Ana içeriğe atla

Liberal Kapitalizmin Krizi 2

Krizle sistem olarak tartışmalı bir konuma düşen kapitalizmin kökenine bakıldığında liberalizm görülmektedir. Kapitalizmin oluştuğu ve geliştiği 16. yüzyılda eski yunan felsefesinde kaynaklarını alan liberal akımda doğmuştur. Kapitalizm İtalyan şehir devletleri ve Flandre (Hollanda) bölgesinde gelişim göstermiş ve baskıdan kurtulmak isteyen yeni üretici güçlerin özgürlük taleplerinin formülasyonu liberal anlayışta vücüt bulmuştur. Mutlak monarşilerin hüküm sürdüğü bu dönemde, özgürlüğü esas alan liberal anlayış siyasi olarak güçler ayrılığını savunmaktadır. Ekonomik alanda, özel mülkiyet, bireylerin ve sermayenin serbest dolaşımı ile serbest piyasayı düstür edinen liberal anlayış, 1642’de Cromwell devrimiyle İngiltere’de ilk defa iktidar olmuştur. Liberal felsefe 17 ve 18. yüzyıllarda aydınlanmacı anlayışın katkısıyla ekonomik, siyasi ve sosyal alanları kapsayan bir sistem haline gelmiştir. Yeni dünyada monarşiyi yaşamadan 1776’da kurulan Amerika Birleşik Devletleri liberal anlayışın ekisinde kurulmuştur. Mutlak monarşilerin en önemli örneklerinden biri olan Fransa’daki 1789 devrimide liberal felsefeden önemli ölçüde etkilenmiştir. Kapitalist gelişime paralel olarak gelişen liberal anlayış bir çok ülkede etkili hale gelerek ekonomik felsefesini özünü oluşturan “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düstürünü başat kılmaya çalışmıştır. Dönemin hegemonik güçleri 18. yüzyılın sonlarından itibaren dış ticarette koruma duvarlarını ikili anlaşmalarla hafifletmeye başlamışlar ve 1860’tan sonra başta İngiltere olmak üzere bir çok Avrupa devleti gümrükleri tamamen kaldırmaya kadar gitmişlerdir. Bu serbest ticaret ve küreselleşme dönemi 1914’te patlayan 1. Dünya savaşına kadar sürmüştür. Liberal analyışın hakim olduğu birinci küreselleşme dönemi 1. Dünya savaşı ile sonuçlanmıştır. 1. Dünya savaşından 2 Dünya savaşı sonuna kadar anarşik ve kriz altında devam eden süreçten sonra Keynes’in teorilerini esas alan müdahaleci bir ekonomik sistem oluşturulmuştur. Bu yeni sistemin kuruluşuna giden yolda, kapitalist sistemim en büyük krizlerinden biri 1929’da patlamış ve krizden çıkışta devlet müdahaleleri belirleyici rol oynamıştır. Devletler arasındaki sorunların konuşulacağı platformların yokluğu Dünya savaşlarına neden olduğundan, 1944’te Bretton Woods’da toplanan belli başlı devletler İMF ve Dünya Bankasını kurarak ekonomik sorunların konuşulacağı kurumları oluşturulmuşlardır. İki dünya savaşı ile önemli ölçüde yıkılan Dünya ekonomisi Keynezyen politikalar altında sürekli bir büyüme sürecine girmiş ve bu süreç 1973 petrol fiyatlarında 3 katlık artışla, savaş sonrasının ilk büyük krizi olan stagflasyon (aynı anda enflasyon ve depresyon) olgusuna neden olmuştur. Bu krizden sonra, neoliberal teoriler tekrar ısıtılarak krize çare olarak sunulmaya başlanmıştır. Kapitalizmin devlet müdahalesiyle kirletildiğini savunan neoliberallerden Thatcher 1979’da İngiltere’de, Reagan 1980’de ABD iktidara gelmişlerdir. Böylece minimum devlet, zenginlere daha az vergi ve serbest piyasa analyışı hegomonik develetlerden en önemli ikisi tarafından fütürsüzca uygulamaya konulmuştur. Dünya ekonomisine yön veren İMF, Dünya Bankası, OECD vb. ile ABD’nin patronajında neoliberal politikaların 1980’den sonra diğer devletlere empoze edilmiştir. Bu çerçevede serbest piyasa ekonomisi Şili, Arjantin, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerde müdahaleci ekonomi (ithal ikameci) politikaları yerine uygulanmaya başlanmıştır. ABD’nin baskısı ve yönlendirmesiyle neoliberal politikalar bir çok ülkede uygulanırken, Varşova paktı ve diğer sosyalist ülkeler bu politikalara kapalı idi. Bu durum neoliberal politikaların yayılmasını ve küreselleşmeyi sınırlamaktaydı. Ekonomik alanda neoliberal politikaların uygulanması için politik engellerin kaldırılması gerekmekteydi. Bu amaçla, başta SSCB olmak üzere kapitalist sistem dışındaki ülkeler teslim alınmak istenmiştir. Sosyalizmin eksik ve aksak uygulandağı devletlerin kapitalizmin neoliberal saldırılarana 10 kadar dayanmış ve Varşova paktı 1990’ların başlarında dağılmıştır. Diğer taraftan, Çin devlet kontrolunda kapitalist ekonomi politikalarını aşamalı ve sistemli olarak 1980’den sonra uygulamaya koymuş ve neoliberal sisteme entegre olmuştur. 1990’lı yıllar iki kutuplu Dünyanın sona erdiği ve ABD’nin süper güç olarak hegomonyasını tesis ettiği dönem olmuştur. Bu aynı zamanda, neoliberal politikaların dünyanın bir çok ülkesinde tartışılmaz bir şekilde dayatıldığı ve kabul edildiği bir dönemdir. Yani, serbest piyasa ekonomisinin genel geçer kabul görmesinin yanı sıra finansal piyasalarda liberalleşmenin yaygınlaşmıştır. Bu gelişmeler Küreselleşmeyi yaygınlaştırmış ve derinleştirmiştir. Küreselleşme çok uluslu şirketlerin üretim birimlerini sanayileşmiş zengin devletlerden gelişmekte olan devletlere aktarmalarını kolaylaştırmış ve bu dinamik ÇUŞ’lerin karlarını artırmalarını sağlamıştır. Karlarını artıran ÇUŞ’ler karlarını daha da artırmak amacıyla rakip şirketleri satın alarak daha büyüyerek tekel pozisyonlarını daha da güçlendirmişlerdir. Dolayısıyla kar etmenin esas olduğu, devlet kontrolunun en aza indiği ve yüksek karlara ulaşmak için en kolay yolların arandığı bir dönemde reel ekonominin kar marjlarının düşük kalması spekülasyonculara büyük olanaklar sunmuştur. Neoliberal küreselleşmenin sağladığı olanakları iyi değerlendiren finans sektörü ekonomi içindeki etkinliğini artırdığından kısa vadede kar etme kapitalistlerin esas hareket biçimi olmuştur. Bu durum finans sektörünün üretim sektöründen daha hızlı büyümesine neden olmuştur. Fond de pension denen emekli fonları, 1970’li yıllarda itibaren borsalara kar elde etme amacıyala girmişlerdir. İkinci küreselleşme döneminde kar etme amaçlı spekülatif Hedge fonlar ile bazı ülkelerin ulusal fonları borsalara kolay kar elde etmek için girmişlerdir. Bu dinamik sonucu finans sektörü büyüklük olarak hızla üretici sektörü geçmiştir. 2005 yılında Dünyanın GSMH’sı 45 trilyon dolar iken, finans sektörünün büyüklüğü 2024 trilyon dolara ulaşan finans sektörü üretim sektörünün 50 katı büyüklüğe ulaşmıştır. Finans sektöründeki bu kanserojen büyümenin en önemli nedenlerinden birisi net karlılık oranlarının % 15’i aşmasıdır ki, buda fonlar ve bankalara büyük etkinlik sağlamış ve ekonomik hayatı tamamen kontrol altına almışlardır. Bu koşullarda, ABD’de başlayan mortage krizi dalga dalga gelişerek tüm Dünya ekonomisini etkileyen bir krize dönüşmüştür. Kapitalizmi kurtarmaya çalışan dünya ekonomisine yön veren kurum ve devletlerin yöneticileri neoliberal politikalarıın krize neden olduğunu açıklayarak serbest piyasa ekonomisini sınırlayarak müdahaleci politikalara dönüş yönünde açıklamalar yapmışlardır. Krize çare bulmak amacıyla G20 üyesi devletler ile uluslararası kuruluşlar (İMF, Dünya Bankası vb.) 15 kasımda ABD’de toplantıya çağrılmışlardır. Neoliberal politikaların neden olduğu kriz kapitalizmin limite geldiğinin de göstergesi olup krizden çıkışın kapitalist sistem içinde sınırlarını da gösterecektir. Neoliberal politikaların hakim olduğu dönemde bu politikaları tartışmasız olarak kabul edenler bu kriz koşullarında liberalizmin etkilerini görme ve yeniden değerlendirme yapma olanağı elde etmişlerdir. Devam edecek... Ahmet ALİM France, 02 kasım 2008

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.