Skip to main content

Sevgili Alan, Tartışmanıza müdahil olmak maksadıyla yazmıyorum. Bu benim haddim de değil. Bağışlayın. Sizleri beğeniyle izlemek, bilgilenmek durumundayım. Kek Eyub verili durumdan hareket ediyor. Eldeki verileri ve sonuçlarını irdelerken son derece dikkatli ve akli selim değerlendirmeler sundu. Ben olayın bir başka boyutuna ilişkin değerlendirmemi sunmak istiyorum. Kek Eyub'un teoremine dayanak olan bilgilerin çoğu "sahibinin sesinden" yapılmış aktarılardı. Aktarıların son derece açık olan içeriğine ve lafzına karşı sürekli aynı gerekçe öne çıkarıldı, TC'nin Öcalan'ı büyütmesi için bir nedeninin olmadığı söylendi. Acaba öylemiydi, TC'nin Öcalan'a ihtiyacı yokmuydu? Bana göre vardı. Önce, savaşı kürtler başlatmadı. 1980 darbesi kürtlere karşı yapıldı. Gözaltına alınan 900 bin insanın ezici çoğunluğu kürtlerdi. İşkence ve kaybetmeler, köylerin sivil-savunmasız insanlarına kadar uzanan cinsel saldırı da dahil diğer ağır baskı biçimleri uygulanarak varolan kürt örgütlerinin de üzerinde kürtlerin tümüne yönelik, kapsamı son derece geniş tutulmuş bir baskı çemberi kuruldu. Kürdistan'ı her sokağı, her köyü, istisnasız her evi silahlı denetim ve baskı altına altına alındı. Kürtlere savaşmak dşında hiçbir yol bırakılmadı. Savaşın gerekçeleriyle birlikte savaş hali TC tarafından oluşturuldu ve yürürlüğe kondu. Esas önemli husus, savaş başlatılmadan önceki türk ordusunun silah ve eğitim bakımından çağın oldukça gerisine düşmüş konumudur. Eşzamanlı olarak İran'da iktidar değişikliğinin ötesinde konjukturel değişmelere yolaçacak bir rejim değişikliği gerçekleşmişti. Irak ve Suriye Baas'ı, dönemin Sovyetler Birliği ile sahip oldukları antlaşmalar temelinde Türkiye'ye oranla kat bekat modern silahlarla teçhiz edilmiş olmalarına ilaveten her ikisinin de petrol yataklarının kalbinde yer alan ülkeler olduklarını düşündüğümüzde İran'ın da elden çıkmasıya beraber dünya petrol rezervlerinin büyük bölümü batı konsorsiumlarının denetiminden çıkmış oluyordu. O dönemin planlarına göre Irak'ın bir de çevresindeki petrol ülkelerine yönelik yayılmacı tehditleri düşünüldüğünde arkalarına Sovyet silahlarının desteğini alan neredeyse dünyanın en büyük orduları petrol sahalarını tümüyle kontrol edeceklerinin işaretlerini vermekteydiler. Türkiye'nin bu önemli petrol sahalarına yakınlığı kadar Azerbaycan ve Türkmenistan petrollerinin karadan yada Karadeniz üzerinden dünya pazarlarına ulaştırılmasında sahip olduğu mevki itibarıyla arzettiği önemin batı konsorsiumları için taşıdığı anlamı da hesaba katmak gerekir. Türkiye'nin batı için önemi, petrol sahalarına yakınlığı ve NATO üyesi olması nedeniyle petrol ithalatına bekçilik misyonunun dışında bir de bu pazarlara emtia ihracında tersinden güzergah olmasında yatmaktadır. Bunun dışında Türkiye batılı şirketlerin otomotivden beyaz eşyaya kadar farklı alanlarda üretim yaptıkları bir ülkedir. Ortadoğu'ya yönelik emtia satışının önemli bir ayağıdır. Diğer yandan Türkiye'nin kuruluş amacına, kimler tarafından hangi amaçla kurulduğuna ve ayakta tutulduğuna, hepsinden önemlisi Lozan ahitnamesiyle oluşturulan statünün temel nedenlerine inmek gerekir. Batı Lozan, Ankara antlaşması ve ABD-Türkiye ikili antlaşmalarıyla Ortadoğu'daki menfaatlerini garantiye alacak bir müstahkem mevki oluşturmuştu. NATO ile müstahkem mevki daha da pekiştirildi, Türkiye ileri karakol misyonuna ilaveten ikinci dereceden sınai mamullerin üretidiği yedek sanayi ülkesine dönüştürüldü. Tabii Ortadoğu pazarına ve kaynaklarına yönelik olarak.. Kürtler savaşa zorlanmasaydı Avrupa ve Amerika bitkin Türkiye'yi hangi izah edilebilir sebeplerle dünyanın en güçlü ikinci ordusuna sahip ülke durumuna yükseltebileceklerdi? Dikkatten kaçırılan birinci nokta bu. İkincisi, Türkiye 1974-75 silah ambargosuyla düşürüldüğü askerlerine potin temin edemez bir ülke konumundan, silah ve savaş hazırlığı bakımından dünyanın en güçlü ikinci ordusuna sahip ülke konumuna yükseltilmekle kalınmadı. Aynı zamanda ikinci dereceden savaş sanayiine sahip bir ülke konumuna sahip oldu. 1983-84 yılı itibarıyla 15 milyar dolar civarında olan Türkiye'nin dış borcu bugün 270 milyar dolar civarında seyrediyor ve bu meblağın 200 milyardan fazlası silahlanmaya türk ordusunun yeniden düzenlenmesine harcandı. Türkiye'nin silahlandırılması için mazaret teşkildecek bir "tehlikeye" ihtiyaç vardı. Tehlike ve risk kavramları Öcalan'ın şahsında ve yöneliminde vücut buldu. Öcalan olmasaydı Batı ve Türkiye adına savaşacak bir başka örgüt bulunacağından hatta icad edileceğinden şahsen benim kuşkum yok. Bu durumu çok iyi değerlendiren Saddam rejimi batı adına İran'a saldırdı. iran savaşı boyunca parametreler Irak rejiminden yana kaydı. Saddam'ın Kuveyt'e yönelmesi güvenilemeyeceği kuşkularını doğurdu. Körfeze birinci müdahalenin akabinde Lozan'ın bir kez daha katılaştırılması gündeme geldi. Türkiye'nin kürtlere galebe çalması da eşzamanlı olarak başladı. Çünki batının tüm desteği bu andan itibaren daha ağırlıklı olarak Türkiye'ye yöneldi. Irak'ın bir dönem aşırı desteklenmiş olmasını andırır biçimde Türkiye desteklenmeye devam olunmakta. Olay aslında çok daha geniş bir perspektiften irdelenmeye muhtaç. Öcalan'la ve kürtlerle ilgili bölümlerini öne çıkaracak şekilde sadece ana hatlarına değindim. Kürdistan sorununu Ortadoğuda hatta Önasya'da olan bitenlerle değerlendirmekte fayda var. Kerkük sorununundan kürtlerin Irak satatüsü içerisine hapsedilmesine kadar aleyhimize cereyan eden gelişmelerin hepsi batının bölgeye ilişkin stratejisi ve bu arada Türkiye'ye biçilen misyonla yakından ilgilidir. Bu noktada Öcalan'ın TC'nin bir görevlisi olup olmaması önemini kaybediyor. Öcalan herşeyden önce Türkiyeci. Objektif olarak Türkiye'nin birliğine ve bütünlüğüne eşssiz hizmetler sundu (anlamı Kürdistan'a açık darbedir). Yaşamını borçlu olmasına rağmen ABD ve İsrail karşıtı söylem yükselterek risk faktörü varmış gerekçesini batıya ve Kürdistan işgalcilerine fazlasıyla sunuyor. Tavrının bilinçli bir tercih olduğu son derece açık ve tevil götürmez durumda. Kürtlerin yetenekli siyasi ve askeri kadrolarını emsali görülmemiş bir şekilde imha etmiş olması, başlangıçtan beri dirsek teması içinde olduğu devlet ajanlarıyla birlikte ele alındığında tercihine hasbelkader oluşmuş bir sonuç yada kaderin sürüklediği mecra demeyi olanaksız kılıyor. Olayları bir de bu yanını hesaba katarak değerlendirseniz düşüncelerimiz daha da ilerler kanısınındayım. Size ve Kek Eyub'e bilgilendirmeleriniz için teşekkürlerimi sunuyorum. Sevgi ve saygıyla.

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.