Ana içeriğe atla
Submitted by Hasan H. YILDIRIM on 23 March 2014

Not: Ankara Cumhuriyet başsavcısının hakkımda dava açtığı makaleyi aşağıya alıyorum. Sözkonusu makalemi “... yazının bütünselliği ile içeriğinde kullanılan ibarelerde düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğü temel ölçüt olan kamu yararı, objektiflik, düşüncenin özü ile yanın yazısı arasındaki illiyet bağının bulunmadığı düşünce özgürlüğü sayılabilecek bir içeriğin yazıda bulunmadığı, yazının içeriği i...tibari ile halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme suçunu oluşturduğu,” iddia etmektedir.
TC Ankara 18. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ'de bu iddiayı dayanak yaparak “... sanık hakkında halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etmek suçundan TCK'nın 216/1, 53/1-2 Maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle Mahkememize kamu davası açılmıştır.
Verilen karara göre sonuca etkili olmayacağından yurt dışında anlaşılan sanığın savunmasının alınmasına gerek görülmemiştir.”
Ben hukukçu değilim, değerlendirmesini hukukculara bırakıyorum ama bu mantığın evrensel hukuk anlayışıyla uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığı açık. Ki savcı iddiasını o kadar kelime yığınıyla izah etmeye çalışırken anlaşılmaz kılması bile başlı başına bir hukuk katliamı.
Hele düşünce özgürlüğünü “kamu yararı”na indirgemesi ona göre TC devlet çıkarına karşıt olan her düşünce “ halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme suçunu oluşturduğu” ile izah etmesi durduğu yerin gereği. Ve buradan düşünce özgürlüğü sınırlarını belirlemeye çalışması ise başlı başına hukuk ihlali.
Beyaz adam tavrı. Her şeyin sınırını ben belirlerim tavrıdır. Bu mantık sonucu olsa hakkımda dava açılıyor. İddianame hazırlanılıyor. Bana göndrilmiyor. Mahkeme giyabımda sürüyor. “Verilen karara göre sonuca etkili olmayacağından yurt dışında anlaşılan sanığın savunmasının alınmasına gerek görülmemiştir,” deniliyor.
Bu ne demektir?
Her ne kadar sanığın savunma hakkı varsada o hakkı kullanıp kullanmamasına biz karar veririrz demektir. Ki vermişlerde. Kendileri çalmış, kendileri oynamışlardır. Oh ne güzel. Hukukun ırzına ancak bu kadar geçilir. Ama orası Türkiye. Hukuk yok ki ırzına geçilsin. Türk usulü yargılama var. Burada şunu da ben söyleyeyim. Her Kürd yurtseverinde Türk usulü yargılamanın ırzına geçme hakkı doğmuştur.

22 Mart 2014

***

Hasan H. YILDIRIM
BAĞIMSIZLIĞIN YOLU KÜRD-TÜRK ÇATIŞMASINDAN GEÇER!

Son gelişmeler bize şunu gösterdi. Hem düşmanın, hem ihanetin, hem de cami ile kilise arasında bir türlü karar verememiş aydın ve politik güçlerin habire Kürd milletine empoze etmeye çalıştıkları “Kürt-Türk tarihsel kardeşliği”nin bir safsafata ve bu vesileyle ruhuna fatiha okunduğu görüldü.

Kürd milletini Türkleştirmek, direnenleri yok etmek için Türk egemenlik sistemin daima uyguladığı plan son dönemlerde yeniden tırmandırıldı.

Kürd milletine karşı çok yönlü bir saldiri başlattıldı. Türk Genelkurmayı, hükümet, muhalefet ve bilimum ırkçı-faşist mihraklar çıplak inkar ve imhayi savundular ve uyguladılar.

Kimi Türk ve Kürd aydın ve politik çevreleride “toplumsal barış” rolleriyle Kürd milletine karşı uygulamaya konulan “topyekün savaş”a soldan destek verdiler.

Kürd milletine teslim olmayi öngördüler. Türk tarafa atış serbest dediler.

Bu rolleriyle Kürd milletine ihanet ettiler.

Kürd milleti, çok yönlü bir ateş altındadır.

Kürd milleti, kendisine karşı başlattılan “topyekün savaş”ı görüyor. Ama bunu boşa çıkarmak için siyasal önderlikten yoksundur.

Kürd yurtseverleri, bunu görmektedir. Bunu deşifre etmektedir. Ama ne yazık ki, elindeki kıt imkanlariyla bunu Kürd milletine ulaştıramamaktadır. Düşmanın topyekün saldırılarını
engeleyebilecek mekanizmalar oluşturamamaktadır.

Bu durum düşmanlarımıza sonsuz olanaklar sunmaktadır. Sömürgeci, ihanet ve Türk Kürd’ü olma adayları bu nedenle milletimizle çok oynayabilmektedir.

Türk Başbakanı, “Kürt sorunu benim sorunumdur. Tek devlet, tek millet, tek bayrak altinda çözeceğiz,” dediğinde, kendilerine Kürd aydını ve partisi diyenlerin desteğine mazhar oluyorsa oturup düşünmek gerekir.

Türk it kopukları, sokakta yakaladıkları Kürd’ü linç ettiğinde “Türk-Kürt tarihsel kardeşliği yara alıyor,” “birlik elden gidiyor,” “AB yollu tıkanıyor,” deyip gözyaşı döküp Türk’e akıl veren Kürd ortalıkta çaka satıyorsa yine oturup düşünmek gerekir.

Buradan hareketle birkaç kırmızı çizginin altını çizmek gerekiyor.

Şu an uygulamada olan “Türk-Kürd birliği”ni her kim savunursa savunsun, eğer Türk ise düşman, Kürd ise ihanetçidir.

“Türk’ün sembolleri benimde sembollerimdir ve onlara saygı duyuyorum,” diyen Kürd ihanetçidir.

“TC devlet sınırlarına saygılıyız,” diyen Kürd ihanetçidir.

“Türkiye bütünlüğüne saygılı, demokratik mücadeleyi arzulayan bir Kürd partisine şiddetle ihtiyaç var. Yani Kürdler bu milletin esas unsuru,“ diyen Kürd haindir.

TC devletinin AB üyeliği için verdiği mücadeleyi destekleyen Kürd ihanetçidir.

Bu liste alabildiğine uzatilabilinir.

Türk’e ait olana karşı cepheden savaş Kürd yurtseverliği ve milliyetçiliğin kıstasıdır.

Kürd milleti adına politika yapıyorum diyen siyasal güçler ve aydınlar, kendilerini Türk egemenlik sistemi atmosferinde kurtarmadıkları müddetçe Kürd yurtseveri ve milliyetçisi olamazlar.

Olamadıkları içinde Türk egemenlik sistemin Kürdistan’daki gizli ve açık taşeronlarıdırlar. Bu zevatın dillerinde düşürmedikleri Kürd-Kürdistan söylemide buna engel değildir.

Kürd yurtseverleri ve milliyetçileri düşmanı ve taşeronlarını çok iyi tanımak zorundadır.

Düşman cephesinin söylem ve eylemine karşı kendi söylem ve eylemini yaşama uygulamak zorundadır.

Bunun kalkış noktası Kürd milleti’nin bağımsızlığı için her alan da Türk ile varolan “birliği” dinamitlenmelidir.

Kürd-Türk savaşı kaçınılmazdır. Bunun nesnel temeli güçlüdür. Kürd-Kürdistan’ın mevcut statükosu, bunu koruma ve tasviye etme mücadelesi karşıtlığı bu kaçınılmazlığı kapıya
dayatmıştır.

Son günler de Türk it kopukları tarafından Kürdlere karşı başlattıkları linç olayları bunun sonucudur.

Bundan korkmamak gerekir.

Daha evvel söyledik. Kürd-Türk çatışmasında kim korkar? Cevabımız açık ve net. Kürd milleti bu çatışmanın kaybedeni degil, kazananı olur. Kaybeden Türk egemenlik sistemi olur.

Kürd-Türk çatışması, Kürd milletinin bağımsızlığının olmasa olmaz koşulludur. Kürdler bu çatışmada ağır bedel ödesede sonuç olarak kazanan taraf olur.

Bu anlamıyla hiç kimse böyle bir çatışmayı Kürd milletine karşı bir tehdit unsuru olarak satmasın. Bu tehdidi yaparak Kürd milletini sindirmek isteyenler yanılır. Kürd milleti bu blöfü görmüş ve restini çekmiştir.

Varım ve haklarımı istiyorum demiştir. Hakkı da en aşağı Türklerin sahip olduğu haklardır. Bundan milim gerileme olmaz. Kürd milleti, haklarını pazarlik konusu yapmayacaktır.

Bir hak ya vardır, ya yoktur. Bir hakkın varsa bunu istemek kadar doğal ne olabilir? Eğer hakkın gasbedilmişse, uğrunda savaşılır ve alınır. Hak dilenerek verilmez.

Kürd millet tarihi bunun ispatıdır. Kürd milleti, hiçbir zaman düşmandan hak dilememiştir. Haklarını almak için savaşmayı yaşam seçmiştir.

Ağır bir bedel ödediğide bilinmektedir. Bugünden sonra hiçbir güç Kürd milletinden haklarından vazgeç, pazarlık konusu yap betbahtlığını yapamaz. Yapan olursa bilinsin ki, bu güçler ya düşmandır, ya da düşmanın olmuş ihanetçidir, yani Türk Kürd’üdür. Ama bizden değildir.

Kürd milleti, bugün siyasal bilinç ve eylemliliğinin doruğunu yaşıyor. Kuzey açısınnda da durum budur. Şu an önderliksiz olsada bu nesnel durum Kürd milletinin bağımsızlıktan çok uzak olmadığına işaret etmektedir.

Bugünden sonra ne düşmanın, ne de düşmanın koltuk deyneği olmuş ihanetin devreye koyduğu yaklaşım ve sergilediği pratik, Kürd milletinin kendi temel milli hakları uğruna verdiği mücadeleyi engeleyemez.

Kürd millet direnişi, kendisini hem dosta, hem düşmana kabul ettirmiştir. Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran devletler, hem içte , hem dışarıda Kürdistan sorununun baskısı altındadır. Yakasını bu sorundan bir türlü kurtaramamaktadır. Zaten sorunun köktenci bir çözümü olmadıkça kurtarmasıda mümkün değildir.

Türk egemenlik sistemi, Kürdistan sorunu karşısında geçmisten bugüne uygulaya geldigi politikası “ez ve çöz,” “inkar ve imha”dır. Bugünde bu politika egemen olandır.

Fakat zaman zaman Türk egemen çevrelerinde bu politika sulandırılır. “Kürd realitesini tanıyoruz.” “Federasyonda dahil her çözüm tartışılmalıdır.” “Bask modelini tartışmak gerekir.” “AB yollu Diyarbakır’dan geçer.” “Kürt sorunu vardır” vs. söylemler, bazılarının iddia ettiği gibi Türk egemenlik sisteminin Kürdistan sorununun çözümü için söylenen sözler değildir.

Kürd millet mücadelesi ne zaman ki, milli ve milletlerarası arenade kendini tartıştırma gündemine taşıdı, işte o zaman bu gelişmeleri ortadan kaldırmak için Türk egemenlik sistemi devreye topyekün saldırı planını devreye koymaya başlar. İşte bu koşullarda bazı yetkili Türklerin ağzında Kürd milletini yatıştırmak için bazı manevralara baş vurulur. Bu, tanıdık bir oyun.

Kimi Kürd aydın ve partileride bunun üzerine mal bulmuş mağrip gibi çullanır. Burada kendine vazife çıkarır. Bugünden yarına “Kürt sorunu” çözüm beklentisi hayalini sıcak tutar.

Kuşkusuz bu onların sorunudur. Fakat bu uğursuz çevrelerin aklına bir türlü “ya Türkler madem bu sorunu çözeceksiniz, peki geçmiş uygulamalar yerine ne koyacaksınız?” diye bir soru sorma zahmetine bile katlanmıyorlar. Katlanamazlar, çünkü kendilerinin yaklaşımlarıda onlardan pek ayrı değildir.

Dertleri Kürdistan sorununun çözümü değildir. Onların kendilerine dert ettikleri, “terör’ü bir an evvel bittirin, bu ara Kürt-Kürdistan deyin. Halkı yatıştırın, sisteme yeniden entegre etmek için bize de yol açın” hesapları vardır.

“Kürd sorunu vardır” ifadesini kullanan Türk Başbakanı’nın var olan bir sorunu kendi adıyla ifade etmek zorunda kalmasında ne hikmet vardır? Ve eğer arkasından ”Tek devlet, tek millet, tek bayrak” ne anlama gelen resmi söylemi seslendiriyorsa bunun ne anlama geldiğini anlamayan Kürd aydın ve siyasal güçlerine ne demeli?

Türk egemenlik sistem sahipleri, her ağzını açtıklarında ”terör ezilecek” der. ”Terör”üde ”siyasal bölücülük”le eşlestirirler.

Burada anlaşılması gereken şudur. Kürd milleti ezilecektir. Denilen tamı tamına budur.

Bu koşullarda her kim ki, ”biz silahli mücadeleye karşıyız, bölücülüğe karşıyız, devletin sınırlarına saygılıyız,” diyerek Türk devlet yaklaşımlarına haklılık kazandırmak gibi söylemlerde bulunursa bilinsin ki, bu çevreler haindir.

Kim kimi kandırıyor? Bu politika ile Türk devletini kandırmayı düşünenler, en büyük kötülüğü Kürd milletine yapttıklarını bilmeleri gerekir. Bilmiyorlarsa hatırlatıyoruz.

Herkes şunu kafasına kazımak zorundadır. Kürd milletine silah zoruyla boyun eğdirildi. Kürd milleti, bağımsızlığını silahla kazanacaktır. Bunun başka bir yolu yoktur. Var diyenler, düşman ve düşmanın dümen suyuna girmiş Kürd’ür.

Türk egemenlik sistemini tanıyanlar, şunu da bilmek zorundadırlar. Katı inkar ve imha politikasının sahibidir. Kürdistan sorununda bırakın sorunu köktenci çözüm yolunda bir adım atmayı, kısmi bir reform konusunda dahi bir esneklikten uzak olduğu bilinir.

Türk egemenlik sistemi eğilip bükülmez. Ancak kırılır. Bu işi de Kürd milleti yapacaktır. Bu işte silahla olacaktır.

Bazı Kürd aydın ve politik güçlerin her şeyin günah keçisini silahlı mücadele ilan etmesi bu çevrelerin gezindiği zeminide belirler. Nedir bu zemin? Bu zeminin “Terörün ezildiği,” yani
Kürd milletinin zorla zapt-ı rapt altına alındığı zemindir. Bu zeminde de Kürd milleti eritilir. Başkalaştırılır, Türkleştirilir. “Toplumsal barış” olarak lanse edilmeye ve bizlerede kabul
ettirelmeye çalışılan zemin budur.

Bu zemin Türk egemenlik sistemin Kürdistan sorununu kendi açısında çözdüğü zemindir. Çözüm biçimide “inkar ve imha,” “ez ve çöz” olduğu bilinir.

Erdoğan’nın Diyarbakır’da bir laf etmesi üzerine kendine aydın diyen bazı çevreler ve malum Kürd partilerinin destek sunduğu bu zeminin kendisidir. Ve bu zeminde “Kürd sorununun çözümü” istenir ve beklenir.

Kürd reformist hareketi, bu bedbahtlığı ilk defa yapmıyor. Siyasal mücadele tarihleri bu eksen üzeri gelişti ve vardığı yer bugün sır değildir. Bu yerinde Türkiye çıkarı olan her şeye destek vermek olduğudur. Oynanılan bu rolle bu çevreler, Kürd milletine en büyük kötülük yaptıklarına kuşku yoktur.

Türk egemenlik sistemin Kürd politikası bilinir. Bu tutumlarından en ufak bir yumuşama emaresi ufukta görünmemektedir. Terör, katliam, operasyonlarla Kürd milletini sindirilme tüm hızıyla sürmektedir. Devlet katında inkar sürmektedir. Asimilasyona yeni bir hız kazandırıldığı bilinmektedir. Her ağzını açan devlet yetkilisinin “Tek devlet, tek millet, tek bayrak” teranesi sürüp gitmektedir.

Şimdi bu puslu havada Allah aşkına bu bizim şaşkın aydın ve politikacılarımız neye destek vermektedir? Türk egemenlik sistemin uygulamada olanın dışında bir başka çözüm biçimi
varda biz mi bilmiyoruz? Peki bu şaşkın aydın ve politik çevrelerimizin bir bildiği mi var?

Bunu açıklasalar da belki bizim de desteğimiz “olur.”(!) Allah yazmışsa bozsun!

Daha bir ay önce Erdoğan, “Kürd sorununu düşenmeseniz olmaz,” deken birden bire “Kürd sorunu vardır,” demesi sorgulamayı gerektirmekle beraber esas olarak bu tartışmaların bir gerçeği açığa çıkardığı, bence en önemlisininde bu olduğudur.

Nedir bu gerçeklik, ona bakalım.

Hem devlet katında, hemde bazı Kürd aydın ve politik çevrelerin Kürdistan sorununda bir çözüm programlarının olmadığı açığa çıkmıştır.

Erdoğan’in ”Kürd sorunu vardir,” demesinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç budur.

Devlet, ”Kürd sorunu yoktur, terör sorunu vardır” geleneksel anlayışını seslendirerek çıkışını yaptı.
Kürd milletine karşı her yol ve yöntemle topyekün savaşa devam dedi.

”Kürd sorunu var,” diyenlerde ”terör”e karşı geleneksel anlayıştan farklı düşünmüyor. Bu ortak çözüm yöntemleri oluyor.

Peki geriye ne kalıyor?

Hiçbir sey!

Burada bir şeyi açığa çıkarma çok ömem arzediyor.

Erdoğan’a destek sunan bazı Kürd aydın ve politik çevrelerin neyi desteklediklerini biliyorlar mı?

Erdoğan’ın Kürdistan sorunu konusunda bir programı var mıdır? Varsa ne öngörüyor?

Biz biliyoruz ki, ne bir programı var, ne de bir pratik yaklaşımı. O halde bu bizim şaşkın aydın ve politik güçlerimiz neye desteklerini veriyor?

Kimse şu iddia da bulunamaz. Erdoğan’nın Diyarbakır konuşması, resmi söylemin dışına çıkmıştır diyemez. ”Tek devlet, tek millet, tek bayrak,” ”bölücü teröre karşı mücadele aynı kararlılıkla sürdürülecek” yaklaşımı resmi yaklaşım değil midir? Peki bu yaklaşım da bizim şu çok ünlü anlı-şanlı aydın ve politik çevrelerimiz ne gibi bir çözüm bekliyorlar?

Herkes aklını başına alsın. Bu mazlum milletle oynamasın. Düşman ve ihanet zaten yeteri kadar oynamış ve oynuyor. Birde siz ”yurtseverlik,” ”milliyetçilik,” ”demokrasi” adı altında.
bu düşmanlığı yapmayın.

Yine uzadı, kesiyorum...

Pardon bir şey daha.

Haddimiz olmadan yine ”büyük laf ettik.”

Af Ola!

02 Eylül 2005

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.