Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 15 January 2010

PKK ve Öcalan belki de gelecek 15-25 yıl Kuzey Kürdistan'da en çok tartışılan olgu olacaktır. PKK'nin belli bir güc olduğu, halkımızın büyük bir kesiminin desteklediği bir parti olduğu bilinen bir gerçektir.
Halk, tüm savaşların en kritik unsurudur. Bu nedenle, halkı kazanmak meselesini, başarı etmenlerinin başında tutabiliriz. Makyaveli:“En iyi kale halkın kalesidir.“ demiştir. Yine Gladyatör filminde köle tacirinden General Maximus'a:“Seyirciyi kazanırsan özgürlüğünü kazanırsın!“ demiştir. Tüm bu söylemler içi boş söylemler değildir. Bu tür söylemler bütün dünyayı yöneten devletlerin politikerleri, başkanları tarafından pekâla iyi bilinmektedir. Halk coğunlukta seyircidir. Halkı kazanmanın en çok gerekli olduğu savaşlar siyasi arenada gerçekleşir. Hiçbir ordu, hiçbir kurum ya da hiçbir kişi halkı kazanmadan gerçek ve nihahi hedefine ulaşamaz. Bu nedenle onu elde etmek hayati önem taşır.
PKK ve Öcalan'ı, PKK ve Öcalan yapan halkımızdır. Bu halk böyledir diye ona hakaret ve küfür etmek bence yanlıştır. Eğer kendi halkının seçimine/tercihine tahammülü, saygısı olmayanın artık o halka verebileceği hicbir şeyi yoktur. Birey bir damla su ise halk bir denizdir. Biri diğeri ile beslenir.
Almanya'da, Hitler dönemin de Almanların büyük kesimi Hitler'i destekledi ama bugün ya da o zaman Alman'lara bu nedenle hakaret ve küfür eden var mı? Ya da kaç kişi bugün Almanya'da Nazi'leri destekliyor? Halktır bu. İsmi üzerinde istediği partiyi ve kişiyi yüceltir, cıkarına uymadı mı yine düşürür. Bugün seni secer yarın beni. İşte buna saygı göstermek gerektigini ama bu gerceğe rağmen coğunluğun yanlış yolda olduğnunu düşünerek sözkonusu rival parti ve liderleri eleştirmek (gerekirse sert) ve yine de eleştirmek gerekiyor. Burada tabii uslub ve edebli yazmak/eleştirmek çok önemlidir.
Size aşağıda Berzan Boti'nin Öcalan'ı eleştiren benim için çok sahane bir yazısını bilginize sunuyorum. Bu yazı mı daha çok PKK ve Öcalan sempatizanlarını düşündürür? Yoksa buralarda günlerdir yapılan hakaret ve küfürlü, onur kırıcı, bir insana hiçte yakışmayan davranışlar mı?
Ben kendim kime olursa olsun hakaret ve küfür edenlerden zaten nefret ediyorum. Ve hakaret ve küfüre Kürdler arası sıfır tolerans deyip durduk ama bizi dinleyen mi var?
Bizim ülkemiz işgal ve ilhak altında mı? Bu işgal ve ilhakın sona ermesi gerekiyor mu? O zaman sorununuz, paylaşmadıgınız nedir?
Buyrun eleştiriniz istediğiniz kadar. İşte örnek bir yazı aşağıda. Hakaret ve küfür niye?

Öcalan Ne İstiyor?

Toplumsal kaygılarla hareket eden bir insanın amacı, adına hareket ettiği toplumun sorunlarıyla ve bu sorunların çözüm yöntemleriyle doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle söz konusu kişinin ne istediğini bilmek için toplumsal sorunun ne olduğu ve bu sorunun nasıl ortadan kaldırılabileceğine bakmak yeterli olur.

Kürdler adına hareket ettiğini iddia eden Öcalan'ın bu genel değerlendirme içinde yer almaması, toplumsal kaygılarla hareket etmemesinden kaynaklanıyor...

Kürdlerin yaşadığı sorunun ulusal/doğal haklardan yoksunluk olduğu ve bu hakların elde edilmesiyle sorunlarının çözülebileceği gerçeği tartışma gerektirmeyecek kadar açıktır.

Ulusal hiçbir talebi olmayan dahası bu doğal talebi “ilkellikle“ suçlayan Öcalan'ın amacını ve ne istediğini, Kürdlerin temel sorununa ve bu sorunun nasıl ortadan kaldırılabileceğine bakmakla öğrenemeyeceğiz.

Toplumsal kaygı taşımayan Öcalan'ın amacının anlaşılma adresi toplumsal sorunların niteliği olamayacağına göre onu tanımak için geriye iki seçenek kalıyor:

Söylemleri/yazıları

Pratiği/ilişkileri

Yazdıklarıyla, söyledikleriyle Öcalan'ı her hangi bir düşünce akımı içine yerleştirmek mümkün değildir.

Çünkü sürekli “yeni“ bir söylemle karşımıza çıkan Öcalan, yeryüzündeki bütün düşünce ve inançlardan nemalanmakla birlikte her hangi bir düşünceyi sistematik olarak savunmamıştır bu güne kadar. Farklı düşüncelerden yararlanarak onların olumlu yönleriyle bir harmoni oluşturmaktan farklı olarak Öcalan, farklı, çoğu zaman da karşıt düşünceleri pragmatik kaygılarla ve bilgi kirliliği yaratacak şekilde bir araya getirmeye çalıştı/çalışmaktadır. Öcalan'ın bu çabasına bir isim koymak gerekirse eklektizmden daha uygun bir tanım bulmak oldukça zordur.

Öcalan'ın söylemlerindeki/düşüncelerindeki tutarsızlığı, çarpıklığı ve karşıtlığı en iyi gösteren örnek Kemalizm'e ilişkin olanıdır kuşkusuz.

Kemalist ideoloji ile Türkiye Cumhuriyeti'ni birbirinden soyutlayarak ele almak olanaklı değildir. Bu iki kavramın özdeşliği, ayrılmazlığı ortalama her insan (ister karşıt, ister yandaş olsun) tarafından kabul görmektedir.

Kemalizm veya aynı anlama gelecek şekilde Sömürgeci devlet karşıtı bir söylemle örgütlenen ve kitleleri etkileyerek güç olan PKK, varlığını borçlu olduğu söylemi karşıtına dönüştürmesine rağmen hala kitle üzerindeki etkisini sürdürebilmektedir ne yazık ki. Doğal olan, kendisinin varlık nedeni olan söylemin terk edilmesiyle kendisinin de ortadan kalkmasıydı. Bu çelişkiye rağmen Öcalan'a itaat eden önemli bir kitlenin varlığı birçok açıdan irdelenmeyi gerektiren bir durumdur.

Öcalan'ın son dönemlerdeki Kemalizm savunusu herkesçe bilindiği için ayrıntıya girmeden sadece kısa bir cümleyi hatırlamak yararlı olur:

“ Mustafa Kemal bazılarının söylediği gibi Kürt düşmanı değildir. Mustafa Kemal, İngilizlerin adamı değildir. O daha çok Lenin'le mektuplaşıyordu, Lenin'e dayanarak ayakta kalmak istiyordu. Daha çok Sovyetlere dayanarak bu mücadeleyi yürütmek istiyordu“ (Kaynak ANF, 23 Eylül 2009 tarihli Av. Görüşmesinden)

Öcalan'nın içinde bulunduğu düşünsel tutarsızlığı gösteren geçmiş bir açıklamasını tekrar tekrar paylaşmakta yarar var:

“Kürt yurdu, kurumlaşmış olduğunu söylediğimiz faşizme ve özel savaşa karşı birazcık direndi, egemen politikada ve Kemalizm'de gedik açtı...

SHP'nin çöküşü demek, genelde Kemalizm'in kuyrukçusu olan Türkiye solunun ve demokratçılığın çöküşü demektir. Bu çok önemlidir. İcazetli olan böyle bir sol Kemalizm'den kopuşu tam sağlayamamıştır....

Kemalist milliyetçiliğin faşizmi de içerdiği göz önüne getirildiğinde, bunun daha da tehlikeli bir gericilik olduğu görülecektir. Mustafa Kemal deneyiminin, o dönemde önemli ölçüde yükselen faşizmi esas aldığını biliyoruz. Şoven milliyetçiliğin o dönemde faşizmin esas aldığı bir silah olmuştur...

Kemalizm daha 1920'lerin başında Kürtlerdeki ulusal kurtuluş güçlerine karşı savaşmış, Koçgiri'den başlayıp Dersim'de bitirmişti. Kemalizm Ulusal kurtuluş hareketine karşıdır ve bu temelde gericidir.“ (Özgür Halk Dergisinden (Yıl:2 Sayı:14 Aralık 1991 Sayfa: 5, 6, 7)

Öcalan'ın pratiği, ilişkileri de tıpkı düşünsel alandaki tutarsızlık gibi rahatsız edici ve halkın zararına olmuştur hep.

PKK'nin yürüttüğü silahlı mücadelede öldürülen 50 bin civarındaki insanın yüzde doksanından fazlası Kürdse; kökleri İttihat-Terraki'ye dayanan ve Kemalist sistemin en önemli projelerinden biri olan, ’Kürdlerin Batı'ya göç ettirilerek asimile edilmesi'ne devletten daha fazla PKK/Öcalan katkı yapmışsa, kime, neye hizmet edildiği noktasında hala tereddüt yaşayanların aklından şüphelenmek kadar doğal bir şey olamaz.

Devlet tarafından piyasaya sürülen Öcalan, hiçbir zaman Kürdlere güvenmedi ve onlara dayanmadı. Önce ve ilk olarak Türkiye istihbaratı, ardından Esat ve bunlar kadar olmasa da Saddam ve İran mollaları Öcalan'ın sığınağı olmuştur hep. Bir devlete/istihbarat örgütüne dayanmadan bir gün bile yaşamayan Öcalan, en son başladığı yere dönüp devlet(ler)e güvenme ve hizmet etme alışkanlığını sürdürmüştür.

Düşünceleriyle, pratiğiyle ve ilişkileriyle karanlık/karmaşık bir tablo çizen Öcalan'ı bu alanda anlamak ve ne istediğini bilmek olanaklı değildir; onu anlamak için gelişmiş egosunu, yaptığı hizmetin karşılığını alma isteğini, korkak kişiliğini ve bireysel kaygılarını hesaba katmak gerekiyor.

Öcalan'ın sık sık yakındığı konulardan biri de, PKK/DTP tarafından “anlaşılmamak“ tır. Anlaşıldığında bir hiç olacağını bilen Öcalan anlaşılmamak için özel bir çaba gösterirken, bu anlaşılmamaya da mistik bir anlam yükleyerek kendisini yüceltmeye çalışmaktadır.

Öcalan'ın anlaşılmama nedeni, kendisiyle toplumsal sorunlar (Kürd sorunu) arasında ısrarla bir bağ kurma çabasından kaynaklanıyor. Toplumsal kaygı taşımayan Öcalan'ın, kişisel isteklerini örtbas etmek için toplumsal olana vurgu yapması, PKK/DTP yöneticileri tarafından “sanki öyleymiş“ gibi algılandığından ’Öcalan'ı anlamaları zorlaştırıyor.

PKK/DTP/DBP v.s yöneticileri tarafında “anlaşılmak“ gibi imkânsız bir şeyi isteyen Öcalan, ’İradesi olmayan insanların akıl yürütmelerde bulunamayacağını, sunulanın dışında bir değerlendirme yapamayacaklarını ve boşlukları dolduracak kapasitede olamayacaklarını' bilmiyor mu acaba?

“ Öz Savunma Gücü“ Nedir Ve Neyi Amaçlamaktadır?

Öcalan'ın 'Devlet bütün kurumlarıyla Kürdistan'ın her alanında var olacak ama Kürdlerin de öz savunma gücü olacak' önerisi kafa karışıklığı yaratıp bazı tepkiler aldı. Bu tepkiler üzerine Öcalan peş peşe açıklamalarla önerisini ayrıntılandırma gereği duydu. Öz savunmanın bir nevi zabıta görevi göreceğini açıklayan Öcalan, ’PKK yöneticilerinin birçok düşmanı olduğunu ve normal yaşama geçişte kendilerini bir şekilde korumaları gerektiği' kaygısını dışa vurarak gerçek niyetini de ortaya koymuş oldu...

Dağdakilerin normal yaşama geçmesi demek, devletle bir anlaşmanın yapılmış olması, dolayısıyla devlet kaynaklı bir tehdidin olmaması demektir.

Peki, Öcalan ve PKK yöneticileri kendilerini kimden koruyacaklar?

İlk etapta bazı insanlara imkânsız gibi görünse de, Öcalan ve PKK, Kürdlere karşı kendilerini koruyacak, yasal ve devlet destekli bir “öz savunma gücü“nün gerekliliğine inanıyorlar. Devlet veya federasyon gibi bir talep olsaydı “öz savunma gücü“ anlamlı olurdu. Tıpkı Güney Kürdistan'da pêşmergelerden oluşan savunma gücünün olması gibi.

Devletle anlaşmış ve Kürdistan'da normal yaşama geçmiş bu insanların kendilerini koruyacakları tek güç Kürdistan halkıdır. Öcalan bu kaygılarında haksız değildir. Bu nedenle kendisine koşulsuz serbest bırakılma önerilse de Öcalan asla dışarı çıkmak istemeyecektir. Gerçek yüzünün ortaya çıkacağını ve Halkın mutlaka hesap soracağını biliyor çünkü. Öcalan dışarı çıkarken mutlaka devlet güvencesi, koruması istiyor. Öz savunma gücü, Öcalan ve PKK yöneticilerini Kürdlere karşı koruma gücünden başka bir şey değildir.

Öcalan'ı kısmen de olsa anlayan insanlardan biri, Mümtaz'er Türköne oldu.

23 Ekim 2009 tarihli “Osmanlı paşaları“ ve 25 Ekim tarihli “Eşkıyalar ve Devlet“ başlıklı yazılarında Türköne, Öcalan ile Osmanlı dönemi Eşkıyaları arasındaki benzerliğe dikkat çekerek, devletin eşkıyalarla gerektiğinde uzlaştığını ve padişah rütbesi bile verdiğini örneklerle gösteriyor. Türköne'nin iki yazısı dikkatli okunduğunda, ’Öcalan'ın ne istediğini' ve Öcalan'ı tekrar devlet hizmetine sokmanın nasıl olanaklı olabileceğini çok net olarak görmek mümkündür.

Nasıl ki Kenan Evren yarattığı tahribatlar nedeniyle ödüllendirilip Marmaris'te lüks bir hayat sürdürüyorsa, Öcalan da Paşa rütbesiyle Bodrum'da lüks bir hayatı hak ediyordur. Çünkü Öcalan yarattığı tahribatlarla en az Kenan Evren kadar Kemalist sisteme hizmet etmiştir. Böyle bir çözüm herkesin yararınadır. En azından anlamsız savaş bitecek ve Öcalan'a/devlete kurban edilen gençler yaşama olanağı bulacaklar.

Ancak derin devlet ve Öcalan kolay kolay Kürdlerin yakasını bırakma derdinde değiller. Bu nedenle Türköne'nin önerisi onları tatmin etmekten uzaktır. Onlar Kürdleri dizginleyecek ve Öcalan'ın da egosunu tatmin edecek bir projeyi daha uygun görüyorlar. Bu proje, ’öz savunma gücü' adı altında Öcalan'a Kürdistan'da bir rol vererek Kürdlerin özgürleşmesine engel olmayı amaçlıyor.

Geçmişte ’Hamidiye Alayları'nın paşa rütbeli ağalarının oynadığı çirkin rolü bugün Öcalan oynamak istiyor ve ona bu rol oynatılmak isteniyor. Hamidiye alaylarının paşalarına günümüzde denk düşen ise korucu başıdır. Bu projenin hayata geçirilmesi, devlete derin bir nefes aldırıp geçici bir “barış“ ortamı sağlasa da, uzun vadede çok daha keskin ve şiddetli çatışmaların yaşanmasına da zemin hazırlayacaktır. PKK dışında kalan Kürd muhalefeti çatışmasız bir ortamı, silahsız çözümü ve demokratik mücadeleyi ısrarla savunmasına rağmen, bu çirkin projenin hayata geçmesiyle yer altına çekilme ve silahlı mücadeleye başlama dışında bir seçeneğe sahip olmayacaktır.

Burada düşünmesi gereken devlet ve devletçilerdir kuşkusuz. Öcalan kendi adamları olmasına ve PKK devleti rahatsız edecek ciddi bir eylem yapmamasına rağmen 25 yıldır Kürdleri susturmaya gücü yetmeyen devlet, kontrol dışı, kararlı bir özgürlük hareketiyle nasıl baş edebilecektir.

Ortaya çıkacak gerçek Kürd özgürlük hareketinin, zavallı, kimsesiz fakir askerleri hedef almak yerine, savaş tacirlerini, devletin elit kesimini hedef alacağı; savaşı Kürdistan'a hapsedip devlete saldırma fırsatı yaratmak yerine, devletçilerin mekânlarını çatışma alanı olarak seçeceği; Savaşın sadece Kürdistan'ı cehenneme çevirmesi yerine savaşta ısrar edenlerin yurdunu cehenneme çevirecekleri de açıktır.

Üstelik bütün bunları yapmak için ne dağa çıkmaya ne de binlerce gerilla yetiştirmeye gerek olacaktır. Bilgi teknolojisinin bu kadar yayıldığı ve bireyleri donanımlı kıldığı bir çağda yıkıcı olmak hiç de zor değil. Bu yaklaşım ne şiddeti savunmak ne de şiddeti kutsamaktır; gerçekçi, samimi olmayan "çözüm" önerilerinin yol açacağı olumsuzluklara dikkat çekmeye yöneliktir sadece. Bu gerçekler dikkate alınarak herkesin, özellikle de barıştan, demokrasiden, kardeşlikten ve insanca yaşamaktan yana olanlar daha gerçekçi çözümler üretmelidirler. Bunun için başta Genelkurmay ve onun “Kürd“ versiyonu PKK olmak üzere tüm Kemalist kurumların tasfiye edilmesi zorunludur..

Gerçekçi ve aynı zamanda ahlaki yaklaşım, Öcalan ile Kürd Sorunu'nun ayrı şeyler olduğu ve ayrı ayrı çözümlere muhtaç olduğunun kabullenilmesi ve buna göre adımlar atılmasıdır.

Çatışmaların durması için Öcalan dikkate alınmak zorundadır. Devlet, Kendi beslemesini Paşalıkla, korucubaşılıkla veya başka bir şeyle de ödüllendirip susturabilir. Bu hastalıklı kişiyi Kürdlerin başına bela eden devlet, yarattığı canavardan kurtulmak için ikinci kez Kürdleri kobay olarak kullanamaz; Kullanmakta ısrar ederse bedelini herkes ağır bir şekilde öder.

Bu kadar bedel ödemiş bir halka Öcalan gibi bir ihanet sembolünü “lider“ olarak pazarlamaya kalkışanlar hem bugün yaşanan hem de gelecekte yaşanabilecek tüm insanlık suçlarında pay sahibi olacaklardır. Bu anlayışı direkt veya dolaylı olarak savunup Öcalan ve PKK'yi olumlayanlar. “barış“, “demokrasi“, “kardeşlik“ söylemlerinde inandırıcı olamazlar...

Berzan Boti
22 Aralık 2009

http://www.nasname.com/Yazarlar/bboti/5698.html

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.