Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 29 January 2009

Bugünlerde itirafçı Aygan'ın açıklamalarını manşet yapacak Taraf'tan başka bir gazete var mı Türkiye'de?

Soru şu: Bugünlerde JİTEM'in bütün kanlı eylemlerini ortaya döken itirafçı Aygan'ın açıklamalarını manşet yapacak Taraf'tan başka bir gazete var mı Türkiye'de?
Cevap: Hayır.
İkinci soru da şu:
Niye yok?
Bu ikinci sorunun cevabını aradığınızda birçok gerçeğe ulaşacaksınız.
Çünkü Türkiye'de “medyanın“ ne mene bir şey olduğunu anlamadan ne Ergenekon'u, ne JİTEM'i ne de faili meçhul cinayetleri anlamak mümkün.
Genelkurmay'ın, dramatik biçimde intihar eden Diyarbakır JİTEM komutanının cenazesindeki yaptığı gövde gösterisinden, Aygan'ın açıklamalarını daha önce yayımlayan gazeteye “akreditasyon yasağı“ getirmesinden ürken gazeteleri bir kenara koyun.
Onlar bu gerçekleri açıklamak isteseler de arada bir medyanın klasik korkularına saplanıyorlar.
Kötü niyetli değiller belki ama ürkekler.
Siz asıl bu konuya hiç girmeyenlere bakın.
Neden hiç girmediler?
Aygan'ın söylediklerine mi inanmıyorlar?
Bir tek Milliyet Neşe Düzel'in konuşmasından alıntı yaptı, diğerleri tümüyle sessiz.
Aygan, yer söylüyor, isim söylüyor, tarih veriyor hatta neredeyse saatini bildiriyor.
Söyledikleri yalansa, bunu ortaya çıkarmak çok kolay.
Kimse, “onun söyledikleri yalan, o tarihte, o isimde insanlar öldürülmedi“ demiyor.
İnandırıcılıkta bir sorun yok demek ki.
Eeeee?
“Yaklaşık yedi yüz kişinin orduya bağlı JİTEM timleri tarafından öldürülmesinin bir haber değeri yoktur“ mu diyorlar?
Onlar bile bunu söyleyebilecek kadar yüzsüzleşemezler.
Ne peki?
Niye Taraf'tan başka bu gerçeklerin peşine düşecek bir gazete yok şu koskoca ülkede?
Bunu övünerek değil, utanarak söylüyorum.
Bu medya, bu ülkede yazıyla çiziyle uğraşan herkesi utandırıyor çünkü.
Bu sorunun bir tek cevabı var.
Onlar “derin devletin“ işbirlikçileri.
Devletin değil, derin devletin.
“Devletin işbirlikçisi“ olmak da bir gazete için yeterince utanç vericidir ama bunların durduğu yer orası bile değil, çünkü devletin “derin devleti“ ortaya çıkarma çabasında bunlar açıkça “derin devleti“ tuttular.
Ergenekon meselesinin ilk patladığı günleri düşünün.
Gazetelerine, televizyonlarına bakın.
Ergenekon gerçeğini inkâr edebilmek için neler söyleyip yazdıklarını bir hatırlayın.
Şimdi cinayetler arasındaki bağlar, cephanelikler, krokiler, suikast şemaları ortaya çıktıkça tutuşmaya başladılar.
“Yoktur“ diyemiyorlar.
“Varmıştırdır da ama varmıştırkene biraz da hukuksuz soruşturulmuşturdur da biz o neyim nedenden bu Ergenekon meselesinde böyle davranmışızdır da...“
Ne diyorsun çocuğum?
İnsan “gerçekleri açıklayacağım“ diye ortaya çıkıp da gerçekleri saklarsa sonunda böyle dili kulağına kaçar, kıvranmaya başlar.
“Hukuka önem veriyoruz“ demek zorunda kalmaları bile bir gelişme.
Peki, hukuka önem veriyorsunuz, pek bir sevindik, mesut ve muazzez olduk da aziz kardeşlerim, bu JİTEM'in insanları öldürmesi size hukuka aykırı gözükmüyor mu?
Ergenekon sanıklarının evden kaçta alındıkları bile size ciddi bir sorun olarak gözükürken, sokakta gezen genç bir çiftin JİTEM bodrumlarına götürülüp kafalarına kurşun sıkılması sizde hiç mi insani, vicdani, hukuki bir sıkıntı yaratmıyor?
Öldürülenler Kürt olduğu için mi bu cinayetler size “hukuki“ geliyor?
Gizli bir hukukumuz mu var, “Kürtleri öldürmek“ serbesttir diyen?
Bu cinayetler işlenirken, tek bir cinayetin bile peşine düşmüş olsaydınız, ardından gelen onca cinayeti önlerdiniz.
Neden bir tekinin bile üstüne gitmediniz, neden mahkeme kapısında kaybolan sendikacılar, hastaneden götürülen insanlar, kuyulardan çıkan cesetler, Jandarma karargâhında kaybolan siyasetçiler hiç ilginizi çekmedi?
O gün çekmedi, bugün de çekmiyor.
Niye?
Daha da öldürsünler diye mi?
Üniforma giyenlere adam öldürmek serbest mi?
Cinayetleri açıklayana “alçak“, cinayetleri işleyenlere “kahraman“ derken kullandığınız ölçü ne?
Bunlar, “derin devletin“ cinayetlerini aydınlatmak için değil, “örtmek“ için gazete çıkarıyorlar.
Hrant Dink vurulduğunda “üç beş mahalle çocuğunun işi“ diye tutturanlar da bunlardı.
Danıştay baskınında “dinciler yaptı“ diye feryat edenler de bunlardı.
Bu gazetelerin içinde çok dürüst, çok cesur, çok namuslu insanlar da var ama Türk medyasına bir bütün olarak baktığımızda bir “sefillikten“ başka bir şey gözükmüyor.
Eğer bu ülkenin insanları “kurbanları“ suçlu, katilleri “kahraman“ yapan bu medyanın gerçek yüzünü kavramazsa, bu medya gerçekleri saklamaya devam eder.
JİTEM'in, Ergenekon'un, darbe planlayıcılarının, derin devletin en büyük güvencesi bu medya, “nasıl olsa medya olanları ortaya çıkarmaz“ güvencesi.
Türkiye, bu “kanlı güvenceyi“ temelsiz bırakmak zorunda.
Gerçi ilk adım atıldı...
“Ergenekoncu değiliz, hukuktan yanayız“ demeye başladılar.
Bu bile Türkiye'nin yaşadığı değişimin önemli bir işaretidir.

29.Ocak.2009 12:50:53

O katil ’itirafçı' olmuştu, generallerin sofrasına oturacak kadar muteberdi. Dünkü Türkiye gazetesinde Nuri Elibol belki de Ergenekon tartışmalarındaki en çarpıcı tanıklıklardan birini satır aralarına gizlemişti. Şöyle diyordu Elibol: “Bir gezetede dün itirafçı Abdülkadir Aygan'ın dönemin asayiş jandarma komutanı Korgeneral Necati Özgen ve Mesud Barzani ile aynı masada çekilmiş fotoğrafını gördüğümde adeta şok oldum. Bir itirafçının nerelere kadar girmesine izin verildiğinin bir kanıtı adeta. Yanlıştır, bu yanlış bugün de devam ediyorsa ivedi düzeltilmelidir. (..) Devletin menfaatini koruyorum derken suç işlemeyi mubah sayarsanız hem devlete, hem kendinize inanılmaz zararlar verirsiniz.“ Bu sözlere neden bu kadar önem verdiğimizi sorabilirsiniz; benzerlerini siz de söylüyorsunuzdur. Bu sözlere verdiğim önem söyleyenden kaynaklanıyor. Nuri Elibol, asker kökenli bir gazeteci. Özel Kuvvetler'den binbaşı rütbesiyle emekli olduktan sonra gazeteciliğe başlamıştır. Söz ettiği fotoğrafın Nuri arkadaşımızı neden ’şok' ettiğini anlayabiliyorum. Muhtemelen binbaşı rütbesiyle çok önemli bir olayı rapor etmek, ya da izin almak için bile kudretli bir bölge komutanının yanına girmeye izni yoktu. Yine de onun gönderdiği görevlere ucunda ölüm olduğunu bile bile gözünü kırpmadan gideceği kudretli komutanlardan birisi, şimdi Irak'taki Kürt federasyonunun başkanı olan biriyle görüşmeye, daha düne kadar Nuri ve komutasındaki Mehmetçiklere kurşun sıkan bir katille giriyor, kameraya gülümseyerek poz veriyordu. O katil ’itirafçı' olmuştu, generallerin sofrasına oturacak kadar muteberdi. O katil bu defa bir zamanlar aralarında olduğu kişileri öldürmeye başlamıştı o dönem. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in, şimdi de AK Partililere akıl verme çabasında olan Mümtaz'er Türköne'nin verdiği ilhamla söz ettiği ’Kurşun yiyen kadar şerefli kurşun atanlar'ın safına katılmıştı artık. Kurşun sıkan şereflilerin kimler olduğunu kısmen 1996 Kasımındaki Susurluk kazası sonrasında öğrenmiştik milletçe. Veli Küçük ve İbrahim Şahin gibi bazılarını şimdi Ergenekon davasında da görüyoruz. O itirafçı ise daha sonra yeniden PKK saflarına dönecek ve bu kez ’devlet adına' hangi cinayetleri işlediğini anlatmaya başlayacaktı. Ve işin ilginç yanı, yalan ve ihaneti meslek edinmiş bu kişinin bu defa anlattığı her şeye gerçeğin ta kendisi olarak itibar ediliyordu. O fotoğraf işte bu tablo nedeniyle görmediği pek az şey kalmış Nuri'yi bile ’adeta şok' ediyordu. Bu resmi bir yana ayırarak bir başka resme geçelim. Emekli Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'u ziyaret etmesinin resmidir bu. Kıvrıkoğlu'nun kuvvet komutanlarına da nezaket ziyaretinde bulunarak yeni görevlerinden dolayı tebrik ettiği haberi var. Kıvrıkoğlu'nun Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt'ı da göreve geldiklerinde ziyaret edip etmediği yolunda o dönemlerde bir açıklama yapılmamıştı. Ama şu tartışmalar sürerken; 1- Encümen-i Daniş'in katılımcıları tarafından su yüzüne çıkarılarak üzerindeki gizem perdesinin kaldırılması, diğer deyişle başkaları için bir payanda olmaktan çıkarılması, 2- Kıvrıkoğlu'nun Milleyit'te Fikret Bila'ya vediği demeçte ’Müdahaleler döneminin kapandığını söylemesi', 3- Aynı demeçte Veli Küçük'ü tanımadığını ve adını kullanmış olabileceğini söylemesi. Yine emekli Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın Küçük için ’O adamı tanımam' demesi, 4- Küçük'ün kullanılıp kenara atılmış masum sıfatında itiraz edişi. Aynı günlerde İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in 1 numaranın Kıvrıkoğlu olduğunu iddia etmesi, 5- Ve nihayetinde Kıvrıkoğlu'nun Başbuğ'u ziyaretinin medya ile paylaşılması anlamlı ve önemlidir. Bu resim, Kıvrıkoğlu ve o çerçevede Türk Silahlı Kuvvetleri'nin adı üzerinden kurulan ülkeyi istikrarsızlaştırma, askeri müdahaleye kışkırtma türünden oyunların artık bittiğinin ilanı mıdır? Öyle ise, bu işten orduyu kurumsal itibarını daha fazla zedelemeden çıkarma itibarı, Özkök'ün ’kamuoyu önünde değil, kapılar ardında' yöntemini daha da geliştirerek uygulayan Başbuğ'un sayılmalıdır. Bu itibarı kurtarma operasyonunda Kıvrıkoğlu da üzerine düşeni yapmıştır. Bu resim birilerine adeta ’Oynadığınız oyun bitti' ilanı gibidir. Bu saatten sonra oyunun bittiğini anlamayan için kimsenin yapacağı bir şey kalmamış olabilir. Belki de son günlerde oraya buraya bırakılan silah ve bombaların bazısının arkasında mesajı anlayanlar vardır. Kimbilir? 29.Ocak.2009 08:46:46 yorum yaz gönder yazdır puanla

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.