Ana içeriğe atla
Submitted by Bahoz Şavata on 21 May 2012

Kak Şakıro

Ranya’ya vardığımızda arkadaşlar bizleri dört gözle beklediklerini gördük. Merak ediyorlardı, Qalediza tarafından neler olduğu hakkında. Araba ile dönmemiz onları rahatlatmıştı. Biz olumsuz gidişatı arkadaşlardan saklamaya karar vermiştik. Merak edilecek bir şey olmadığını anlattık. Esirleri geri cepheye taşımaya karar verdiğimizi söyledik. Kısaca Navşirvan Mustafa ile yaptığımız sohbeti ve onun bizi karşılayışını ve kendi arabası ile yolcu edişini konuştuk.
Arkadaşlarımızdan Dr Adil bize camide ki tutsaklar hakkında bilgi verdi. Amed’li Gernas arkadaş şehirdeki askeri zorluklardan bahsetti.

Şeref hoca ile son durum değerlendirmesi yaptık. En kötü şartlarda olduğumuzu biliyorduk, düşman ile bu koşullarda karşılaşmamalıydık. Esirleri geri cepheye taşımalı ve Kürdistan Cephesine teslim etmeli idik. Direniş çizgimizde kalmalı ve cephedeki yerimizi yeniden almalıydık. Kendimize lojistik ihtiyacımızı karşılayarak geri savaş cephesine dönmeliydik. Bu kısa kararlardan sonra, alınan kararları uygulamaya koymak için ben al acele esirlerin yanına gittim.

Kapıdaki peşmergeler ile birlikte içeri girdim. Onlara; dosya kağıtlarını vererek, bu kağıtlara rütbe sırasına göre isim ve adres ve irtibat telefon numaralarını yazmalarını onlardan istedim. Bu bilgileri kontrol edeceğimizi ve kendilerini ailelerine teslim edilmeleri için buradan nakil edileceklerini bildirdim.

İçerde herkes birbirine soru soruyordu. Büyük bir uğultu oluştu. Ben tekrar konuştum. Bu bilgilerin 60 dakika içinde hazır olmasını söyledim. Kağıtlara doldurulan bilgilerin bir nüshasının da Latince yazılmasını istedim. Müdüriyet odası olarak kullandığımız Cami imamının odasına geçtim. İlk defa Cami hocasını düşündüm. Soluğu şimdi nerede alıyordu. Kendisine ezanı öğreten Arapların eli ile ölmekten kurtulmak için kaçmıştı. Haliyle Arapları da temsil edecek biri olmayınca ezan okuyan da yoktu. Ben bu düşünceler içinde iken bizim güneyli küçük peşmerge içeri geldi.

-Mamoste, esirekan deven legel to qisebikin (Hocam esirler seninle görüşmek istiyorlar.)
Kî dixwaze? (Kim istiyor?)
-Ew kabreye Açurike. Çend kesî tirAsuri olan kişi. Birkaç başka kişi)
-Ba bêne. Peşte Asurika (Getir. Önce Asuri olanı)

Küçük peşmerge gitti içeri, aynı zamanda bize tercümanlık yapan subay Asuri ile geri döndü.
Asuri beni görür görmez, ayaklarımı kapandı. Ben engel olmaya çalıştım. Diğer yandan bana yalvarıyordu.

-“Ez beni, bawer ke, suce mın qet niye. Mın mekujine! ( Kulun olayım, inanın benim hiç suçum yok. Beni öldürmeyin!)

Bizim aklımızın köşesinden hiç böyle bir şey geçmez iken, adamın düşünüş biçimi, aslında kendilerinin yüz binlerce Kürd'e reva gördükleri bir yoldu. Saddam’ın askeri farklı düşünemezdi. Onlar tıpkı kendileri gibi herkesi katil, katliamcı öngörüyorlardı. Dünyayı algılayış biçimlerinin bu şekilde olması gayet normaldi.
Bir Asuri’nin bu yaklaşımı dahi beni çok kızdırmıştı. Hak etmediğimiz bir yakıştırma ile yüz yüzeydik. Yine de hiç istifi mi bozmadım.

-Du Asuri niye? ( Sen Asuri değilmisin?)

-Belê, ( Evet.)

-Bo çı tekli askere Saddam î Araban dıjmıné Asurikan na bu? (Neden Saddam’ın Askeri teşkilatındasın? Araplar Asurilerin düşmanı değil miydi?)

-“ Bele ez beni. Belam em mecburın askeriyeti bıkın. ( Kulun olum evet öyle. Fakat biz mecburuz askerlik yapalım.)

-“Belam tu bı para askeriyeti dıke. Bı tane serbaz niye? Ma şerm niye. Xayinti niye? ( Fakat sen paralı askerlik yapıyorsun. Sadece basit bir asker değilsin! Utanmıyor mu sun. Bu hainlik değil mi?)

Asuri subay bu sözlerim karşısında çok utandı. Gözlerinden yaşlar boşandı. Hala korkuyordu, konuyu değiştirmeye çalıştı, başladı içerdeki Arap subay ve üst rütbeli insanların kaçma planlarını anlatmaya… O yeni ihanetler içinde iken anlattıklarını dinlemek dahi istemiyordum. Bu atmosferden tiksinmiştim.Ona sert bir şekilde

-“Hara bo ewan re be. Em kes nakujın. Gişt mivaneme ye. Dıle me da yek tışt heye, duxwezın em gişt bı rehati harın male xwe. Hun ji matırsın. Hun jı azad dıbın. Belam lı vır nabe emniyete wa ji peviste. Merak nakın. Pevarojada hun zu rızgar dıbın.” ( Git onlara söyle. Biz kimseyi öldürmeyiz. Hepsi bizim misafirimizdir. Gönlümüzde olan tek bir şey var; istiyoruz ki herkes kendi evine rahatlık ile kavuşsun. Fakat bu şartlarda olmaz. Emniyetinizi de dikkate almalıyız. Merak etmeyin En kısa zamanda kurtulursunuz.)

Bir arkadaş koşarak yanıma geldi. Yirmiye yakın YNK’lı peşmergenin Ranya’ya Çarkurna tarafından geldiğini belirtti. Ben esiri içeri gönderdim. Hemen gelenleri karşılamaya gittim. Karşımda YNK’nın yigit komutanı Kak Şakıro duruyordu. Kendisi Kerkük cephesinden dönmüştü. Gözlerimiz dolu dolu sarmaş dolaş olduk. Savaşın ruh haleti. Tanıdıkları sağ görmek bizleri oldukça duygulandırıyordu. Tanışıklığımız o kadar eski değildi. Lakin bir ömre bedeldi. Bir köşeye çekildik. Yine güler yüzü ile beni dinledi, ben onu dinledim. Kerkük’te binden fazla şehit verilmişti. İnsanlar ailelerini kimyasal gazdan kurtarmak için cepheyi terk etmişti. Düşman şu anda Köysancağa kadar gelmişti. Bizde bundan emindik. Top atışları Çarkurna bölgesine düşüyordu. Düşmanın Hiran-Şaklava yolunu denetim altına alma girişimleri görülüyordu. Fakat yeterince ellerinde güç olmadığı için buna başvuramıyorlardı.
Ranya ile Kak Şakıro’ya verdiğim bilgiler onu oldukça şaşırttı. Esirler için aldığım kararı da söyledim. O da aldığım kararın yerinde olduğunu söyledi. Ben beklemenin manasız olduğunu esirlerin nakilleri için bölgeyi tanıyan, bana birkaç peşmerge vermesini söyledim. Oda bu teklifi kabul etti. Komutan Şakıroya sarıldım, ayrıldık. O bana sekiz adamını ve biraz yiyecek ekmek vererek tekrar tam teçhizatlı askeri iki pikabı ile Çarkurna tarafına yöneldi.
Bizler ertesi günü yola çıkmak için hazırlıklara geçtik.

Devam edecek…

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.