Ana içeriğe atla
Submitted by Aso Zagrosi on 5 July 2014

• 10 Haziran 2014 tarihinde İŞİD olarak bildiğimiz „Ad-Davla Al-Islāmiyya fi al-'Irāq wa-sh-Shām” adlı oluşum tarihi Kürdistan şehri Musul’u ele geçirerek tümden dünyanın gündemine oturdu. Ardından örgüt Irak Sünnilerin yerleşik olduğu bir dizi şehri denetim altına aldı. İŞİD’in bu ani çıkışı ile ilgili bir hayli komplo teorileri ortaya atıldı… Sizin bu konuya ilişkin düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz.

Cemal Özçelik: Başta ABD olmak üzere, bölge üzerinde etkinlik göstermek isteyen değişik devlet ve yapılanmalar vardır. Bölgenin yeniden paylaştırılıp, ona göre şekillendirilmesinde aktör olmak isteyen devletler, artık günümüzde direk bir savaş yürütmekten ziyade, alanda at koşturan değişik organizasyonlar üzerinden bunu gerçekleştiriyorlar. Bazen kendileri bu türden örgütlerin oluşumuna önayak olurlarken, bazen de ya örgüte sızarak, ya da örgütün lider kadrolarıyla anlaşıp onlara destek vererek amaçlarına bu vasıtalar aracılığıyla ulaşmaya çalışırlar.

Söz konusu devletler kendi ihtiyaçlarına göre bu yapılanmları koruyup hızla gelişimlerini sağlayabildikleri gibi, desteklerini çekerek, ya da alandaki başka bir yapılanmaya destek vererek, onları hızla manipüle edip, dağılma noktasına da getirebilirler.

Ancak bu, bahsi geçen organizasyonların sadece piyon veya ajan yapılanmalar olduğu anlamına gelmez. Dış destek almalarına, hatta bazen dış güçler tarafından kurulmalarına rağmen, çoğu kez, kendilerine has stratejilere sahip olduklarından, güç kazandıkça hızla kontrolden çıkmaktadırlar. Hatta düne kadar kendilerini destekleyen devletlere veya onların çıkarlarına da yönelebilmektedirler. Afganistan’daki Taliban ve Dünya çapında yaygın bir örgütlülük kazanmış olan El-Kaide örgütlerinin Amerika ile ilişkilenmeleri bu tarzda olmuştur.

İŞİD (veya arapçadaki adıyla DAİŞ) de bu konsept içinde ele alınabilir. Başlangıçta esas hedef Esad yönetimiydi. Özgür Suriye Ordusunu(ÖSO) kurup, tüm muhalefeti onun etrafında şekillendirmek istediler. Bu konuda ABD, Türkiye, Ürdün, Suudi ve Katar devlerleri çok aktif roller oynadılar. Hatta Türkiye toplantılara ev sahipliği bile yaptı.

Dünyanın değişik yerlerinden El-Kaide bağlantılı gruplar Suriye’de toplanınca, dengeler değişti, ÖSO etkinliğini kaybetti. El-Kaidecilerin etkinlik kazanması, Türkiye’nin de işine geldi. Zira durumdan yararlanan Kürdler kendi bölgelerinin kontrolünü önemli oranda ele geçirerek, adeta ‘’Ben de varım’’ demişlerdi.

Kürd hareketinin öncülüğünün PKK’ye yakınlığıyla bilinen PYD’nin yapıyor olması, Türk devletini olabildiğince tedirgin etmeye yetmişti. Kürdlerin bölgede iktidarlaşmasını engellemek için, direk veya desteklediği örgütler vasıtasıyla, yoğun müdahalelerde bulundu.

Mevcut durum belli oranlarda ABD’nin de işine geliyordu. Çünkü islamcı diye geçinen savaşçılar, bu durumda Afganistan’a değil de, Suriye’ye gelip, Kürdlere karşı savaşıyorlardı. Amerika karşıtlarını bir birleriyle çatıştırma siyasetini devreye koyarak, beklemeye geçti. PYD ise, büyük bir direniş göstererek, ayakta kalmayı başardı.

İŞİD’in aldığı destek çok yönlüydü. Özellikle de eski Saddamcılardan aldığı destek, onun Irak’ta da hızlı bir gelişim elde etmesini sağladı. İŞİD’e karşı tedbir alacağına, Güney Kürdistan’a meydan okumakla meşkul olan Maliki yönetimi gafil avlandı.

İŞİD hem sünni halktan aldığı kısmi destek, hem de ordudaki sünni askerlerin kendilerine karşı savaşmak istememelerinden ötürü, Musul’u kolayca ele geçirdi. Şehir valisinin de bir şekilde onların işlerini kolaylaştırdığı görülmektedir.

İŞİD çok fonksiyonlu bir yapılanmadır. Hem Esad’a, hem Rojava’ya, hem Güney Kürdistan yönetimine, hem de Maliki hükümetine karşı kullanılan bir aygıttır. Ancak, değişik güçler, İŞİD’i desteklemekle beraber, onun bölgede etkinlik sağlayıp, ciddi bir iktidarlaşmaya gitmesini de istemezler. Daha önce göz yuman veya destekleyenler, şimdi onu frenlemeye çalışıyorlar.

İŞİD’in Bağdat’a doğru yürümesi, en çok İran ve Rusya’yı telaşlandırdı. Zira Bağdat’ın düşmesi, onların bölgesel politikalarına çok ağır darbeler vurur. Şimdi Maliki, Irak ordusu, İran’ın şii milisleri ve Rus uçakları aracılığıyla İŞİD’e darbe vurmaya çalışıyor.

Amerika da Bağdatın düşüp, İŞİD’in tüm alanı kontrolü altına almasını istemez. Ancak Ruslar kadar sürece hızlı müdahale etmedi. Sebebi de şudur bana göre: ABD, tekrar Irak’ın toprak bütünlüğünü sağlayıp, tüm tarafları ortak bir siyasi çatı altında bir araya getirmek istiyor. Maliki’nin bu projeye engel olduğunu düşünmekte ve görevi bırakmasını istemektedir.

Ancak Maliki ayak diretince, Amerika onu zorda bırakmak için hemen harekete geçmedi. Ta ki kendisi görevi bırakıp, çekilene dek. Ancak durum Amerika’nın beklediği tarzda da gelişmedi, çünkü Maliki ihtiyaç duyduğu desteği belli oranlarda Rusya’dan almayı başardı. Bu durumda Amerika tamamen sürecin dışında kalmamak için, daha önce sözünü verdiği F-16 savaç uçaklarını en kısa zamanda göndereceğini deklare etti.

• Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani ve diğer bazı yetkililer İŞİD’in Musul’a yönelik çalışmaları konusunda Irak Merkezi iktidarını uyardıklarını, fakat kendilerini dinlemediklerini söylüyorlar. Ayrıca ABD yakın dost gördükleri devlet başkanların ve başbakanların (Almanya Başbakanı Merkel gibi) telefonlarını dahi dinliyor. Nasıl oluyor da İŞİD’in girişimlerinden habersiz oluyor?

Cemal Özçelik: Gerek Amerika, gerekse de diğer devletler, bölgedeki gelişmeleri adım adım izlemektedirler. Neredeyse anı anına herşeyi uydudan izleme, istihbarat aracılığıyla bilgi edinme koşullarına sahiptirler. Kontrollü bir bir savaşın sürdürülmesinden yana oldukları için, bir çok şeyi bilerek görmezden gelmekteler.

Aslında İŞİD aracılığıyla belli oranlarda Güney Kürdistan Yönetimine de darbe vurmak, deyim yerindeyse, ‘’hadlerini bildirmek’’ istiyorlardı. Çünkü son dönemlerde Başta kürdistan yönetimi Mesud Barzani olmak üzere, Kürd yöneticiler Amerika’nın ihtilafına rağmen sık sık bağımsızlığı dillendirmeye başlamışlardı. Kürdlere darbeyi vurup, olası bir bağımsızlık ilanını engellemek ve Kürdleri Irak merkezinden bağımsız petrol ihraç etme politikasından vaz geçirtmek istiyorlardı.

ABD bu konuda da amacına ulaşamadığı gibi, Kürdlerin elindeki kartların daha da güçlenmesine vesile oldu. Çünkü Kürdler meseleye hazırlıklıydılar.

• İngiltere ve Fransa’nın Kürdistan’ı ve bölgeyi kendi aralarında Sykes-Picot Antlaşması ile bölüşmelerinin 2016 yılında 100. Yılına giriyoruz. Bu antlaşmadan en çok zarar gören, ülkeleri yeniden parçalanan ve jenoside uğrayan Kürdlerdir. İŞİD 10 Haziran’da sınırları hiçe saydı ve Sykes-Picot Antlaşmasını yırtıp attı. Bu antlaşmanın 100. yılına doğru gittiğimiz bu süreçte ondan en çok zarar gören Kürdler ne yapıyor?

Cemal Özçelik: İngiltere ve Fransanın dışişleri bakanları Sykes ve Picot bir araya gelerek Osmanlı imparatorluğu egemenliği altında bulunan toprakları ne şekilde paylaşacaklarına dair bir plan hazırladılar. Tabi plan zaman içinde değişikliklere uğradı. Neticede Kemalist hareketin gelişimiyle, Anadolu’yu istedikleri gibi paylaşamadılar, tersine uzlaşmayı tercih ettiler.

Bu gizli anlaşmanın amacı sanıldığı gibi bölgede ulus devletler yaratmak değil, tersine bölgeyi İngiltere ve Fransa arasında bölüştürmekti. Ancak savaş sonrasında bu geniş toprakları yönetebilme kabiliyetlerinin olmadığı ortaya çıkınca, kimi manda devletler kurup, kendi tahakkümleri altındaki bu idareler vasıtasıyla yönetmeyi denediler.

Arap şeyh ve aşiret reisleri yönetiminde kurulan bağımlı idarelerdi bunlar. İkinci dünya savaşı süreci ve sonrasında bu manda yönetimler yerine ise, yine bir çok açıdan kendilerine bağlı, ama görünüşte bağımsız devletlerin kurulmasını sağladılar.

Bu dönemlerde en büyük darbeyi Kürd halkı yedi. Fransa ve İngiltere Kemalist yönetimle anlaştıkları için, bölgenin statüsünü onların taleplerine ve tabi ki Arap şeyhlerinin istemlerine göre şekillendirdiler.

Bir kaç gün önce Fransa Dışişleri bakanı Hewlêr’i ziyaret ettiğinde, gazeteciler ona Kürdistan’ın bağımsızlığı ilan edildiğinde tavırlarının ne olacağını sorduklarında, ‘’Tavrımızı öğrenmek istiyorsanız siye söyleyeyim: Yaşasın Kürd halkı!’’diye yanıt verdi.

Evet nereden nereye. Kürdlere bunca acının yaşatılmasında birinci dereceden ortak olan devletlerden biri olan Fransa, bugün geçmişte olanları unutmuşçasına, rahatlıkla ‘’Yaşasın Kürd halkı’’ diyebilmektedir. İyi hoş, desin, bunda bir sakınca yok, ama Avrupalıların çıkarcı ve iki yüzlü politikaları hakikaten de çekilir gibi değil..

Bugün eğer ‘’Yaşasın Kürd halkı’’ diyorlarsa, Kürdler tarafından İŞİD tehlikesinden kurtulup, petrollerini garantiye aldıkları/almaya çalıştıkları içindir. Eğer Kürdler bugün örgütlü ve silahlı olmasalardı, bırakın devlet olmayı, büyük katliamlara uğrar, Avrupalılar da sadece seyrederlerdi.

‘’Yaşasın Kürd halkı’’ sloganı, Syket-Pycot anlaşmasının cenaze merasiminde okunan bir ‘’El-fatiha’’dır.

• Geçenlerde Irak savaşına katılan Amerikalı bir subay George Bush’un Irak’ı Güney Kore olarak gördüğü ve 60 yıl alanda kalacaklarını söylediğini, fakat Başkan Obama’nın Irak’ı Vietnam olarak gördüğü ve askeri güçleri çektiğini yazıyordu. ABD’nin alandan ayrılmasından sonra (2011) Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ilk işi Sünnileri devletin üst kademelerinden uzaklaştırmak oldu. Cumhurbaşkanı yardımcısı kaçtı, Maliye Bakanı zindana atıldı ve bir çok Sünni ordu ve devlet kurumlarından uzaklaştırıldı. Nuri Maliki Kürdlere karşı Dicle Askeri güçlerini gönderdi, Kürdistan bütçesini kesti ve Pêşmergelerin maaşlarını dahi göndermedi. Irak Anayasa’sında Kürdlere ilişkin esas maddelerden, (Kerkük ve diğer işgal altındaki bölgelerin geleceğine dair madde de dahil) hiç birini uygulamaya sokmadı. Nuri El Maliki Bağdat merkezli tam bir Şii diktatörlüğü kurdu. Aktüel durumda yaşanan çatışmalar konusunda Kürdler nasıl bir tavır almalılar?

Cemal Özçelik: Bir kaç yıl öncesine kadar Amerika neredeyse bölgenin tek hakimiyken, gelinen aşamada epeyce prestij ve güç kaybına uğradı. ABD bunu biraz da bilinçli bir tercih sonucu yaratıyor gibime geliyor. Çünkü savunma konseptinde ciddi bir değişiklik yaptı. Askerlerini, bir çok siyasi, askeri ve ekonomik sebeplerin yanında, biraz da bu vesileyle geri çekti. Artık Atlantik-Akdeniz-Ordadoğu endeksli değil de; Pasifik endeksli bir askeri strateji izliyor.

Daha bir ay önce, Pasifik Okyanusu’nda neredeyse Ortadoğu büyüklüğündeki bir deniz alanını yasak bölge ilan ederek, kendi kontrolüne aldı. Herkes Orta-/yakındoğu’yla ilgilenirken, ABD, Çin ve Rusya arasında uzak denizlerde ciddi bir rekabet gelişmekte ve bu devletler alttan alta ileride savaşa bile yol açabilecek hazırlıkların içindedirler. Tabi ki bu, Amerika’nın Ortadoğu’yu boş bırakacağı anlamına gelmez. Bu biraz da Obama siyasetiyle ilgilidir. Üç yıl sonra Cumhuriyetçi parti iktidara geldiğinde, daha agresif bir siyaset izleyecektir. Akdenizi Uzakdoğu’ya, Pasifiğe bağlayan yol Ortadoğu’dan geçer, buranın kilit noktası da Kürdistan’dır.

Bölgemizde çatışmalar devam ediyor, dünya ve bölge devletleri tümüyle işin içinde. Küçük çaplı bir dünya savaşıyla karşı karşıyayız. Bunun etkilerini bir kaç yıl sonra Büyük Okyanusta da göreceğiz.

Kürdlerin bu ortamda kendi ulusal sınırları dışında islamcı kesimlerle savaşa kesinlikle tutuşmaması gerekmektedir. Saddam sonrası süreçte, Irak’ın ordu ve polis gücü dağıldığı için, o zaman peşmergeyi de Bağdat’taki ‘’Terörle savaş’’ süreci içine çekmişlerdi. Kürdler Teröre küçümsenmeyecek darbeler vurup, Şiileri rahatlatınca, Şiilerin yaptığı ilk iş, Kürd düşmanlığı oldu. Maliki iktidarı ile birlikte de adeta yürütülen sürekli kriz ve provokasyon yöntemleriyle ilişkileri çıkmaza sürüklediler.

Şimdi de, aman bağımsızlığı ilan etmeyin de, ne yaparsanız yapın, diyecek bir noktaya gelmişler. Tabi Kürdler kendi ulusal değerlerini ve geleceklerini düşünerek, kendilerine uygun gördükleri en iyi seçenek neyse, onu hiç çekinmeden hayata geçirmelidirler.

• Geçenlerde General David Petraeus yaptığı bir açıklama da eğer Amerika hava saldırılarıyla İŞİD’ı vurursa “Şii milislerine hizmet eder” diyordu. Diğer yandan İŞİD, Sünni mezhebi ideoloji olarak kullanan Arap ırkçısı bir yapılanmadır. Eski Baasçıların yoğun bir şekilde bu hareketin içinde yer alması bu gerçekliğin açık bir ifadesidir. Bazı Kürd çevreleri “bu savaş bizim savaşımız değildir” diyorlar. Eğer İŞİD vb yapılar bölgede dikiş tuttururlarsa Kürdistan ile doğrudan komşu olacaklar. Ayrıca Sünni Araplar, Musul, Kerkük ve diğer işgal altındaki Kürd bölgelerini kendi toprakları olarak görüyorlar. Yarın çıkacak olacak çatışmalarda Türkiye dahil bir dizi Arap ülkesi onların yanında olacaktır. Kürdistan yönetimi yarınları da düşünerek şimdi nasıl bir tavır takınabilir?

Cemal Özçelik: Kürdlerin yapmaları gereken tek şey, kendi topraklarına sahip çıkmak ve korumak olmalıdır. Tabi bu topraklarda yaşayan, milliyeti, dini veya mezhebi ne olursa olsun tüm insanlardan da sorumludur ve onların da başta can ve mal güvenlikleri olmak üzere her türlü tedbiri almalı ve onları tüm açılardan koruma altına almalıdır.

Başkaları için kendi sınırları dışında savaş yürütmeleri ise gereksizdir. Yalnız, eğer çeteler, sürekli bir biçimde Kürdistan sınırlarını ihlal edip, saldırılarını devam ettirirlerse, sadece pasif savunma içinde değil; ‘’Sıcak takip’’i de içerecek bir dizi aktif savunma ve saldırı yöntemlerini de hayata geçirme meşruluğunu elde etmiş olacaklardır ve bu haklarını kullanmalıdırlar.

• Beyaz Saray son günlerde doğrudan Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani, Irak Sünni ve Şii yöneticileriyle ilişkiye geçerek „teröre karşı ortak mücadele“ ve „Bağdat yönetimini Şii, Sünni ve Kürd ekseninde“ yeniden yapılanmasını istiyor. Eğer Kürdler Amerika’nın bu istemini kabul etseler hangi taleplerle Bağdat’ta gitmeliler?

Cemal Özçelik: Yukarıda da geçmiş tecrübelerden hareketle belirttiğim gibi, Kürdler bu öneriyi tamamen red etmelidirler. Tabi ki bazen karşıt bir güçle beraber, kendin için daha tehlikeli bulduğun başka bir güce karşı geçici ittifaklar kurulabilir. Ancak bu daha ziyade defakto olursa daha iyi olur. Yani Kürdler gidip de başka yerlerde savaşarak bu ‘’ortak mücadeleye’’ iştirak etmemelidirler. Her iki taraf, yani bağdat ve Hewlêr yönetimleri, kendi cephelerinden gerekli savaşı sürdürürlerse, ‘’teröre karşı’’ gereken ittifak da pratikte kurulmuş olur. Güney Kürdistan yönetimi İŞİD’le mücadele ederken, Irak bütünlüğü çerçevesinde değil, Kürdistan bütünlüğünü esas almalıdır. Özellikle de Güneybatı Kürdistan’daki(Rojava) İŞİD faaliyetlerine darbe vuracak tedbirlere de başvurmalıdır. Bunun haricinde eğer Güney yönetimi kendi alanında çetelere darbe vurursa, bu indirekt olarak da Rojanva’nın işine yarayacak, onun yükünü hafifletecektir.

Eğer Amerika kendi önerisinde ısrarlı ve dürüstse, o zaman, teröre karşı mücadelede Kürdistan yönetimine askeri yardımı artırmalıdır. Yeterli sayıda, tank, zırhlı araç, helikopter, hatta uçak ve uçaklara karşı etkili roketleri v.b silahları Güney yönetiminin emrine sunmalıdır. Ola ki, İŞİD’in eline uçaklar da geçti, o zaman elinde etkili silahlar yoksa, ‘’anti-terör’’ mücadelesini nasıl yürüteceksin? Amerika bu durumu iyi düşünmeli.

• Güney Kürdistan yöneticileri sık sık Kürdistan’ın bağımsızlığından söz ediyor. Son dönemlerde Irak Ordusunun İŞİD güçlerinin karşısında aldığı yenilgilerden sonra boşaltığı Kerkük vb yerlere Pêşmerge güçleri yerleşti. Niçin Pêşmerge güçleri Hemrin’den başlayarak tüm Kürdistani bölgeleri denetim altına almıyor? Yoksa Güney Kürdleri yeniden Irak Anayasasının tatbikini mi bekleyecekler?

Cemal Özçelik: Peşmergenin işgal altındaki Kürd topraklarını tekrar ele geçirmeleri, aslında fiilen bir referandum etkisi yaratmıştır. Yani dünya kamuoyu, ilk defa bu kadar açık bir şekilde bu bölgelerin Kürd toprağı olduğunu ve peşmergenin bir daha buralardan çıkmayacağını dillendirmeye başlamıştır.

Ancak buraların Kürdlere ait olduğunun fiilen kabul edilmesi yeterli gelmeyebilir. Çünkü diğer Şii ve Sünni aktörler ileride güç kazandıkça buraların üzerinde hak iddia edip, zorla ele geçirme arayışına girebilirler. Ki şimdiden buna ilişkin kimi eğilimler kendilerini açığa çıkartmış bulunmaktadır.

Bu yüzden, meseleye kesin bir çözüm bulunması için, herşeye rağmen, anayasaya uygun bir çözümün bulunması, yani referanduma gidilmesi sağlanabilir. Buna yasal bir meşruluk da kazandırıldıktan sonra, diğer çevrelerin saldırıları tamamen hukuki dayanaklarını yitirmiş olacak, bu da Kürdlere haklılık kazandırıp, kozlarını güçlendirecektir.

Daha önceleri buraları, kısmen veya tamamen Irak ordusunun denetiminde olduğundan, merkezi hükümet referandumun gerçekleşmesini hep engelleyip, belirsiz bir tarihe ertelediler. Şimdi Kürdistan yönetimi insiyatifi ele alıp, referandumu örgütlemeli ve engelleme politikalarını boşa çıkartmalıdır. Bu referandum da sırf Irak Anayasasında mevcuttur diye değil, böylesi ulusal sorunların demokratik çözüm metodu katılımcı bir referandum olduğu için bu yola başvurulmalıdır.

• Türkiye ile bir dizi ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler içinde olan Güney Kürdistan yönetimi Bağımsız Kürdistan’ı ilan edebilir mi? Böyle bir durumda Kuzey Kürdlerine hiç bir hak tanımayan Türkiye, Güney Kürdlerin bağımsızlığına karşı tavrı ne olur?

Cemal Özçelik: Bağımsızlık ilanı bir çok faktörün bir arada dikkate alınmasıyla gerçekleştirilebilecek bir hamledir. Uluslar arası güçlerin yaklaşımı, bölgesel güçlerin tutumu ve Kürdlerin özgüçlerinin diğer aktörlerle nasıl bir denge ilişkisi içinde olacağına bağlıdır bu. En önemlisi de işgalden kurtarılmış toprak parçalarının öncelikle yasal bir statüye kavuşturulup Kürdistan’a katılması sürecinin tamamlanması gerekmektedir. Öngörülen demokratik metod tüm denemelere rağmen hayat hakkı bulmazsa, tabi ki Kürdler de başka metodlarla kendi yollarına devam edeceklerdir.

Türk devletinin meseleye yaklaşımı ise iki boyutludur, bir yandan Kürdleri sıkışık bir durumda yakalayıp onlardan bir çeşit rüşvet kapmak, yani petrole konmak, öte yandan da bağımsız devletleşme sürecini engellemektir.

Dönem dönem ağza çalınan bir parmak bal misali Türk devlet yetkilileri Kürdistan lafını kullansalar da, onların defterinde ve planlarında bağımsız bir Kürdistan yoktur. Nitekim Türk Milli Güvenlik Kurulu’nun 26 Haziran 2014 tarihinde yaptığı en son toplantıda aldığı dikkate değer kararlardan biri de; ‘’ Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal birliğinin sağlanması için desteğe devam edilmesi’’dir.

-Geçenlerde Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani’nin başında bulunduğu bir KDP ve YNK delagasyonu İran yetkilileriyle görüştü. İran yetkilileri tüm görüşme boyunca “Kürd-Şii İttifakını” işlediler. Günümüzde İkinci Çaldıran mümkün mü? Eğer mümkün ise somut olarak Kürd güçleri nasıl hareket edecekler?

Cemal Özçelik: İran’ın esas amacı Kerkük ve diğer bölgelerin Kürdistan’a katılması ve bağımsızlık ilanının engellenmesidir. Kürdleri Maliki iktidarına tekrar yamamak istiyorlar. Ellerinden gelse, Kürdistan’ı mevcut statüsünün de çok gerisine kaydırıp, Irak’ın bir eyaleti haline getirmek isteyeceklerdir.

Kürdler Irak’ta uzunca bir dönem Şiilerle ittifak kurdular, son 10 yıldır eğer Irakta hükümetler bir biri ardına kurulabilmişlerse bu, Şii-Kürd ittifakı sayesinde gerçekleşmiştir. Ancak Şiiler sözlerine sadık kalmadılar. Bu yüzden Kürdler ittifak politikasını tamamen sonlandırmamakla beraber, bunun sınırlarını kendilerinin belirleyeceği bir seviyede tutmalıdırlar.

Bunun temel şartı da serbest, demokratik bir referandumun sağlanması ve Kürdistan yönetiminin artık federasyonu da aşacak, konfederal bir örgütlenme modeline göre örgütlenmesi gerektiği gerçeğinin merkezi otoritelerce kabul etmelidir. Tabi petrol, tabii kaynaklar v.b tüm konularda, Kürdistan devleti kendi alanına giren tüm meselelerde serbestçe kararlar verip, sözleşmeler yapabilmelidir. Eğer böyle olursa, tarihsel travmalarımızın engellenmesini de sağlamış oluruz.

• İŞİD de facto sınırları ortadan kaldırırken Kürdler hala kendi aralarında duvar/sınır/hendekler örüyorlar. Güney Kürdistan kazanımları tüm dünya Kürdleri için Sykes-Picot-Antlaşmas’ını çöpe atmak için tarihsel bir imkan sağladı. PKK, Güney Kürdistan Hükümeti ve parlamentosu oluştuğu zaman hemen karşısına „Botan ve Behdinan Savaş Hükümeti’ni“ çıkardı. Bugün ise Batı Kürdistan’da „Kanton„ ile Kürdlerin karşısına çıkıyor. Bu girişimleri nasıl yorumluyorsunuz?

Cemal Özçelik: Siyasetin eşitsiz gelişim yasasını daima akılda tutmak önemlidir bence. Her parçanın kendi özgün koşulları mevcuttur. Buna denk düşen siyasal demokratik talepleri de farklı olur tabi. Gerek parçalar arası, gerekse de tek tek parçaların içindeki siyasal aktörler arasında olsun, kıyasıya bir rekabet mevcut olduğundan, dönem dönem kendi taleplerini bir birlerine karşı kullanabilmişlerdir.

Veya kendi talebini en doğru talep olarak görürken, ötekini küçümseme tutumuna girmişlerdir. Dünya bir tahteravali gibidir. Yani etme bulma dünyası. Eskiden, Küzey Kürdleri, Güneyli kardeşlerini savundukları otonomiden ötürü kınayıp, küçümserlerdi. Onları dar ufuklu olmakla, reformizm batağına saplanmış olmakla itham ederlerdi.

Oysa o dönemlerde Güney Kürdistan’lı siyasal yapılanmalar gerek dünya, gerekse bölgenin statükosunu hesaba katarak davranmak zorunda olduklarını görebiliyorlardı. Bağımsızlığı istemediklerinden, ya da ufukları dar olduğundan değil, 60’lı, 70’li ve müteakip yıllarda bölge statükosunu değiştirmeye güçlerinin yetmeyeceği bilinciyle hareket ettikleri için otonomiyi savunuyorlardı..

Ta ki Körfez savaşlarıyla birlikte statükonun dışsal faktörlerin ağırlıklı rol oynadığı dağılması sürecine dek. Eski soğuk savaş dengesinin bozulması, statükonun da değişim dinamiklerini harekete geçirdi. Bunu en iyi gören de, Talabani ve Barzani liderliğindeki Kürd yapılanmalarıydı. Ancak tüm mevcut objektif olanaklara rağmen, yine de tek başlarına amaçlarına ulaşmak için gerekli güç birikimini sağlayamayacaklarını gördüklerinden, çeşitli bölgesel ve uluslararası güçlerle ittifak politikası geliştirmekten de geri durmadılar. Bu yüzden adları haksız yere ‘’Emperyalizmin işbirlikçileri’’ne çıktı.

Ancak bu, onların bütünüyle doğru yolda oldukları anlamına da gelmezdi. Bu süreçlerde malesef çok önemli yanlışlıklara da imza atmayı başardılar. Bu yanlışlıkların başında da ‘’Birakujî’’ dediğimiz kardeş kavgaları gelmektedir..

90’lı yıllarda bir yandan Kürdistan Hükümeti kurulurken, bir yandan da Botan Bahdinan Hükümeti’nin kurulduğu doğrudur. Ancak ben bunu, birinin diğerine karşı kurulduğu düşüncesinde değilim. Kürd siyasal hareketleri arasında siyasi, hatta askeri bir rekabet olmakla beraber, kanaatimce, biri olmadan da diğeri yine kurulurdu. Bu iki oluşum, bir birleriyle sebep-sonuç ilişkisi içinde değil de, karşılıklı etkileşim(hem pozitif, hem de negatif boyutlarıyla) ilişkisine sahiptiler.

Aynı şey günümüzde Rojava’da kurulan Kanton yönetimleri için de geçerlidir. Taraflar oluşturdukları siyasal yapıları bir birlerine karşı bir üstünlük veya rekabet aracı olarak kullanmakla beraber, bunlar da temelde birbirlerinden bağımsız, her biri kendi öz dinamikleri üzerinde kurulup, hareket eden ve yine ona göre özgün şekillenmeyi alan yapılanmalardır.

Bir çok kişinin yaptığı gibi, bu seçeneklerden birini diğeriyle karşılaştırıp, daha iyi veya daha kötü diye lanse etmek ve buna göre birinden diğerini de küçümseyip alçaltmak, doğru bir yaklaşım değildir. Bugün Rojava’daki yönetim tarzının hangi koşullar içinde, ne tür zorluklarla mücadele sürecinde şekillenebildiklerine bakmadan hor görmek, bizleri geçmişte otonomiyi savunuyorlar diye Güney Kürdistan’lı yapıların küçük görülmesi tutumuna sürükleyecektir.

Benzer bir negatif yaklaşım da tersi yönden Güney Kürdistan’a karşı yapılmaktadır. Qandil yöneticilerinin ‘’Barzani’nin küçük devleti’’ veya ‘’Emperyalizmin ulus devlet kurma hamlesi’’ şeklinle tespitler koyarak, olup biten gelişmelerden rahatsızlıklarını dile getirmeleri, benzer bir yanlışlığın, siyasal rekabet ve tahammülsüzlüğün bir ifadesidir.

Aslında onların karşı oldukları şey iddia ettikleri gibi devletleşmenin kendisi değil, Barzani öncülüğünde bir devletin kuruluyor olmasıdır. İmkanları neye elverirse, doğru olan odur diyorlar, imkan dahilinde olmayan şeyleriyse, yanlış diye tabir edip, bu ‘’yanlışlığın’’ felsefi argümanlarını yaratmaktadırlar.

Ancak bu karşı duruşun temelinde esasen politik kaygılar yatmaktadır. En başta da Güney yönetiminin Türk devletiyle içine girdiği çok yönlü ilişkiler, bu kesimi alabildiğine tedirgin etmektedir. Bağımsız bir devletin kurulmasıyla Güney Kürdistan’ın Türkiye’ye bağımlı ve muhtaç haline geleceği, bunun da onların kendilerine karşı politikalar ve tasfiye hareketleri geliştirmelerine önayak olabileceği korkusunu sezmek mümkündür.

Güney Kürdistan yönetiminin, Qandil’in bu kaygılarını gidereceğine, yer yer içine düştüğü yanlış politikalarla bunları daha da güçlendirmesi, bu iki kesim arasındaki kaygı ve kuşkuları besler niteliktedir.

PKK’nin silahsızlandırılması amacıyla ‘’Ulusal Kongre’’ye sarılması, ve Rojava’da geliştirdiği kimi yanlış tutumlar, Qandil’in bağımsızlık karşıtı pozisyonunu güçlendirmektedir. Ancak bunun çok da sabit fikirli bir düşünce ve duruş olmadığı kanaatindeyim.

Çünkü Qandil yöneticileri, bir yandan bağımsızlığa ilişkin kimi kaygılarını dillendirirlerken, dönem dönem de birlikte savaşma önerisiyle, böylesi bir oluşuma adeta ortak olma yaklaşımını geliştirmeye çalıştırmaktadırlar.

Yani, eğer bu bağımsız Kürdistan’da bana da yer olacaksa desteklerim, ama bana hayat hakkı tanımazsan, veya alanımı daraltmaya kalkışırsan, karşı çıkarım, mesajı verilmek isteniyor.

Öcalan’ın geçen yıl Mesud Barzani’ye gönderdiği mektupta dile getirilenler de bu yaklaşıma denk düşüyordu. Orada Barzaniye, ‘’Qandil için özerk bir yapı imkanı sunun ve Tüm Kürdleri temsil eden bir lidere dönüşün’’ mesajı verilmekteydi. Tabi cümlenin ikinci kısmı daha ziyade bir jest niteliğindeydi, asıl mesaj birinci kısında gizliydi.

• Güney Kürdistan yönetimi Arap güçleriyle çatışmaya girerse ya da Bağımsız Kürdistan’ı ilan ederse Kürdistan’ın diğer parçalardaki ve diasporadaki Kürdler somut olarak ne yapabilir?

Cemal Özçelik: Bağımsızlık için doğru zamanın seçilmesi gerekmektedir. Tüm bölge devletlerinin karşı olduğu, Iraktaki Şii ve Sünnilerin bunu bir tehdit olarak yorumladığı, Amerika’nınsa kendine bir başkaldırı olarak algıladığı bir ortamda bağımsızlık ilanı, bizler için önemli güçlükler yaratabilir.

Dahası, Kerkük ve diğer yeni kurtarılmış bölgelerin yasal statüleri henüz tam olarak tespit edilip rayına oturtulmamıştır. Kürdlerin elinde uçak ve uçaklara karşı savunmayı mümkün kılacak güçlü roket sistemlerinin de var olmaması, ikincil dereceden de olsa, bir gerekçe olarak üzerinde düşünülmesi gereken faktörlerdendir.

Ama tüm bunlara rağmen, eğer Güney Kürdistan yönetimi başka çıkar yol bulamayıp da bağımsızlığını ilan ederse, tüm Kürdlerin görevi buna destek vermektir. İdeolojik ve politik ayrılıklar, buna karşı çıkış için gerekli mazeretler değildir. Ancak kimin ne sozü varsa; lehte veya aleyhte, şididen söylemeliler ki, Kürdistan yönetimi de bunları dikkate alıp, toplu bir bakış açısı edinme imkanını elde edebilsin..

Bu arada İsrail’in tutumuna ilişkin de bir kaç söz söylemek isterim.. İsrail’in bölgenin güçlü devletlerinden biri olarak, kendi devlet çıkarları için bile olsa (Kürd devletiyle birlikta Araplara karşı bir denge oluşturmak istiyor) Bağımsız bir Kürdistan’ı destekleyeceklerini bildirip, bu konuda Amerika’yı da ikna etmeye çalışmasını önemsiyorum.

Ancak tüm bunların bu aşamada kamuoyu önünde değil de, kapalı kapılar ardında yürütülmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Aksi tutumlar, kaş yapayım derken, göz çıkartma ile de sonuçlanabilir. Nitekim İran ve çeşitli çevreler Kürd yönetimini İsrail işbirlikçiliği ile suçlayıp, devletleşme hamlesini sabote etmeye çalışıyorlar. Bunların eline bu aşamada koz verilmemeye de özen gösterilmelidir.

Son olarak, böylesi güncel, hatta yakıcı bir konuda sorduğunuz sorularla Kürd kamuoyunda toplu bir bakış açısı ve ortak eğilimlerin oluşumunu sağlayacak röportajlar dizisiyle önemli bir göreve imza attığınızı düşünüyorum. Bundan böyleki çalışmalarınızda da sizlere başarılar diliyorum..

Cemal Özçelik

01.07.2014

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.