Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 13 February 2012

 

Türkiye’nin son günlerdeki önemli ve hayati gündemi, Mit Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar ve eski MİT yetkilileri hakkında dolayı açılan soruşturmadır. Bu soruşturmanın nedeni, MİT yetkililerinin, Hakan Fidan’ın Başbakan Müsteşarı olarak PKK/KCK ile Oslo ve diğer alanlarda yaptığı görüşmeler. Bu soruşturma, kısa vadeli de olsa önemli bir krize yol açmış durumda. Bu kriz, önceleri Savcı-Emniyet ve MİT arasındaki bir çelişki/kriz, daha sonraları Savcı-Emniyet ve Hükümet arasındaki bir kriz olarak tanımlandı. Bana göre, kriz iki alanda da devam ediyor ve daha derinlerde olan bir kriz.

Bu krizin aşılması için, iktidar kanadından karşı hamleler devam ediyor. Çünkü Savcı-Emniyetin bulunulan koşullarda, askeri vesayetinin önemli ölçüde tırpanlandığı, sivil iktidarın ve hükümetin çoğu alanda muktedir olduğu koşullarda başka karşı hamle yapma olanaklarının olmadığı görülmekte. Hükümetin karşı hamleleri devam etmektedir.

Hükümet, önce soruşturmaya neden olan emniyet görevlilerini, görevden aldı. Daha sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, soruşturmayı yapan savcıların kamuoyuna ve basına bilgi sızdırmalarını gerekçe göstererek, savcıları görevden aldı. Hükümet, Başbakan’ın özel yetkilendirdiği görevlerle ilgili görev üstlenen kişiler hakkında dokunulmazlık yaratmak için yeni bir kanun yapma, mevcut kanunlarda değişiklik yapma hamlesine devam ediyor.

Ortaya çıkan sorun ve krizin teknik bir kriz olmadığı, Kemalist Devlet ile Sivil İktidar arasındaki çatışmanın ve mücadelenin bir başka alanda yansıması olarak ele alınması hem haklı ve hem de sorunu daha anlamlı kılıyor. Sorun açısından bundan daha anlamlı olan boyut, Öcalan/PKK Devlet ilişkileri, MİT’in KCK ilişkileri boyutudur.

Ben özellikle sorunun Öcalan/PKK ile Devlet, MİT/Devlet PKK/Öcalan ilişkileri boyutu üzerinde duracağım. Nasıl olsa sorunun diğer boyutları, oldukça kapsamlı ve derinliğine basın organlarında, televizyonlarda tartışılmaktadır.

*****

Bilindiği gibi, Öcalan, Urfa’nın Halfeti’nin bir köyünde yoksul ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Psikolojik olarak oldukça zor koşullarda yetişiyor. Kompleksli bir kimlik kazanıyor. Giderek herkese düşman olma duygusuna mahkûm oluyor. Okula başladıktan sonra, bu kimlik yapısına uygun arayış içine giriyor. Mustafa Kemal’e, subaylığa, yani otoriterizme hayranlık duyuyor. Güce tapınıyor. Daha okul sıralarında, Avni Özgürel’in Neşe Düzel’e yaptığı detaylı açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, MİT’in ofislerinden birine gidip geliyor. Aynı zamanda bu tarihlerde devletle doğrudan irtibatlı olan ve Kemalist Devleti doğrudan korumaya ve kollamaya çalışan Komünizmle Mücadele Derneklerinde çalışıyor. 1972 yılında Şafak Bildirisinden dolayı birkaç arkadaşıyla tutuklanıyor. Arkadaşları büyük cezalar alıyor, o kısa bir dönem gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılıyor. Uğur MUMCU’nun bu konuda yazdıkları okunursa -ki MUMCU MİT’i yakından tanıyan, bir kanadının da akıl hocasıdır- Öcalan’ın o tarihten sonra MİT’e asçıkça çalıştığı saptanıyor.

Mumcu, Öcalan/MİT ve devlet ilişkileri konusunda araştırma yaparken öldürülmesi de sorunu hayli açık anlatıyor.

Öcalan, tapu memurluğundan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine transfer olduğu zaman gözaltına alınıyor. Serbest bırakıldıktan sonra, Mahir Çayan siyasi geleneğine bağlı olan Ankara Yüksek Öğrenim Öğrenci Derneğinde yer alıyor. Kendi etrafında bir grup Kürdü gencini topluyor. Ama dernekte olduğu zaman da, serseri, deli, ne yaptığını bilmez insan olarak tanınıyor. Aynı zamanda Öcalan’a yakın ekip, kendisini serseri bir grup olarak tanımlamayı özellikle istiyor, marketlerde hırsızlıklar yaparak ün yapıyorlar.

194 yılından sonra yani 12 Mart Döneminde bastırılmak istenen ve yok edilmek istenen Kürt ulusal hareketinin yeniden gelişmeye başlaması, güçlü ve çoğulcu bir örgütlenme, güçlü bir fikir, ideolojik yapı, evrensel ve bilimsel parametreler, çağa uygun örgüt modelleri üzerinde gelişmeye ve büyümeye başlamasından sonra, Öcalan o zaman Kürt anında boy göstermeye başladı.

Öcalan hem de Kürt alanından da küçük bir serseri, ne olduğu belli olmayan, üretim dışı, lumpen davranışları benimseyen karanlık kişilerle ilişkiler temel alan bir tarzda boy gösterdi. Kürt ulusal hareket geleneği ve değerleriyle hiçbir ilişkisi olmadığı; bir örgütü ve toplumsal hiçbir gücü olmadığı halde, Kürdistan’da karizmatik Kürt liderlerini, Kürt kanat önderlerini, toplumun yönetici sınıflarını, güçlü Kürdistan örgütlerini karşı almaları ve fiilen onlara saldırmaları; doğal, sosyal eşkıya niteliğinde olan bir grubun doğal bir davranışı olmadığı rahatlıkla tespit ediliyordu.

Bu davranış tarzının arkasında, bir güç odağının olduğu anlaşılıyordu.

Zaman içinde gelişmeler, PKK’nın devletin bir senaryosu olarak kurulduğu; kuruluş amacının Kurt ulusal hareketini içerden kuşatmak ve hedefinden şaşırtmanın yanında iç iktidar mücadelesinde (devlet iktidarı-sivil iktidar) bir aktör olarak kullanılmak olduğu ortaya çıktı.

Yani PKK’nın Kürdistan’da yarattığı katliamın bir ideolojik ve iktidar rekabetine dayanmadığı; Kemalist Devleti ve devlet iktidarını ayakta tutmak; devletin Kürt milleti hakkındaki klasik kolonyal, şoven ve ırkçı siyasetini sürdürmek olduğu iyice açığa çıktı.

Öcalan’ın 1979 yılında Suriye’ye çıkışıyla birlikte, Suriye, Irak Baas yönetimleri, İran Teokratik rejimi, Ermenistan, Yunanistan, Rusya, Güney Kıbrıs Devletleriyle sıkı ilişkiler içine girmesinden sonra, eski efendileriyle ilişkilerini kesmezse bile, epeyce özerkleştiği ve otonom bir yapı elde ederek, baş kaldırmaya çalıştığı olaylarca tespit edilebilir bir durumdur.

Ama bu senaryo ve oyun, birçok iç-içe geçen kompleks denklem sonucu, özellikle de PKK’nın İran, Irak, Türkiye, Suriye Devletleri’nin desteğiyle, ABD ve müttefiklerinin Büyük Ortadoğu Projesinin bir sonucu olarak Kürdistan’ın Güney’inde oluşan özgür alana saldırması, Irak KDP ve Kürdistan Yurtseverler Birliği ile savaşmasından sonra, bozuldu.

Türkiye’nin 15 yıl sonra gecikmiş Suriye tehdidi, PKK devlet ilişkilerinin gizlenmesi için, Yunanistan, Rusya, Kenya yolculuğundan sonra, Öcalan 1999 yılında 15 Şubat’ında Türkiye’ye getirildi.

Öcalan, Genel Kurmay ve MİT yetkilerine bugün açıklanmayan yüzlerce sayfalık ifade, itiraflar, onlarca kaseti dolduracak konuşmalar yaptı.

Öcalan’ın bu bilgileri ve konuşmaları sonucunda, Devletin Öcalan tarafından yapılandırdığı PKK’nın yarattığı tüm sonuçlarının, özellikle de Kürt ulusal hareketinin, Devlete ve PKK’ya rağmen kendi objektif ve subjektif yerel ve bölgesel referansları, dinamikleri, devletin zulmü sonucunda kitleselleşen Kürt ulusal potansiyelinin, aşama-aşama küçültülmesi için yeni bir strateji ve yol haritası Genel Kurmay ve MİT tarafından benimsendi.

Öcalan’ın Çatı Partisi, DTP/BDP’nin Kürt Partisi olmamaları Türkiye partisi olmaları, zaman-zaman ve özellikle de AK Parti iktidarı dönenimde PKK’nın iç iktidar mücadelesinde çok tehlikeli bir aktör olarak harekete geçirilmesi, özellikle Haziran seçimleri ve sonrasından yüzlerce PKK’lı ve askerin öldürülmesinin sağlanması, İktidarın başarısız kılınması; Öcalan’ın Kürt hareketini hedefinden şaşırtmak için “Demokratik Cumhuriyet”, “Konfederalizm”, “Demokratik Özerklik”, “İkinci Lozan ve Malazgirt Türk-Kürt İttifakı” gibi stratejik hedeflere dair tespitler ve projeler, bütün bu yol haritasının ürünüdürler.

Elbette bütün bunlar örgütsüz olmayacağına göre, PKK’nın silahlı elitinin de önemli ölçüde kontroldan çıkması, Öcalan’ın stratejisi ve çıkarlarıyla; PKK yönetici elitinin çıkarları ve stratejilerinin çatışmaya başlaması, yeni bir örgütlenmeyi elzem ve acil hale getirdi

Son ortaya çıkan, KCK’lı yöneticilerin yarısının MİT elemanı olması, KCK’nın içine yapılan bir MİT sızması değildir ve olamaz. Bu olsa-olsa KCK’nın PKK yerine ikame edilen ve yeniden bir yapılandırmayı gösteren bir ahval olduğunu tarif eder.

KCK’nın sözleşmesi, ortaya koyduğu projeler incelendiği zaman, bunların oldukça teknik, ayrıntılı, uzmanlığa dayanan konular olduğu saptanabilir.

KCK’nın Kürt ulusal potansiyeli, BDP içindeki iyi niyetli Kurt yurtseverleri için bir tuzak olduğunu; “Demokratik Özerklik” benzeri projelerin Kemalist elitin projeleri olduğunu yıllardır yazıyor, televizyonlarda da dile getiriyorum.

“Demokratik Toplum Kongresi”ne eski üst MİT yöneticilerinin katılması; özellikle Cevat ÖNDEŞ bu konuda liderlik yapması da bunun en somut kanıtlarından biridir.

Cevat Öndeş’in son krizde yine birinci aktör olması, yaptığı açıklamaların ayrıntılı incelenmesi de, KCK’nın nasıl bir devlet/ MİT örgütlenmesi olduğuyla ilgili veriler sunacak durumdadır.

AK Parti 2002’de hükümet olduğu zaman, uzun bir dönem bu gerçeği tespit edemedi, edemezdi de.

MİT Mensupları, Genel Kurmay Yetkilileri, PKK, Öcalan’la müzakerelere başlamışlardı. AK Parti Hükümeti de, bu müzakereleri kucağında buldu. Zorunlu olarak dahil oldu.

Böyle olduğu Oslo görüşmelerinde Hakan Fidan’ın yaptığı açıklamalarla ortaya çıkıyor. Hikmet Fidan Başbakan Müsteşarı olarak Oslo görüşmesine katıldığı zaman şöyle diyor: “İsmim Hakan Fidan. Müsteşar yardımcısıyım ama Başbakanımızın özel temsilcisiyim. Sayın Başbakanımız bu konuda beni görevlendirdi. Takdir edersiniz ki oldukça hassas bir durum, siyasi riski kabul edilemeyecek derecede yüksek bir durum. Kendisi bu konuda birkaç cümle bile etmedi, sadece bir iki defa bir şey söyledi. Ama etrafta bazı bakanlar defalarca gidip benim ismim ve benim pozisyonumda burada bulunmamın hükümet için çok ciddi bir risk alanı, sıkıntı alanı olduğunu söyledi. Özellikle muhalefetin bulunduğu şartları biliyorsunuz. Zaten onların resmetmeye çalıştığı bir gerçeklik var, buna hizmet edeceklerini kamuoyuna açıklamalarına rağmen Başbakanımız bu konuda ciddi olduğunu, samimi olduğunu, siyasi riski de yüklenmeye hazır olduğunu birkaç defa söyledi. Bu çerçevede biz arkadaşlarımızla beraber çalışmaya başladık.”

KCK’yi kuranlar, müzakere adı altında aynı zamanda, çözümsüzlük için şartları olgulaştırdılar, hükümetin kabul etmeyeceği vaadleri Öcalan ve PKK’ya yaptılar. Bu yaklaşım aynı zamanda, PKK’nın, Türkiye’nin iç iktidar mücadelesinde bir aktör olarak yaşamasının koşullarını ve alt yapısını yaratmaktı.

Hükümet, askeri vesayet konusunda ve diğer alanlarda kendini sağlama alacak adımlar attıktan sonra, KCK gerçeğini öğrendi. MİT yetkilileri, KCK’nın PKK’nın silah bırakması için bir aracı örgüt oluğu konusunda başbakanı daha önce ikna etmeleri, Öcalan’ın da hükümete yanaşmak istemesine rağmen, daha sonra gerçeğin bu olmadığı anlaşıldı.

Hükümet, KCK’yı tasfiyeye karar verdi. KCK tutuklamaları bunu üzerine başladı. Ama Hükümet KCK operasyonlarını yaparken, KCK’nın efendileri konusunda bir şey yapmayarak, tuzağa düşütü.

Hükümetin bu saatten sonra, gerçeği, bütün boyutları, derinliği, karanlık noktalarıyla ele alması gerekir diye düşünüyorum.

Amed, 13. 02. 2012

 

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.