Sayin Mesud Tek ile Güney Kürdistan ve Irakdaki Son Gelişmeler Üzerine Röportaj
Aso Zagrosi: 10 Haziran 2014 tarihinde IŞİD olarak bildiğimiz „Ad-Davla Al-Islāmiyya fi al-'Irāq wa-sh-Shām” adlı oluşum tarihi Kürdistan şehri Musul’u ele geçirerek tümden dünyanın gündemine oturdu. Ardından örgüt Irak Sünnilerin yerleşik olduğu bir dizi şehri denetim altına aldı. IŞİD’in bu ani çıkışı ile ilgili bir hayli komplo teorileri ortaya atıldı… Sizin bu konuya ilişkin düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz.
Mesud Tek: IŞİD adı bazıları için yeni olabilir ama özellikle biz Kürdler için hiç de yeni değil. ABD'nin işgaline karşı "Sünni Üçgeni"nde yürütülen direniş sürecinde adından çok bahsedilen örgütlerden biri, sonradan Irak Şam İslam Örgütü adını alacak olan Irak İslam Devleti idi. Başlangıçta üniversiteler de dahil geniş halk kesimlerinin içinde yer aldığı bu direnişe, giderek Irak İslam Devleti ve öteki radikal İslamcı guruplar damgasını vurdular. ABD ve Bağdat Irak İslam Devleti ve öteki radikal gurupları ancak Sünni Arap Aşiretleri'nin oluşturduğu Sehva Birliklerinin yardımıyla yenilgiye uğrattılar. Bu gelişme üzerine Irak İslam Devleti eylemlerini Musul ve Kerkük ve 140. Maddenin içerdiği öteki Kürd bölgelerine taşıdı. Özellikle Musul ve çevresinde başta Yezidi ve Şebek Kürdler olmak üzere bölgede bulunan gayrimüslimlere yönelik terör saldırılarında bulundu. IŞİD son 6-7 yıl içinde Musul'da öldürülen yaklaşık 2 bin Şebek Kürd ile yüzlerce Yezidi'nin katilidir.
IŞİD'ın son eylemi ile ilgili olarak spekülasyonlar yapılıyor. Vahşi, insanlık dışı uygulamalara imza atan aşırı dinci bir örgüt olduğuna kuşku yok. Ben bir gazetecinin değimi ile O'nu BAAS dönemindeki iktidarlarını kaybeden "Sünni Arapların intikam koalisyonu" olarak nitelemenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Ayrıca IŞİD'in çıkışı ani değil, aksine göstere-göstere geldi. 2013 yılının ortalarında Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı yerlerde başlayan ve başlangıçta barışçıl olan gösterilere yönelik Bağdat'ın tepkisi çok sert oldu. Bağdat askeri güçleri harekete geçirerek gösterileri önledi, onlarca kişi öldü ve yaralandı, binlerce kişi tutuklandı. Göstericiler, Bağdat'ın şiddetine karşı şiddete başvurdular ve bu yılın başlarında ise bir kısım Sünni Arap aşiretlerinden destek gören IŞİD bazı Sünni Arap yerleşim birimlerini ele geçirdi ve buralarda fiili hakimiyetini oluşturdu. Daha sonraki gelişmeler ise biliniyor.
Aso Zagrosi: Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani ve diğer bazı yetkililer İŞİD’in Musul’a yönelik çalışmaları konusunda Irak Merkezi iktidarını uyardıklarını, fakat kendilerini dinlemediklerini söylüyorlar. Ayrıca ABD yakın dost gördükleri devlet başkanların ve başbakanların (Almanya Başbakanı Merkel gibi) telefonlarını dahi dinliyor. Nasıl oluyor da İŞİD’in girişimlerinden habersiz oluyor?
Mesud Tek: Başta Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani olmak üzere öteki yetkililer yaptıkları açıklamalarda Bağdat'ı IŞİD konusunda uyardıklarını söylediler ve aldıkları cevabı da kamuoyu ile paylaştılar. Sizin de dediğiniz gibi dünyadaki tüm haberleşmelerden haberdar olan ABD'nin IŞİD'in planlarından habersiz olması ve bunu şimdiye kadar desteklediği Maliki ile paylaşmadığı düşünülemez. Kanımca paylaşmıştır. Kaldı ki ABD'nin uyarmasına gerek de yok. Musul yetkilileri de Bağdat'ı defalarca uyardıklarını ve gerekli önlemlerin alınmasını istediklerini açıkladılar. Öyle ise IŞİD niçin bu kadar kısa sürede böylesine büyük zafere imza attı?
Bu sorunun cevabı Musul'un sosyolojisi ve bölgede görev yapan ordunun yapısında. Musul Arap milliyetçiliğin, Sünni Arap siyasetinin en önemli merkezlerinden birisi. Geçmişte BAAS'ın kalesi olarak biliniyordu, Saddam rejiminin yıkılmasıyla birlikte bu noktada belirli bir sarsıntı geçirse de bu özelliğini korumaya devam ediyor. Musul'da iktidarın fiiliyatta BAAS yanlıları ve IŞİD'in elinde olduğu, bu kesimlerin vergi topladıkları, devlet ihalelerinden pay aldıkları, bölgeyi yakından takip edenlerin bildiği bir sır!
Öte yandan bölgede bulunan Irak ordusundaki Sünni asker ve subayların hiç bir direnme göstermeden IŞİD'e teslim olduklarını bizzat Maliki açıkladı ve yakalanmaları halinde yargılanacaklarını söyledi. Orduda görev yapan Şii er ve subaylar ise hemen her gün kendilerini istemediklerini dile getiren bölge halkı için savaşmak yerine silahlarını bırakarak Hewlêr üzerinden evlerine dönmeyi tercih ettiler. Bir başka ifade ile IŞİD burnu kanamadan, hiç bir direnişle karşılaşmadan ve bölge halkının desteği ile Musul'u kısa bir süre içinde ele geçirmeyi başardı. Bu noktada bazı senaryolar yazmak ve bunun arkasında komplolar aramak doğru değil diye düşünüyorum. Çünkü Sünni Arapların haklı talepleri için Maliki'nin şahsında Bağdat yönetimine karşı verdikleri mücadele birkaç yıldır durmadan sürüyor. IŞİD'in Musul'u ele geçirmesini bu mücadelenin bir aşaması olarak görmek daha doğrudur diye düşünüyorum.
Aso Zagrosi: İngiltere ve Fransa’nın Kürdistan’ı ve bölgeyi kendi aralarında Sykes picot-Antlaşması ile bölüşmelerinin 2016 yılında 100. Yılına giriyoruz. Bu antlaşmadan en çok zarar gören, ülkeleri yeniden parçalanan ve jenosidlere uğrayan Kürdlerdir. İŞİD 10 Haziran’da sınırları hiçe saydı ve Sykes-Picot Antlaşmasını yırtıp attı. Bu antlaşmanın 100.yılına doğru gittiğimiz bu süreçte ondan en çok zarar gören Kürdler ne yapıyor?
Mesud Tek: IŞİD'in adını andığınız anlaşmayı yırtıp atmak gibi bir amacı var mı, bilmiyorum. Musul'un ele geçirilmesindeki amacın da bu olduğu konusundan emin değilim. Elbette IŞİD Musul'u ele geçirmekle, istemeden de olsa bazı önemli siyasal sonuçlara neden oldu. Ülkedeki siyasi denge ve talepler değişti. Bunların başında da IŞİD'i destekleyen Sünni Arapların Irak'ta Sünni Bir Bölge'nin oluşturulması talebi geliyor ki, geçmişte Sünniler bu talebe en sert biçimde karşı çıkıyorlardı, Kürdistan Bölgesi'nin kurulmasını bölücülük olarak görüyor, ortadan kaldırılmasını istiyorlardı...
Kürdler sadece uluslararası bir meşruiyeti olmayan Sykes Picot'u değil, aynı zamanda ülkelerini 4 parçaya bölen "meşru" Lozan Anlaşması'nı da çöp kutusuna atmak için mücadele ettiler ediyorlar. Kürdler hiçbir zaman Kürdistan' bölen sınırları meşru görmediler, tanımadılar. Kürdistanlı örgütlerin önemli bir bölümü Bağımsız devlet kurma hakkından vazgeçmedi. Özgürlük mücadelelerinde bağımsız ve birleşik Kürdistan hedefini göz ardı etmediler. Bu amaca ulusal, bölgesel ve uluslararası şartların uygun olması halinde ulaşabileceklerini asla unutmadılar. Güney Kürdistan siyasi önderliğinin tavrı da Musul öncesi ve sonrası dönemde bu yönde idi. Bağımsız devlet hakkına vurgu yaptılar, bu konuda halkın görüşüne başvuracaklarını her fırsatta yinelediler.
Aso Zagrosi: Geçenlerde Irak savaşına katılan Amerikalı bir subay George Bush’un Irak’ı Güney Kore olarak gördüğü ve 60 yıl alanda kalacaklarını söylediğini, fakat Başkan Obama’nın Irak’ı Vietnam olarak gördüğü ve askeri güçleri çektiğini yazıyordu. ABD’nin alandan ayrılmasından sonra (2011) Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ilk işi Sünnileri devletin üst kademelerinden uzaklaştırmak oldu. Cumhurbaşkanı yardımcısı kaçtı, Maliye Bakanı zindana atıldı ve bir çok Sünni ordu ve devlet kurumlarından uzaklaştırıldı. Nuri Maliki Kürdlere karşı Dicle Askeri güçlerini gönderdi, Kürdistan bütçesini kesti ve Pêşmergelerin maaşlarını dahi göndermedi. Irak Anayasa’sında Kürdlere ilişkin esas maddelerden, (Kerkük ve diğer işgal altındaki bölgelerin geleceğine dair madde de dahil) hiç birini uygulamaya sokmadı. Nuri El Maliki Bağdat merkezli tam bir Şii diktatörlüğü kurdu. Aktüel durumda yaşanan çatışmalar konusunda Kürdler nasıl bir tavır almalılar?
Mesud Tek: Maliki'nin ikinci dönem iktidarına yol açan uzlaşma Bölge Başkanı Mesud Barzani'nin inisiyatifi ile Hewlêr'de yapılan bir toplantıda gerçekleşmiş, toplantıda Hewlêr Mutabakatı katılımcılar tarafından imzalanmıştı.
Ama Maliki bu mutabakata uygun davranmadı. Mutabakat hükümlerine aykırı davrandı, Sünni Arapları devlet aygıtından uzaklaştırmaya başladı. Merkez Bankası ve İstihbarat gibi önemli kurumları kendine bağladı. Sadece kendisinden emir alarak hareket eden askeri birlikler oluşturdu. Savunma ve içişleri gibi önemli bakanlıklara bakan atamadı, bu bakanlıkları vekaleten kendisi yürüttü. Bir başka ifade ile bir diktatör gibi davranmaya başladı ve Kürdler ile yaşanan Peşmerge, 140. Madde, bütçe, Petrol ve Gaz yasası gibi sorunların yanına bir de Maliki'nin bu davranışlarının yol açtığı sorunlar da eklendi.
Kürdistan Bölgesi Siyasi Önderliği, bu sorunların görüşmeler ve diyalog yolu ile çözülmesini istedi. Görüşme yapmak amacıyla Bağdat'a defalarca heyetler gönderdi. Kürdlerin anayasal haklarından taviz vermeyeceklerini, Irak'ın bütünlüğü içinde kalmalarının anayasanın eksiksiz uygulanmasına bağlı olduğunu deklere etti. Bunun, doğru ve zamanın ruhuna uygun bir tavır olduğunu düşünüyorum. Kürdistan Bölgesi Siyasi Önderliği bir farkla şu anda da aynı tavrı gösteriyor. Bu fark ise, "yeni Irak"ta siyasal ve idari yapının Musul sonrası döneme uygun olarak planlanması ve hayata geçirilmesi talebidir.
Yaşanan çatışmalar konusunda uygulanan politikanın doğru olduğunu düşünüyorum. IŞİD'in Musul'u ele geçirmesinin sonuçlarından birisi de Peşmerge güçlerinin Irak ordusunun terk ettiği üslere yerleşerek Kürdistan Bölgesi Anayasası'nda belirtilen sınırlarda kontrolü ele geçirmesidir. Bir başka ifade ile 140. maddenin fiiliyatta hayata geçirilmesini şartları oluşmuştur. Bu nedenledir ki Bölge Başkanı Mesud Barzani, artık 140. Maddeden bahsetmeyeceklerini, hayata geçirmek için çaba sarf edeceklerini ve bu amaçla referandum yapıp halkın bu konudaki görüşlerine baş vuracaklarını, çıkan sonuca saygı gösterip hayata geçireceklerini deklere etti. Bu tavrın, tüm Kürdler tarafından desteklenmesi gereken ve ülkenin gerçeklerine uygun bir tavır olduğunu düşünüyorum.
Bununla birlikte, Sayın Barzani daha yurtdışında iken Peşmerge güçlerine Kürdistan Bölgesi sınırları dışında askeri operasyon yapmayı veya yapılanlara katılmayı yasaklamış, Kürdistan bölgesi'ne yönelik her saldırıya karşı cevap verilmesini emretmişti. Bildiğim kadarıyla bu tavır bugün de devam ediyor ve bana göre devam etmelidir. Peşmergeler Kürdistan sınırları dışındaki askeri operasyonlara Irak'ın birliği korumak" adına kayıtsız şartsız katılmasını doğru bulmuyorum. Bunun için Kürdlerin "yeni Irak"a yönelik taleplerinin kabul edilmesi ve uluslararası güvenceye kavuşturulmasının şart olduğunu düşünüyorum. Elbette bu konudaki kararı Güney Kürdistan'daki siyasi yapı verecektir. Ben Güney Kürdistan Siyasi Önderliği'nin Güney Kürdistan halkı için en doğru kararı verebilecek deney ve bilgi birikimine sahip olduğuna inanıyorum.
Aso Zagrosi: Geçenlerde General David Petraeus yaptığı bir açıklama da eğer Amerika hava saldırılarıyla İŞİD’ı vurursa “Şii milislerine hizmet eder” diyordu. Diğer yandan İŞİD, Sünni mezhebi ideoloji olarak kullanan Arap ırkçısı bir yapılanmadır. Eski Baasçıların yoğun bir şekilde bu hareketin içinde yer alması bu gerçekliğin açık bir ifadesidir. Bazı Kürd çevreleri “bu savaş bizim savaşımız değildir” diyorlar. Eğer İŞİD vb yapılar bölgede dikiş tuttururlarsa Kürdistan ile doğrudan komşu olacaklar. Ayrıca Sünni Araplar, Musul, Kerkük ve diğer işgal altındaki Kürd bölgelerini kendi toprakları olarak görüyorlar. Yarın çıkacak olacak çatışmalarda Türkiye dahil bir dizi Arap ülkesi onların yanında olacaktır. Kürdistan yönetimi yarınları da düşünerek şimdi nasıl bir tavır takınabilir? Beyaz Saray son günlerde doğrudan Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani, Irak Sünni ve Şii yöneticileriyle ilişkiye geçerek „teröre karşı ortak mücadele“ ve „Bağdat yönetimini Şii, Sünni ve Kürd ekseninde“ yeniden yapılanmasını istiyor. Eğer Kürdler Amerika’nın bu istemini kabul etseler hangi taleplerle Bağdat’ta gitmeliler?
Güney Kürdistan yöneticileri sık sık Kürdistan’ın bağımsızlığından söz ediyorlar. Son dönemlerde Irak Ordusunun İŞİD güçlerinin karşısında aldığı yenilgilerden sonra boşaltığı Kerkük vb yerlere Pêşmerge güçleri yerleşti. Niçin Pêşmerge güçleri Hemrin’den başlayarak tüm Kürdistani bölgeleri denetim altına almıyor? Yoksa Güney Kürdleri yeniden Irak Anayasasının tatbikini mi bekleyecekler?
Türkiye ile bir dizi ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler içinde olan Güney Kürdistan yönetimi Bağımsız Kürdistan’ı ilan edebilir mi? Böyle bir durumda Kuzey Kürdlerine hiç bir hak tanımayan Türkiye Güney Kürdlerin bağımsızlığına karşı tavrı ne olur? Geçenlerde Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani’nin başında bulunduğu bir KDP ve YNK delagasyonu İran yetkilileriyle görüştü. İran yetkilileri tüm görüşme boyunca “Kürd-Şii İttifakını” işlediler. Acaba günümüzde İkinci Çaldıran mümkün mü? Eğer mümkün ise somut olarak Kürd güçleri nasıl hareket edecekler?
İŞİD de facto sınırları ortadan kaldırırken Kürdler hala kendi aralarında duvar/sınır/hendekler örüyorlar. Güney Kürdistan kazanımları tüm dünya Kürdleri için Sykes-picot-Antlaşmasını çöpe atmak için tarihsel bir imkan sağladı. PKK, Güney Kürdistan Hükümeti ve parlamentosu oluştuğu zaman hemen karşısına „Botan ve Behdinan Savaş Hükümetini“ çıkardı. Bugün ise Batı Kürdistan’da „Kanton „ile Kürdlerin karşısına çıkıyor. Bu girişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Güney Kürdistan yönetimi Arap güçleriyle çatışmalar içine girerse yada Bağımsız Kürdistan’ı ilan ederse Kürdistan’ın diğer parçalardaki ve diasporadaki Kürdler somut olarak ne yapabilirler?
Mesud Tek: Doğrusunu söyleme gerekirse kendi içinde birkaç soruyu barındıran bu kadar uzun bir soru ile ilk kez karşılaşıyorum. Dilimin döndüğü kadarıyla her birine cevap vermeye çalışacağım.
Ben de IŞİD'in Maliki yönetimindeki Bağdat'a karşı yürüttüğü savaşın "bizim savaşımız" olmadığını düşünüyorum. Ama Sünni Arapların bazı haklı talepleri var ve bu talepler de karşılanmadan Irak'ın birliğinin korumak, huzur ve güveni sağlamak mümkün değil. Bir başka ifade ile IŞİD ve yaptıklarıyla Sünni Arapların taleplerini birbirine karıştırmamak gerekir.
Kürdistan Bölgesi'nin Sünni Araplar ile komşuluğu IŞİD ile ortaya çıkmadı. Bu komşuluğun tarihi çok ama çok eskilere gider. Bilebildiğim kadarıyla bugüne kadar Kürdler Sünni Araplar ile ciddi bir çatışmaya girmediler. Sünni Arapların BAAS diktatörlüğünün en önemli sütunlarından birini oluşturduğu dönemde de bu böyleydi. Ayrıca unutmamak gerekir ki Güneyli Kürdlerin hatırı sayılır bir bölümü de Sünni ve İslami Kürd partilerin ülke politikasında azımsanmayacak etkileri var.
Sünnilerin Kerkük'te hak iddiasında oldukları bir gerçek. Ama bugün 140. maddeyi hayata geçirmede ayak direten Sünniler değil, Maliki yönetimi. Ayrıca Kürdistan Bölgesi siyasi Önderliği Sünni Arapların taleplerini desteklediğini defalarca deklere etti, 2013 yılında Irak askeri birlikleri gösteri yapan Sünnilere saldırdığında onlara kapılarını açtı. Tüm bunlar ve benzeri faktörlerin, Sünni Araplar ile Kürdlerin çatışmadan çok işbirliği yapmalarına zemin hazırladığını düşünüyorum.
Kürdleri Şii ve Sünniler ile birlikte davranmaya teşvik eden sadece ABD değil. İran ve Türkiye de aynı şeyi istiyorlar. Güney Kürdistan Siyasi önderliği ise prensipte bu talebe karşı değil. Ama Musul sonrası yeni dönemi ifade eden bir idari ve siyasi yapının oluşturulmasını, Kürdlerin taleplerinin eksiksiz karşılanmasını istiyorlar ki, bu kanımca gerçekçi bir politikadır.
Yukarıda da söyledim. Peşmerge Kürdistan Anayasası'nda belirtilen ve Kürdistan Bölgesi'ni Arap bölgelerinden ayıran sınırların hepsinde kontrolü sağlamış bulunuyor. Ve Bölge Yönetimi, "yeni Irak"ın kurulma sürecine katılması için bu durumun kabul edilmesini de bir şart olarak ileri sürüyor ve Peşmergenin geri çekilmeyeceğini söylüyor. Yani öyle Anayasanın uygulanmasını beklemek diye bir durum şimdilik sözkonusu değil.
Güney Kürdistan'ın Türkiye ile ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkileri ve bu ilişkilerin gelişip güçlenmesi her iki ülkenin de yararına olan bir durumdur. Güney Kürdistan hükümetinin bu ilişkileri kurarken "ileride bağımsızlık ilanında yardımı olur" diye düşündüğünü zannetmiyorum. AK Parti hükümeti için de aynı şey sözkonusudur. İlişkilerin kurulması bölgesel ve uluslararası gelişmelerin ve her iki ülkenin ihtiyaçlarının doğal bir sonucudur.
Bununla birlikte Güney Kürdistan Siyasal Önderliği, bağımsız devlet ilanı konusunda kafa yorarken elbette İran ve Türkiye gibi bölge politikasında etkin bir konuma sahip olan ülkelerin tavırlarını da dikkate almak zorundadır. Türkiye ile kurulan ilişkiler bu noktada olumlu bir rol oynayabilirler.
İran, tarihi, kültürel ve coğrafi nedenlerle her zaman Kürd siyasetinde önemli bir yere sahip, göz önünde bulundurulması gereken bir faktör olmuştur. Ne yazık ki İran devleti bu pozisyonunu hep Kürdlerin aleyhine kullanmış, kendi Kürdlerinin haklarını tanımadığı gibi, öteki parçaların içişlerine müdahale etmiş, bu parçalardaki ulusal kurtuluş mücadelesinin bastırılması için öteki sömürgeci devletlerle işbirliği yapmaktan kaçınmamıştır. Kürd siyaseti geleceğe yönelik bir politika belirlerken bu pozisyondaki İran'ı dikkat almak zorundadır.
İran'ın, Güney Kürdistan Siyasi Önderliği' ile O'nu kendi cephesine çekmesi için görüşme yapması ve bu amaçla bazen tavizler verip vaatlerde bulunması, bazen de baskı ve tehditlere başvurması şaşırtıcı bir durum değil. Önemli olan Kürdlerin bu görüşmelerde ne dediği ve bo noktada aldığı tavırdır. Ki, son gelişmelerde Kürdlerin İran'ın baskılarına boyun eğmediğini, ricasına kulak asmadığını gösteriyor. Güney Kürdistan'dan böylesi olumsuz bir pozisyonda bulunan İran ile gerginlik yaşaması, onunla çatışma içine girmesi beklenmemelidir.
Başta PKK olmak üzere, bazı Kürd siyasi hareketlerin İran'ın önerdiği Şii-Kürd ittifakına sıcak baktığı ve bu doğrultuda politika yaptıkları biliniyor. (Öcalan'ın son dönemde PKK'yi Şii cephesinden kopartıp Sünni cepheye eklemek için çaba sarf ettiğini, bu arada belirtmek gerek.) Buna bakarak "İkinci bir Çaldıran yaşanabilir" demek aşırı bir yorum olur. Çünkü Kürdler sömürgeciler arasındaki çatışmalarda bir nesne olma pozisyonundan giderek uzaklaşıyorlar. Bu noktada önemli bir mesafe kat edildiğini görmek mümkün.
PKK'nin yeni ve eski politikalarına yönelik görüşlerimizi defalarca dile getirdik. Duyarlı kamuoyunun yeterli bilgiye sahip olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle hoşgörünüze sığınarak bu konudaki sorularınızı cevapsız bırakacağım. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. Ben bardağın dolu tarafına bakılması, PKK'nin, paradigması ve Güney'e yönelik olumsuz ve bazen de düşmanca tavrından bağımsız olarak, IŞİD'e karşı birlikte savaşma önerisinin ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Güney Kürdistan Siyasi Önderliği'nin kendine uzatılan hangi eli tutacağını, uzatılan elin arkasındaki gerçek niyeti bilecek kadar deney sahibi olduğuna inanıyorum.
Aso Zagrosi: Sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ediyorum
Mesud Tek: Ben de bana görüşlerini dile getirme fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim.
Not: Sayin Mesud Tek’e sorular gönderilirken son 4 soru birleşmiş ve tek soru imajını vermesine rağmen, sonuçta gereken cevap verilmiştir.(Aso)