış, kendi kültürü gibi göstermiştir. Müziklerini, halk oyunlarını kendi malıymış gibi sunmuştur, sunmaktadır. * Kumardan ve kumarcılıktan korkmaz, halkının kumarcı olmasından emeksiz kazanmaya alışmasından zevk duyar. Hatta teşvik eder. Bizzat kendisi bu işi yapar. Piyango, loto, toto, at yarışı oynatır ki onlardan bol bol pay alsın. * İşçi sınıfından da korkmaz. Onların muhalefeti onu rahatsız etmez. Çünkü önderlerini satın almış, geriye kalan kısmını da savaş mavaş masalıyla çürük ağaca döndermiştir. * Dönemlerden korkmaz. Dönmeler onun en sevdiği insan grubudur. Kendi köklerini, geçmişlerini, tarihlerini unutup onun borazancılığını yapanlar onun en fazla değer ve imkân sunduğu, en çok kullandığı insan grubudur. * Savaştan da hiç korkmaz. En derin mazisinden bugüne kadar hep uğraşıdır. Genlerine işlemiştir. Sadece 2. Dünya Savaşı'ndan kaçmıştır. Elindeki son sömürgesini yitirme riskini göze alamadığı için içindir. Yoksa insanlarının ölmesini asla dert etmez. Soğuktan donsalar, açlıktan ölseler bile. Ölmeden kurtulanlar olursa onlar da suçlanarak cezalandırılır. * Ama bu devlet bir şeyden korkar. Ezrail'den korkar gibi... Dünyaya gelen her Kürt çocuğundan korkar. O çocuğun annesinden Kürtçe öğrenmesinden korkar. Onun büyüyünce Kürt olduğunu, ayrı bir milletten olduğunu, tüm dünya milletleri gibi kendi milletinin de hakları olduğunu bilmesinden ve bunu söylemesinden korkar. Kardeşlerini arayıp, onlarla ilişkilenip birleşeceğinden çok korkar. “Biz ayrı milletleriz. Sizin milletinizin sahip olduğu bütün hakları isteriz.“ Demesi onun en korkulu rüyasıdır. Onun böyle dememesi için türlü, çeşitli formüller üretir. Önce “böyle bir şey yok“ der. Tutmayınca “varsınız ama bizim dağlarda kalmış yabani insanlarımızsınız“ der. Okumuş olanlarını, biraz direnip bir şeyler bilenlerine de kelli felli hocalarını sosyalist gösterip “Baskın“ yaptırır. Aman ha!!! Siz anti-solcu, anti-sosyalist hatta faşist olursunuz. Kürtler için her şey mubah sayılır ama milliyetçi olamazlar. Dünyanın bütün insanları milliyetçi olabilirler, Kürtler asla. Sanki Marks, Lenin, Mao hepsi eserlerinde, “Kürtler tek enternasyonalist olmak zorundadır.“ demişlerdir. Sanki Kur'ân da “bir tek Kürtler milliyetçi olmaz.“ diye ayet varmış gibi. Milliyetçilik çok kötü bir hastalıktır. Aman Kürtlere bulaşmasın. Kürtler yazıktır diye solcusu, müslümanı çırpınıp duruyor. Kürtlerin ne çok seveni varmış? Türklerin yeğeni de bunlarla beraber. O da çok korkuyor Kürt milliyetçiliğinden. Hele Kürtler ilkel milliyetçi olurlarsa! Vay ki vay. O zaten dayılarının devletini değil, Kürtleri düşündüğünden! Öyle akıl veriyor. Çok akıllıdır zaten. Kendisi gibi dört parçada yaşayan Kürtlerin de Kemalist olmasını söylüyor. Tek kurtuluşu bunda görüyor. Kendisinin kurtuluşu dünyanın kurtulması demektir ona göre. Her şeyi düşünebiliriz. Kendi tarihinizi öğrenmeyi ve milletinizin geleceğini düşünmeyi asla! Ulusal bilincin gelişmemesi için; başta gözüyaşlı Fethullah olmak üzere bütün tarikatlar “sağdan sağdan“ gelerek, okullar, yurtlar yaparak Kürtleri cehaletten kurtarmaya, canla başla çalışırlar. Açlıktan ve sefaletten kurtarmak için de “kapı kapı“ dolaşıp makarna ve kurban eti dağıtırlar. Din kardeşleri yemezse onların boğazından aşağı gitmez zaten. Ulus bilinci, milliyetçilik sola, sosyalizme çok ters olduğundan Kürtleri bundan arındırmak ve kurtarmak için bilumum solcu, sosyalist liderler, Vedat Türkaliler, Baskın Oranlar, hatim ettikleri sosyalist teorileri bir çırpıda reddedip “solda soldan“ gelerek kendi devletlerini koruma telaşına düşerler. Dayı-yeğen el ele verip çalışırlar. Kürtler dinlerine çok bağlı olmalılar! Çokça solcu olabilirler! Hepsi Kemalist olmalıdır! Ama Kürt ulusalcısı ve Kürt milliyetçisi asla olmamalıdırlar. Ulusalcılık-milliyetçilik Âdem'e yasaklanmış cennet meyvesi gibidir. Zaten milliyetçilik burjuva düşüncesidir. Kürtlerin de “ burjuvazisi olmadığı!!! “ için milliyetçi olamazlar. Tarık Ziya Ekinci hoca öyle diyor. O zaman Kürtlerin yeni görevi Türkiye'nin demokratikleştirilmesidir. Kürt Memed nöbete! Kürt anneleri, Kürt babaları! O korktukları dili çocuklarınıza öğretmek için bütün gücünüzle çalışın. Kim olduklarını, hangi ulusa mensup olduklarını, hele hele topraklarından koparılıp başka yerlere savrulanlara, niye buraya geldiklerini mutlaka öğretin. Öğretin ki; köklerinden kopan “çürük ağaç“ haline gelmesinler. Çürük dalın meyvesi de çürük olur. Beş bin, on bin kilometre uzaktan gelenler köklerini unutmuyorlar, ama bize unutturmak istiyorlar. Siz de buna inat köklerinizi unutmayın, unutturmayın. Unutturmayın ki; hep korksunlar. Hep korkularıyla yaşasınlar. Herkes hakkına razı oluncaya kadar... Jihat SORAN
Re: Türk Devleti Korkar mı?