Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 15 July 2009

BİR KEZ DAHA ’68 İÇİN[*]

TEMEL DEMİRER

“Hayal gücü iktidara!“[1]

’68 için bir kez daha yazarken; Cemal Süreya'nın, “Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti...“ dizelerini; sonra da Gaston Bachelard'ın, “Felsefe çekmeceye konmuş kanıtlardan hoşlanmaz“ ve Marc Augê'nin, ’Unutmanın Biçimleri'ndeki, “Bana unuttuğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!“ sözlerini anımsıyorum...
Kolay mı? ’68'in unutulmaması/ unutturulmaması gerektiğini savunanlardan, ’68 gerçeğinin “çekmecelere hapsedilmesi“ne şiddetle karşı olanlardan biriyim. Çünkü -indimde- ’68 isyanın kod adıdır; öyle ki ’68 kuşağının adı isyan kuşağı olarak kazınır tarihe... ’68 dünyanın her yerinde şiddetlidir, anti-emperyalisttir! ’68 “imkânsızı“ isteme ihtiyacını anımsatır, herkese de...
Siz bakmayın; salya sümük “pişmanlıkları“nı dile getirenlere! Ece Temelkuran'ın ifadesiyle, “Eski solcu ve sonradan hidayetin o yapış yapış huzuruna eren kimi yazarlar ve söz söyleyicileri ise, niye bilmiyorum, bir gayret, kendi gençliklerine saldırıyorlar. ’Aldatıldık' diye lafa başlıyorlar ve kendi gençliklerine söylemediklerini bırakmıyorlar.
’Vay benim akılsız başım' kişiselliğinden çıkıp bir dönemi, o dönemde kendilerine inanmış insanları da aptallıkla suçluyorlar.
Anlaşılmaz bir hınç ve gayretle yapıyorlar bunu. Sanki bunu yapmasalar bugün aç kalacaklarmış gibi bir gayretle. Bütün bu hıncın bir nedeni olmalı. Sanırım vicdanlarının yenik pehlivan iştahı bu; dönüp dönüp yeniden öldürmek istiyorlar geçmişi.“
’68 deyip geçemeyiz; ’68'i onların istismarına terk edemeyiz; ’68 isyanın ve isyancılarındır; vazgeçenlerin ve teslim olanları değil!
Stefo Benlisoy'un yerli yerinde değerlendirmesiyle, “68 ’olayları'nın 40. sene-i devriyesi vesilesiyle neredeyse tüm dünyada 68'e dair imgelerin yeniden tedavüle çıkarılmasına tanık oluyoruz. 68 bir yandan nostaljikleştirilip piyasa tüketimciliğinin bir nesnesi hâline getirilerek ehlileştiriliyor, öte yandan da 68'in devrimci içeriği bastırılmaya ve susturulmaya çalışılıyor. Bu kırk yıl içerisinde 68 ayaklanmalarını bir kuşağın gençlik heyecanı ya da fantezileri çerçevesinde amaçsız bir isyan, öğrencilerin mektep meselelerinin yarattığı bir huzursuzluk ya da en fazla gençliğin otoriter ilişkilere karşı başlattıkları gayrı siyasi bir hayat tarzı meselesi olarak, yani temelde bir ’kuşak' meselesi olarak algılanışı giderek hâkim oldu. Hatta (...) ’cuntacı' olduğuna kani olanlar tarafından 68 çağımız toplumundaki her türlü melanetin kaynağı gösterilerek bir nevi ’redd-i miras' da edildi.“[2]
’68, bir mücadele ve isyan geleneği olarak mirasımızdır, bizimdir...
Bunun içindir ki ’68 durmadan anımsanmalı ve anımsatılmalıdır...

“İNSAN, YAŞAMADIKÇA İHTİYARLAR“

Bir isyan olarak ’68, gençtir; yaşlı ve çürümüş olan her şeye karşıdır; ve tam da bunun için çok önemlidir; durmadan anımsanmalı/ anımsatılmalıdır...
Kolay mı? “Gençlik“ için “aklın ateşidir,“ der La Rochefoucauld...
Ardından da Aristoteles, “Gençlik uç noktalar çağıdır. Delikanlının ’suçu' aşırı gidişindedir“; S. Zweig, “Gerçek gençliğin anlamı kuşku yerine inanç değil midir?“; Mark Twain, “Yaşlı bir cennetkuşu olmaktansa genç bir ağostosböceği olmak daha iyidir“; Victor Hugo, “Gençliğe yaşlılıktan daha çok saygı göstermeliyiz“; Oscar Wilde, “Yaşlılar her şeye inanırlar, orta yaşlılar her şeyden kuşkulanırlar, gençler ise her şeyi bilirler“; Wolfgang von Goethe, “Bir insan yirmi yaşında genç değilse, kırkında nasıl olsun?“ diye eklerler...
Ya -’68'in reddi olarak- “yaşlanmak/ ihtiyarlamak“ mı?!
Bu konuda da Montaigne, “Yaşlanmanın yüzümüzden çok aklımızda buruşukluklar yaratacağından korkarım“; Andre Gide, “Gençliğin hoşa giden meziyeti yoktur ki yaşlanıp da bozulmasın“; Andre Maurois, “Yaşlılık kötü bir alışkanlıktır, çalışan bir kimse böyle bir alışkanlık edinemez“; Wolfgang von Goethe, “İnsan, kendini durmadan değiştirmeli, yenilenmeli, gençleşmeli ki körelmesin.“ “Gençliği izleyen yıllar bize geçmişteki şimdiyi aydınlatıyor,“ der...
Bir şey daha: “İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça ihtiyarlarlar,“ der bir İskoç Atasözü!

DÜNYADA ’68

Chris Harman'ın formülasyonuyla “68, zaman zaman dünya tarihinde görülen, bir anda mevcut düzenin kendine güvenini ve rahatlığını dağıtan yıllardan biridir.“ (Chris Harman, “Son Büyük Yangın: 40 Yıl Sonra“, Taraf, 28 Mayıs 2008, s.13.)
Arkasında da uzun bir mücadele tarihinin birikimi vardır...
Ayrıca Tarık Ali'ye göre de “1960'lar, otoriteye ve geleneğe karşı duran, Rus devriminin başlattığı bir isyanın doruk noktasına işaret ediyordu; dolayısıyla, özgünlüğü de bütün bir kuşağı ve her kıt'aya sarmasında yatmaktaydı, aşağıdan yükselen dünya çapındaki ilk gerçek hareketti.“
’68 olaylarının ilk kıvılcımı aslında ABD'den çıkmıştır. Berkeley'de başlayıp kısa zamanda dünyayı saran öğrenci ayaklanmalarının kökünde insan hakları savaşımı yatar.
ABD'deki ilk kıvılcım sonrası Avrupa'ya ulaşan mirastır...
Biraz gerilere dönerek anımsarsak: 1962 yılı ekim-kasım arası Küba krizi oluşur. ABD, Küba'daki devrimi boğma hesapları içindedir. 22 Kasım 1963 tarihinde ABD Devlet Başkanı John Kennedy öldürülür.
4 Nisan 1968'de insan hakları savunucusu Martin Luther King öldürülür.1965 yılında ABD, Kuzey Vietnam'a saldırır. Bombalar yağdırır. 500 bine yaklaşır işgal güçlerinin sayısı. Ho Şi Minh direnişin sembolüdür. “Ho, Ho, Ho Şi Minh 1, 2, 3, daha fazla Vietnam“ sloganı, dünyanın dört bir yanında yankılanır. 21 Ekim 1967 tarihinde Washington'da 300 bin kişi barış yürüyüşüne katılır.
Hasılı ’68 olaylarında yeşeren kadınların eşitlik mücadelesi, çevre ve insan hakları, demokrasi, yeni boyutlardaki anti-kapitalist ve anti-emperyalist hareketler, tüketici hakları, dünden bugüne ve yarınlara da uzanan mücadeleci bir mirastır...
Diğer yandan yaşantımızda artık sözü bile edilmeyen kazanımlar da var 68 hareketlerinin sonuçları arasında...
Kürtaj, doğum kontrolü, seksüellik, modern eğitim, rock kültürü, sanatta sınırsızlık, savaş karşıtlığı, mini etek, reşitlik yaşı, flört hakkı, prezervatif, jean, karma eğitim, katılımcılık, üniversite özerkliği ve toplumdaki demokratik haklar, bir yanıyla 68 ayaklanmasının yansıması...
1968 eylemleri kısa ve uzun vadede bir dizi gelişmeye yol açar. Avrupa ve ABD'deki ekonomik gelişmenin sınırları hakkında tartışma yaratır. Çevre bilincinin ortaya çıkmasına neden olur. Silahsızlanma, atom, nötron silahlarına karşı toplumsal bilinç ve kültür yaratılır. Kadın hakları konusunda eşitlik kavramı getirilir. Hayvan hakları ve et yemezlik geniş kesimlerce benimsenmeye başlanır. Alternatif yaşam biçimleri geliştirilir. Komün evler, birlikte yaşam evleri kurulur. Başka olanların varlığı ve özellikleri kabul edilmeye başlanır (homoseksüellik, lezbiyenlik, evlilik dışı yaşam, engelliler). Yaşamın her alanında demokratikleşme hedefleri büyür. Eğitimde demokratik katılımcı yapı ve örgütlenme özgürlüğü gelişir. Üçüncü dünya ülkeleri ve ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışma yerleşir. Savaşlara ve silahlanmaya karşı muhalefet yükselir.
“Açıkça modern kapitalist ilişkiler içinde kendine ve birbirlerine yabancılaşan bireyin sisteme başkaldırışının simgesini oluşturan Mayıs ’68'deki öğrenci hareketi her türlü sekterliğe karşı demokratik ve liberter bir karakter taşımaktadır.“[3]
Hiç kuşkusuz bu özelliğiyle ’68' denince ilk akla gelenlerden biri de Yahudi asıllı Alman bir babayla Fransız bir annenin oğlu olan, 1945, Fransa-Montauban doğumlu Daniel Cohn-Bendit'tir.
Daniel Cohn-Bendit'in üniversite direnişinin ’elebaşısı' olarak 1968 Ocak ayında rektörlüğün disiplin kurulunda alınan ifadesindeki sözleri o günlerdeki siyasal/ideolojik görüşünü yansıtmaktadır: “Ben bir anarşist Marksistim. Karl Marx'ın kapitalizmin analizinde ortaya koyduklarının doğruluğuna inanıyorum. Fakat komünist hareketin geliştirdiği örgütlenme biçimini tümüyle reddediyorum. Bu biçim, yeni bir toplum yerine yalnızca otoriter bir egemenlik yaratıyor. Burada Marksist kuramla komünist uygulama arasında bir kırılma vardır.“
Ernest Mandel'in, “Öğrenci hareketinin oynadığı patlatıcı fitil rolü“ne[4] dikkat çektiği “1968 Mayıs'ı, geleneksel değerlerin ve burjuva düzeninin sorgulanmasına yol açan bir toplumsal krizin başlangıcıdır.“[5]
Bu bağlamda “Farklı değerlendirmelere yol açsa da 68 ayaklanmaları, dünyada önemli gelişmelere neden oldu.“
Örneğin, ’68'deki kadın hareketi için Claudine Monteil, “Sokaklardaydık ama söz hakkımız yoktu“ derken; “Kadın hareketi açısından okuduğunuzda ’68, ’İsyan içinde isyan'dır!“[6]
Ve isyan konusunda da “Kızlar ateş gibi, oyma işlercesine kaldırım taşlarını söküyorlar tıkıt tıkır“ diyen Abidin Dino eklemektedir: “Paris'in bu gözyaşartıcı haftası kolay kolay unutulmayacaktır.“

’68 KRONOLOJİSİ

1968 yılı ile özdeşleşen toplumsal dönüşüm dönemi Fransa'nın ötesinde bir coğrafyada gelişti. İşte bu bir yılın başkaldırı kronolojisi:
* Şubat: Çekoslovakya'da ’Prag Baharı'.
* Şubat: Roma'da üniversitenin öğrenciler tarafından işgali. İlkbahar boyunca gösteriler ve grevler.
* Mart: Polonya'da öğrenci gösterileri, hükümetin şiddetle karşılık vermesi.
* Nisan: ABD'de birçok kentte ırk ayrımına karşı eylemler ve Martin Luther King'e suikast.
* Nisan: Batı Almanya'da ayaklanmalar ve gösteri yürüyüşleri
* Mayıs: Tokyo'da öğrenci olayları
* Haziran: Kanada'da ayaklanma ve gösteri yürüyüşleri
* Temmuz: İstanbul'da ABD 6. filosuna tepki eylemleri, güvenlik güçlerinin şiddetle bastırması.
* Ağustos: Sovyet tanklarının Prag'a girmesi.
* Ağustos: ABD'de Demokrat Parti kurultayında Vietnam Savaşı karşıtı gösterilerin polisle çatışmaya dönüşmesi.
* Eylül: ABD'de kadın hakları hareketinin sokak gösterileriyle güçlenmesi
* Ekim: Meksika'da katliama dönüşen ayaklanma bastırma girişimleri
* Ekim: Kuzey İrlanda'da şiddete dönüşen gösteri yürüyüşleri.
* Ekim: Meksika Olimpiyatlarında kürsüye çıkan ABD'li siyah atletler Tommie Smith ve John Carlos'un siyah eldivenli yumruklarını havaya kaldırdıkları madalya töreni fotoğrafı.
* Kasım: Türkiye İşçi Partisi kongresinde “demokratik yolla güleryüzlü sosyalizme“ karşı çıkan grubun partiyi ikiye bölmesi.
* Kasım: Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ilk protesto eylemleri ve ilk tutuklanmaları.
* Aralık: Öğrenci olayları sonucunda İstanbul Üniversitesi'nin süresiz kapatılması.

COĞRAFYAMIZDA ’68 NEYDİ?

’68 deyince; “Türkiye'de ne (mi) oldu? Cevap olarak 1968'in bu topraklarda kendine özgü bir rota izlediğini ve dönüştürmekten ziyade uzun soluklu bir siyasal mücadeleye zemin hazırladığını söylemek gerekecek. O nedenledir ki, sebepleri ve sonuçları itibarıyla 1968, Türkiye'de Batı'daki gibi yaşanmadı...“[7] Saptanması gereken ilk nokta budur.
İkincisi de Önder İşleyen'in formülüyle şu: “68, Türkiye'de de; köyleri, fabrikaları, mahalleleri, üniversiteleri etkileyen, aşağıdan gelişen, gerçek bir devrimci hareketin kaynağıdır.“[8]
Ama sadece bu kadar da değil! Bunların “eleştirel artıları“ var; bu konuda Xwe Metin Ayçiçek, ’Yeni Özgür Politika' gazetesinde yayımlanan “68 Üzerine Başlangıç Notları“ başlıklı yazısında şunları diyor:
“68 üzerine çok yazıldı çizildi. Bu konuda değişik akımlardan söz etmek mümkün: Birincisi, 68'i devrimci özünden soyutlayarak, artık evlerimizin duvarlarını ya da tişörtleri süsleyen bir Che ’resmi' düzeyine indirgeyerek sunmak. Eylemden kopuk devrimci romantizmin daha çok Beyoğlu barlarından sürdürdüğü türkülü Devrimci Gecelerin Denizleri Mahirleri bu tiptir. Olayın ’başkaldırı' boyutu bu sunumda bütünüyle gizlenir.
İkinci tür, daha 1970 başlarında Erol Toy'un Vehbi Koç'tan ısmarlama İmparator adlı kitabıyla sunduğu ’her şeyi egemen sınıflar ve devleti düzenledi; işçi sınıfının gücünü test etmek için 15-16 Haziran'ı da onlar yaptı, Denizleri de onlar ortaya çıkardı...' türünden hezeyanlarla, egemen sınıflara sarsılan itibarlarını yeniden kazandırma amaçlı sunumlardır.
Artık devlet bürokrasisinin üst kademelerinde yer alan ’eski devrimciler' belki de bulundukları yerde yaşadıkları vicdani sorunları bu tür yorumlarla aşmaya çalışmaktadırlar.
Üçüncüsü ’vatana, millete ve devlete bağlı bu Kuvayı Milliyeci Mustafa Kemal gençliği'ni günümüz içpolitika çatışmaları içerisinde ’ordu-millet' ile yeniden bütünleştirmek isteyen ve bu nedenle sunumlarında sadece ’Mustafa Kemalci' Denizleri, Mahirleri gösteren bir yorum tarzı.
Dördüncüsü, ’kör ölür badem gözlü olur' anlayışının bir örneği olarak, 68 Hareketini bütün kusurlarından arındırarak sunmak. Öyle ki, gerçek 68'i tanımak artık mümkün olamayacaktır. Örneğin, idam sehpalarında söylenen ’yaşasın halkların kardeşliği' türünden sözleri, bir politik hattın temel karakteri gibi tanımlayarak, 68 yürüyüşünün ’ulusalcı' içeriğini saklamak. 68 Hareketinin tanımı üzerine başka yorumlardan da söz etmek mümkündür. Ama bütünü için söylenecek söz ortaktır:
’Bu tanımların hiçbiri 68'in gerçeği değildir. Ama bu tanımların çoğu 68'in içeriğinde yer alır.' (...)
Son söylenecek sözü baştan söyleyerek, bir tartışma içerisine girmek mümkündür:
68, egemen sınıf ideolojisi olarak belirlenen Kemalizm'den hiçbir zaman kopamamıştır. Daha da ötesi, ideolojik olarak ondan kan alarak toplumsal olarak ona bağlı olarak beslenmiştir. 68, Ortadoğu topraklarında ve daha çok ’geri bıraktırılmış' ülkelerin bir ’kalkınma modeli' olarak, burjuva ideolojisi ile bulandırılmış, kendine özgü bir sosyalizm istemiyle ’siyasal iktidara karşı' bir başkaldırı hareketinin adıdır.
Sosyalist hareketin önünün açılıp, işçi sınıfı ve ezilen halkların devrimci buluşmasının gerçekleştirilebilmesi için, elbette bir parçası olduğumuz 68'i enine boyuna eleştireceğiz.
Bu tarih bizim tarihimizdir. Ve bu tarihin ilklerinde olduğu gibi, sosyalizm idealimizi hiçbir zaman terk etmeyeceğiz.“
68'in Türkiye tarihinde küçümsenemez etkisi ve önemi, onu yanlış ve doğrularıyla tarihsel yerine oturtabildiğimiz oranda günümüze de taşınabilir; eğer bunu gerçekleştiremezsek; “mesele“ye Cemil Meriç gibi “şaşı bakar“ız:
“47'liler harcanan bir nesil, harcanan veya intihar eden. Silahlar sustu ama zaman zaman isyan çığlıkları yükseliyor, maşerî vicdanı ürperten çığlıklar. Bir zelzeleyi yaşayan bu bahtsız nesil öfkesiyle, acılarıyla, aldanışlarıyla aramızdadır. Kayıplarımızı rakama vurmadık henüz. Uğradığımız felaketler bir alın yazısı mıydı? Fırtına bulutları dağıldı mı?
Tarihin münakaşa kabul etmez şahadetiyle sabit: Zor hiçbir çağda inançları yok edememiştir, inançları veya iştiyakları. Diğer hükümleri -ister abese dayansın, ister ilme- ancak başka değer hükümleriyle sökülebilir. Cinnet hiçbir ülkede sopayla tedavi edilmiyor artık. Aydınların görevi gerçeklerden korkmamak, şuursuzluğa karşı koymak değil mi? Diyalogun yasak olduğu yerde hakikâtten söz edilemez...
47'liler haklı. Türkiye de birçok ülkeler gibi emperyalizmin istismar alanı içindedir. Emperyalizme karşı koymak her namuslu insanın vazifesi. Ama böyle bir savaş ilmin ışığında yapılmalı, ilmin ışığında ve bütün kuvvetlerimizi teksif ederek, birbirimizi yiyerek veya intihar ederek değil.“[9]
Oysa bizim ’68, -eksik ve zaaflarıyla da olsa- “Değiştirmek ve dönüştürmek için hayata müdahale edilen isyan yıllarıydı... Geleceği istediler ve elde etmek için mücadele ettiler. İnat, isyan, yetenek ve güven, onları tanımlayan özelliklerdir.“[10]

’68: ANLAMI VE BAĞLAMI

Batıda (metropellerde) “68, görkemli kalkışmaların ve büyüklü-küçüklü birçok ilham verici mücadelenin yılı olmuş olsa da, bunların hiçbirisi, çok çabuk kazanılmış büyük başarılara vesile olamadı.“[11]
Bu konuda Deniz Kavukçuoğlu'nun, “Batılı 68'lilerin Türkiye'deki 68'lilerden temel farkı, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan ülkemizdekinden daha ileri düzeydeki toplumlarda yetişmiş olmaları kadar kendilerini bilgiyle donatmada verdikleri özel çabalarından ileri gelmektedir...
Gençlik kitlelerine önderlik eden Batılı 68'liler, 68'i de sonrasını da ’özgür bireyler' olarak yaşamışlar, ilerleyen süreçte Almanya Yeşiller Partisi örneği gibi ’var olana seçenek oluşturan' siyasal/ideolojik akımlara, oluşumlara öncülük etmişlerdir.
Siyasallaşma süreci ’Bağımsız ve demokratik Türkiye' sloganı ile başlayan ülkemizdeki gençlik hareketi ise başından itibaren karşısında devlet kaynaklı ya da devlet destekli şiddeti bulunca savunma güdüsüyle kendisi de bir süre sonra şiddete yönelmiş, aynı zamanda da farklı ’reel sosyalist modeller' bağlamında bölünerek gençlik, kendi arasında da çatışmaya girmiştir. 68 sonrası süreçte gençlik liderlerinin önemli bölümü öldürülmüş, on yıl içinde iki askeri darbe yaşayan gençlik kitlesel tutuklamalar, işkenceler, baskılar ve yasaklamalarla sindirilmiş, büyük ölçüde siyasetten uzaklaştırılmıştır,“[12] türünden değerlendirmesi “Batı“lı ’68'i, coğrafyamızdaki ’68'in önüne koyma talihsizliğinden malûl olması yanında, Stanislaw Jerzy Lec'in, “Düşüncelerini törpüle, bu belki kurtuluşun bir biçimidir,“ uyarısını anımsatmaktadır!
Bunun yanında “68'i kutsallaştıran dil ’eskiye' sığınan bir dildi...“ buyuran, “müthiş yenilikçi“(?!) Ferhat Kentel'in, “Türkiye ve sol şemsiye altındaki gençlerinin 68'den itibaren şiddet sarmalına girmeleri, 68 kuşağının içindeki farklı renkleri görünmez kıldı...
İşte bu yüzden bugünün Türkiye'sinde 68'i yeniden düşünmek, iktidara karşı mücadele etmek, sadece tepede kurulu olan bir aygıtın ele geçirilmesini düşünmek anlamına gelmiyor. Bugünün Türkiye'sinde iktidara karşı bütün çoğulluğuyla direniş, eskimiş bir iktidar dilinin parçası olan 1968'i aşarak yeniden ve ’daha fazla 68' her zamankinden daha çok ve esas şimdi gündemde,“[13] diyen “ucuz hikmet“ine gelince...
Yine Stanislaw Jerzy Lec'in ifadesiyle, “Doğada hiçbir şey yok olmaz; gerçekleşmiş umutların dışında“!
O hâlde belirtelim: Kentel, coğrafyamızdaki ’68'liliğe ve geleceğine içkin umutlarını kaybetmiştir!
Bunun içinde “öyküsüz“dür; yani “anahtar duyguyu“ yitirmiştir!
Oysa F. Scott Fitzgerald'ın dediği gibi, “Kendi öykünüzü oluşturmak için belki de en ihtiyacınız olan şey, anahtar duyguyu bulmaktır“!
Yeri geldi Kentel'in “itirazı“ bağlamında altını çize çize anımsatalım: Tarihte hiçbir toplumsal olay, salt içinde yaşandığı tarihsel kesite bakılarak açıklanamaz!
Unutulmasın geçen bunca zamanın ardından 68'in coşku ve dinamizmi hâlâ yaşıyor olmalı ki, 40. yılında 68, hâlâ gündem maddemiz...
Evet, onu devreye sokan “nedenleri“yle hâlâ yaşayan 68'i sorgulamadan önce, 68'i yaratan siyasal ve sosyal nedenleri ortaya koymak gerekir...
Bir kere daha Server Tanilli'den aktararak hatırlatalım: “1968-1969 yıllarında, Türkiye'de üniversite gençliği, akademik kimi sorunlarını çözmek ve üniversite içinde antidemokratik uygulamalara son vermek amacıyla harekete geçmiştir. Ancak, bu hareketler, kısa zamanda gençliğe, kendi sorunlarının ülke sorunlarından soyutlanamayacağı gerçeğini de öğretmiştir. Özetle sorun, bir yerde ’toplumun dayandığı temellerin tartışılması'nı da gündeme getirmiştir.
Kısacası, kapitalizm tartışılmaya başlanmıştır.
Onu tartışmak, gençliğe -ister istemez- sosyalizmin dünyasını göstermiştir. Gerçi, 1961 Anayasası'nın da büyük rol oynadığı düşünce özgürlüğünden yana ortamda, ’sola açılış', 1968 yılından önce genç kafaları da sarmıştı. Ne var ki, gençliğin artık belli bir dünya görüşü, kısacası ’Marksizm'i seçmiş olarak, oradan hareketle sorunlara bakışında, 1968 yılı bir dönüm noktasıdır diyebiliriz.“[14]
Tam da bu bağlamda -Ertuğrul Kürkçü'nün belirttiği gibi- “Tarih bizi yeni kuşağımıza, hurafelerin, menkıbelerin, efsanelerin anlatıcısı olmaya değil, onları eleştirel aklın kaynaklarıyla tanıştırmaya, çok yönlü birer devrimci olabilmeleri için gereken manevi donanımı edinmelerine yardımcı olmaya çağırıyor“ken;[15] ’68' konusunda -Rasim Ozan Kütahyalı patentli- “Taraf“lı çokbilmişlerin “abes ile iştigal eden tezviratlar“ına itibar etmemek gerek!
“Örneğin ’68'liler ulusalcı mıydı?' sorusu, 68'lilerin topluca ’ulusalcı' ya da topluca ’enternasyonalist' sayılabilecek kadar tekparça ya da tektip olduğu varsayımını içerdiğinden, gerçek duruma uymuyor. Temel bir mantık hatasıdır söz konusu olan. Soru bütün öğeleriyle indirgemecidir ve ancak yanıtının evet ya da hayır olmasını isteyenlere ait olabilir.
68'liler demişken, son yılların ’68'liler' etiketli çıkışlarında Marx'ın ünlü bir sözünün unutulduğuna işaret etmeden bitirmeyeyim:
’Bütün büyük tarihsel olaylar ve kişiler, deyim yerindeyse, iki kez yinelenir (...) birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak'...“[16]
Devam edersek: “Orhan İyiler'in ’Öldükleriyle Kalmadılar' başlıklı kitabı bir alıntı ile başlar. Yazar Lissagaray'ın ’1871 Komün'ün Öyküsü' kitabından bir alıntı ile: ’Halka yalan yanlış devrimci efsaneler uyduran, onu bu uyduruk öykülerin şarkılarıyla büyüleyen kimse, denizcilere gerçek dışı haritalar düzenlemiş bir coğrafyacı kadar suçludur.'[17]
Bugün Lissagaray'ın sözünü ettiği şeyi yaşamaktayız. Denizleri ikonlaştıranlar aynı zamanda onları Mahirlerden, İbrahimlerden ayırmaya, farklılaştırmaya çalıştılar.
’68'e kırk yıl sonrasından bakanlar, ne o dönemin aktörlerinin düşünce ve eylemlerini objektif değerlendirmekte ne de yaşanan süreci anlayabilmekte. Denizler üzerinden ’temiz' bir ’68 imgesi yaratmaya, Denizlere karşı varolan sevgiyi ve hayranlığı parçalamaya kadar varan bu hoyratça tutum umarız, kırkıncı yıl kutlamaları ile sınırlı kalır. İnsanı can evinden vuran bu küstahça tutum bütün yıl sürüp gitmez...
Kırk yıl öncesine bugün bulunduğunuz yerden bakarsanız, olup biteni bugünkü politik düşüncelerinizle açıklamaya çalışır ve ’kurmaca' bir ’68 anlatırsanız, yanılırsınız. Buna kimse inanmaz! Eğer inanan varsa da gerçeği gördüğünde inanın sizden nefret edecektir!
1968 yılında ülkemizde başlayan ’isyan' hareketi, 1971 ile birlikte başka bir harekete, sosyalist bir harekete doğru evrildi. Şimdi aradan kırk yıl geçtikten sonra o günleri yeniden hatırlayan ama yanlış hatırlayan -tıpkı Hatırla Sevgili dizisi gibi- insanlar, kendilerine küfür etme pahasına tarihi çarpıtmaktalar.
Walter Benjamin, ’Tarih Kavramı Üzerine' başlıklı yazısında şöyle yazmakta:
’Bir çağı yeniden yaşamak isteyen tarihçiye Fustel de Coulanges'in öğüdü, tarihin sonraki akışı hakkında bildiklerini tümüyle bir kenara bırakmasıdır. Tarihsel maddeciliğin karşısına aldığı yöntemin bundan iyi tanımı olamaz. Bu bir duygudaşlık, bir empati yöntemidir. Kaynağını acedia'da, atalette bulur: tarihin bir an parlayıp sönen gerçek imgesini yakalayıp sahiplenme umudunu taşımaz.'[18]
Herkesin bir 68'i var diye... Tarih yazma iddiasında olanlar, Benjamin'in sözünü ettiği yanılgıya düşmemeliler. Yoksa yazılan tarih değil, yalan olur!“[19]
Herkesin bir ’68' yok!
’68 coğrafyamızda devrimcilerin, başkaldıranların, isyancılarındır; hep de öyle kalacaktır!
Bunun içindir ki Stratejik Teknik Ekonomik Araştırmalar Merkezi'nin düzenlediği toplantının açılışında konuşan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler'in, “Önümüzdeki günlerde 68 benzeri bir hareketin petrol konusunu da enerji konusunu da çevre ile birlikte gıda ile birlikte tartışmasını çok arzu ediyorum,“ demesi de; Bedri Baykam'ın, “O dönem yaşananlar kör bir isyan değildi. Amerikan emperyalizmine karşı tam demokratik bağımsız Türkiye için savaştı, devrimci bir hareketti,“ saptaması da Eric Hobsbawm'ın, “Amaca uygun bir geçmiş zaman yoksa her zaman için icat edilebilir,“ eleştirisine muhatap olan yalandır olsa olsa...

“SONUÇ YERİNE“

Özetle Ahmet Oktay'ın, “Dünya burjuvazisinin yüreğini hoplatan devrim yenilgiye uğradı“; Tarık Ali'nin, “Devrimci dalgalar her gerileyişinde artlarında hem iz, hem enkaz bırakmışlardır. Pek çok devrimci gerileme ve çekiliş dönemlerinde ters kutuplara dönmüştür“;[20] Osman Akınhay'ın, “68'in -umudu kor hâlinde saklamaya yarasa da- önleyemedi kederli sonunu... 68'in ateşi başka dönemlerde başka şekillerde yakılmaya devam edecek,“ dedikleri türden soru(n)lardan malûl olan ’68 için “Sonuç Yerine“ söylenebilecek olan kısaca şu olabilir...
Tülay German'a, “Ne korkusuzluk!“ dedirtir ’68... [21] Bence ’68'i en iyi betimleyen de bu deyiştir!
Evet, evet “1968, bize içinde bulunduğumuz koşullarda imkânsız gibi görünen düşler kurmanın, insanlığı ileriye götürmenin en temel gereği olduğunu kendi diliyle gösterdiği için güzeldir.“

21 Eylül 2008 21:51:27, Ankara.

N O T L A R
[*] Öğrenci Gazetesi, Mart-Nisan 2009
[1] ’68'in duvar yazılarından.
[2] Stefo Benlisoy, “68: Özgürleşmenin Yeni Ufku“, Radikal Kitap, Yıl:7, No:377, 6 Haziran 2008, s.24.
[3] Önder Eren Akgül, “Yeni bir Öğrenci Muhalefeti İçin ’68'i Aşmak“, Yeni Yol, No:30, Yaz 2008, s.29.
[4] Ernest Mandel, “68 Mayıs Dersleri“, Sosyalizmin Geleceği içinde, Yazın Yay., s.278.
[5] Jacqueline Heinen, “1968 Kadınları: Hareketin Ayak Sesleri“, Yeni Yol, No:30, Yaz 2008, s.74.
[6] Şirin Tekeli, “İsyan İçinde İsyan“, Toplumsal Tarih, No:174, Haziran 2008, s.15-18.
[7] Mehmet Ali Gökaçtı, “Gerçekçi Ol İmkânsızı İste“, Radikal Kitap, Yıl:7, No:377, 6 Haziran 2008, s.26-27.
[8] Önder İşleyen, “Yollar Yeniden Çizilirken Devrim Yeniden“, Yeniden Devrim, No:7, Yaz 2008, s.56.
[9] Cemil Meriç, Hisar Dergisi, Haziran 1975, No:138, s.6-7-8.
[10] Işık Kutlu, “40 Yıl Önce“, Atılım, Yıl:4, No:2008 20 (209), 10 Mayıs 2008, s.7.
[11] Against the Current, “1968-2008: ABD Kendi ’Geçmiş ve Bugününe Bakışı'ndan“, Yeni Yol, No:30, Yaz 2008, s.45.
[12] Deniz Kavukçuoğlu, “68 Hareketinin Düşünsel Temelleri“, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2008, s.17.
[13] Ferhat Kentel, “40 Yıl Sonra... Daha Fazla 68“, 22 Mayıs 2008, Kuyerel.com
[14] Server Tanilli, “1968 Yılı Niçin Bir Dönüm Noktasıdır?“, Cumhuriyet, 14 Eylül 2008, s.9.
[15] Ertuğrul Kürkçü, “Hoşgeldiniz Çocuklar!“, Bianet, 19 Mayıs 2008.
[16] Necmiye Alpay, “Söylem Bunalımı“, Radikal, 19 Haziran 2008, s.22.
[17] Orhan İyiler, Öldükleriyle Kalmadılar, Ceylan Yay., 1996.
[18] Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, Metis Yay., 1995.
[19] Feza Kürkçüoğlu, “Herkesin Bir 68'i Var...“, Birgün Pazar, 1 Haziran 2008, s.8.
[20] Tarık Ali, Sokak Savaşı Yılları, Çev: Osman Yener, Agora Kitaplığı, 2008.
[21] Tülay German, “68 Kadınları Uyandırdı!“, Mesele, No:17, Mayıs 2008, s.8.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.