Neden bir yıldır 'ilgisiz' kalındı da birden bire 'ilgili' olmaya başladılar? Ankara grubu zor durumda.
Önce önemsizmiş gibi sessiz kaldılar. Aynen Ordu ve MİT gibi. Ergenekon Davası'na ilk karşı çıkan
Doğu Perinçek ve Abdullah Öcalan'dır. Aradan yıllar değil, en fazla bir yıla yakın bir süreç geçti Bu
arada hatırlatmakta fayda var; 'muhalif' kardeş (Osman Öcalan) bir kaç ay önce yaptığı açıklamada
PKK içinde Ergenekon varlığından bahsederek; Şemdin Sakık, Sait Çürükkaya ve Kesire Yıldırım'ı
hedef göstermişti. Analar ne kardeş doğurmuş 'muhalif'ler ama bareber çalışıyorlar. Bu açıklamayı
pek kimse önemsemedi.
A. Öcalan'ın son açıklamalarına bakıldığında, sanki Ergenekon Davasın'da yargılanacakmış korkusu
hissediliyor. Daha resmi bir durum yokken (ve ya varda bilinmiyor) O savunmaya geçti bile. Türk ve
Kürt sorununda sürekli tarafsız gibi davranan A. Öcalan birden taraflı oldu! Yuvasına döndüğünden
beri çok açık bir şekilde, Kemalizme ve O'nun derin devletine toz kondurmayan A. Öcalan birdenbire
derin devletten ve faali 'meçhul'lerden bahsetmeye başladı. Başlamak bir yana suçlularıda belirledi.
Ancak D. Periçek'in suçlu olduğu kabul edilmiyor, sadece yargılandığı belirtiliyor. Yani konuyla ilgili
A. Öcalan'ın açıklamarı, sahte iki isimle verilen, Ankara grubu savunması ve 'muhalif' kardeşin
açıklamaları bir birini tamamlıyor. Daha geçen haftalarda DTP'ni kullanarak, faali muçhullerin 'barış'
için feda edileceğini belirttiler. Bir an önce 'barış' ve dosyaların kapanması. Bu telaş ne? Ordu ile
hükümet arasında bir çelişki var, bu biliniyor. Fazla yoruma gerek duymuyorum. A. Öcalan Adalet
Bakanlığının etkisi ve yetkisi dışında, İmralı'da Ordunun, yani Genel Kurmayın güvencesindedir!!!
Hükümet ve Ordu çelişkisinde, A. Öcalan ve ekibi taraftır. Ordu taraftarılar. Olurda Hükümet
Ordu'ya baskın çıkarsa, A. Öcalan Adelet Bakanlığına havele edilecek. Korkusu yaşanıyor.
Son aylarda AKP'ye yakınmaların nedeni bu olmalı.
Uydurma iki ismle verilen, 'Ergenekon'un PKK ilgisi' tuhaf başlığıyla, Ankara grubu savunmasını yapıyor
gibi bir panik içindeler. Sürekli gruptan Cemil Bayık, Duran Kalkan ve artık tartışma götürmeyecek kadar
netleşen Mustafa Karasu'dan alıntılar yapılarak, Ergenekon'la ilişkilerinin olmadığı savunulmaya çalışılıyor
ve 'muhalif' kardeşin belirttiği isimlere başkalarıda eklenerek PKK içindeki Ergenekon 'varlığı' kabul ediliyor.
Doğu Perinçek ve Abdullah Öcalan'nın 40 yıllık ajan-provakatörlük ilişkilerinin en karanlık dönemi olan
1969-79 es geçiliyor. Herkes tarafından bilinen ve inkarı zor olan 1979'da özellikle, Aydınlık gazetesinin
başlattığı 'Doğuda 15 grup' adlı yazı dizisinde bütün kürt devrimcileri ihbar edilmişti. Buna değinilmiyor.
Daha çok direkt değilde dolaylı yollardan, (sanki sonradan duymuşlar gibi) o dönem tutuklanan bazı
PKK militan ve sempatizanlarının dediklerine göre, ihbarcıllıkları olmuş biçiminde belirtiliyor. Belirtilen
yazıda D. Periçek'e saldırı yok koruma var. Olurda suçu kesinleşirse, bunada 'hazırlar' bahsettikleri
muhalif isimler, Perinçek'i Onlara bulaştırmak istemiş.
1970'li yılların başında Türkiye ve Kürdistan Devrimci hareketinin en güçlü Önderi İbrahim
Kaypakkaya'yı ve O'nunla birlikte onlarca önder kadroyu, ajan-provakatör faaliyetleriyle devletin
hedefi durumuna getiren Doğu Perinçek ve Mahir Kaynak'tır. A. Öcalan o dönem D. Perinçek'in yanında
çıraktır. Bunlar belirtilmiyor. Mahir Kaynak'a ise hiç değinilmiyor. Apocu basına göre O 'Prof. Üniverside
Öğretim üyesi Sayın Mahir Kaynak' Türk Medyasında ise 'MİT Musteşarı'.
1990'lı yıllarda özellikle Avrupa'da bütün PKK etkinliklerine katıldı, para verildi ve en lüks otellerde
ağırlandı. PKK'nin 'sözcülüğünü ve savunuculuğunu' yaptı. Bunlarada değinilmiyor. Eğer O'da bir gün
Ergenekon'dan yargılanırsa; sorun değil muhalifi bol olan PKKde uygun bir isim bulunur ve iliştirilir.
İlginçtir PKK içinde doğrular dışında her türlü yalan etkileyici olabiliyor. Sistemi kuranlar ve destek
verenler Kürt halkının istem ve zayıflıklarını muthiş tespit etmişler. Yoksa 40 yıldır yalan ve dolanla
nasıl bu kadar etkileyici oldular ve daha ne kadar devam edecek?
A. Öcalan daha 1984-85'de Şam'da yakın çevresine; 'Halk Savaşı'mız gelişirse, Doğu (Perinçek) bizi
destekleyecek' der. Toplum olarak 'hayır' ve 'neden' demesini bilmediğimiz için (azda olsa bunu bilenler
vardı ama etkisiz kılındılar, yani geneli izah ederken istisnaların hakkınıda vermek gerekiyor) pek tepki
olmuyor. Peki A. Öcalan Doğu'nun bir ajan-provakatör değilde, dönüşüme uğramış ve 'devrimcileşmiş'
biri olduğunu rüyasında mı görmüş? 1979'da dolaylıda olsa yaptıklarıyla devlet yanlısı olduğunu kabul
ediyorsunuz. Ne olduda birden bire Doğu Perinçek 'dost' oldu. Yakın çevrene kabul ettiriyorsun. Yıllar
geçiyor 1989'da Bekaa'da aşk gülleriyle karşılıyorsun, kucaklayıp öpüyorsun. Yıllarca al gülüm ver gülüm
devam ediyor. Kemalizmde birleştiğinizi çarşaf çarşaf yayınlıyorsunuz. Kemalizmin anti-emperyalist ve
demokratik olduğunu belirtip, Şex Said hareketini emperyalizmin oyunu olduğu düşüncesinde eyleminde
birleşiyorsunuz. Derin devlete ve O'nun ordusuna birlikte saygıda kusur etmiyorsunuz. Bilinen çelişkilerden
dolayı Devletin son biçimi Ergenekon çıktı. Başta ikinizde inkar ettiniz. Sonra D. Perinçek yakalandı. A.
Öcalan sessiz kaldı. Ordunun her şeye 'kadir ve nadir olduğu' umuduyla bekledin. Ama bu sefer Ordu
'kadir ve nadir' olamadı. Perinçek henüz kurtulamadı!. Sıra bana mı geliyor? korku ve telaşıyla, Ankara
grubunla ve 'muhalif kardeşinle birlikte savunmaya geçtiniz. Ama boş Siz asıl savunmalarınızı, Bağımsız
Kürt Mahkemelerine göre ayarlayın.
Yani tümü yalanlardan ibaret bir yazı dizisi. Bunların hepsine cevep vermek detayları açıklamak için
zamana ve ekip çalışmasına ihtiyaç var. En önemli bulduğum yalanları açıklamak istiyorum;
1993-97'de Bingöl, Muş ve Diyarbakır arasında yaşanan tüm olumsuzlukların ve suçların Şemdin
Sakık ve Sait Çürükkaya'ayla izah edilmesi. Biraz daha geriye gitmek gerekiyor.1990-92'de Mardin ve
Botan alanında neler yaşandı? Türk Ordu'su üstünlüğü nasıl ele geçirdi? Önce bunun açıklamasını
yapmaları gerekiyor. Halkı ayaklanmaya göre yazırlayan ve son anda, (1992 Nevrozu) (bir talihsizlik
sonucu 1500 Kişilik gerilla gücümüz istenilen bölgelere ulaşamadı' diyen kimdir? Bunu açıklayın.. Neden
halkı Şırnak'ta, Cizre'de sokaklara 'gerilla' gelecek diye döktünüz, çoğunluğu kadın ve çocuklardan
savunmasız kitleyi, ordu güçleriyle karşı karşıya getirdiniz.
Bu durum bir 'talihsizlik' değil, 'talihsizlik' ancak 1500 değilde, bir yada iki yüz gerillanın eksikliği
olarak kabul edilebilinir. Yada halkın sokaklara dökülmesini engelleyecektiniz. İnsiyatifi bilerek
düşmana vereceksin, sonrada sıradan bir olaymış gibi, 'talihsizlik' diye açıklayacaksın. Kaşarlı
yalancı A. Öcalan'ın bu durumunu açıklayın. Çünkü bu olaylardan sonra PKK askeri olarak yenildi
ve gerileme sürecine girdi. Bilinçli olarak UKH askeri anlamda tasfiye edildi. Belirtilen alanlarda
Türk Ordusu sadece gündüzleri motorize hareket edebiliyordu. karanlık çökmeden kışlalarına
dönüyorlardı. Abdullah'ın bahsettiği 'talihsizlik'le birlikte Türk Ordu'su motorize hareket etmekten
kurduldu ve gecede operasyonlara başladı. Bölgede göçler başladı köy koruculuğu ve faili 'meçhul'
lerde de kat be kat artış görüldü. Bunu açıklamadan 1993-97 açıklanamaz.
Önemli görevler verdiğiniz insanları belli bir süre sonra 'ajan' diye suçlarsınız. Sübjektif olarak
devlet güçleriyle bağlantılı olduğunu iddia edersiniz. Bu tutmazsa hemen bu kez, objektif
olarak zaten öyleydi dersiniz. Peki bu nasıl bir Parti, nasıl bir Önderlik? Önemli görevler verdiği
Merkez üyesi ve önder kadrosunun objektif durumunu bilmiyormu? Yoksa kişinin objektif durumu
çok iyi tahlil edilip, yaratacağı tahribatlarda hesaplanarak mı görev veriliyor? Şemdin durumunu
böyle açıklayın. Bir kere Şemdin'e verilmiş olan görev O'nu aşıyor. Önderliğiniz bunu çok iyi
bildiği halde neden bu görevi Şemdin'e veriyor. İşin sırrı burdadır. Yani başarısızlık istendiği için
görev başaramayacak insanlara veriliyor. Daha da ötesi A. Öcalan'ın kendisi ve Ekibi pratikte
hiç savaşın içine girmemiş ve savaşı çok iyi yönetecek ve geliştiecek, örneğin; 15 Ağustos'un
komuta kademesini (Mahsun Korkmaz, Kazim Kulu,Sarı Baran, Ali Ekinci, Ali Ömürcan ve daha
onlarcası pratik içerisinde yetkileşen deneyimli güçlü komutanlar)
çeşitli bahanelerle tasfiye edeceksin, kimisi faali 'meçhul' kimisini intihara
sürükleyeceksin, kalanlarıda etkisiz kılacaksın, kardeşin ve Ankara ekibini savaş kurmayı olarak
yetkilendireceksin, önemli bölgelerede objektif durumunun yeterli olmadığını bildiğin insanları
görevlendireceksin , sonrada işler yürümüyor diye 'ajan' arayacaksın. Aynaya bak ajanı görürsün.
D. Perinçek; Baştan beri A. Öcalan'la ilişkide. 1989' resmi olarak PKK'yi D. Perinçek'e bulaştıranda
kendisidir. A. Öcalan'ın korkusu, Perinçek'in Ergenekon davasında mahküm olmasıdır. Bu korkudan
hareketle 40 yılık ilişkisini Memet Şener'e havele ediyor.
En büyük yalanını burda belirtiyor. Vejin olayında derin devletin en güvenilir adamı, Perinçek
Suriye yönetimi taraftır. Her ikiside A. Öcalanîn arkasındadır. Bir; M. Şener'in Devrimciliği,
cesareti ve Politik öngörüleri tartışma konusu yapılmayacak kadar nettir. Suriye gibi
bir ülkede A. Öcalan'a baş kaldırma her yiğidin kari değil!! Bunu bilenler ne anlama geliyor,
çok iyi bilirler. Bütün ömrü istihbarat örgütlerinin korumasından geçmiş A. Öcalan ise bu
durumu en iyi anlayandır. Ve bir türlü kurtulamıyor. Bunun içinde ekibiyle birlikte sık sık
M. Şener, Annesi (Annemiz) ve kardeşi çok alçakça yöntemlerle suçlanır. M. Şener aldığı
kurşunlarla hayatını kaybetmedi. Hastahanede Süriye istihbaratı tarafından katledildi.(01.11.90)
Mustafa Pursa, aynı dönemde Istanbul'da D. Perinçek'in ihbarı sonucu ( 2000'e Doğru Dergisiyle
görüşme yapıp, dişarı çıktığında) katlediliyor. Kim kiminle ilişkidedir ve kim kime yardım ediyor ve
koruyor?
Bekaa görüşmesi sonrası (1989 sonlarında) Ceyhan cezaevinde tutuklu bulunan Mustafa Karasu
Selim Çürükkaya'ya görüşme günü olmadığı halde, A. Öcalan'ın istemiyle, 'yetkilerini' kullanarak
giden yine D. Perinçek'tir. Acaba 'Ergenekon PKK İlgisi' yazıda sık sık ismi geçen Karasu bundan
neden bahsetmemiş? 1990 Nisan'ında 'tutuklanıp' Diyarbakır'da üç ay yattıktan sonra tahliye
olan Perinçek, cezaevlerinden tahliye olan PKK'lilerin de ilk adresi olur, yani bahsedilen bulaştırma
olayının tek sorumlusu A. Öcalan'ın kendisidir. PKK kadrolarının bu durumu kabul etmeleri, ciddi
bir eleştiri konusudur.
Çürükkaya'ları sürekili ihbar ediyor. Türk devleti gücünü kullanıp neden Onları almıyor? Alman devleti
neden vermiyor, bir türlü ihbarlarından vazgeçmiyor. Abdullah galiba alzheimer olmuş. Türk devletinin
istemi ezerine Sait Çürükkaya tutuklandı, ancak Alman yasalarına göre iadesi uygun görülmedi ve
verilmedi. Kanunları buna engel. A. Öcalan Suriye ve Türkiye kanunlarını istiyor. Aynı şekilde
zamanında Türk Ordusu'na Şemdin Sakık'ıda ihbar etmişti. Ustasıda bir ihbarcıydı. Çırak ustayı
çoktan solladı.
23.06.09
[email protected] Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir