Ferit'in Anısına!*
Yaşlı bir Kürt, dayamıştı sırtını kayaya ve kendi kendine konuşuyordu.Önünden geçenlerin çoğu; başı önde, yüreği kan ağlıyordu. Dalga dalga geçtiler. Kahredici haberle, boyunlarını kırarak adımlarını sıklaştırdılar, uzaklaşıp gözden kayboldular.Gidenlerin çoğu aşiret çocuğuydu. Kimisi dost, kimisi de düşman sahibiydi. Bir ortak paydaları vardı. Ki; yüreği yaralı, umutları yarına dair kırgın, sevdaları yarım yarımdı. Başını önüne eğerek yürümeleri, belki de murada erememenin ıstırabındandı.Kadınları ki; günün solduğu akşam vakti kara güne lanet okuyarak, ıslak gözyaşlarını gizleyerek geçtiler.Çocuklar ki, şen ve şakrak değildi o gün. Özgün bir bakışta, yaşlıyı umursamadan, sessizce çekip geçtiler. Bir dilenci değildi o yaşlı. Yüreği yanık, umudu vurulmuş bir adamdı.Ak saçları altındaki bakışları keskindi.Her gelip geçenin duyacağı bir seste konuşuyordu;“Karacadağ'ın onuruydu o. Bir sevda çiçeğiydi Sêwereg'te.'Ona, Kürt prensi diyenler' haksız da değildi. O, insan güzeliydi. Halkını sevdi ve bu uğurda da kucağında bebeği ile oynaşırken vuruldu bir kuşluk vakti.O vurulduğunda; sekmedi, hüzünü büyüttü ahular. O vurulduğunda; acı acı düşündü yaşlı Karacadağ kadını. Anlam veremedi olup bitene, acısını yüreğine gömdü. Boşluğuna baktı sonsuzluğun. Ve Karacadağ’daki Karacalar, sekmedi taştan taşa.Karacadağ'ın doruklarında bir bulut kümesi oluştu. Ne yağmura dönüştü, ne de dağıldı...Yas tuttu dağlar, onursuzluktur dedi yapılan. Kabul etmedi Curcup suyu, boz bulanık aktı...! Ceylanpınar, pınar olarak ceylanlara su vermedi o gün.Her şey, Ferit'in ölümüyle karardı bir süreliğine. Vicdan denen bir kavram vardı, kaldırmadı olup biteni...! Onur yaralıydı o gün, o gün kurşunlar kahpeydi. Bir fidan ki, kolay kolay büyümez bu topraklarda. Ama; 'kurşun adres sormazdı', öyle karar verilmiş, öyle de vuruldu Ferit.Kürt-Kıran günleridir yaşanan, 'tetikçiler' hazır, kontra iş başında. Gayrı annalar ağlasın, ağıtlar dökülsün mêrxasê mala bavê min re...*”dedi.Dedikten sonra da; şalvarının yan cebinden tabakasını çıkardı, tütününden bir sigara sardı.Çakmağıyla yaktı, iki dudağının arasına yerleştirerek gelip gidenlere baktı. Uzaktan bir atlı geliyordu. Yaklaştığında, dikkatlice baktı.Atın sağrısı al aldı, yürüyüşü oynak. Binicisi pos bıyıklı, oturuşu atın gidişine uymayan bir vaziyetteydi. O; alabildiğine düşünceliydi. Dizginleri koyuvermiş ve at, bildiğince yol gitmekteydi.Yaşlı Kürt, baktı arkasından atlının, iç geçirdi ve;“o; ince ve narin bir delikanlıydı.Bıyıkları, incecik dökülürdü dudakları üstünden ve tane tane konuşurdu.Paltosunu omuzlarında tutar, kolunu geçirmezdi yeninden. Sêwerg'lilerden farklı basardı ökçesine, kırmazdı arkasını ayakabısının. Merak edip soran olmadı ve o da anlatmadı. Ama o; hep Kürdistan'i sözcüklerle konuştu vurulmadan önce. Bir de bebesini sevdi halkıyla birlikte.İşte o adam vuruldu. O vurulmadan önce, şiir yazıyordu. Daha yeni bitirmişti dizelerini şiirin ki; şiirinde ahular da geçerdi, Karacadağ yamacında. Daha da ekleyecekti bir gece vakti, yıldızlarını toplayarak bir bir gökyüzünün.Ona, sevdasını işleyecekti bir sonbahar akşamında…”Sustu adam. Avuçlarıyla uzunca bıyıklarını düzeltti. Başını çevirdi sağdan yana bakarak. Uzaklara derince baktı ve yeniden konuştu, Sêwereg aksenti ile;“o; zindan görmüştü zindan içinde. 1974 te de, zindandan gün yüzüne çıkmıştı. Çıktığında, hayran kaldığı Arap kısrağına binerek, Qızıleli’ye gitmişti. Ki; orada bir domates atışıyla kavga büyümüş, on beş cana kıyılmıştı. 'Gururu batsın...!' demişti Ferit.‘Kürd’ün gururudur ki, kandavalarına yol açar, yürekleri dağlar…’Kan kanı getirdi, hayatlar son buldu. Korkular büyüdü, düşman sinsice güldü bu kahpe kederde.O; dolu dizgin sürdü Karacadağ üstü, Qızıleli’ye. O köyde; aşiretler kavgasında, olup bitende gerçeği dile getirmeye.Sonrasında o; daldı çocukluk yıllarına, kederden sıyırarak hayatı anlatmak için. 1950 lerde doğmuş ve henüz 28 yaşındaydı…” dedi yaşlı adam, yüreği kan ağlayarak.Her düşünenin bir kederi, her ağlayanın bir sebebi varmış. Ağıt yakanlar, kendi kayıplarını anımsayarak ağıda sarılırmış.Oturduğu yerin üstünden kanatlarını çırparak bir sürü güvercin geçti. Başını kaldırdı ve uçuşuna baktı adam. Kanatları ak aktı. Uçuşları güvercinlerin yandandı. İnişleriyle birlikte, refleksi yüselişlerle uçup uzaklaştılar. Adam, arkalarından baka kaldı. Gökyüzü berraktı, düşünceleri ise adamın, allak bullaktı.Konuşmasına devam etti, ses tonunda tutukluk vardı yaşlı Kürd’ün.“Onur dedikleri bu olsa gerek ki; o, hiç es geçmedi hayata dair ne yazılıp çizilmişse, hepsini bir bir okudu. Dünyayı tanımlayıp yenisine sarılmak için.Ama vuruldu.O vurulduğunda; Kürt-Kıran Şefi, kadehini kaldırıyordu vurulmanın şerefine, apoletli generalle. General, bir devşirmeydi. Kürt-Kıran Şefi, ona dönerek;"Kürd'ün defteri dürülmelidir, kökü kazınmalıdır paşam...!” dedi.Ve akinde sırıtarak, devam etti;"ben varoldukça paşam, sıradakiler de bir bir vurulacaktır..!.Kürdistan'da; yapacaklarımla, Türkiyem muradına erecektir.Evlat, babasına; 'hewal' diyecek ve ne adet, ne de töre kalmıyacaktır. Grîdax’ında* yazıldığı gibi; 'Kürdistan burada meftundur' denilecektir paşam, bu daha yeni bir başlangıçtır ve devamı gelecektir..." dedi, paşaya bakarak ve apoletlerini paşanın kıskanarak.Paşa, kadehini kaldırdı ve sadece;"sen işini bilirsin, ötesi laf u iştigaldır, haydi şerefe !" O kadehlerden damlayan kandı ve onlar kan içiyordu. İçtikleri kan, yedikleri insan etiydi Kürdistan’da.Peki, ya Ferit? O, bir insan güzeliydi. Onun da hataları oldu ve bizimkisi gibi sevdaları… Ama, o vurularak yaşadı, birileri de yaralı yaşıyor ve yaşadıklarıyla; ölüp ölüp diriliyor...!Ölüm gördük ölümlerden beter, sevdayı büyütürken; toprağa diz çöküp, eğilirken canım. “Yaşlı adam yorulmamıştı ama, bakışları kızgıncaydı. Ruh hali, yüz hatlarına yansıyordu.Başını yana çevirerek, ağız dolusu tükürdü. Sonra öksürdü, uzunca soluklanarak yola doğru baktı. Sırtında bir çocukla, kendi yaşlarında bir kadın yürümekteydi. Suskunluğa vurdu adam. Giden kadına bakarken, hanımı canlandı hayaliyle bir anlığına ve sonra uzaklaştı.Yaşlı adam, konuşmasına yeniden başlamıştı.“1975 Cezayir Anlaşması, kara bir gündür Kürt tarihinde. Sovyetler ki; tarihte hep yan çizmiştir ve Kürd’e kapılarını kapalı tutmuştur. Sevilmemiştir güncemizde, Xalit Begê Cibrî’den bu yana. Biz, Koçgiri’de vurulduğumuzda da sessizdi onlar. Agirî'de de lanetli kırlangıcıydı ömrümüzün. TC devletine açık destek sunarak, Kürt halkına kan kusturmuştu Sovyet. Ki; bizim coğrafyada dost olmadı bize ve yar olmadı kimsecikler geleceğimize.Ferit, bunları bir bir bilir ve Sovyet’lere karşı duruş koyarak, tavrını netleştirmiştir. Dost böyle bilir, düşman böyle haberdar edilmiştir.O, peşmerge şiirini yazmıştı ve bir numaralı hedef olarak ta seçilmişti artık. Sovyet yanlılarınca da vurulması caiz sayılmıştı...Ve Sovyet taraftarları, kaleme sarılarak 1975'in acısını, Barzani'den alacaktır.Ferit, bunları okuduğunda; kader ağlarını örmekte ve Kürd'ün acıklı manzarası ile de sarsılmaktaydı. Lanetin bedeli bu olsa gerek deyip, daha da bilenmekteydi. Ve yine o dönemlerde senaryo üstüne senaryo yazılmaktaydı. Onlardan birisini de 'Kürt-Kıran Şefi' dillendirmekteydi; 'her aileden bir kişi dağa, cezaevine ve ölüme alınırsa, halkı davaya (partiye) bağlayabiliriz.' Ve ölüm çanları yavaş yavaş duyulmakta, taş altı edileceklerin de listeleri hazırlanmaktaydı. Karanlık ve kaos atbaşı yol almaktadır bra, feriştah olsan kurtuluşun yoktur gayrı.Kısa bir dilime sığdırabilmek arzuları ve sonrasında kavgasında ölmek, Kürd'ün kara talihidir. Bu kara talihdir ki, nice nice canlara kıymıştır. Şimdi sıradaki Ferit oldu...”Kadın sırtındaki çocukla önünde geçerken adamın, başını kaldırıp bakmadı. Üç adım ya atmış ya atmamıştı ki, Ferit’in ismini duydu. Başını çevirerek adama baktı. Adam halen konuşmaktaydı.Belki de acıdı. Onun yüreği, Ferit ismiyle sancıdı. Gözleri doldu, adama doğru yürüdü.Elini uzatırken adama; “Kader vurdumu kanatır yüreği. Bendeki acı, her zaman sızı sızıdır. O gündür bu gündür kara bağlarım. Bir teselli verenim pek olmadı. Ağıtlarım, yankı yankı yankılandı gece karanlıklarında. Duyanı oldu mu bilmem ama, yalnızlıklarımı bedualara yükledim. Bir nebze soluklandım ama, yüreğim kanar da kanar. De kalk!“ dedi.Yaşlı adam, değneğine yaslanarak ve elinden tutarak kadının kalktı.Doğrulurken, koltuğu altından bir kitap düştü. Düşen kitabı, kadın eğilerek aldı.Baktı ama, okuyamadı. Sadece baktı. Kitabın kapağında ince bıyıklı bir delikanlı vardı. O; sadece o resime baktı ve bakarken oğlunu anımsadı.Yaşlı adam, kadının duygulandığını anlamıştı. Ki; siması tanıdıktı.Kitabı aldı elinden yaşıtı kadının. Resime bakarken, gayrı iradi;“Kahpeler vurdu onu…!” dedi.Kadın;“elleri kırılasıcalar...Ocakları söndürdüler...!”Bunu söyleyen; başına bağladığı kara yazmasıyla, Şarê’ydi.Yaşlı Kürd; okumuş, yazmış, dünya görmüş, talihe küfretmiş biriydi.Ferit’i tanımış, onunla oturup kalkmıştı. Onca konuşması, belki de bundandı.Bir akşam üstü serinliğinde yola düşmüştü, değneğine dayanarak. Yanında, iki büklüm haliyle Şarê yürüyordu, sırtında torunu ile.Yürürken de sohbeti sürdürdüler. Sohbet ede ede, kadere lanet okuyarak yürüdüler.Yaşlı Kürt;“yer tespiti ve hedef belirlenmiş; Sêwerg'in en sevileni, Kürt halkının evladı, KAWA hareketinin en önemli kişisi öldürülecekti. Öldürdüler Şarê, öldürdüler bir umudu. Güller de solarmış…” Ferit vurulacak, bu işin sorumlusu olarak ta Sêwereg'in en güçlü ailesi olan Bucaklar gösterilecekti. Sonrasında da; ‘Ferit’in, intikamını alıyoruz...!’ diyerek, savaş başlatılacaktı. Bu işler için, bir aktör gerekliydi. Karanlıktı gece ve gecede karanlık bir senaryo hazırlanıyordu. Perdenin arkasında, namı meşhur Pilot duruyordu...!Pilot Necati, finansmantör olarak desteğini sunmuş ve Kürt-Kıran Şefi de, bilinen kararı almıştı. Karar; Sêrt’te Kürt-Kıran’ın bir toplantısında, Şefleri tarafından gündeme getirilmişti. Mehmet Şener'in, yıllar sonra Halşo'daki KAWA Hareketi Askeri Kampında kaldığı dönemde;‘Mazlum Doğan, karşı çıksa da grup kararına çevrilmişti’ diyecektir. Karar gereği emir verilerek, Ferit'i tanıyan Emín Dal ve Ali Yaverkaya Tetikçi olarak tayın edilmişti. Tarih, 22 Kasım 1978 saat 15.30 civarıdır. Kızı Yekbun’la, arabanın sağ ön kapısının yanında, Ferit oynaşmaktadır. Yekbun;"babacığım, seni çok çok sev...!!!" diyemedi, yarım kalmıştı sözcükleri ve hep te öyle kaldı.Adımları yavaştı onların. Şarê, tornunu sırtına vurmuş öyle yürüyordu.Yaşlı Kürt, değneğini yanlamasına sırtına dayamış, kollarının altına destek alarak yürüyordu. Yürürken de konuşuyordu.‘‘Ferit vuruldu...!’ dendiğinde, ağıtlar yükseldi ve ağıtlarla birlikte kuşlar havalandı. O güzelim kuşlar, küskünlüğe vurarak, Kürdistan'dan uçup gittiler uzaklara ve dönmediler bir daha.Puhu kuşu, Karacadağ'da bir silüet gördü mü; bir kaya parçasına konarak okur, okur da durur.Bir şahin havalandı mı; konmaz toprağa, hep havada uçar, uçar da durur o günden bu güne.Karacadağ'da, Karacalar yavrulamaz oldular artık. Korkuları ve iç sezgilerine bağlı kalarak, uzaklaşırlar buradan. Bir başka dağ yamacına vararak yavrularlar.Kabuletmemiştir vurulmayı, kabullenememiştir ölümü ve ölümle başlayan yetimliği. Yavrusunun akibetinden endişelidir dağ ceylanı. Onun içindir ki, suya inmez kuşlukta. Ve sekmezler artık bir kayadan ötekine. Ferit, vurulmuştur…! Şarê…” dedi.Şarê, içi kan ağlayarak dinliyordu. Göz yaşları kurumuş, sözcükleri ağzında donmuştu sanki. Dili tutulmuştu onun. Sadece adımlarını atıyor ve dinliyordu.Sadece bir defa, o da yaşli Kürt sustuğu için;“bir umuttu o. O umudu vurdular. Bir candı o, harika bir insan. İkinci oğlumdu. Yüreğim artık nasır bağladı. Ağlaya ağlaya, göz yaşlarım kurudu. Oğlumun yoldaşı, benim de dert ortağımdı. Kaybettik, acımız derin…!” dedi iç çekerek.Yıllar sonra yazılanlarla, olay daha da netleşir netleşmesine ama, vurulan vurulmuştur. Bir hayat solmuştur Kürdistan’da.Ve çok sonraları tanıklar anlatacaktır, bozulan bahçede koparılan gülleri. Kendileri de kurşuna hedef olarak, akibeti akibete ekliyerek.1984 yılında, 'Kürt-Kıran'dan kaçmış ve Avrupa’ya sığınmış partinin merkez komite üyesi Semir; ‘Ferit’i, Sêwereg’teki etkinliği yüzünden, Parti’nin merkez komitesi kararıyla öldürdük’ der. Devamında; ‘önce hem siyaset adamı ve hem de Sêwereg’te belli bir saygınlığı olan Ferit Uzun, öldürüldü.Cinayet, çok kişinin kolayca inanabileceği gibi, Mehmet Celal Bucak’ın üzerine atıldı. Ardından cenazeye sahip çıkıldı ve intikam yeminleri edildi. Uzun’lar ailesi ve yurtsever Sêwereg halkı, mensubu bulunduğu siyasetten Bucak’a saldırı yapılmadığını görünce, istemeyerekte olsa, teşkilatın doğal müttefikleri haline geldiler. Provakasyon hareketinin ilk adımı böylece başarılı olmuş ve teşkilat, bir taş ile iki kuşu birden vurmuştu. Hem kendisi için siyasi bir tehlike oluşturan Ferit Uzun’u imha etmiş, hem de bu ölüm olayını kitlelerin desteğini kazanma ve Bucak’a saldırmada malzeme olarak kullanmıştır. Bucak’larla çatışmaların ikinci ayından sonra, Sêwereg yöresine gelip teşkilatın askeri faaliyetlerini organize eden Fehmi Hoca (Fehmi Yılmaz) isimli şahıs yakalandıktan sonra, resmi MİT ajanı çıkmıştır.‘Böyle der Semir ve o da vurulur. Vuran vurana bir savaştır sürmekte. Kürt-Kıran günlerinin başlangıcındadır zaman ve muştu yerine, kara haberleri ile beklemededir Kürdistan.Yaşlı Kürt yorulmuştu.“Şarê, biraz soluklanalım...’’ dedi ve yolun kenarındaki meşe ağacının gölgesine çekilerek oturdular.Otururken;“Sêwereg, birîndar e berxê min!*” dedi.“Ax ax...!” çekerek, yanı başına diz çöktü Şarê. Torununu dizlerine koydu, saçlarını okşadı.Yaşlı Kürt te, sigarasını sarmaya koyuldu.Meşe ağacı altında bir süre soluklanan yaşlı Kürt, Şarê’ye dönerek;“yeteri kadar soluklandık. De kalk yolumuza düşelim.” Şarê, torununu sırtına vurdu. Birlikte, dertleşerek yürüdüler.Yaşlı Kürt, bir kez daha aynı tekerlemeyi söylendi.“Sêwereg, birîndare berxê min, birîndar e!’’ dedi.Yürüyerek uzaklaştılar.Güneş dağlardan devrildiğinde, onlar da gözden kaybolmuştu.……...Not : “İkimizde Sevmiştik Onu” kitap çalışmasından kısa bir parça.
Re: Ferit'in Anısına!*