Türkiye'de AK Parti karşıtlığı üzerine konumunu belirleyen Kürt siyaseti ile sol siyasetin nasıl bir tıkanma yaşadığını görmek isteyen herkesin izlemesi gereken bir 'çatı partisi' süreci yaşanıyor.
Birtakım yayın organlarında geçen tartışmalara göre, çatı partisi netleşmiş, hatta genel başkanının kim olacağı bile belli. DTP'nin başını çektiği, içerisinde ÖDP, EMEP, SDP gibi partilerin olacağı çatı partisi sıradan bir vatandaş için ve özellikle de DTP'nin potansiyel taban olarak zikrettiği Kürtler için ne ifade ediyor? Bundan kısa bir süre önce (19 Nisan 2008) Zaman Yorum'da yine bu konuyu irdelemiş ve çatı partisi oluşumunun başarıya ulaşamayacağını belirtmiştim. Birçok olumlu-olumsuz tepki aldım. İlk tepki Aysel Tuğluk'tan geldi, genel olarak eleştirilere katıldığını ama ana çerçevenin AK Parti karşıtlığı üzerine kurulmadığını söylüyordu. Bunun dışında genel olarak Kürt siyasi hayatının çeşitlenmesi gerektiğini ifade eden, DTP'yi savunan ya da eleştiren tepkiler geldi.
Lafı dolandırmadan söylemek gerek; toplumsal alandan soyutlanmış bir şekilde DTP ile "sol cemaatlerin yıllanmış kadroları" arasında geçen bir pazarlık alanı olarak "Çatı Partisi"nin herhangi bir mesafe aldığı söylenemez, siyasi alışverişte bazı hususlar netleşmişse bile sıradan vatandaş için bir anlamı yok. Bu oluşumla ilgili basına yansıyan görüşler arttıkça, önündeki seçenekler de belirginleşiyor. Özetlemek gerekirse; bugün için çatı partisi çalışmalarının önünde üç temel tercih bulunmaktadır. Bunlar;
1. DTP'nin marjinal sol partilerle ittifakı: Bu seçeneğin toplumdaki imajı "tarih yine tekerrür edecek" olarak özetlenebilir. Hem sosyolojik hem de gelecek vizyonu açısından en karamsar tabloyu bu seçenekte görüyoruz. Burada daha önceki deneyimlerde olduğu gibi pek çok kesimden gelen "DTP Türkiye partisi olsun" seslerine yanlış cevap olarak EMEP, ÖDP ve SDP gibi marjinal sol partilerle ittifaka girilecek ve her halükarda seçmen yine kemik Kürt tabanı ile sınırlı kalacak. Romantik solcuların tutumu bu sürece katalizör etkisi yapmayacak kadar düşük yoğunlukta. Belki belirgin hamle olarak "makyaj amaçlı" birkaç sol entelektüelin transferi yaşanabilir.
Bu noktada büyük laflar eden, her defasında "Amerika'yı yeniden keşfeden" Türkiye soluna hatırlatmamız gereken en temel veriler, son yıllardaki seçim sonuçlarıdır. Mevcut sol referanslı siyasi partilerin, birkaç entelektüelin katılımı ile ulaşacağı oy oranı hepsinin ayrı ayrı alabilecekleri toplamı bile bulmayabilir. Zira sol partilerin kemik seçmen dışında kalan uçlarının herhangi bir birleşmeye karşı olduğunu bilmeyen yok.
2. Laikçi-Kemalist cephe ile işbirliği: Marjinal sol partilerle ittifakın hâlihazırda belli başlı seçenek olmasına rağmen, özellikle AK Parti karşıtlığı üzerine temellenecek elitist, laikçi ve Kemalist cephe ile işbirliği de gündemdedir. DTP Milletvekili Aysel Tuğluk'un başını çektiği bu cenah, farkında olarak ya da olmayarak DTP ile CHP arasındaki zihinsel benzerliği esas alıyor. Laikçi bir ortak paydada buluşan bu seçeneğin politik yapılanması jakoben bir nitelik kazanır ki, her iki partinin yapılanma modeli ve düşman kavramı olarak AK Parti karşıtlığı ile de uyumludur. Ancak her durumda bir siyasi proje olarak kalacağı ve DTP'nin şimdiki Kürt seçmeninden de onay almayacağı söylenebilir.
3. Yeni bir siyasi merkez tanımlaması: DTP'nin hem ideolojik yapısının hem de kullandığı sol terminolojinin müsaade etmediği ama tabanın talep ettiği yepyeni bir siyasi merkez yapılanması çalışmalarını hâlâ göremiyoruz. Çatı partisi tartışmalarında ve bilhassa siyasi pazarlık aşamasında pek dikkate alınmayan, ama en kötü ihtimalle yerel seçimlerde alınacak muhtemel bir fiyaskodan sonra gündeme gelecek bu beklenti; siyasi pozisyonları nitelik ve kalite kavramları ile değerlendirmek isteyen, geleneksel değerlerle barışık ve seçmeni özne kabul eden bir yapılanmayı talep ediyor.
Kişilerden önce siyasi öneriler tartışılmalı
"Çatı Partisi" tartışmalarında geniş bir katılımı hedeflediklerini ısrarla belirten DTP öncülüğündeki sol partiler, Türkiye solunun yıllar önce düştüğü elitist çıkmazı aşamıyorlar. "Halk için ama halka rağmen" olarak özetlenebilecek bu yaklaşım çerçevesinde Avrupa'dan bazı sol veya sosyalist akademisyenlere kadar bir dizi görüşmeler yapılıyor olmasına rağmen, toplumsal beklentilerin dikkate alındığı söylenemez. İlke ve program gibi unsurlarda kopartılan fırtına, toplumun bu ilke ve değerleri benimseyip benimsemeyeceği konusunda sükunete dönüşüyor.
Asgari müşterekler üzerine konuştuklarını beyan eden ittifak çalışmalarını yürüten ekibin bazı ön kabulleri var. Mesela Ahmet Türk, konuyla ilgili bir konuşmada, etnisiteye dayalı siyasetin gerginlikler yarattığını gördüklerini ve bu nedenle DTP'nin Kürt kimliğinden sıyrılması gerektiğini söylüyor ve "Artık Türkiye'nin herkesi kucaklayacak bir partiye ihtiyacı var" diyor. Toplumun genel beklentisi de bu yönde. Bu noktada cümledeki DTP'nin Kürtlerin doğal temsilcisi olduğu yönündeki ön kabulün son seçim sonuçlarını dikkate almadığı söylenebilir. "Çatı Partisi" tartışmalarının bir diğer önemli handikabı referans noktalarında ortaya çıkıyor. Türkiyelileşme iddiası ile yola çıkan grupların örgütlenme mekanizmalarını Almanya'da Sosyal Demokrat Parti'ye, İtalya'da Zeytin Dalı Modeli'ne ya da Güney Afrika'da Afrika Ulusal Örgütü'ne dayandırma çabası, toplumsal beklentilerin ihmal edildiğinin bariz kanıtı.
Terminolojisinin Türkiyelileşmediği bir çatı partisi, DTP'nin daha önceki retorik olarak hoş ama içerik olarak çok da dolu olmayan "daha demokratik, çağdaş ve halktan yana katılımcı yönetim" tezlerini aşamayacak.
Toplumda bu yönde bir beklenti olduğu tartışılmaz. Hatta Başbakan'ın kendi ağzından bu yöndeki demeçlerin sayısı bile beklentinin boyutunu gözler önüne seriyor. Bu noktada "Çatı Partisi"ni makul ve güvenilir kılacak ön analizlere başvurmak gerek. Türkiye toplumunun geleneksel değerlerine yabancı bir politik yapılanmaya güven duymadığını, Türkiye solunun tarihi hepimize göstermektedir. Uç bir örnek olarak; bu toplum "ben anti-militaristim" gibi bir ilkenin arkasına saklanarak "ordu ve siyaset" ilişkisini görmemezlikten gelen bir politik yapılanmayı güvenilir bulmaz. Bu anlamda AK Parti örneği toplumsal nabzın atışını iyi gözlemlemiştir. Tamamen karşısında olmak ya da tamamen teslim olmak yerine; ordunun müdahale alanını azaltmak, lokal tedavilerle ordu-siyaset ilişkisini sürdürülebilir kılmak, askerî harcamaları sivil denetime açmaya çalışmak gibi bir yaklaşım makul ve güvenilir bir imaj yarattı. Örnekler artırılabilir. Bilinen şu; Türkiye'de makul siyasi pozisyonlar AK Parti tarafından dolduruldu, derin muhalefet boşluğu ise iyi niyetli olmayan girişimleri bir tarafa bırakacak olursak Avrupa Birliği, Kopenhag Kriterleri, insan hakları vb. unsurlar ile ikame edilmeye çalışılıyor.
"Çatı Partisi" çalışmalarında, kurulacak partide hangi mevkilerin hangi siyasi cereyandaki kişiler tarafından işgal edileceği üzerine pazarlıklar yapmadan önce, bu partinin eşitlik, özgürlük, adalet ve en önemlisi de kalkınma konusunda hangi alternatif modelleri kabul ettiği, ne tür açılımlar yapacağı belirlenmeli ve topluma anlatılmalıdır. "Çatı Partisi"nin, kendisi için değil, Türkiye'de yaşayan insanların yaşadığı sorunlar için gerçekten sahici bir şeyler söylemesi gerekiyor ama Türkiye'nin sol anlayışı bu sorulara var oluşu gereği cevap veremiyor.
FİDEL BALTA - SOSYAL GİRİŞİM DERNEĞİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI