بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Hasan H. YILDIRIM on 27 July 2010

Aydın, demokrat, liberal geçinen Türkler bile ırkçı ve şovendir. Uluslararası Adalet Divanı'nın Kosova bağımsızlık ilanını uluslararası hukuka uygundur kararı uykularını kaçırdı. Devletlerinden önce onlar kart vaziyeti aldı. Baraj oluşturmaya çalıştı.

Sovyet Bloğu'nun dağılması sonrası Yugoslavya iki değil, çok parçaya bölündü. Varolan milletler kendi bağımsız devletlerini kurdu. En son olarakta Kosova ayrılarak devletleşti. Hatta Uluslararası Adalet Divanı aldığı kararla meşruiyetini kabul etti. Bu gelişmelerden dünyanın çivisi çıkmadı.

Ama bir şey oldu. Türklere ulus devlet kurma sürecinin bitmediğini, devletlerin , ülkelerin bölünebileceğini ve bunun uluslararası hukuka aykırı olmadığını bir kez daha gösterdi. Fakat gel gör ki, Türkler herkesin doğru okuduğunu yine tersten okumaya başladı.

Kimi, “Lahey'de ulus devleti vurdular”, kimi, “Kosova emsal olmaz” dedi. Hatta ulus devlet kurmayı ırkçılık olarak tanımlamaya çalışan aklıeveller oldu.

Şimdi bu Türk tosonları mı aptal, yoksa başkasını mı kendileri gibi aptal biliyor?

Sahi Kosova devleti ulus devlet değilse nedir?

Yoksa “ulus üstü” veya “ulus altı” bir örgütlenme mi?

Beyler, efendiler ne kendinizi aptal yerine koyun, ne de başkalarını kendiniz gibi sanın.

Kosova; Sırbistan, Karadağ, Makedonya ve Arnavutluk devletlerine sınırı olan, çoğunluğu Arnavutların yaşadığı bir coğrafya. Uzun yıllar Yugoslavya'nın egemenliğinde yaşadı. Yugoslavya'nın dağılmasıyla Kosovalı Arnavutlarda bağımsız devlet olmak üzere Sırbistan devletine karşı baş kaldırdı. Kanlı savaşlara neden oldu. BM müdahale etti. Silahlar sustu. Kosova,1999 ile 2008 yılları arasında BM idaresinde kaldı. 17 Şubat 2008 tarihinde tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti.

Dünyanın son bağımsız ülkesi sıfatını kazanmasının yanısıra Avrupa'nın 50. ülkesi oldu.

Türk devletininde içinde bulunduğu 69 devlet Kosova'nın bağımsızlığını tanıdı.

Kararı tanımayan Belgrad yönetimi, Uluslararası Adalet Divanı’nın görüşünün alınması için 2008 yılında BM’ye başvurdu. Uluslararası Adalet Divanı, Kosova’nın 2008’de ilan ettiği bağımsızlık kararının uluslararası hukuka göre meşru olduğuna karar verdi.

Türk devleti, Kosova'nın bağımsızlık kararını ilk olarak kabul eden devletler arasında yerini aldı. Zaten Kosova'nın böyle bir karar vermesinin destekleyici ülkelerin başında geliyordu.

Fakat bir sorun vardı. Benzer sorunla karşı karşıya olan Türkiye bu kararın Kürdistan'ın bağımsızlık ilanına emsal olur hesabıyla bunun önünü almak için hemen işe koyuldu. Aydın geçinen tosoncuklarını işe koşturdular. “Kosova'dan emsal olmaz”, “Ulus devlet süreci bitmiştir”, “Ulus devlet kurmaya çalışmak ırkçılıktır” diye ortalığı velveleye verdiler.

Türkler, ne derse desin Uluslararası Adalet Divanı'nın Kosova bağımsızlık ilanı için aldığı karar her ne kadar bağlayıcı bir yaptırımı olmasada benzeri her olayda olduğu gibi Kürdistan bağımsızlık ilani içinde emsal teşkil eder. Meşruluğu için bir dayanak oluşturur. Ama sadece bu kadar. Çünkü bu tür kararlar daha önceleride başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşlar tarafından alınmıştır. Bu kararlar var diye herkes için geçerlidir, uygulanabilir diye bir şart yoktur. Bunun uygulanabilmesi için siyasi ortamın buna müsait olması şart. Bunun en bariz örneği Kürdistan'ın güneyidir. Bir devletin tüm kurumlarına sahip olmasına karşın uluslararası ortam müsait olmadığından bağımsızlık ilan edilemiyor.

Mevcut durum bu gün bu olmakla beraber bir gün Kürdistan bağımsızlık ilanı için koşullar doğmayacağı anlamına gelmiyor. Zamanla bu süreç yaşanacaktır. Kimse boşuna “ulus devlet süreci bitmiştir” deyip nefesini tüketmesin.

Kürdler, bir millettir. Kürdlerinde her millet gibi kendi kaderini serbestçe belirleme hakkı vardır. Bunun anlamı egemenlik hakkını gasbeden yabancı güçlerden ayrılma, bağımsız milli devletini kurma hakkıdır. Bu hak elbette ezen ve ezilen milletlerin temsilcilerinin bir araya gelerek yeni bir düzenleme ile eşit bir temelde bir arada yaşayabilmeyi karar altına almayı ve bunu halka bir referandumla onaylatmayı dıştalamamaktadır.

Bunun önceli var. İlk önce birbirlerinin varlığının kabulü şarttır. Türklerin hazmedemediği budur. Kürdlerin bir millet olduğu gerçeğini kabul etmekten çok uzaktırlar. Bu düşünce sadece devlet ile sınırlı değildir. Çok az bir kesim dışında toplum ve toplum temsilcilerinin hemen hemen bütünü Kürdlerin bir millet olduğu kabulleri yoktur. O zaman hakta yoktur. Sorun böyle algılandığında çözümde yoktur.

Türkler, sorunun çözümünü gerçekten istiyorlarsa, işe Kürdleri bir millet olarak kabul etmekle işe başlamalıdırlar. Kürdistan'ında Kürd milletinin ve orada yaşayan diğer etnik azınlıkların ülkesi olduğunu kabullenmeleri gerekir. Kürdistan demeleri gerekirken, ikidebir “doğu ve güneydoğu” demekten vazgeçmelidirler.

Kürdistan Türk ordusunun işgali altındadır. Onun yanısıra polisi, köy korucusu, iti miti ve diğer militer güçleri ve sivil bürokrasisiyle terör estirmektedirler. Yazılı olmasada bu güçlerin istedikleri yer ve zamanda Kürd öldürme “hakları” vardır. Ve kimsede onlardan hesap soramamaktadır. Bazen istisnalar yaşansada bu genel kuralı bozmuyor. İstisnalara da, belli bir aşamadan sonra bir kılıf uydurularak “suçsuzdur” denilir. Nedeni ezen-ezilen millet statükosunun oluşudur. Bu nedenle Kürd millet bireyinin yaşan hakkı garantisi yoktur. Mevcut statüko sürdükçede olmayacaktır.

Türk egemenlik sistemi bütün Kürdleri potansiyel düşman görür. Kürd'ün varlığından kendi yokluğunu görür. Kürd'ü yeryüzünde silmek için kullanmadığı yol ve yöntem bırakmadı.

İşi inkar etmekle başladı. İnkar ettiği Kürdlere yönelerek imhaya girişti. Soykırım ve asimilasyon atbaşı gitti. Evleri başlarına yıkıldı. Kamyonlara bindirilip bilmedikleri el ülkesine sürüldü. Ora da, başlarına gelmiyen kalmadı.

Bunun nedeni Kürdlerin varlığını kendi yokluğu olarak gören Türk egemenlik sistemin algısıdır. Bu algının değişeceği yok. Değişir diyen yalan söylüyor. Bunun en son örneği “açılım” fiyaskosu ve sonrasında özel bir ordunun kurulması ve Kürd-Kürdistan'ı kalbinde ve beyninde bölen sınırlara yerleştirmek düşüncesidir.

Hiç kimse “devletin bu hakkı var” düşüncesini Kürdlere kabullendiremez. Bu iddiada olan biri Kürd millet egemenliğininin gasbedilmesini onaylayandır. Kürd milletinin buna karşı verdiği haklı savaşı “terör” olarak kabullenenlerdir. Dikkat ederseniz Türk toplumunun hemen hemen bütünü aynı anlayıştadır.

Toplumun farklı kesimlerin kullandığı argümanlara bakın aynı tezgahtan çıktığına şahit olursunuz. Bu nedenledir ki, Türk cenahta dile getirilenler sorunu doğru algılamaktan çok uzaktır. Sanki savaş kardeşler arasında oluyor algısı var. En aydının bile dile getirdikleri; “Türkiye”, “Doğu ve Güneydoğu”, “kirli savaş”, “vatandaş”, “kendi insanını öldürmek” üzeri kurulu tahlil süren savaşı izah etmeye yetmez.

Bilmezlikten kaynaklıysa diyeceğimiz yok, ama bu adamlar o kadar masum değildir. Aslında olup biteni görmemek o kadar zor değildir. Yeter ki, “devlet babanın hassasiyetleri” gözetilmesin. Bu da Türk toplum bireyinin aşabileceği bir iş değildir.

Bir ülkenin içinde, o ülkenin vatandaşları arasında yirmi beş yıl süren savaş bütün ülkeyi kirletir” dediniz mi tüm tahlilleriniz peş para etmez.

Süren savaş süresi yirmi beş yıl değildir. Göçebe bir göç olan Türklerin Kürdlerin yaşadığı coğrafyaya geldiğinden bu güne aralarında bir savaş var. Türkler, Kürdleri öldürerek, asimile ederek, yurtlarından sürerek, Kürdler ise; onları kendi ülkelerinden kovmak için verdiği çaba yeterli gelmedi. Sorun katil ile mağdurun mücadelesidir. Ortada “etle-tırnak”, “kardeş” olma durumu yok. Ezeli iki düşmanın savaşı var.

Türkler, Kürdleri bir millet olarak kabullenmedikçe, ülkesi Kürdistan'dan tüm devlet kurumlarıyla çekip gitmedende bu savaş devam edecektir.

Kimi Türk çevreleri, ikidebir; “Kürt sorunu ülkemizin acil çözüm bekleyen temel sorunlarından biridir” der durur.

Söyledikleri yanlış mı, doğru mu, sorunu tanımlamada yeterli midir, değil midir üzerinde düşünmez bile. Aslında soruna bakıldığında bu cümle ile çok şeyin hasıraltı edildiği görülür.

Bunu dile getiren Kürd ve hele siyasi biri geçiniyorsa, bu demek ki; sorunu henüz kavramış değildir.

Niye değildir?

İzah edeyim.

Ülkemiz” deniliyor. Burada soru şudur.

Ülkemiz” dediğin neresidir?

Eğer “ülkemiz” denilen TC devlet sınırları ise, bunu söyleyen Türk ise; sömürgeci, eğer diyen Kürd ise; milli haindir.

Yok eğer bir Türk ülkemiz Kürdistan sınırlarının batısına düşen coğrafya der ve ülkemizde Kürd sorunumuz var derse haklıdır. Ama Kürdistan sorunu Türkiye'nin bir iç sorunudur derse doğru olmaz.

Kürdistan sorunu, sadece Türkiye'nin sorunu değildir. Aynı zamanda İran, Irak ve Suriye'ninde sorunudur. Yani Ortadoğu'nun sorunudur. Daha ötesi bu bölge üstünde çıkar hesabı olan devletlerin sorunudur. Yani bir dünya sorunudur. Zaten sorunun çözümsüzlüğe terk edilmesi bura kaynaklıdır.

Kürd-Kürdistan'ın mevcut konumu bilinir. Tekrara gerek yok. Sorun buradan kaynaklanır. Çözümüde bellidir. Çözüm millet olmadan doğan haklarına kavuşmasıdır. Bunun uluslararası hukuka uygunluğuda ortadadır. Her millet için hak olan Kürd milletininde hakkıdır. Bu hak pazarlık konusu yapılamaz, devredilemez. Kimsenin ne buna hakkı, ne de yetkisi vardır.

Hiç kimse tüm Kürdler adına konuşamaz. Kürdler bunu istiyor, şunu istemiyor diyemez. Ancak haklarından söz edebilir. Bu haklarının ne kadarı istemesi onun sorunu, ama bunu her Kürd istiyor diye dayatamaz. Konuşsa konuşsa ancak kendisi adına veya örgütlü ise örgütü adına konuşabilir. Bunun ötesi haddini bilmemezliktir.

Ortalıkta soytarılardan geçilmiyor. Ağızları açıldığında; “Kürtler olarak bizim Türkiye’yi bölmek gibi bir amacımız yoktur“ dökülüverir. Adamlar kendini Kürdler adına yetkili görür. Sanki Kürdler bir seçimle bu soytarılara bu yetkiyi vermiş gibi davranırlar. Bu yetkiyi nasıl almış kimse sorgulamaz. Hele Türk bunu işitiğinde mal görmüş mağrip gibi üstüne atlar. Üstüne methiyeler dizer. Öyle hikayeler uydurur ki, sonunda dönüp kendiside buna inanmaya başlar.

İhtiyaçtandır!

Devletin, hükümetin, muhalefetin, silahli ve silahsız bürokrasisinin, faşisti, muhafazakarı, ümetçisi, solcusu, demokratı, aydını, halkı, velhasıl tüm emvanterleriyle bir bütün olarak toplumun ezberi olmuş; “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”nün doğal sonucudur bu.

Ondan sonra da, bu sorun niye çözülmez diye aptalca bir soru sorar düşünüp dururlar. “Sorunu yaratan ve kilitleyen biziz” diye akıllarına bile gelmez.

Türkiye”, “Türkiye toplumu“, “bu ülke”, “bu ülkenin insanları”, “bir arada yaşama iradesini göstermek”, “birbirine düşman etmemek”, “içte de dışta da kalıcı istikrar için sorunun çözmesi gerektiği“, “Kürtçülere ve Türkçülere rağmen sorunun kalıcı bir çözüme kavuşması“ gibi argümanlarla örgülü bir mantık üzeri kurulu yaklaşımlar baştan temeli yanlış atılmış en ufak bir salantıda çöküp toz-buz olan binalara benzediğini bile anlamazlar.

Defalarca söylendi. Sağa-sola kıvırmadan, ne kendini, ne karşıdakini enayi yerine koymadan eşyayı kendi ismiyle tanımlamaktan korkmadan ifade edilmediği müddetçe kimse çözümden bahsetmesin.

Bu şuna benzer. Hastalık teşhis edilmeden hastayı tedavi etmeye kalkışmaya benzer.

Çözücüler”, 12 Eylül 1980 faşist Askeri darbe sonrası Adana cezaevinde yatan siyasi tutuklulara baş ağrısı hapı yerine doğum kontrol hapı veren doktor rolündedirler.

Allah Kürdleri bu “kurtarıcıları”ndan kurtarsın!

27 Temmuz 2010

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.