Ana içeriğe atla
Submitted by Aso Zagrosi(ar… on 24 April 2009

„Özgünlüĝümüz yada Orjinalitemiz yok mu“ makalesine ek belge(2)

Türkler ve Romalılar arasında yapılan Malazgirt savaşında , Şeddadi Kürd Hükümetinin Türklerle beraber hareket ettiĝini daha önce kısada olsa deĝinmiştim..

Ama, Kürdler aynı zamanda Türk işgalcilerine karşı, kendi otonom yapılarıları korumak için savaştılar...

Türkleri Kürdistan ve Anatolia'ya taşıyan Türkelerin „Malazgirt Fatihi“ dediĝi Alpaslan yine bir Kürd tarafından öldürüldü..

Bu konuda en ciddi Kaynak 11 ve 12 yüzyılda yaşamış, Fransızların Mathieu de Edesse ve bizim „Urfalı Mateos“ olarak bildiĝimiz Ermeni tarihçisidir.

Urfalı Mateos „Vekayi-Name'sinde Alpaslan Roma kralı Diojeni yendikten sonra Semerkant memleketini feth etmek üzeri yola koyulduĝunu söylüyor ve ekliyor „ O büyük bir ordunun başında olduĝu halde metin ve meşhur bir kale olan Hana* üzerine yürüdü ve kuşattı... Bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhemetsiz bir adamdı.** Sultan Alpaslan, kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı.. O, aynı zamanda kalenin reisini, atalarının topraklarının daimi sahibi kalmak şartiyle kendisine itaate davet etti.. Kale reisi, hayli sıkıntılara göĝüs gerdikten sonra Sultana arzı tazimat etmiye karar verdi.. O, korkunç bir plan düşündü. O gün, karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber büyük neşe içinde içinde yedi ve içti. Fakat geceleyin karısını ve 3 oĝlunu Sultan'ın eline düşüp ona köle olmamaları için vagşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O, ertesi sabah erken de oĝullarını kesmiş olduĝu iki biçaĝı yanına aldı ve Sultan'ın huzuruna gitmek üzre kaleden çıktı.. Sultan Alpaslan, onun geldiĝini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis, huzura çıkınca eĝildi, fakat ona yaklaştıĝı sırada aniden Sultanın üzerine atıldı ve cizmelerinin içine saklamış olduĝu iki biçaĝı çekti. Onu Sultanın huzuruna getirmiş olanlar bu sırada kaçtılar. Vahşi bir hayvan gibi Sultanın üzerine atılan adam, iki biçaĝınıda onun vucuduna sapladı.. Sultanın adamları ileri atılıp onu olduĝu yerde öldürdüler... Sultan 3 yerinden yaralanmıştı, çok tehlikeli bir halde bulunuyordu ve şiddetli acılardan kıvranıyordu. O, memleket halkının bundan haberdar olmaması için ordusuna ilerleme emrini verdi.. Beş gün sonra vahim bir vaziyette olduĝunu hissedip başlıca iran reislerini ve mabeyincisini*** yanına çaĝırdı.. Soltan henüz bir çocuk olan oĝlu Melikşahı onlara takdim edip: ‚işte ben yaralarımın tesiriyle ölüyorum. Oĝlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun’ dedi.. Sultan, bu sözleri mutâakıp hükümdarlık esvaplarını çikardı ve oĝlu Melikşah'a giydirdi. Onun önünde eĝildi ve onu gözyaşları içinde Allaha ve Iran emirlerine emanet etti.. Sultan Alpaslan aynı günde ehemmiyetsiz bir adam olan bir Kürdün eliyle bu suretle ölmüştü....“ (Urfalı Mateos, Vekaliye-Name, sayfa 146)

Yusuf'un Alpaslan'a güvenmemesi ve onun verdiĝi sözlere inanmayarak, i ailesini ortadan kaldırması olayından çıkarılacak çok ders vardır... Bu olayın meydana geldiĝi tarih 1072 yılıdır.. „Urfalı Mateos“ta o dönemler yaşıyor.. Yusuf'tan sonra Kürdler yine bir çok defa Türk yetkililerinin verdikleri sözlerine güvendiler ve güvenenler hâlâ var...

Yusuf'un tutumunu gösterenlerden biri de Aĝrı direnişinin afsanevi lideri Biroyê Hesikê Telo'dur... Ihsan Nuri Paşa Anılarında „ Biroyê Hesikê Telo'nun direnişi sürdürmek için herkesin eşlerini ve çocuklarını öldürmesini önerdiĝini... Ama, kendileri tarafından engellendiĝini yazıyor..

Hasan Ibni Sabah ve Nizami Mülk'te o dönem Alpaslan'la beraberdiler... Hasan Ibni Sabah daha sonra „Alamut“ teçrübesini pratiĝe aktarmaya çalışırken Kürd Yusuftan öĝrendiĝi çok şey olmuştur..

*Defremery, yaptıĝı „Tarihi Güzide“nin seçme tercümesinde (Journal Asatique Nisan- Mayis 1848, s.441) Alpaslan Cihun kıyısında bulunan „BERZEM“ adlı kalenin yanında öldürüldüĝünü , Idrisi „Buruzem“ ve Ibni El Cevzi „Birun“ diye aktarıyor ( Eduard Dulaurier'in notları)

**Eduard Dulaurier, bu kalenin reisinin adı Yusuf olduĝunu yazıyor..

*** „Tarihi Güzide“ye göre Alpaslan'ın mabeyincisi Hasan Ibn Sabahtır.( Eduard Dulaurier'in notları)

Merhaba Dogrusunu istersen, yukarida zikrettigin hususta tek bir kitap ya da kaynak bulmus, varsa da , okumus degilim; el yordamiyla gidiyorum, kor ebe oyunu misali;bizim Kurdistan siyasasi, Turk tarihine pek onem vermiyor veya onlarin resmi palavralarini kabulleniyorlar, ben de o yaklasim yok.dolayisiyla boylesi hususlara dokunanlar, hele kurd olursa, ilgimi ceker. 1071 yilinda Anatolia'ya gelenlerin Turkmenlerden ibaret oldugunu sanmiyorum( senin oyle bir iddian oldugunu da bilmiyorum, sadece baslangic) . anatoli'ya tarihi ermnistan-kurdistan hattindan dalanlarin, muslumanlikta birlesmis ac kopek misali gruplar oldugunu saniyorum, aralarinda basta Pastu olmak uzere,fars-tacik- beluc vs de kesinkes olmali( hic bir kanitim yok, tarih ile mesela relativite teorisinin kaynagi bilim kiyaslamasinda derin farklikklar var bence, eger bilimsellige atifta bulunacaksak -ki oyle olacak neticede- kanitim yok dedim; tarih-sosyolojiyi " science" den ayri tutuyorum, yani fizik-kimya-biyoliji vs den.. her neyse ama aslinda kanitim var; Selcuklu Turkleri diye yutturulan Anatoliada kurulu farsca konusan- belkide bir kismi pasto-beluci hatta siki durun, kurdce konusuyorlardi, germiyanoglu'nun germiyani kurdce, " oglu' ise rumca olmali- devletcikler olustu. bence bunlar arasinda Turkce-Turkmen diliyle egitim veren tek bir beylik yok ! varsa,kanitlariyla gostersinler ! Mevlana celaleddini rum-i'nin dili, eserleri farsca.buyrun burdan yakin, Turki diye yutturulan selcuklu eserleri de farsca ! hasan ibni Sabah'in alparslanla isi nedir, ilginc, bilmiyorudm.Bu adamin Turk olmasi mumkun degil- yine atiyorum kanitim yok, ama eldeki basit verilerle yuruyoruz- neden Turk olamaz ? atmaya devam edeyim; bir kere adam Turk olmus olsaydi su " ibni" kelimesini kullanmazdi; zira ayni kelime alparaslan icin mevcut degil, ustelikbu tur kati bir arapcanin isimlerle birlikte bir de kullanimi itibariyle koklestigini gosteren bu belirtinin gecerli olabilmesi icin, arapcanin Turkmenlerde o zamanlar yazisma dili gibi kullanilmis omasi gerekirdi; oysa o tarihlerde anatoliadaki turklerde,yani iddia edildigi selcuklularda arapca hic yok, turkmen dilinin izi, yani her hangi bir skolar belirtisi, kaniti yok ! konusuluyirdu elbette. Osmanlinin kurulusuda farsi, turkmen dili yok; arapca ise yavuz'un hicazi fethiyle buyuk agirlik kazniyor.yani turkmen dili, turkluk hic bir yerde, noktada hakim degil; orta asyadan , zamanin teknolojisi, tarimi ve zenaatkarligina katki olarak getirdikeri tek bir alet edavat, gelenek gorenek, isim, sifat yok ! garip bir durumla karsikarsiyayiz. Turk devleti son zamanlarda Aleviligi turklere mal etmek icin, aslinda bu inancin orta asyadan turkmenlerle birlikte geldigi ve Osmanlininda aslinda Alevi Turkmenlerce kuruldugunu aptalca iddia etmeye basladilar. Bu iddioayi korukleyen lerse, tahmin edilecegi uzere asli Kurd aleviler. Bu iddia da bos, cunki osmanliyi alevi kursa, ismi Osman olmaz ! Bence malzagirtte Turkmen -turk isminin cikmasi, adamlarin kendilerine has olan " akhal-teke" isimli kucuk ama suratli atlariyla( turkmenistanda hala bu at yetirstiriliyor) ve diger gruplar9( PASTU, BELUCI, FARS VS) icersinde belirgin olan asyatic tiplerinden, kiliklarindan oturu olsa gerek; baskaca hic bir sey yok, bilen varsa ( turklere sesleniyorum elbette) gostersinler. osmanlinin kurulusu musluman ama islamla da alakalari oldugu soylenemez.Mesela Fatih'e kadar, hic bir Osmanli sultaninin adina yaptirilmis camii yok, bunu tesbit edip yazdim ama ,kimse orali olmadi. Ayrica, mecburen yani fethettigi icin giden Yavuzdan baskaca, hic bir Osmanli sultani Hacca da gitmemis ! uzun hikaye , ilgilenen olursa tartismayi, arastirmaya donusturebiliriz. Dusmana( turke)GUven meselesi icler acisi bir durum, ayri bir makaleye konu olsun, alparaslan ve Yusuftan nerelee geldim, kusuruma bakmazsin i8nsallah selamlar canbek

Ben geçenlerde Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Yusuf adlı bir Kürd Emiri tarafından 1072 yılında öldürüldüĝünü ek bir belge olarak sunmuştum... Selçukluların Bizanslarla girdikleri savaşlar, esas olarak Kürdistan toprakları üzerinde gerçekleşiyordu... Çünkü, bu savaşların esas amacı Kürdistan gibi stratejik ve zengin bir ülkeye eĝemen olmaktı.. Bu iki bölgesel güç, Kürdistanı denetim altına almanın yaratacaĝı jeo-stratejik avantajlar sayesinde hem Kafkaslara, hem Ortadoĝu'ya ve hem de Küçük Asya'ya yayılabileceklerini biliyorlardı.... Bundan dolayı, savaşlar hep Kürdistan için ve Kürdistan'da yapıldı.. Selçuklularla Bizanslar arasında yapılan en büyük ve hayati savaş Malazgirt savaşıydı.. Bu savaş hem kendi döneminde büyük bir savaştı ve hemde tarihsel bazda bıraktıĝı etkiler açısından.... Çünkü, bu savaşın yarattıĝı siyasal sonuçların etkisi günümüze kadar geldi ve bölgenin demografik yapılanmasının alt üst olmasına neden oldu. Bir çok çevrenin haklı olarak kendi kendilerine sordukları soru, „Türklerin“ Malazgirt savaşını kazanmasında Kürdlerin sahip oldukları rol neydi? Selçuklular ve Bizanslar bölgeye girdikleri zaman veya saldırdıkları zaman acaba bu bölge No Mans land mıydı? Malazgirt savaşına ilişkin yazı yazan ve eser verenlerin bir çoĝu sanki bölgede kimse yaşamiyordu gibi bir pozisyon yaratabiliyorlar.. Hâta Taha Akyol gibileri „Kürdlerin Türklerle beraber anadoluya geldiklerini“ yazabiliyorlar.. Bu meselenin daha iyi anlaşılması için, Kürdlerin o dönem sahip olduĝu siyasal ve askeri konuma bakmak gerekir... O dönem, Kürdistan'ın savaş alanı dışında kalan bölgelerindeki Kürd Hükümetlerini saymasak, savaştan doĝrudan etkilenen ve o dönem siyasal aĝırlıĝı olan 4 Kürd Hükümetinden söz etmek gerekir.. 1)Rewadi Kürd Hükümeti: Rewadi Hükümeti, Hazbini aşiretinin bir kolu olan Rewadi'lerin lideri, Muhamed Rewadi tarafından 893 yılında Tebriz ve çevresinde kuruldu... Rewadi Kürd Hükümeti Selçuklular tarafından 1070 yılında yıkıldı.. 2)Şedadi Kürd Hükümet: Bu Hükümet, 951 yılında Aran bölgesinde kuruldu..... Gence ve Ani gibi şehirleri kendisine başkent olarak seçen Şedadiler, 1197 yılında iç çelişkiler ve dış saldırılar neticesinde yıkıldı.. 3)Mervani Kürd Hükümeti: Bu hükümet ise 983 senesinde kuruldu ve 1096 tarihinde yıkıldı... Bu Kürd hükümetinin başkenti Meyafarqin di... 4)Salari Kürd Hükümeti: Bu Kürd Hükümeti Muhamed'in Salar tarafından 942 yılında bugün Batı Azerbeycan diye tabir edilen eski „Küçük Med“ de kurulmuştu... Bu hükümetin başkenti Erdebil di... Bu hükümet 1096 senesinde yıkıldı.. Kısaca kuruluş ve yıkılış tarihlerini verdiĝim bu Kürd hükümetleri Rewadiler hariç(1070 yılında yıkıldı) diĝerleri Malazgirt savaşı sırasında varlıklarını sürdürüyorlardı.. Şeddadi ve Mervani Kürd Hükümetleri o dönem ciddi siyasal ve askeri aĝırlıĝı olan yapılanmalardı... Bu iki Kürd hükümeti, tüm çevre güçler tarafından ciddiye alınan, güçler dengesini deĝiştirebilen siyasal aktörlerdi.. Selçuklar alana gelmeden çok önce, bu Kürd hükümetleri kurulmuştu... Fakat, bu Kürd hükümetleri bir çok nedenin yanında dinsel nedenlerden dolayı Bizansların sürekli saldırıları altındaydılar... Abbasi devletinin merkezi otoritesinde ortaya çıkan sorunlardan dolayı, kendisiyle meşgul olan Baĝdat yönetiminin Kürdler için yapacaĝı bir şey yoktu... Kürdler, kendi baĝımsız otoritelerini kurarak,Bizans imparatorluĝu ve islam halifesi arasında tam bir tambon oluşturuyorlardı.... Bu esnada Kürdler Bizansların hıristiyanlaştırma çabalarına karşı sürekli direndiler... Kürdlerle Bizanslar arasında bir çok savaşta oldu... Ama bunun yanında sorunları barışçıl bir şekilde çözme çabalarıda vardı... Kürdler, Bizanslarla Selçuklar arasındaki sorunlarda çeşitli dönemler aracıda oldular... Bunlardan biri, 1049 yılında Selçuklu komutan Ibrahim Inan tarafından esir alınan Bizans kralı Constantin'in kardeşi Qaris'in kurtarılması olayıdır... Bizans kralı Constantin, Mervani Kürd hükümetinin başkanı olan Nesruldewle'den kardeşinin kurtarılması için aracı olmasını istiyor... Nesruldewle bu görevi başarıyla yapıyor ve Bizans kralı kendisine bir dizi hediye gönderiyor.. Ayrıca Istanbul ve Meyafarqin arasında çok yoĝun diplomatik geliş-gidişler vardı..(Daha fazla bilgi için Abdulreqib Yusuf'un Dostike devletiyle ilgili çalışmasına bakınız).. Mervanilerin Mısır ve Suriye'de bulanan Fatimilerlede geniş ilişkileri vardı.. Mervanilerden sözedilirken küçük bir alan olarak anlaşılmaması gerekir... Amed, Meyafarqin, Hesenkef, Malazgirt, Xelat, Erciş ve Van'ın kuzey-doĝusundaki tüm bölgeler Mervanilerin hakimiyetindeydi.. Mervaniler bu kadar geniş bir çoğrafyaya yayılan bir güç olarak, bir dizi güç tarafından ciddiye alınıyordu... En kötü dönemlerde dahi büyük güçler kendilerini tümden hedef haline getiremiyordu.. Bizans kralı 2. Basil, 1000 yılında Malatya, Xarput, Karer dağlarını aşarak Erez'e geldiği zaman Mervani Kürd devletinin başı Muhahid Ad Daoula Ebu Mençur Said gidip kendisini görerek bağlılığını bildirdi.. “Basil bu Kürdü bir Magistros yaparak, koruması altına aldı......... ve yeni vasalı yaptı“(Asolik, Cronologie suivie par Samuel d'Ani, p. 164) Kürdler Kafkasya bölgesinde de etkili bir güç olarak varlığını sürdürüyordu... Bugün Ermenistan ve Azerbeycan denilen bölgede büyük oranda Şeddadi ve Rewadi Kürd devletlerinin denetimindeydi... Bizanslar, Anı Ermenileriyle devlet çıkarları ve mezhepsel sorunlar yüzünden ortaya çıkan çelişkilerden dolayı Şeddadi Kürdleriyle ittifaklar kurmuşlardır.. 1042 ve 1054 yılları arasında imparator olan “ Constantin Monomaque Şeddadi Hanedanlığının zalim Emiri olan Abu Uswar bir mektup yazarak Anı'yı işgal etmesini ve 2. Gagik'e verebilidiği kadar zarar vermesini istiyor.. Constantin Monomaque'ın komutanı Nikolaos bu mektuba ek olarak ona bir dizi servet ve onurlandırma konusunda da söz veriyor“... Abu Uswar kendisine yapılan öneriyi kabul ediyor, ama İstanbul sarayına şartlarını ileri sürüyor... Abu Uswar “ Anı yönetiminde koparacağım tüm topraklar bana ait olacaktır“ diye şartını ileri sürüyor.. İmparator Constantin Monomaque “Devlet başkanlarına mahsus olan damgalı bir mektupla bu antlaşmayı kabul ediyor“(Schlumberger, Epopé Byzantine III. 482-83) Şeddadi Kürd Hanedanlığı bu durumdan yararlanarak bir bölge ve kaleye el koydu... Bizans ordularıda Anı üzerine yürüdüler.. Kürdler ve Bizanslar arasında kalan 2. Gagik Kürdlerle anlaşmaya çalıştı.. Bazı kaynaklara göre kısmi antlaşma sağlanmıştı... Bizanslar Ermeni emiri 2.Gagik'ı kandırarak İstanbul'a götürdüler.. Ermenilerin ileri gelenlerinden bazıları şehri Bizanslardan ziyade Şeddadi'lere teslim etmek istiyorlardı.. Çünkü Şeddadi kralı Abu Uswar bir ermeni prensesiyle evliydi.. Ama Bizanslar şehri aldılar ve Şeddadilerle yaptıkları antlaşmaya uymadılar.. Bizanslar Ermeni ve Gürcülerinde içinde bulunduğu ordularını Abu Uswar'ın üzerine gönderdiler... Abu Uswar “bir savaş adamı olarak saldırılara karşı koyamayacağını anlayarak Dwin'e çekilip, tuzak kurmaya başladı“(age).. Şehrin bir çok alanında yoğun bir şekilde su setleri oluşturulmuştu.. Bizanslar tam şehre girmek üzere olduğu bir anda bırakılan sular ve oluşan çamur ortamında korkunç bir yenilgi aldılar. Fakat şunu da vurgulamak gerekir, Selçuklu Sultanı'nın adamlarında olan Horasanlı Salar bazı hıristiyan yerleşim birimlerine saldırarak bir çok insanı öldürdü ve esir aldı... Mervani Kürd devletinin kralı Salar'a bir mektup yazarak esirleri kendisine vermesini ve Amed'te satılmasını öneriyor... O böylelikle hıristiyanları kurtarmak istiyordu.. Çünkü “Nasırdol iyi bir olup hıristiyanlara karşı merhamet duyuyordu“ (Matthieu d'Eddese, Chronique, LXXXVI) Ama ne yazık ki esirleri bir çoğu öldürüyor.. Selçuklar İran'a kaçarken, Bizans orduları Amed üzerine yürüdüler... Matthieu de Eddese'nin verilerine göre Bizansalar Amed şehrinde 15000 Kürdü oldürdüler.... Çok kısa bir şekilde özetleye çalıştığım bu ortamda Selçuklar diye yeni bir güç alanda belirlenmeye başladı. Ertuğrul Anı'ya saldırdığı zaman yanında Şeddadi Kürdleride vardı.. O yenilgi aldığı zaman, Bizanslar “tüm doğu ordularını Şeddadi kralı Abu Uswar'ın üzerine gönderdi.. O, yeniden Bizansların vassalığını kabul etti.. Daha sonra Alparslan'la Roma kralı Romanus Diogenes arasında yapılan Malazgirt savaşında yine Kürdler çok zarar gördüler.. Hem Kürdistan savaş alanı oldu ve hem de Kürdler esas savaş gücü olarak zarara uğradılar. Bizans ordusu Ibni El Esiri'ye göre 200 000 askerden, Imadedine göre 300 000 ve El Fariqi'ye göre 400 000 bin askerden oluşuyordu... Ama sonuç olarak çok büyük bir güç... Bu sayıları daha aşağılarada çeksek dahi büyük bir askeri yığınak..Bu güçlerin 30 bini Roussel de Bailleul önderliğinde Xelatı kuşattı... Xelat o dönemler Kürdlerin elindeydi... Diğer güçler Malazgirt'e.... Ama Selçuklu güçler sayısal olarak azdı.. René Grousset'te göre “ 15000 Kürd ve Türk“, başka bazı tarihçiler 30000 kişiye çıkarıyorlar... Geçenlerde Alparslan'ın Yusuf adlı bir Kürd Emiri tarafından öldürüldüğünü yazmıştım... Şimdi bazı eski kaynaklara dayanarak Bizans kralı Romanus Diogones'in esir alınış öyküsüne değinmek istiyorum.. Selahadin Üniversitesi Öğretim görevlilerinden Dr. Niştiman Beşir Mehemed Raman dergisine yazdığı bir makalede “Bizans kralı Romanus Diogones'in Şadi adlı bir Kürd tarafından esir alındığını“ yazıyor.. Dr Niştiman bu tezini tarihçi İbni El Ebri'nin “Tarix El Zeman“ adlı eserine dayandırıyor.. İbni El Ebri şöyle yazıyor: “Şadi adlı bir Kürd Bizans kralı 4. Romanus'u esir alabildi.. Bu gerçeği ispatlamak için diyebilirim ki Şadi Kürdçe bir kelimedir.. Ayrıca Selahedin Eyubi'nin babasının ismide Şadidir“ (akt. Dr. Niştiman) Evet, Kürdistan'ı işgal eden o dönemin iki büyük gücün başında bulunan Alparslan Kürdler tarfından öldürülüyor, Romanus Kürdler tarafından esir alınıyor... Burada bir çok sonuç çıkarılabilinir... Kürdler bölgenin en büyük halkı olarak tüm gelişmeleri büyük oranda etkileyebiliyordu.. Eğer din meselesi olmamış olsaydı,Kürdler Selçuklara karşı tavır alsaydılar, Türkler asla Kürdistan'a ayak basamazlardı... Daha sonra tüm yukarıda saydığım Kürd hükümetleri Selçuklar tarfından yıkıldı.. Biz Kürdler bir anlamda kendi ipimizi kendimiz çektik..

Merhaba Canbek, Nizami Mülk veya Hasan İbni Sabah'ın Alpaslan ile birlikte bölgeye gelmeleri farklı onların Türk olduğu anlamına gelmiyor. Nizami Mülk bir Farstır. Hasan İbni Sabah'ın Türklerle zere kadar ilişkisi yok. İrani halklar arasında kimlerden geldiği konusunda tartışmalar var. Fars olduğunu söyleyenler var, Kürd olduğunu söyleyenler var. Yani onun Türklerle ilişkisi yok. Nizami Mülk bir ara Hasan Kef'te kalıyordu. Aynı esnada Hasan İbni Sabah Meyafarqin'de (Silvan) kalıyordu. İsmaili hareketi içinde Kürdlerin ciddi bir rolu vardı. Zaten İsmaili hareketinin odaklandığı topraklar Kürdistandı.. Zaman bulursam büyük Kürd feylosofu EBU WEFA EL KURDİ hakkındaki çalışmamı bitirirsem bu konuya dair belgeleri yayınlayacağım. Alpaslan veya daha önce Tuğrul'un bölgeye yaptıkları saldırılarda sadece "Türk" dediğimiz çevreler yoktu.. Bölgede bulunan tüm müslüman kesimlerden/halklardan insanlar katılmışlardı. Bu açık bir olaydır. Senin yazında belirtiğin gibi tüm çapulcu kesimler katılmıştır. Aslında Malazgirt savaşında bu çevrelerin yaptıkları çapulcu saldırlar hakkında çok belge var. Selcuklar döneminde Farsça'nın resmi dil olarak yerleşmesinin yabana atılacak tarafı yok. Farslar Selçuk devletinin fars devletini olduğunu söylüyor. Zaten bugünkü Farsca ilk defa Selçuklar döneminde diğer lehçelerin önüne geçti ve resmileşti. Selçuklara Türk perspektifinin dışında bakmak lazım. Türkler kendilerine uydurma bir tarih yaratılar. Selçuklarda buna dahildir. Aslında ben bu konuda bir kaç yıl önce bir yazı yazmıştım, ama şimdi onu bulamıyorum.. Mevlana Celadetini Rumi'nin Türklük meselesini geç... Bu konuyu Türkler uydurdular. Mevlana'nın Türkler hakkında ağza alınmayacak yazıları var. Germiyanoğulları devleti hakkında benim daha önce araştırmam vardı. Şimdi o makaleyi bulamıyorum.(bulursam yayınlayaağım) Ben o makaleyi o dönemde yaşamış bazı İslam ve Bizans tarihçilerine dayandırmıştım. Germiyanoğulları Şarezor yani Germiyan mıntıkasından gelip Malatya'ya yerleşiyor. Uzun süre orada hakimiyetlerini sürdürüyorlar. Bu arada bazı İslam gezginleri onları ziyaret ediyor ve kayda geçiriyorlar. O kayıtlar Germiyanların Kürd asılı olduğunu söylüyor. Ayrıca hatırladığım kadarıyla 2 Bizans tarihçide aynı şeyi söylüyor. Daha sonra Germiyan devleti Türklerin kıyımı neticesinde yıkılıyor.. Korkunç katliamlar yapılıyor. Aslında Germiyan-Bizans ilişkileri hakkında o kadar belge varki.... Ciddi bir şekilde araştırlması gerekir. Alevilere Türklerin sahip çıkması tam bir maskaralıktır. Ama, suç bizde bu konuda bir şey yapmıyoruz. En azında "Serencamı" çevirip yayınlayabiliriz. Ehli Hakların ve özellikler Goran edebiyatını çevirip yayınlayabiliriz. Biz bir şey yapmıyanca başkaları her zaman çarpıtabilir. Kaldıki düne kadar Kürdlerde yoktu. Daha fazla uzatmadan kesiyorum. Kendine iyi bak. Selamlar Aso Zagrosi

rezdari. kek aso sanirim senin kaynaklarin araplardandir? öyleise! araplarin ibni(oglu) demesi normaldir!! ama siz bunlari cevirirken ibni demek zorunlulugunuz yoktur. bilmem falancanin ogluda diyebilirsiniz!! cünkü ibni(oglu) kelimesi arapcadir, o yüzdende bu isimlerin önünde gercekten öyle bir sifat varmiydi? eyer gercekten o isimlerin önünde o dönemde bu ibni kelimesi gecmiyorsa ? o zaman yazilari cevirirken ilahi ibni kelimesini kulanma mecburiyetimizin olmadigi gibi !! daha cok arap kültürüne bagliligi gösteriyor diye dü$ünüyorum.. saygilar

"Hasan İbni Sabah" bu isimli hemen hemen tüm dünya dillerine girmiştir. Sadece Arapça, Farsça, Kürdçe ve Türkçe'ye değil, Fransızca, Almanca ve İngilizce'ye böyle girmiştir. Bundan dolayı bende bu şekliyle kullandım. Yani anlayacağın Fransızca'dan alsam bu şekilde kullancaktım. Mesele bazı Kürd asılı önemli tarihçilerin isminde bu "ibni" ibaresi var. Mesela 10.11.12. yüzyılda yaşamış olan Kürd asılı tarihçilerden İbni El Esiri, İbni El Mistefi, İbni Xaliqan'ın isimlerindeki bu "İbni" kendileride kullanmıştır. Yani o dönemler yayınladıkları eserlerinde isimlerini böyle yazmışlardı. Mesela Germiyan devletine ilişkin Türkler daha çok "Germiyanoğulları" söylemini kullanıyorlar. Onlar, Bedirxaniler için Bedirhanoğulları, Canpolatlar için Canpolatoğlu diyor.. Bazı şeyler değiştirilebilinir.. Bazı şeylerden de yazarların kendi isimlerini kullandıkları şekille sadık kalınabilinir. Aslında sorun meselenin konuluş biçimidir. Arap kültürüne bağlılık meselesi değildir. Silav û rêz Aso Zagrosi...

Paylaştığın güzel bilgilerin arasına "[i]Mevlana Celaledin'in rum orijinli olduğu[/i]" şeklinde ilgisiz yorumlar yazılmasa bu yazıların doyumsuz lezzeti damak burukluğuna dönüşerek yazmama neden olmayacaktı. Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in yazdığı İbtida-name adlı yapıtta Mevlana'nın 1205 yılında Belh'te doğduğu, 5 yaşına bastığı 1212 yılında ailesinin Belh'ten ayrılmak zorunda bırakılarak uzun süre sırasıyla Suriye, Erzincan, Malatya yörelerinde kaldıktan sonra ancak 1221'de Konya'ya gelip yerleştikleri bilgisi son derece sıradan bir bilgi olmasına rağmen, "Orhan Pamuk'un ispatıyla rumlaşan yani grekleşen" farsça konuşan ve grekçe bilmeyen bir Mevlana Celaleddin'in varlığı da bu güya katkı yada düzeltmelerle forumda arz-ı endam etti. Canbek Hoca doğru yazıyor. Türklerin "rum" sıfatlandırması yanlıştır. Rum sözcüğü, etimolojik olarak günümüz rumenleriyle ilgilidir. Türkler yanlış olarak bu ülkeye de Romanya diyorlar. Doğrusunun Rumenia olması lazımdır. Kürtler daha doğru telaffuz ediyorlar. Grekleri ve Romalı'ları ve hatta türkleri "rom" olarak anıyorlar. Karışıklık buradan ileri geliyor. Türklerin "rumi" sıfatlandırması batı Anadolu'nun grek ahalisini isimlendirmek maksadıyla halk isimlendirmesi olduğu kadar 'diyar-ı rum' deyimiyle coğrafi tarifte de kullanılıyor. Mevlana'nın rumiliği sonuçta grek topraklarında ikamet eden mevlanayı aynı dini sıfatlandırmaya sahip diğer mevlanalardan ayırmak içindir. Kuşkusuz bu izahatları senin için yazıyor değilim. Bazı yanlış değerlendirmelerin tashihi amacıyla yazmak zorunda kaldım. Tarih bilgilerini türklerin tekerlemeleriyle yada Orhan Pamuk tarihçiliğiyle(?) sulandırmak isteyenlerin bilgilenmesi için yazdım. Bağışlayacağını umarım. Germiyan devleti ve germiyanilerle ilgili aktarımların doğru olmasının dışında kürtler için son derece değerli bilgiler. Aynı dönem itibarıyla germiyanilerin komşusu olan İsfendiyariler de kürt ağılıklı fars, beluc ve tacik karışımı, sonuçta İran menşei taşıyorlar. İsfendiyar ismi avestik spend-data'nın orta dönem kürtçesi ile telaffuzudur. Eskiden bir kürt şehri olan Isfahan ismi de aynı tarihsel kişinin ismine izafeten verilmiştir. Tıpkı kürtler gibi farslar arasında da isfendiyari kabileler var. Fars isfendiyarileri farsların ezici çoğunluğunun aksine kürtler gibi sünni akidelerini takibediyorlar. Farslarda İlam'ın dravidileriyle karışmanın sonucu olan dominant esmer tenlilik isfendiyarilerde yerini açıktenliliğe bırakıyor. Farslar, isfendiyarileri "kuhî' kabilelerden sayıyorlar. Süreç içerisinde asimile olarak farsların bünyesine iltihak etmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Germiyani bahsiyle birlikte aynı dönemde varlık göstermiş İsfendiyari bahsini taraman aynı yörede eşzamanlı olarak bulunmuş toplulukların etnik orijinini daha bir netleştirecektir. Engin bilgilerinin gereği olarak "[i]bunlar devlet değildi aşiret hükümetiydi[/i]" denmesini ciddiye alacağını sanmıyorum. İncelediğin devletler aynı halktan çok sayıda aşiret içermesine ilaveten farklı halk gruplarını içerisinde barındıran heterojen özellikler arzetmektedirler. Eline, yüreğine sağlık. Saygılarımla.

Yukardaki yazımda Celaledin-i Rumi'nin doğum tarihini sehven 1205 olarak yazmışım. Doğrusu 1207 yılıdır. Mevlana, 1273 yılında 66 yaşındayken Konya'da ölmüştür. Yanlışlıkla husule gelen bu durumu düzeltir, okurlardan özür dilerim.

Merhaba Kenan, Yazıma ilişkin yaptığın değerlendirme için teşekkürler. Aslında "Düzeltmen" rumuzu ile Kürdlerin tarihte kurduğu bazı devletleri, devlet olduğunu reddetme mantığı dışardan Kürdlere empoze edilen bir görüştür. Bu görüşün amacı tarihte Kürdlerin hiç bir devlet kurmadığı tezine dayanmaktadır. Sömürgeciler bir yandan Kürdlerin tarihi ile ilgili gerçekleri gizlerken yada yok ederken diğer yandan Kürdlerin ölümü anlamına gelen bu tezi Kürdlere de empoze etti. Bu konuda bir hayli başarılıda oldular. Bu tezleri savunan Kürdler belki sözkonusu Kürd yapılamaları hakkında hiç bir bilgileri de yoktur. Örneğin Şeddadi ve Rewadi vb Kürd devletleri hakkında elimizde hala ciddi bir kitap yok.. Ama, ortada o kadar kaynak var ki insan aklı mevcut durumu almıyor. Yaşadığımz şu 21 . yüzyılda 22 Arap devletinden yada Afrika'daki bazı devletlerden sözetsek "evet" diyecekler onlar devletler. Şu veya bu oranda bu yada bağlılık ilişkileri içindeler. Ama Kürdlere gelince tavırları değişiyor. Örneğin Merwani ve Şeddadi devletleri alalım: 1)İkisinin de orduları var. 2) Hükümetleri, bakanları var, 3)Mirleri var, 4)İkiside kendi paralarını basmışlar, 5) İki devlettede Cuma hutbesi Mirleri adına okutulmuştur. 6)İkisininde Bizanslarla ticari, diplomatik ve askeri ilişkileri var.(Roma ve Şeddadilerin ortaklaşa ve yazılı bir antlaşma neticesinde Ermeni Mirliğine karşı savaşı) 7) Mervanilerin Fatimi devletiyle yine diplomatik, askeri ve ticari antlaşmaları vardı. Ama, ikiside Abbasi Halife'sine bağlıydı. Yukarıda izah temeye çalıştığım Bizanslarla ve Fatimilerle yürülen ilişkiler Abbasilere rağmendi. Abbasilere olan bağlılık biraz Hıristiyanların Vatikan'a bağlılığını andırıyor. Mervani ve Şeddadi devletleri arasında sıkışan Ermeni Mirliği kesinlikle bizimki için devlet idi. Ama, Kürdlerin ki asla olmaz............ Selçuklarla Bizanslar arasında bir savaşta Bizans yanlısı bir Prens Selçuklara esir düşüyor. O zaman Bizans Kralı bir mektupla Mervani Kürd devletinin Mirinden aracı olmasını tıca ediyor. Mervani Miri Tuğrul Beye haber gönderiyor ve esiri istiyor. Tuğrul Bey eseri Meyafaqin Mirine teslim ediyor ve o da Bizanslara teslim ediyor. Bizans Kralı Kürd Kralına bir dizi hediye gönderiyor ve onun hatırı için İstanbul'daki Cami'yi tamir ediyor. Hayır Kürdlerden bazıları bana inanmak istemezler sözü Asuri tarihçilerine bırakıyorum. Rodaro arkadaşın makalesi: Silvan, Meyafarqin.... Nereden Nereye? Merwani Kürd Devletinin (983-1085) başkenti Meyafarqine, Bzansların Martyropolisine yanı bugün Amed'in kazası olan Silvan'ın 1000 yıl öncesine bir kısa yürüyüşe çıktım.. Meyafarqin bugünkü Silvan ile kıyaslanacak gibi değil... Silvan esir, Silvan aç, Silvan'ın doğası tahrip edilmiş ve Silvan'lılar tarihi şehirlerini ya ekmek kavgası yüzünden yada sömürgeci TC'nin baskı ve terörü yüzünden terkettiler ve hâlâ da terkediyorlar.. Meyafarqîn başkaydı... Meyafarqîn, Abasi, Fatimi ve Bizans Bermuda Şeytan(Êzidi kardeşlerim beni afetsinler) üçgeninin tam ortasında Kürd'ün özgür diyarıydı.. Meyafarqin, Merwani Kürd devletinin başkenti olduğu zaman, Merwanileri Arzan, Hasankeyf, Xelat, Malazgirt, Erciş, Nusaybin, Cizre, Urfa ve Musul'a kadar tüm bölgeleri kontrolleri altında bulunduruyorlardı.. Bazen bu bu bölgelerin biri yada diğeri onların denetiminde çıksa dahi, ama her zaman Merwanilerin magnetik alanı içindeydiler.. Sömürgeciler sadece Kürdistan'ın ekolojik coğrafyasını tahrip etmediler, onlar aynı zamanda Kürdistan'ın etnik ve dinsel çeşitliğinide yok ettiler.. Nasıl bugün Kürdistan'da bir çok bitki yok olmuşsa, bir çok etnik ve dinsel yapılamada yok oldu.. Acaba Kürdlerin devlet sahibi olduğu Meyafarqin'in Merwanilerin başkenti olduğu dönem Kürdlerin diğer dinsel ve etniksel yapılara karşı yaklaşımı neydi? Merwani Kürd devleti döneminde yada yakın yüzyıllarda yaşıyan bir çok tarihçi Meyafarqin uygarlığındından söz etmiştir.. Meyafarqin Tarihine ilişkin şimdiye kadar elimizde sayın M.E. Bozarslan'ın Arapça'dan çevirdiği İbn al-Azrak al-Fariqi'nin çalışması var.. Ama, ne yazık ki bu kitap da tümden çevrilmiş değil.... İbn al-Azrak al-Fariqi'nin çalışması dışında Meyafarqini ve krallarını anlatan bir çok tarihçi vardır... Bir çokları aynı dönemde yaşamış ve Meyafarqine giderek gelişmeleri yakından görmüşler... Bunlardan biri Asuri asılı Nusaybin Başpiskoposu Nusaybinli Elie dir.. Cizre Kürdlerinden İbni El Esiri'de Merwani Kürd devletinden geniş geniş söz etmektedir... Suriyeli Michel, bir çok Ermeni, Bizans, Arap ve Fars tarihçisi Merwani Kürd devletinden söz etmekteler... Ben burada iki Asuri asılı tarihçi olan Nusaybinli Elie ve Suriyeli Michel'in Merwani Kürd devletinin hakkında yazdıkları bazı şeyleri aktarmakla yetineceğim.. Nusaybinli Elie(975- 1046) yılları arasında yaşamış ve Merwani Kürd devletinin oluşumu ve gelişim sürecinin doğrudan tanıklarındından biridir.(İlginç bir yaşamı var, konumuz dışında olduğundan geçiyorum) Nusaybinli Elie, bir çok eser vermiştir.. Kürd tarihi açısından bunlardan en önemlisi “La Chronographie d'Elie bar-Sinaya, Metropolitain de Nisibe, edition et traduction, J. Delaporte, Paris 1910) Nusaybinli Elie, söz konusu olan eserinde Musul'da Hamdanilere karşı çatışma sonucu yaşamını yitiren Merwani Kürd devletinin kurucusu Baz'ın (990) yerine geçen yeğeni Ebu Ali al-Hasan bin Merwan'ın trajik sonundan söz ediyor.. Elie, anılarında Ali al-Hasan bin Merwan Amed'e giderken kalenin kapısında halk tarafından karşılanıyor.. Bu arada Abdel Barr adlı biri onu öldürüyor ve şehri ele geçiriyor, diye yazıyor.. O dönem Gezirta yöneticisi olan kardeşi Abu Mansur Said bin Merwan, büyük abisinin ölümünü duyar duymaz Meyafarqine geliyor ve 11 Kasım 997 tarihinde kendi hakimiyetini yeniden tesis ediyor... O günden itibaren kendisine Mumahhid ed Daula“ denildi diyor.. Elie anılarında devamla Mumahhid ed Daula Said Meyafarqin'da güven,huzur ve düzeni sağladıktan sonra orayi kendisine başkent yaptı, hala şimdiye kadar ışıldayan kale duvarlarını örerek ismini verdi.. Mumahhid ed Daula Said, 1000 yılında o dönem Bağdatın Emiri olan Buyidi Baha el- Dawli'den Abbasi Kralı Mansur(754-775) zamanından beri Bağdat hastanesini yöneten Hekim Gabriel bin Abdullah bin Bakhtisho'yu Meyafarqin'e göndermesini istiyor.. 80 yaşında olan Gabriel çocukları ile birlikte Meyafarqin'e gelip yerleşiyor.. Fakat iki yıl sonra yaşama veda ediyor.. Elie'nin söylemiyle Merwani kralı Gabriel'i büyük servetler ve payeler veriyor.. Elie, Mumahhid ed Daula Said' in (14 aralık 1010) abisi gibi tuzağa düşürülüp öldürülmesine çok üzülüyor ve hatta anılarında onu tuzağa düşürüp öldüren Sarwin adlı birine “dinsiz, imansız“ diye hakaretler yağdırıyor.. Merwan'ın en küçük ve üçüncü oğlu olan Ebu Nasır, Sarwin'a karşı savaş başlatıyor ve onu yenip öldürüyor. Ebu Nasir Merwani Kürd devletinin başına geçtikten sonra Ebu Nasır El Dawla lakabını alıyor... Ebu Nasır El Dawla Merwani Kürd devletinin başına geçtikten sonra, kabiliyetli bir lider olduğundan dolayı kendisini o dönemin büyük güçlerinden olan Buyidlere, Fatimelere ve Bizanslara empoze ediyor... Bu 3 devlet, Ebu Nasır El Dawla'ye Merwanilerin başına geçtiğinden dolayı kutlama mesajları gönderiyorlar.. Elie, Ebu Nasır El Dawla'nin 1011 yılında vasalı olan İbni Dimne'nin denetimindeki Amedi yeniden kontrol altına aldığını ve Amed halkının Dimne'yi öldürdüğünü yazıyor.. Ebu Nasır El Dawla Bizans imparatorluğu ile karşılıklı dokunmazlık antlaşmasını imzalıyor..(sevgili Rohat Alakom, İstanbul Kürdleri adlı eserinde, Kürdler ve İstanbul ilişkisini bir hikaye dışında Molla Gorani'nın 1453 gidişine bağlıyor... Aslında Merwaniler döneminde ciddi ilişkiler var... Daha sonra Kerkük'ten Malatya'ya gelen ve oradan Moğol saldırıları esnasında Ege denizi boylarında Germiyanoğulları devletini kuran Germiyan Kürdleri ile Bizansların yüzyıllara dayanan ilişkilerinden aramak gerekir) Elie'nin “Muzafer Emir“ dediğ i Nasir al-Dawla Ahmed Bin Merwan bir Arap Emirinin hakimiyeti altında olan Urfa'yı Urfa halkının istemi üzerine özgürleştiriyor ve Athira adlı Arap Emirini de öldürüyor.. Merwani yada bazılarının Dostiki Kürd devletine Merwan'ın oğlu Nasir yarım asır boyunca kralık(Mirlik) yaptı.. Kral Nasir Meyafarqin'deki “Meryem Kilise“sinin hemen yanındaki tepede yeni bir kale inşa etti, köprüleri yaptı, kamuya açık hamamlar inşa etti... Ayrıca var olan Meyafarqin Observatuarını yeniden tamir etti... Meyafarqin ve Amed camilerinde kitaphaneler oluşturdu.. Ephrem-Isa Youssif'ın söylemiyle : “Meyafarqin Doğunun Güneşi olmuştu.. Meyafarqin, bilim adamlarının, dünya işlerinden ellerini çeken Sofilerin, El Esir gibi tarihçilerin, Abdullah El Kazurani gibi şairlerin rahatlık içinde kendilerini ifade ettiği ve hatta daha sonra Abbasilerin Halifesi olacak olan Muktadi'nin politik iliticada bulunduğu“ huzur, güven, ilim ve irfan merkezi olmuştu.. Bağdat Halifesi Al- Kadir'in Baş Veziri olan Abu al-Kasim al Huseyin al Mağribi Bağdat'ı terkederek Nasir al-Dawla Ahmed Bin Merwan'ın Baş Veziri olmuştu.. Al Mağribi 1026'dan öldüğü 1036 yılına kadar Merwani Kürd Devletine hizmet etti.. Al Mağribi, Nusaybinli Elie'yle her zaman dostluk ilişkilerini sürdürdü, ya Meyafarqin'de yada Nusaybin'de sık sık görüşüyorlardı.. Nasıl Nizami Mülk “Siyasetname“sini Selçuklu Sultanı Melik Şah'a yazmışsa, Firdewsi “Şahnamesi“ Haznewi Emirine yazmışsa, Al Mağribi'de İdeal yönetme sanatı olan “Kitab fi'l Siyasa“ sinı Merwani Miri, Mîr Nasir'a hitaben yazmıştır.. Meyafarqin doktoru, Abu Said Mansur bin İsa, diğer adıyla “Zahid al-Ulema“ (kendisi de hırıstiyan) Meyafarqin'de görkemli bir hastane yapıyor.( hastanenin yapılış hikayesi uzun, geçiyorum) Mîr Nasir “Meyafarqin Hastanesi“ için büyük servetler harcıyor.. Büyük felsefeci, hekim, mantılçı ve her alanda yazan İbni Butlan'da Mir Nasir'a dostu olmuş, Bağdat'ı terkederek Meyafarqin Sarayına yerleşmiştir.. Aslında Suriyeli Michel'in, Bizans, Arap,Fars, Ermeni ve Kürd tarihçilerinin Merwani Kürd Devleti Hakkında söylediklerini açmak, Selçukluların dönemi ve Kürd devletinin irdelemek gerekir.. Bu kısa yazıda Kürdlerin iktidar olduğu bir ortamda diğer etnik ve dinsel yapılara nasıl yaklaşım gösterdiklerini o azınlıkların kaleminden vermek istedim... Mervanilerin Başkenti olan Özgür Meyafarqin ile barbarların işgalı altındaki Silvanı kıyaslamak için bazı bilgiler aktardım Selamlar ve saygılarımla Not: Mevlana'nın Rum olması meselesi yanlış. Mevlana irani olduğu kesin. Bu konuda zaten tartışma yok. Aslında biz Kürdler açısında incelenmesi gereken "Mevlana-Kürd İlişkisi" dir. Mevlana büyük oranda Ehli Hak'lardan etkilenmiş bir din adamıdır. Mevlana ile Kürd alimleri arasındaki ilişkiler ciddi bir şekilde incelenmelidir. Mevlana'nın Baba Tahir Hamadani'den etkilendiğini söyleyen bir çok kaynak var. Eğer yarın Mevlana'nın Kürd boyutu yada Kürdlerle akrabalığı ortaya çıkarsa şaşmayın. Kim bugüne kadar Mevlana'yi Kürd boyutuyla inceledi? Hiç kimse.. Bundan dolayı bu işi araştırmacılara bırakalım. "Rom", Romi", Rum" ve "Rumi" gibi kavramların kaynağı Romania değil, Roma İmparatorluğudur. Bu konuda Prof.Dr. Muhamed Mukri'nin ciddi bir çalışması var. Bir gün imkanım olursa çevirip yayınlayacağım. Kürdler ve Farslar Romalıların kaldığı batı kesime Romi demeye başlıyor. Yunanları da ve daha sonra Türklere de aynı terim kullanılmıştır. Yoksa bu terimin Türklerle alakası yok.. Saygılarımla Aso

Merhaba Zagrosi, Mevlana'nın kürtlüğü bana göre oldukça berrak. Soy belirlemesinde herhangi bir araştırmacıdan çok Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin kendini nasıl tanımladığı, hangi etnik kökene mensup saydığı esas alınacak olursa kürtlüğü tartışılmaz görünüyor. Türklerin en önemli Mevlana araştırmacısı Abdulbaki Gölpınarlı'dır. Gölpınarlı, türkçeye çevirerek neşrettiği Mesnevi nüshasının girişine Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin kendini takdim ettiği [i]'Kürt yattım, arap uyandım[/i]' şeklindeki cümlesini koymuştur. Mevlana bu deyimle soy mensubiyetini kürt olarak tanımlarken, arap dini ve kültürüyle yoğrulduğunu açıkça ifade etmiştir. Bunun kadar önemli bir bulgu da Mevlana'nın Belh doğumlu olmasıdır. Doğum yeri ve tarihini oğlu Sultan Veled'in yapıtı aracılığıyla bilmekteyiz. Belh şehri, Kürt Sıvedî konfederasyonunun hanedanları Barmakî'lerin yönetim merkeziydi. Ebu Muslim Xorasanî ile eşzamanlı olarak Abbasilerin hizmetine girinceye kadar Barmakî hanedanları Belh'te ikamet etmekteydiler. Partların bakiyeleri olan Xorasanî ve Sıvedî kabilelerinin müttefikleri olan sair İranî topluluklarla birlikte Anadolu'ya göçleri aynı zamanda Hint-Avrupalı toplulukların en önemli göç dalgalarından biridir. Barmakîlerle ilgili ansiklopedik bilgilerde, ilgili hanedanlık ailesinin Abbasi halifelerinin hizmetine girinceye kadar budhist oldukları, Belh şehrinin Sıvedî devletinin çöküşünden sonra bile günümüz Vatikan'ına verilmiş statü benzeri bir statüye sahip olarak 40 km. karelik bir alanda hiçbir devletin ve hükümdarın ilişemeyeceği özerkliğine değinilir. Şerefname'den ulaşan, Osmanlı'ya şeklen bağlı, yönetimleri babadan oğula geçen 4 (görece) bağımsız kürt hükümetinden biri olan Ginc mireliğine dair bilgiler arasında Ginc mirelerinin Barmakîlerden geldiği bilgisi de yazılıdır. Bu mirelerin ahfadı boy mensubiyetlerini hala Sıvedî olarak tanımlıyorlar. Gerek Mevlana'nın kendini bizzat tanımladığı cümlesi ve gerekse doğduğu yer kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kürt topluluklarını gösteriyor. Ailesinin Konya'da Selçuklu himayesine girmezden önce Erzincan ve Malatya gibi kürt vilayetlerinde ikamet etmiş olması da ayrıca dikkate değer. İsmet Zeki Eyuboğlu'nun "[i]Bütün Yönleriyle Mevlana Celaleddin" (Özgür Yayın-Dağıtım, İstanbul, 1988[/i]) adlı kitapçığında belirttiğine göre Sultanü'l-ulema diye anılan babası Bahaeddin bin Hüseyin bin Hatibi'nin Belh'ten ayrılması kendi isteğiyle olmamıştır. Eyubuğlu, ayrılma nedeni olarak bazı "kınanacak davranışların" varlığından bahseder. Şems-î Tebrizî olayında benzer kınanacak davranışların tekrarını bu kez oğul Celaleddin'de babadan intikal etmiş bir iptilanın tezahürü olarak görmekteyiz. Kuşkusuz niyetimiz ahlak yargılayıcılığı değil. Ancak zorunlu göçedişin nedenlerinin sorgulanmasına binaen bu bilgileri nakletmemiz gerekiyor. Selam ve saygılar.

Mevlana sizinde ismini yazdiginiz gibi Rumi yani Rum orijinli olusuna ayrica Orhan Pamuk'un kanitladigi sekliyle cinsel egilimlerininde (yanlis anlasilmasin- kisisel tercih) Turklerin yada muslumanligin bize aktarildigi sekliyle ovuncleriyle ortusmedigine dikkatleri cekmek istedim saygilar

merhaba Mevlana celaleddin-i rum'i, mevlana celaleddini " Romali" demektir. Rum kelimesi, dilimize Roma kelimesi kaynakli girdi. Romalinin yani bizdeki ruminin anlamiysa " batili" demektir. Yoksa mevlananin, bizde Iyon( yunan kelimesi buradan devsirmedir) kapadokian ile bizansa verilen Rum ismiyle alakasi , soy-kultur degil, ancak bu kadardir. selamlar Canbek

Eyon >iyon >yon >yun ~ Ar/Fa yÅ«nān a.a. ~ OFa/EFa yōnān [çoğ.] a.a. < OFa/EFa yōn İyonyalı, Yunan ~ EYun Iōn Yunan boylarından biri, İyonyalı

Kürt Tarihi ile ilgili belgelerin büyük bir kesimi ya yokedildi yada gizleniliyor Geçenlerde Kürdistan Forum'da bir yazıda “şu Kürd“ yok “bu Kürd“ meselelesine tepki göstererek insanları aktüel sorunlara kanalize etmeye çalışan bir yazı okumuştum. Söz konusu yazı Forumcular arasında alabildiğine tartışılmıştı ve hâlâ da tartışanlar var. Ben burada “Nefertiti“(uzaktan gelen Güzel) veya Muhammed Ali Paşa'yi tartışmayacağım. Onlar Kürdler tarafından yarın da tartışacaklar. Çünkü, Kürdler kaybedilen, çarpıtılan ve tarih vandalistlerinin gazabına uğrayan tarihlerini arıyorlar. Çünkü “geçmiş geçmiyor“ ve Tocqueville'nin dediği : “ Eğer geçmiş geleceği aydınlatmıyorsa, akıllar karanlıkta dolaşır“. Biz Kuzey Kürdlerin kendi tarihimizi yazımı çok yeni.. Bundan dolayı İsmail Beşikçi kısa bir süre önce “artık Kürdler, kendi tarihlerini yazıyorlar“ diye bir durum tespiti yapıyor. Ne acı binlerce yıl boyunca kıyımlara, savaşlara ve tüm dönemlerin büyük imparatorlukların işgaline uğrayan Kürdistan'ın tarihini Kürdler daha şimdi yazıyorlar. Acaba Kürd tarihçileri bu bin yıllara sarkılan ağır yükün altında kalkabilirlermi? Kürdistan'ın diğer parçalarını bir kenara bırakırsak.. Tarih araştırmaları için Kürdlerin elinde kaç uzman kadro var? Daha da somutlaştırırsak kaç arkolog, kaç etnolog, kaç eski dilleri bilen dil bilimcimiz vs. vs.. var? Kuzey Kürdistan'da kaç edebiyat tarihçimiz var? Soruları daha da çoğaltabiliriz. Kaldiki Avrupa'da aynı şahsiyet, aynı tarihsel döneme ve aynı olaya ilişkin tarihçiler tarafından “bilimsel yöntemlerle“ yüzlerce eser yazılmalarına rağmen her gün yeni veriler ışığında yeni eserler yazılıyor. Ama, Kürd ve Kürdistan tarihi Kürd düşmanları tarafından yok edilmek istendiğinden dolayı belgelerin büyük bir kesimi ya yokedildi yada gizleniliyor. Ayrıca Kürd düşmalarının çarpıtarak yazdıkları bir “Kürd Tarihi“ de var. Kısacası, Kürd tarihçileri toplu ine ile Kürd tarihini kazımaları gerekir. Bugün Kuzey Kürdistan'da Kürd tarihi ilgili araştırma yapanların ezici çoğunluğu siyasi yapılardan gelen kadrolardır. Hatta dil çalışmalarının yapanlar da siyasi geleneklerden gelen kadrolardır. Yani anlayacağın aynı kadro tüm cephelerde bir şeyler yapmaya çalışmış. Bir örnek ile somutlaştırmak istiyorum: Sayın Kemal Burkay'i alalım. Sayın Burkay “Kürdçe Grameri“, “ Kürdistan sosyal ekonomik durumu“, “Kürd Edebiyat Tarihi“ , “Kürd Ulusal hareketleri“ vs.vs yazdı. Ayrıca şiir kitapları yayınladı ve aynı zamanda da bir Kürd partisinin Genel Başkanıydı. Artı sayın Burkay aynı zamanda partisinin çıkardığı gazete ve dergilerde sürekli olarak bir kaç isim altında düzenli olarak yazılar yazdı ve hâla da devam ediyor. Bir kişi hem dil uzmanı, hem edebiyat tarihçisi, hem sosyolog, hem şair, hem gazeteci, hem tarihçi, hem ekonomist ve hemde Kürd halkının kurtuluşunu önüne koyan bir partinin genel başkanı olabiliyor? Eğer işin normalını düşünürsek, zaten parti başkanlığı insanın tüm zamanını alır. Bu eserlerin bir çoğu bilimsel kriterlere vurulduğunda pek iyi bir tablo ortaya çıkmaz. Örneğin sayın Burkay'ın Kürd edebiyat ilgili yazdıkları doğruları ve yanlışlıklarıyla bir aktarmadır. Yani, Mela Muhmudê Beyazidi'nin 1800'lerin ortalarında Kürd şairlerinin yaşam ve eserlerine ilişkin kaleme aldığı, Rusya'nın Erzurum Konsolosu Alexander Jaba'nin teslim ettiği verilerdir. Daha sonra Rudenko üzerine çalışıyor ve Qanadê Kurdo “Kürd Edebiyat Tarihi“ adlı eserinde Beyazidi'nin verdiği bilgileri kullanıyor.. Sayın Burkay'da Qanadê Kurdo'dan söz konusu bilgileri alıp eserinde yeniden veriyor. İlginç olan Beyazidi'nin verdiği yanlış bazı bilgiler tüm bu süreç boyunca düzeltilmiyor. Ama, daha önce Güney ve Doğu Kürdistan'da Mela Mahmudê Beyazidi'nin yapmış olduğu hatalar bilimsel belgelerle düzeltilmişti. İnanıyorum, eğer sayın Kemal Burkay bu kadar çok alanda değilde edebiyat tarihi ile ilgilenseydi, konuya ilişkin çıkan kaynakları tarardı. Kaldiki bir konuda yeni bir şey söylenmeyecekse neden aynı şey yeniden yazılsın? Bunun sorumlusu sayın Burkay yada başka bir Kuzeyli politikacı değil. Bunun nedeni Kuzey Kürdistan'daki entellektüel ve akademik boşluktan aramak lazım. Eğer yukarıda isimlerini andığım bilim dallarında Kürd akademisyenleri olsaydı, uzmanlık alanlarında eserler verseydiler, sayın Burkay isteseydi dahi cesaret edip bazı alanlara giremezdi, sadece kendi esas alanında yoğunlaşırdı. Bugün Kürd tarihinin derinliklerine girecek yeterince Kürd kadrosu yok. Bunun için Kürd tarihine hâlâ çok küçük oranda el atılmış durum. Biraz daha açarsak: 1) Bir düşün “Roma İmparatorluğu ve Kürdistandaki yapılanmalar arasındaki İlişkiler“ konusunda tek bir eser dahi yazılmamış! Bir makale dahi yok. Ama ortada, onlarca o dönem ve daha sonra yaşamış onlarca Romalı tarihçinin bizim bölge ile ilgili değerlendirmeleri var. 2) “Bizanslar ve Kürd“ ilişkileri keza çöl.. Ama, bir dizi Bizans tarihçisi Kürdlerden söz ediyor. Mervani Kürd devleti, Şeddadi Kürd devletinin Bizanslarla çok geniş ilişkileri vardı. Bizans Kralları Kürdistan'da Kürd Mîrleri ile görüşüyor, aralarında antlaşmalar var, diplomatik ilişkiler var. Bu alanda ellimizde tek bir eser yok. Ayrıca bugün Türklerin “Büyük Germiyanoğulları devleti“ diye sahip çıktıkları devletin kurucuları Kürd asılıydı ve Bizanslarla uzun yıllara dayanılan ilişkileri vardı. 3) Eski Yunanistan ve Kürdler arasındaki ilişkiler kousunda hiç bir çalışma yok. Bir Kürd tarihçisi pekala Ksenefon'un “ Anabasis Tarihini“ bugün mevcut olan diğer kaynaklarla kiyaslayarak yeniden değerlendirebilir. Heradot'un Medlerle ilgili kaleme aldığı yazıyı diğer veriler ışığında yeniden değerlendirebilir. Çünkü, eski Yunan tarihçilerinin “ gerçek ve mitoloji“ karmasıyla kaleme aldıkları eserlerinin ne kadarı doğru ne kadarı hayal ürünü olduğunu Yunanlarda dahil tüm halklar kendi bölümlerini çoktan gözden geçirdiler. Kürdler niye yapmasın? Ayrıca sürekli “atalarımız Medler“ diyoruz, ama bir Kürd'ün bu konuda derli toplu bir çalışması yok. Kürdler ikide bir “Med İmparatorluğu M.Ö 612'de kuruldu“ diyor. Bunun gerçeklerle bir alakası yok. Söz konusu tarih, Asuri imparatorluğunun yıkılması ve Ninova'nın ele geçirilmesidir. Medlerin kuruluşu yüzyıllar öncesine dayanıyor. Bu konuda Diyako ve başkenti Hamadan hakkında ciddi bir araştırma olsaydı, bilince çıkarılırdı. 4) Selçuklar ve Kürdler konusunda tek bir çalışmamız yok. Bu konuda çok ciddi kaynaklar olmasına rağmen bir çalışma yok. 5) Haçlı seferleri ve Kürdler meselesi tam bir sahra.. Kürdler Selahadin'in ordusunun esas gücünü oluştururken, Kürdler, Mısır, İsrail, Suriye, Yemen vb..vb.. ülkeleri asırlar boyunca yönetirken, Kürd tarafı kendi tarihini ihmal etmiştir. Haçlı seferleri sırasında her ülkedeki, hatta her şehirdeki Kürd aileleri hakkında araştırma imkanı var. “Kahire ve Kürdler“, “Halep ve Kürdler“, “Şam ve Kürdler“ vs.vs.. Haçlı seferleri döneminde Kürdleri yazan batılı gözlemciler var. “Haçlı Seferleri sırasında batılı gözlemcilerin gözüyle: Kürdler“ diye ciddi eserler ortaya çıkarılabilinir. Çünkü bir dizi kaynak var. 6) “Kürdler nasıl İslam dinini kabul etti: Zorlamı yoksa gönülümü?“ Bu konuda iki tarafta yazabilir. İşin derinliklerine gidebilirler. O döneme ait her Kürd şehrinin bir serüveni ortaya çıkar. 7) Hıristiyan Kürdlerine, Yahudi Kürdlerine ne oldu? 8) Ortadoğu'daki Kürdlere ne oldu? 9) Ehli Hakların “Serencam“ adlı kutsal kitaplarını çevirmeden ve okumadan Alevi Kürdler üzerine nutuklar atmaya başladık. Yüzlerce Ehli Hak şairi ve Pîri hakkında hiç bir şey bilmeden Alevileri bir yerlere bağlamak.. 10) Osmanlıların Kürdlere ilişkin arşiv belgelerini dahi derli toplu çıkarmadık.. Güneyli bir arkolog olan Abdulreqib Yusuf bir kısmını Güneye götürdü ve 3 cilt halinde yayınladı. 11) İngiliz arşivlerinde Kürdlerle ilgili çok belge var diyoruz. Ama bugüne kadar bu belgeler üzerine ciddi bir çalışma yapılmadı. Kemal Mazhar hasta haliyla arşive girdi, 4 yada 5 cild halinde yayınlayacak. İlk cildi çıktı. Rus, Fransız, Almanya, Ermenistan, Polonya, Çek, Avusturya vb.. vb arşivleri.. 12) Arap ve İslam tarihçilerin gözüyle Kürdler, ciddi bir araştırma alanı olabilir. 13) Dürzi, Ehli Haq, Alevi, Hakka, Kakayi ve Şebeklerin dinsel ilişkilerini belgelere dayalı kiyaslamalı bir çok çalışmaya girilebilinir. 14) Wefa El Kurdi ve Sohrewerdi gibi büyük Kürd feylosofların eserleri Kürd gözüyle bir çok yanıyla ele alınabilinir. Çünkü Kürdlerin dinsel durumlarıyla doğrudan ilişkileri vardı. Kürd kıyımlarının dosyaları yapılabilinir. Kürd başkaldırılarına da değinmek istemiyorum. Tarih içinde diyaspora Kürdlerine dair ciddi araştırmalar yapılabilinir. Diyaspora Kürdleri nasıl yok oldu? Nasıl asimilasyonlara uğradı? Onların çocukları varmı? Bir bakarsın Benazir Butto gibi “benim annemde Kürd“ diye, dünyanın en meşhur fransız dansörü Bêjar gibi “benim ninem Kürd“ veya Çek Cumhuriyeti Dışişler Bakanı gibi “benim annem de Kürd“ diyen insan ortaya çıkar.. Benazir Buto, Sosyalist Enternasyonal'ın toplantısında “Ergenekon Avukatı“ Deniz Baykal kürsüye çıktığı zaman Mam Celal ve Kek Mesud ile birlikte oturumu terkedebiliyordu.. Benazır Buto Kürdlüğü meselesinden “Türklerden çekindiğini“ söylemişti! Benazir öldürüldü. Acaba Türklerin bu işte parmağı yokmu? Bilmiyorum.. Bir gün tarih gerçekleri bu konudada yazacaktır. Kürdlerin tarihine dair olumlu yada olumsuz her şeyi ortaya çıkarmak ve yazmak gerek. Amatör yada profesyonelce.. Soykırıma uğrayan bir milletinin “artıklarını“ bulmak kötü olmaz. Kürd isyanları sırasında Türklerin götürdükleri Kürd kadınlarının izleri sürmek bir vefa borcu ve tarihe karşı sorumluluk olmalı. Sürgüne gönderilen ve sürgünde iken evlenen çocukları olan Kürd kadın ve erkeklerin, daha sonra eş çocuklarını bırakıp Kürdistan'a geri dönüşlerinin dramını yazmak lazım. Ben en azından bir kadını ve 2 erkeği biliyorum. Hiç bir zaman çocuklarını görmek istemediler, aileleri içindede konuşulmazdı ve tabuydu. Biraz uzun oldu.. Kürdler hâlâ tarihlerini yazmış değiller. Soykırımlardan kurtulan bir milletin parçaları enkazlar altında kalkarak tarihi ile birlikte yeniden doğuyor. Bu “yeniden diriliş“ süreci ve savaç içinde elbette bazı hayali konstruksiyan olacaktır. Çeşitli mitolojik semboller olacaktır. İnsanların kendileriyle gurur duyması ve kendisini o topluluğun bir parçası olarak ifade etmesi “negatifler“ üzerine bina edilmiyor. Olumsuzluklar olsa dahi esas olarak olumluluklar çimento görevini görür. Bir Kürde “Babil'in Asma Bahçeleri Babil Kralıyla evli olan Med Prensesinin kendi ülkesinin dağlarına olan hasretini gidermek için yapıldığını“ söylemek yeniden motife imkanı verir. Bu olayı da anlatan Kürdler değil, yabancı tarihçilerdir. Yıllar önce Lübnanlı Canpolatlardan Velid Canpolat “Kürd asılı olduğunu“ Sosyalist Enternasyonal'ın bir tolantısında söylemişti. Daha sonra defalarca aynı şeyi tekrarladı. Canpolatların Bugün Kilis diye bildiğimiz şehirde “Canpolat beyliğini“ kurulduğunu, Osmanlı imparatorluğunun yayılmasında önemli bir rol oynadıkları, Belgrad'ı işgal eden Osmanlı ordusunun başında ve Kıbrısı işgal eden ordunun başında birer Canpolat'ın olduğunu, Osmanlılara başkaldırdıkları zaman darmadağan edildiklerine dair geniş bilgiler var.. Canpolatların bir kısmı Rusya'ya, bir kısmı bugünkü Türkiye'nin farklı yerlerine, bir kısmı Lübnan'a kaçtı. Canpolatlardan bir bayan Rus Çarı Korkunç İvan ile evlendi. Canpolatların farklı dönemlerde farklı Papa'larla mektuplaştıklarını biliyoruz. (Mektuplardan bir kaç tanesinin kopileri bende var) Kürdlerin önünde tüm eksi ve artılarıyla Tarihlerini Yazmak duruyor. Abartmalar da olur. Tüm halklarda bu durum mevcut. Kürdlerde de olur. Ama, “Türklerin durumuna düşmemek“ gerekir. Zaten bu konuda kimsenin de Türkler kadar becerikli olduğunu düşümüyorum. Herkesi, her dili, her ırkı Türklere bağlama A la Turca bir olaydır. Kürdlerin tarihi konusunda herkes ne biliyor ve ne duyuyor yazmalı. Yarın bunun sentez çalışması yapanlar, doğru ve yanlışları ayırırlar. R. Rodaro

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.