Ana içeriğe atla

GERÇEKLİĞİMİZ / OSMAN (ŞOREŞ) BALİÇ

Sözde ya da özde bir süredir Ortadoğu, özelde de Irak çalkalanıyor. İşin özüne bakıldığı zaman çok farklı bir durum bulunmamaktadır. Ortadoğu coğrafyası sürekli bu tür çalkantıların içinde olmuştur. Önemli olan bu sürecin biz Kürtler açısından ne ifade ettiğidir.
Kürt Halkı bu durumu doğru değerlendirmeli ve olumsuzlukları olabildiğince kendi lehlerine dönüştürmelidirler. Daha önce de bu tür fırsatlar defalarca Kürt Halkının eline geçti. En yakın örneği kısa bir süre önce Güneybatı Kürdistan’da (Suriye’de) ortaya çıktı fakat bu fırsat çok farklı bir şekilde Kürt Halkının aleyhine kullanıldı.
Bu fırsatlar olumsuz olarak kullanılırken, Kürt Halkına bazı şeyler egemenlik adı altında anlatılıp çarpık izahatlar yapılırken, Kürt Halkı için çok önemli olan Bağımsızlık kavramı bilinçli bir şekilde el birliğiyle arka plana itilip unutturulmak istendi. Kürt Halkının gözünden kaçan ya da Kürt Halkına unutturulmak istenen şey Bağımsızlık ile egemenlik arasındaki farktır. Halklar özgürlük mücadelesi verirken canlarından, mallarından her şeylerinden daha önemli olarak bağımsızlığı ilk sıraya koymuşlardır. Bağımsızlık olmadan da egemenlik diye bir kavramdan bahsetmenin sadece içerde yaşanan bir güç savaşından ibaret olduğunun farkında olmuşlardır.
Bu temel dışında gerçekleştirilen çabaların hiç biri başarıya ulaşmamıştır, ulaşması da beklenilemez. Kaza eseri başarı elde eden yapılar da daha sonra kısa süre içinde eski hallerine dönmüşlerdir.
Biz Kürtler ise Bağımsızlıktan çok egemenlik kaygısıyla olaya yaklaşıyoruz bu yıllardan beridir bu şekilde devam etmektedir. Grup ve Parti çıkarlarımızı ön planda tutup işin özünü unutuyoruz. Bu kaygılardan ve hesaplardan dolayı en basitinden bir ulusal kongre bile yapılamadı.
Unutmamalıdır ki hiç bir doğru hedefe yanlış yoldan gidilmemiştir, bizde bu şekilde hiçbir hedefe ulaşamayacağız. Kürt Halkı adına yüzyıllardır hep başkaları karar almakta zamanında bu kararlara karşı çıkan bütün Kürt Önderleri sistem tarafından cezalandırılmıştır. Kürt Halkının kendi kararlarını alma vakti gelmiştir. Ne Türk, ne Arap, ne Fars, nede uyduruk hiçbir liderin iradesi Kürt Halkının iradesinin üstünde tutulmamalıdır.
Etraftaki leş kargaları dört gözle bizim ne yapacağımızı ve bize neyi dayatabileceklerinin hesabını yapıp pusuda bekliyorlar. Suriye ve Irak kendi iç çatışmalarıyla meşgul oldukları için Kürtlere karşı savaşacak durumları yok, Türkiye ve İran da içten içe hesapları olduğu halde bu süreçte açıktan açığa Kürtlere saldırma şansı bulunmamaktadır, fakat bu saldırılarını PKK ve ihanetçi Kürt siyasetçileri eliyle olabildiğince aktif bir şekilde yapacaktır. Bu süreçte özellikle İran ve Türkiye’nin sessiz kalmasının sebebi ellerinde bulundurdukları PKK kozudur. PKK kuzey Kürdistan’ı PKK, güneybatı Kürdistanı PYD, doğu Kürdistan’ı PJAK eliyle ve güney Kürdistan’ı da belli ölçüde Kandil aracılığıyla kontrol altında tutmaktadır. Anlaşılacağı üzere PKK Kürdistan Coğrafyasının büyük bir bölümünü içerisinde bulunduğu devletlerinde desteğiyle silahlı güç aracılığıyla hakimiyeti altına almış bulunmaktadır. Türkiye ve İran istedikleri zaman bu gücü Kürtlere karşı devreye sokabileceğini biliyor. Ulusalcı Kürt kesimine düşen görev de bu can alıcı dönemde doğru bir siyasetle yurtsever olan PKK tabanını ulusal bağımsızlık hedefine aktarabilmektir.
Bugünlerde yaşanan bu son durumları, gerçekliğimizi ve yarın öbür gün başımıza neler geleceğini görebilmek için yakın tarihimize dönüp bakmamız yeterli olacaktır.
Her seferinde yorulmadan dile getirdiğim gibi PKK kuruluşundan bu yana Kürt Halkına düşmanlık etmekte ve Kürt Halkını yok etme ekseninde Kürt Halkının öz değerleriyle mücadele etmektedir. Sebepsiz ve mantıksız bir şekilde PKK’nin değiştiğini düşünmek yada bazı sözde aydın kesimin kardeş kavgasına gerek yok mantığıyla yaklaşmak, bizler açısından çok tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Kimsenin PKK’ye karşı bir savaş istediğimiz yönünde bir düşüncesi olmasın. PKK’nin zaten istediği Kürtler arası savaştır. Kürtlerin PKK ile silahlı çatışmalara girmeden siyasi olarak ve PKK gerçekliğini ortaya koyarak mücadele etmesi çok daha yararlı sonuçlar doğuracaktır. Son dönemde Kürdistan Yönetiminin bu yönlü tutumunu takdir etmek gerekiyor.
Halkımızın büyük bir kesimi olaya dürüstçe ve duygusalca yaklaşıp PKK’yi Kürdistan coğrafyasında ortaya çıkan bir devrim olarak görmekte ve PKK’ye yaptıklarının tam aksine anlamlar yüklemektedirler. PKK hiç bir yönüyle devrim ölçütlerinin içerisine girmemektedir. Tam tersine Kürdistan için devrim yapabilecek Ferit Uzun gibi devrimci liderlerin ve yurtseverlerin kanı üzerinden yükselmiştir. Devrim ya da atılım olarak dillendirilen PKK’nin ilk kurşunu 15 ağustos değildir İlk kurşun devlet tarafından belirlenen Kürt Devrimcilerine sıkılmıştır. Bahsedilen yapay 15 ağustos atılımı da Kürdistan coğrafyasının alan hâkimiyetinin Türk Devletinin eline geçmesi için zemin hazırlamasının başlangıç adımıydı.
Doğrudur her devrim kendi evlatlarını yer. Çünkü inanan ve devrim yolunda mücadele eden insanlar o yolda giderler bu da anlaşıla bilinir bir olaydır. Fakat bunu PKK açısından nereye koyabiliriz ki. Bizim 35 sene boyunca yaptığımız ve bize yaptırılanın devrimle yakından uzaktan alakası bulunmamaktadır. Peki, biz ne yaptık? PKK’nin bir devrim olduğuna inanan ve devrim için yola çıkan bütün yurtseverleri teker teker, Öcalan’ın içinde bulunduğu sistemin emriyle katlettik. Biz evlatlarımız devrim olsun diye değil maalesef devrim olmasın diye kendi ellerimizle katlettik. PKK sözde bağımsızlık mücadelesi verirken bu çirkin egemenlik hesapları yüzünden bir devleti bağımsızlığına ulaştırabilecek kadar insanını kendi içinde katletti.
PKK’nin bu gerçekliği ortada iken şimdi Kürdistan Hükümeti PYD ya da PKK ile görünürde de olsa anlaşmalar yapıyor. Bunlar yapılmadan önce sorgulanması gereken çok önemli konular var.
PKK içerisinde KDP’nin ulusalcı çizgisinden dolayı KDP ye sempati duyup ta PKK tarafından infaz edilen sayısızca Kürt şehidi sorgulanmadan, PKK ya da PYD ile hangi temelde neyin anlaşması yapılıyor anlamakta güçlük çekiyorum.
Denize düşen yılana sarılır diyeceğimde Kürt Halkının bu dönemde ne gibi bir ihtiyaçları olabilir. Kürdistan’ın sahibi ve önderi olduğunu düşünen her şahıs, her parti öncelikli Kürdistan uğruna şehit olan her bireyi sahiplenmeli ve bunların yaşadıklarını sorgulamalıdır.
İşin yaşanan boyutunu daha doğru anlamak için bir kaç örnek vermek istiyorum. Bir anlık yaşananları düşünüp PKK’nin kendi içinde katlettiği insanları kategorize etmek istedim fakat bunu yapabilmek mümkün değil. Maalesef bildiğim kategoriler yetersiz kalıyor.
PKK’yi eleştireni, ajan ilan edileni, ulusalcı olanı, çarpık sosyal ilişkisi olanı, fiziksel rahatsızlığı olanı, normal ölçütlerden daha güzel olanı buna benzer sayısızca kabul edilemez nedenden dolayı binlerce Kürt evladı şehit edildi.

KÖR CEMAL

Kör Cemal (Halil Kaya) Mardin’in Midyat’ın ilçesinden PKK’ye katıldı. Kürdistan dağlarına çıkan her gerilla gibi cesur ve atılgan birisiydi, halk arasında da çok seviliyordu. Midyatlı olmasının da avantajıyla Botan Bölgesinde kısa sürede ön plana çıktı.
Kuruluşu itibarıyla PKK Kürdistan İşçi Partisiydi ya çekiç orakla köylüye umut vaat ediyordu. Bu doğrultuda Öcalan Kör Cemal’den kırsal kesime ağırlık vermesini istedi bu temelde çalışmalarını yürüten Kör Cemal kısa sürede çok sayıda insanın PKK’ye katılımını ve PKK’nin Botan Bölgesinde tutunmasını sağladı.
Öcalan üçüncü kongrede ilerde kendisi için sorun olabilecek bütün kadroları devre dışı bıraktı ve ortaya çıkan boşluğu Kör Cemal ile doldurmak istedi. Fakat işler Öcalan’ın beklediği gibi gitmedi ve Kör Cemal Öcalan’ın beklentileri doğrultusunda hareket etmedi. Savaşın Güney Kürdistan’dan Kuzey Kürdistan’a taşınmasının zorunluluğunu dile getirmesi Öcalan ile ters düşmesine sebep oldu. Sloganlarla değil pratikle önder olunabileceğini ve Öcalan’ın Şam’da oturduğu yerden onlara mücadeleyi nasıl yapacaklarını anlatamayacağını ve her şeye müdahale edemeyeceğini savaş gerçeklerinin ve mücadele şartlarının belirleyici olduğunu söylemesi bardağı taşıran son damla oldu. Bu söylemlerden sonra Öcalan, Kör Cemal’in kendisini nezaketle öldürmek, bitirmek istediğini dile getirmeye başladı. Keşke seni nezaketle değil de farklı bir şekilde öldürmüş olsaydı da da bu halkın kaderiyle oynama fırsatı bulmasaydın.
Öcalan, Kör Cemalin kendisinin koltuğuna göz diktiğini ve Köylü kesimin önderliğini ele alıp Beyler Beyi olmakla suçluyordu. Öcalan göre büyük suç kapsamına giren bu yaklaşımlardan dolayı tutuklanıp yargılanması istendi ve bu doğrultu da tutuklandı. Tutuklu olduğu dönemde kaçarak KDP’ye sığınmak istedi bu sırada tekrar tutuklandı ve özellikle PKK’nin düşmandan bile daha fazla düşman olarak gördüğü KDP’ye kaçmak istemesi Kör Cemal’e yapılan işkenceleri biraz daha ağırlaştırdı. Bir nebze bile olsa olan yaşama şansını KDP’ye sığınmak istemesiyle kaybetmişti.
Kör Cemal, Öcalan’ın emriyle kurşuna dizildi. Onu infaz edenler Ona işkence yapanlar şimdi nerde? Yanlarında bulundukları güçler bir kez olsun sordu mu Kör Cemal neden şehit edildi?
Öcalan belki çok zeki birisi değildi, fakat onu kullanan sistem çok öncesinden hazırlıklı davranıp bütün taşları yerli yerine koymuştu. Nerde, ne zaman, ne olacağını peşinen biliyordu sadece zamanı geldiğinde uygulama emri veriliyordu. Kör Cemal’in şehit edilmesiyle kendince 4’lü çetenin temellerini atmış ve böylelikle sonraki infazlara önceden zemin hazırlamış oluyordu. Bizler ve devlet el birliğiyle Öcalan’ı bu noktaya taşıdık.

HARUN (Mele Abdurrahman’ın oğlu)

PKK içerisinde bilinçli olarak ön plana çıkmış birisiydi. Öcalan’ın Türkiye’ye gitmesi sonrasında annesinin Türk olduğunu söylemesi ve Kemalizm’in en büyük savunucusu olarak gerçek yüzünü göstermeye başlamasından sonra Harun bu durumu sorgulamaya başladı. Biz binlerce kişiyi Kemalist diye infaz ettik. Şimdi Kemalist bir önderin arkasından mı gideceğiz ve 30 sene boyunca Atatürkçü olmak için mi savaştık diye Öcalan’a ve fikirlerine karşı olduğunu açık açık söyledi. Diğer bütün yurtsever gerillalar gibi O da Güney Kürdistan’daki kardeşlerimizle savaşmanın mantıksızlığını anlatmaya çalıştı. Aynı dönemde PKK’nin insanları nasıl insanlıktan çıkardığını ve sevgisizleştirdiğini anlatan bir roman yazıyordu. Bu söylemleri ve tutumu tutuklanmasına sebep oldu. Öcalan Türkiye’ye gittikten sonra PKK içerisinde çeteler vardı diyen komutanlar tarafından Xinere alanında yapılan F tipi cezaevine konuldu, tutuklu olduğu dönemde arkadaşlarını örgütleyip isyan başlattı. İsyanın bastırılması sırasında bir kişi öldürüldü. Parti Merkez Okulunda yargılanıp partiden atıldı. Ceza olarak aktif görevden alınıp görevsiz olarak cephane biriminin yanında kalmasına izin verildi. Gerilla ile iletişimi engellenmek istendi, fakat düşüncelerini dile getirmekten vazgeçmedi. Bunun üzerine Duran Kalkan bütün çetelerini topla ve BİZİM örgütten git dedi. Ahmet Konyalı adındaki arkadaşını yanına alıp İran sınırına doğru yola koyuldukları sırada PKK’nin özel gurubundan bir ekibin saldırısına uğrayıp şehit oldular. PKK önce sahiplenmek istemedi fakat olay ortaya çıkınca PARA ALIP KAÇTILAR diyerek pisliklerine kılıf bulmaya çalıştılar.

ALİ MEYDİNİ (SESLİCE)

Kuruluşundan bu yana PKK ye destek veren bir ailenin ferdiydi. Kürdistan dağlarında şehit olan kardeşinin silahını yerde bırakmamak için PKK’ye katıldı. Fiziksel rahatsızlığından dolayı (kambur) mücadele alanında kalması çok kolay değildi. Çarpık ilişkileri var adı altında devlet eliyle buraya gönderilmiş yoksa kambur olarak dağda ne işi var denilip suçlu ilan edildi. Daha sonra Suriye’ye gönderildi ve burada parti yaşamına uyum sağlamıyor denilerek şehit edildi.
RONİ
Doksanlı yıllarda eğitimli bir genç olarak Siirt’in Cıwanıka (Gökçebağ Köyünden) PKK ye katıldı. Her mantıklı gerilla gibi Roni de Öcalanın Türkiye sürecini sorgulamaya başladı ve bu konuyla ilgili düşüncelerini dile getirdi. Susması yönünde defalarca uyarıldı. Bu durumu kabullenemiyordu ve bu onun psikolojisine yansımış durumdaydı. Bir gurup maskeli gerilla Roniyi eve göndereceğiz diye almaya geldi ve Karargâhın kararı dâhilinde kendisi birliğinden alındı. Roni kendi durumunda olan bir kaç kişiyle beraber gece yarısı alındıktan sonra sabah Roninin ve beraberinde alınan arkadaşlarının ölü bedenleri dere yatağında bulundu.

AZAD ZEWKİ

Silopi’den PKK ye katılan Zewki Aşiretine mensup bir gençti. Uzun bir süre Kürdistan Dağlarında mücadele etti. Yıllarca o zorlu dağ şartlarına dayanabilmenin kolay olmadığını o dağlarda kalan herkes bilir. Dağlarda kaldığı süre zarfında bağırsak sorunları ortaya çıktı, cephe gerisine alınması gerekiyordu ve tedaviye ihtiyacı vardı. Karargâh yine Azad kendini dayatıyor eve gitmek istiyor tarzı vicdansızca ve kabul edilemez bir izahat getiriyordu, oysaki sadece tedaviye ihtiyacı vardı. Karargâhtan Azad için GEREĞİNİ YAPIN talimatı geldi ve ertesinde Azad şehit edildi. Birilerinin olayı araştırması ve olayın üzerine gitmesi sonucunda, Azad sonradan kongrede şehit ilan edildi.

NASIR (FARUK BOZKURT)

Avrupa’dan gelip PKK ye katıldı, manga komutanlığından merkez komiteye kadar yükseldi. Hepimizin PKK içerisinde olduğu kadar Nasırında hataları oldu. Öcalan Türkiye ye gittikten sonra Nasırda büyük bir değişiklik oldu. Bu süreçten sonra Nasır özel birimin başına getirildi. Fedai eylemlerini organize etmesi için kendisine yüklü miktarda para verildi. Fakat Öcalan’ın avukatları aracılığıyla bu tür eylemlerden vazgeçin demesi sonrasında, Nasır bu görevi reddetti. Çünkü halkın ayağa kalktığı bir dönemde bunun engellenmesine bir anlam veremiyordu. Öcalan’ın Kürt Halkına karşı olan kirli bir oyunun parçası olduğunu kavramış birisiydi. Öcalanın durumunu kendi birliklerine dolaylı olarak anlatmaya başladı.
Nasırın bu tutumundan sonra başkanlık konseyi Nasırı adım adım teşhir edip emrindeki kadroları görevsizleştirmeye başladılar. Nasırın işin özünde başkanlık konseyinde olmamasından rahatsızlık duyduğu ve tepkisel olarak bundan dolayı örgüt içinde örgüt kurmaya çalıştığı söylemi yayılmaya başlandı.
Nasır Silahlı Mücadele Tarihi Komisyonunda yer alıyordu ve bu komisyonundaki arkadaşları da kendi düşünceleri yönünde ikna etmişti.
PKK’nin silahlı mücadelesinin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini defalarca dile getirdi. PKK’nin silahlı mücadelesinin 15 Ağustos ile değil, Hilvan Siverek ile başladığını Kürt katli üzerine kurulduğunu dile getirmeye başladı.
Yaşanan bu durumlardan sonra Nasırın özeleştiri vermesi istendi ama bunu reddetti. Bu süreçte sadece Erdal Nasırın düşüncelerini belirtmeye hakkı olduğunu ve bunun engellenemeyeceğini söyledi bu yaklaşımından dolayı Erdal’dan da özeleştiri vermesi istendi. Nasır uzun bir tutukluluk sürecinden sonra partiden atıldı. Mahmur kampına göndermek istediler fakat bunu kabul etmedi Kandilde kalıp mücadelesini sürdüreceğini söyledi. Daha sonra YNK gelip Nasırı kaçırmak istedi ve Nasır çıkan çatışmada şehit oldu şeklinde bir açıklama yaptılar fakat bu kimseye inandırıcı gelmedi bunu üzerine Nasır NATO ajanı ilan edildi. Oysaki Öcalan’ın avukatları aracılığıyla gelen talimatta Nasır için gereğinin bir an önce yapılması söylenmişti. Erdal da bu süreçte Nasıra destek verdiği için daha sonra farklı bir oyunla Erdal da başkanlık konseyi tarafından cezalandırılıp şehit edildi.

HARUN

Harun Beytüşşebap’tan Mersine göç eden Mamxuran Aşiretine mensup bir ailenin ferdiydi. Mersinden Amanoslara, oradan Şama, Şamdan da Botan Bölgesine gelmişti. Büyük şehir koşullarında büyüdüğü için dağ şartlarına kolay bir şekilde adapte olamadı zorlanıyordu ve bu zorlanmasını dışa vurmaya başladı. Yine her zamanki gibi örgüt yaşamına gelmiyor ve çarpık ilişkiler içerisinde denilerek şehit edildi. Onun yaptığı ise dürüstçe zorlandığını dile getirmekti. Öldürülme nedeni olarak dile getirdikleri şeyleri şimdi partilerinin ve önderlerinin papağanı Sırrı Süreyya Önder insanlık adı altında şov malzemesi olarak kullanıyor.

BERIVAN (Cizreli keça Remezane Amne)

İnsanoğlu güzellik yaratıcının bir lütfudur der ve güzellikten ancak çirkin insanlar rahatsız olabilir. Berivan daha hayatının baharında gencecik gözleriyle hayata gülen Cizreli bir gerillaydı. Yaşanan toplumsal çelişkilerden dolayı PKK ye katılmak durumunda kaldı. Maalesef güzelliği PKK içerisinde başına bela olmuştu. Sakat PKK zihniyeti bu bayan arkadaş komutanı yoldan çıkartacak ve böyle giderse çok zaiyat vereceğiz diyerek insanı hayretler içine düşüren kirli bir oyun ile Berivan’ı şehit ettiler. Berivan’ın not defteri çantasından çıkartılarak el yazısı taklit edilip Berivan’ın ağzından bir intihar mektubu yazılmıştı. Mektupta kendisinin devlet ajanı olduğunu ve hatta babasının bilgisi dâhilinde devlet eliyle gönderildiğini dikiş nakış kursundaki bir öğretmenin bu işi organize ettiğini fakat PKK gerçeğini gördükten sonra kendisinden utandığını ve ancak bu şekilde kendilerine layık olabileceğini bundan dolayı da intiharı seçtiği yazılıyordu. Söylenenler tamamen uydurmaydı babası ailesi yurtseverdi ve yıllarını Kürdistan mücadelesine adamışlardı. Babası eski KDP li olduğu için oynanan oyun herkese inandırıcı gelmişti. Berivan’ın öldürülmesi yetmediği gibi olayda adı geçen öğretmen Cizre’de vuruldu. Berivan’ın babası daha sonra Cudi’ye getirilerek bütün kemikleri kırılıncaya kadar işkence edildi bütün bu iftiraları reddetti. Uzun bir süre Diyarbakır’da tedavi gördükten sonra Cizre’ye döndü daha sonra Cizre’de kontrgerillalar tarafından şehit edildi. Eminim ki bu olayda da PKK’nin parmağı vardır.

RAMAZAN TEYI

Ramazan Teyan Aşiretine mensup çok aktif olarak çalışan bir milisti. Cephe çalışmalarında ve cephe gerisinde çalışıyordu. Bölgedeki aşiret liderleriyle ağalarla görüşmelerde görev alan birisiydi PKK adına aracılık yapıyordu. Teyan Aşiretine mensup olmasının avantajıyla PKK ile Korucu başı Kamil Atak arasında aracı olarak kullanıldı. Bu kirli ilişki hakkında çok fazla bilgi sahibiydi. Bu ilişki belli ölçüde su yüzüne çıkınca Ramazan bilgilerimizi sızdırıp devlete veriyor denilerek suçlu ilan edildi. Geçmişte Kawacı olmasının da dezavantajıyla olay şehit edilmesine kadar geldi. İşin özü Ramazan’ın bilgi sızdırması falan değil PKK’nin bu kirliliklerinin halk tarafından duyulabileceği korkusuydu. Yurtsever hiç kimse PKK’nin Kamil Atak gibi bir şahısla ilişkide olmasını benimsemeyecekti.

Kürdistan bağımsızlığının konuşulduğu bugünlerde
Bağımsızlık yanlılarına ders vermeye çalışan İmralı gözdesi Pervin Buldan, Ortadoğu’daki Kürdistan tiyatrosunda başrol almaya çalışan ve Kürdistan herkesin toprağıdır diye Sırrı Süreyya Önder,
MİT’in her fırsatta Kürtler için ne kadar önemli olduğunu dile getiren Sırrı Sakık,
Kürdistan’ı çöp tenekesine attık diyerek çöp tenekesine atılmayı hak eden Hatip Dicle, bu halkın kutsal değerleriyle dalga geçen sizler şimdi gidin bu şehitlerin annelerine, babalarına, bacılarına, kardeşlerine bütün Kürdistan’a, bu toprakların evlatlarını neden bir hiç uğruna şehit ettiğinizi anlatın bakalım. Tabiki biraz yüzünüz varsa.

Neden mi bunları anlattım ?

Bugün Kürdistan’ın bağımsızlığını dile getiren ve böyle bir hedefleri olduğunu söyleyen siyasi yapılar öncelikli olarak Kürt Halkına karşı yapılan bu kirli tarihi sorgulamalıdır. Bunların hesabı sorulmadan kimse başarılı bir şekilde Kürdistan’ın bağımsızlığını elde edemez.
Bırakın bunları sorgulamayı eleştirmeyi bugün bunlarla farklı ittifaklara girilme noktasına gelinmiştir. Kürt Halkını yok etme üzerine kurulmuş bu tür yapılarla doğru temeller üzerine mücadele etmek Kürdistan bağımsızlığından çok daha önemlidir. Çünkü bu şekilde elde edilecek bir bağımsızlık çok kısa bir süre içinde elden gidecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Şu unutulmamalıdır ki Kürdistan sadece Güney Kürdistan’dan oluşmamaktadır. Eğer partiler, siyasi önderler dürüst ise; Kürdistan’ın diğer üç parçasının da işgal altında olduğunu bilmek ve bunu dile getirmek zorundadır. İşin acı tarafı bu diğer üç parça Türkiye, İran ve Suriye’nin de desteğiyle Kürdistan’ın bir numaralı düşmanı PKK’nin hakimiyetinde olmasıdır.
Duran Kalkan daha düne kadar Irak’ın parçalanmasının emperyalistlerin bir oyunu olduğunu söyleyip, Suriye’deki gibi Kürtlerin eline geçen bu fırsatı kullanmaları önündeki en büyük engel olduklarını ispatlamışlardır. Kürdistan’ın bağımsızlığının önündeki en büyük engel Öcalan ve onun kurduğu sistemdir. Bu sisteme karşı mücadele edilmeli ve ancak bu tehlike halka anlatıldığı zaman bertaraf edile bilinir.
Gel gelelim Kürdistan’ın bağımsızlığına
PKK’yi ve benzeri tüm Kürdistan düşmanlarını yok sayalım. Bulunduğumuz şartlarda bağımsızlık bizim hakkımız mı biz bağımsızlık için ne yapıyoruz sorusunu kendimize sormamız lazım.
Siyaset bilimciler ve toplum bilimciler bir topluluğun halk ve hatta devlet olabilmesinin basit ana koşulları olduğunu dile getiriyorlar.
Bir topluluğun halk ve devlet olabilmesi için :
1-Kendine ait olduğu ve sınırlarını bildikleri bir toprak parçasının olması
2-Ortak bir tarihlerinin olması
3-Ortak dillerinin olması
4-Ortak hikâyelerinin destanlarının olması
5-Kendilerine ait bir bayraklarının olması
6-Kendilerine ait müziklerinin kıyafetlerinin ve kültürlerinin olması
Kendimize bir soralım bakalım bizlerde bunlardan hangisi yok?
Her yerde astığımız ve sınırlarımız en ince ayrıntısına kadar gösteren ve o toprakların bize ait olduğunu gösteren bir haritamız var mı var
Medlerden tutun Mahabat Kürt Cumhuriyetine, Şex Saidlere, Barzanilere 7 den 70 e hepimizin dillendirdiği bir tarihimiz var mı? Var
Kürdistan’ın dört parçasında 4 değişik lehçe ile mevcut bir Kürt Dilimiz var mı? Var
Demirci Kawamız, Mem u Zinimiz, Xece u Siyabendimiz ve sayısızca destanımız var mı? var
Bugün Güney Kürdistan’da dalgalanan bir bayrağımız var mı? Var
Arap, Türk ve Fars kültürlerinden bağımsız müziklerimiz kıyafetlerimiz kültürümüz var mı? Var.
Evet hepsi var.
Bunların yanı sıra, bunların bugünlere kadar muhafaza edilebilmesi için verilmiş yüz binlerce şehidimiz var.
Peki, neden biz hala bir devlet değiliz?
Bu gidişle devlet olabilir miyiz?
Üzülerek söylüyorum maalesef olamayız.
Güney Kürdistan’da direk olmasa da dolaylı olarak her siyasi partinin farklı bir askeri yapısı ve aynı şekilde farklı bir istihbarat birimi bulunuyor.
Kürdistan Yönetiminin birinci görevi acil olarak bir devlet gibi bu güçleri ve yapıları birleştirmektir. ULUSAL ordu, ulusal istihbarat ve ulusal asayiş birimleri oluşturulmalıdır.
Yarın Bağımsızlık ilan edilmesi ve buna bağlı olarak olumsuz bir durum ortaya çıkması durumunda, Türkiye’nin ve İran’ın PKK’yi birinci güç olarak kullanacağını bilip bu yönlü önlem alınmalıdır. Hiç bir ihtiyaç yokken Öcalan’ın gerilla sayısını 50 bine çıkartın demesi bu tehlikenin boyutunu göz önüne koymaktadır. Bu kararda Türk Devletiyle beraber alınmıştır.
Doğru siyasetin ve Kürdistan’ın bağımsızlığını istemenin tabi ki riskleri vardır ve bu riskler olacaktır da. Riskler var diye bu haktan vazgeçmek ve mevcut durumdan yararlanmamak bu halka ihanet olacaktır.

Bağımsızlığın ilan edilmesi için şartların oluşması ve olgunlaşması tabi ki bir gerekliliktir. Fakat bunun için birilerinden icazet alınmasına gerek yoktur. Kendi geleceğimizi inşa ederken her kesimi de aynı ölçülerde memnun etmek mümkün değildir. Birinci önceliğimiz ulusal ve uluslararası haklarımız olmalıdır.

Kürdistan Hükümeti kademeli olarak değerli ve doğru adımlar atmaktadır ve umut ediyoruz ki bu tutum bağımsızlık yolunda adım adım ileriye gidecektir.

Haklılığımız gücümüzdür ve kimseden çekinmemizi gerektirecek bir durum söz konusu değildir.

Bütün bu gelişmelere rağmen Kürdistan’ın bağımsızlığı yolunda bir ilerleme olmaz ise Kürt Siyasi liderleri ve önderleri neden bağımsızlığa doğru gidilmediğini bu halka açıklamak zorundadırlar.

Saygılarımla...

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.