Sayin Ayşe Hür Kürdler Konusunda Türk Resmi Tezlerini Tekrarlıyor.
Sayin Ayşe Hür’ün makalesine ilişkin eleştirilerimi Twitter üzerine kendisine ulaştıran sevgili Hozan Bawer’e Ayşe Hür: „ Beni konuya yabancı vs. diye suçlamasını anlarım da resmi Türk tarih tezini tekrarlıyor demesi garip“ diye yazıyor.
Şeddadi ve Rewadi Kürd Hanedanlıklarını Araplara bağlama girişimine ilişkin gereken eleştirilerileri yaptığımdan dolayı bu konuyu geçiyorum.
Mesela Ayşe Hanım’ın “İdris-i Bitlisî:’Mevlana’ mı ‘iblis’ mi?-“ adlı makalesinde İ. Bidlisi’nin etnik kökeni konusundaki tutumu.
Ayşe Hanım ne diyor?
“Türk çevreleri İdris-i Bitlisî’nin Kürt kökeninden hiç söz etmedikleri gibi, bazen Türk olduğunu bile ileri sürüyorlar. Bir arşiv belgesinde ise İran’ın Rey şehri yakınlarındaki Sülukan nahiyesinde doğduğu yazılı. Kürt çevrelerinde ise Hakkâri veya Bitlis Kürtlerinden Hüsameddin Ali adlı bir ulemanın oğlu olduğu kabul ediliyor.”
Burada   Ayşe   Hanım’ın  sorunu     Kürd ve Türk  tarafları    ikilemini    koyarak,   hiç bir kişisel  görüş   ortaya   koymadan     İdrisi Bidlisi’nin    Türk  olabileceğini   ihtimali  ile   okuyucunun    kafasını    karıştırmaktır.
Türk   tarafı  dediği   kim? 
Kürdleri    millet olarak  yok sayan,  soykırımlara  tabi  tutan ve  geriye  kalan  Kürdleri    sürekli ve   sistemli  olarak Türk  olarak    göstermeye  çalışan   kesimlerin  “tarihçi”lerdir.
Ayşe  Hanım’ın  burada  yaptığı   Hititleri,  Sumerleri  ve  daha  başka   uygarlıkları    Türk  olarak    gösteren   çeşitli  Türk  tarihçilerinin   yazdıkları  masallardan  alıntı  yaparak  “ Türk   tarafı  Sumer  ve Hititleri  Türk    uygarlıkları  olarak  görüyorlar ve buna  karşı   başkaları  da………   başka  görüyor”    demeye benzer.
Daha  düne  kadar  Kürd  yoktu  yada   “Türklerin bir kabilesiydi” .   Bu  mantığa     bağlı  olarak   Kürd  olan herkes  Türktü.  Selahadin  Eyubi,  İdrisi Bidlisi,    Mevlana Xalid  Şarezuri,  Ebdulkadir Geylani,    Suhrewerdiler ,,  Dinewerdiler,  Ebu  Wefa  Kurdi ve  daha  binlerce   Kürd    din alimi ve  tarihi  şaysiyeti    Türk  olarak     gösteriliyordu.    Şimdi  gerçek tarih, bilimsellik ve   tabuları yıkma  adına     Türklerin   bu tezlerini  kaynak  olarak    göstereceksin..
Olmaz   böyle  bir şey.
Kürdlerle  ilgili   bir  şeyler   yazıldığı  zaman   Türk  kaynakların  “düşman  kaynakları”   kategorisinde     ele  alınmalıdır. Hatta   onları  büyük oranda    tortu  diye bir kenara  iteceksin,  ki  sağlıklı bir  şey   ortaya  çıkabilsin.
Aslında  o  dönemler     etnik  kimliklerini   ön plana   çıkarma   geleneği  yoktu.   Buna  rağmen   İdrisi Bidlisi    Selim Şahnamesi’nde    Kürdlerle  olan   irsi bağından   söz ediyor.  Sözü  İdrisi Bidlisi’ye  bırakalım:  “ Urmi ve Uşni’den  Amid’e   ve Malatya’ya  kadar   Kürd beldelerine  gitmek üzere   ayrılmak  durumdaydım. Kutlu  emir  uyarınca   bu  değersiz kul, Urmi  tarafına  yöneldi.  Bu  hakir  kula  olan İrsi  bağlarından   ve yakınlıklarından   kaynaklanan  eski ilişkiler ve    dostluk  yoluyla      aradan  tam bir irtibat  soz  konusuydu”(İdrisi Bidlisi, Selim Şahname,  sayfa  237)
Bence   Ayşe  Hanım     İdrisi Bidlisi’nin    Kürdlerle  olan  “  İrsi  bağına “   bir    açıklama   getirmelidir.
İdrisi Bidlisi  üzerine  bir kitapcık  yazan  Prof. Dr. Mehmet Bayraktar  onun   Türklüğü ile  ilgili   gördüğü  en önemli delil   Akkoyunlularla  ve sonradan   Osmanlılarla birlikte  hareket  etmesidir.   Akbayraktar  şöyle yazıyor:  “ İdrisi Bidlisi Türklüğüne   hamledebileceğimiz  belkide  en  önemli  tarihi  husus, devrindeki  Doğu Anadolu Kürdlerinin   Safavilere  bağlı ve  bu devleti  desteklemelerine  rağmen  Bidlisli  İdris   ve ailesi  Akkoyunlular ve Osmanlılar gibi  Türk devletleriyle  beraber olmuş ve onlara hizmet etmişlerdir”.(Mehmet Bayraktar, İdrisi Bitlisi, Mas  Matbacılık, Ankara, 1991, sayfa  3)
Kürd   tarihinden, Kürdlerin  islam  diniyle  buluşmalarından ve  Çaldıran Savaşı  öncesi Kürdlerin   dinsel  eğiliminden      habersiz    olanlara       böyle tezler   yuturulabilinir. Çünkü,  Kürd ve Kürdistan’ı tanımıyorlar.
Aslında   kısmen  mantıklı olan  biri  kendi  kendisine    eğer “Doğu Anadolu Kürdlerinin   Safavilere  bağlı ve  bu devleti  destekliyorlarsa”   hanifi    bir Türk  olan   İdrisi Bidlisi    nasıl  onları   kısa bir  sürede     Osmanlıya  kazandı?  diye  kendi kendisine  bin bir soru  sorar.
Bir  kere     o  dönem,    daha  önceleri,  daha sonraları ve  bugünde    Kürd  toplumu dinsel  olarak     çok sesli  toplumdur.   Şafi Kürd var,  Hanifi Kürd var,  Êzidi Kürd var,  Alewi Kürd var,   Şii  Kürd var, Ehli Haq,   Kakayi,   Bacelani, Şebeki   dediğimiz    Yarsanlar   var.    Durzi Kürdler ve  Hıristiyan  Kürdler vardı. 
Bayraktar’ın   Kürdleri   tümden   Şah  İsmail  yanlısı  ilan ederek   İdrisi Bidlisi’yi     Türk  gösterme    mantığının    tersinden     Ayşe Hür’de   Kürdleri   “11. yüzyıldan itibaren Horasan'dan yola çıkıp Anadolu'ya akın eden Türkmen aşiretlerinin heterodoks fikirlere eğilimli olduğu, Kürt aşiretlerinin ise, en azından Osmanlı İmparatorluğu'na dahil oldukları 1515 yılına kadar, sadık Sünniler olduğu fikri genellikle kabul edilir.” diyor.(  Dersim, Alevistan, Zazaistan
Taraf gazatesi (15.11.2009)
Birbirlerinin  tersi  gibi  görünen  bu  iki    yaklaşımın   ortak  özellikleri   Kürd  toplumu  hakkındaki    cehaletleri  yada   bilinçli  olarak     tarihi  gerçekleri  çarpıtmadır.
Birbirlerinden    çok  farklı görülen    bu iki   yazardan  Bayraktar    Kürdleri   Şah İsmail yanlısı  göstererek   İdrisi Bidlisi’yi    Türklüğünü  ispat etme  derdinde,   Ayşe hanım  ise    “1515 kadar  Kürdlerin   sadık  Sünniler  olduğunu”   yazarak     Aleviliğin    Türk manşeli  olduğunu   empoze  etmeye  çalışıyor.  
 Osmanlı ve Sefevi Devletleri arasındaki esas savaşların merkezi Kürdistandı.. Bu iki devletin her biri, işgal altında bulundurdukları Kürdistan bölgelerinde karşı mezhepten olanları yok etmeye çalışıyordu... Çaldıran savaşı, Şii ve Sünni iki büyük bölgesel gücün hakimiyet alanlarını genişletmek, musluman dünyasını, ipek ve ticaret yollarını hakim olmak içindi.. Tüm bunlara varmak içinde Kürdistanı denetim altına almak gerekiyordu..Iki devletinde esas amacı, bölgeye hakim olmak için Kürdleri yanına çekmekti..Savaştan önce Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, Istanbul’da Kürdistanlı aşiretler ve ileri gelenleriyle toplantılar yaptı.. Idrisi Bitlisi Kürdistan Mirlerini Osmanlıya kazanmak turlarını yapıyordu..Diĝer cephede de durum bundan pek farklı deĝildi..Iran Şahı Şah ismail’in kendisi Kürdleri „kazanmak“ için Kürdistan seferine, yani Hamadan ve Sanandaji ziyaret etti.. Osmanlılar Sefavilerle savaşa girmeden önce 50 kişilik ordusunu Diyarbekir üstüne sürdü.. 25 bin askeri Karabaĝ üzerine ve 40 bin askeri Erzincan ve Sivas’a sevketti...Sonuç olarak Türkler bu alanlarda büyük katliamlar yaptılar .. Osmanlı Sultanı Istanbul’da yaptıĝı toplantıda „Islam’dan dönenlere karşı amansız davranmayi“ gündeme getirmiş ve toplantıya katılanların nasıl davranması gerektiĝini yanında bulunan celladların eşliĝinde herkese kabul ettirmişti.. Ama, toplantıdan sonra Sarıkamış aşiret şefleri Osmanlıların „dinden dönenlerden söz ederken Alevileri düşündüklerini“ anlayarak Şah Ismail’e sıĝınmaya başladılar.. Fakat, onlardanda yol boyunca katliamlardan çok az insan kartuldu.Osmanlı Orduları Karabaĝa saldırırken bir yenilgi aldı ve bu yenilgi neticesinde Iran kaynaklarına göre „ aşiret güçlerinden 7000 kişi yaşanını yitirdi“(Haşim Hicazi Fer, Şah ısmaili Ewil w Cengi Çaldiran, s. 110) Bu aşiret güçleri denilen çevreler Kürdlerdi.. Çephenin karşı tarafında da yine Kürdler vardı...Bir çok kaynaĝa göre Yavuz Sultan Selim Kuzey Kürdistan’da „dinden dönenler“ dediĝi alevilerden 40 bin kişiyi yok ettiriyor.. Muhammedxan’ın Şah’la beraber Kürdistan gezisine çıkmasından yararlanan Osmanlılar Diyarbekiri büyük çatışmalardan sonra alabildiler..Çaldıran savaşında Kürdler iki cephe de yer alıp ve savaştılar..Osmanlı Kürd ilişkileri biraz bilindiĝinden dolayı geçiyorum..Iran Şahı Şah Ismail, Kürdistan’da bulunduĝu sırada Osmanlıların sınıra doĝru ilerlediĝi duyuyor ve savaş için Kürd aşiret güçlerini yoĝun bir şekilde seferber ediyor.. Iran kaynakları da bu gerçekliĝi kabul ediyor.Çaldırandaki savaşta Safevi ordusunun bir çok komutanı Kürd asılıydı.. Ali Muhammed Hamadani, Muhamedxan ve Sarubire Korçî gibi..Sarubire Korçî hakkında Iranı kaynaklarında çok enteresant tespitler var...Haşim Hicazi Fer, Şah ısmaili Ewil w Cengi Çaldiran, adlı eserinde „Kürdistan’dan Aslan bir adam“ diye Sarubire Korçî’yi şöyle anlatıyor:“ O Bane şehrinde dünyaya gelmişti. 5 yaşında iken kendi yemeĝini kendisi yapıyordu. Bir çok defa kaplanla dövüşmüş ve yenmişti... O kendisine kaplan derisinden elbise yapar giyerdi........ Şah Ismail Kürdistan gezisinde tanır ve Çaldıran savaşının 7 komutanından biriydi......“ diye uzun uzun anlatır.Sarubire Korçî’de bir çok diĝer komutan ve asker gibi Çaldıran savaşında ölüyor..
Çaldıran Savaşı öncesi ortam ciddi bir şekilde irdelenmeden İdrisi Bitlisi’nin Yavuz Sultan Selim ile girdiği ilişkiden dolayı “hain” olarak değerlendirilmesinin bir mantığı yok.
Yapılan değerlendirmelerde sanki Çaldıran Savaşı öncesi Kürdistan’da Kürdler özgürmüş ve İdrisi Bitlisi özgür Kürdistan’ı Osmanlı Sultanı’na peşkeş çekmiş gibi bir mantık var.
Eğer o döneme ilişkin İran, Osmanlı ve Kürd kaynaklarını birlikte okursak böyle bir şeyin olmadığı açık bir şekilde görülür.
Çaldıran Savaşı öncesi, Şah İsmail Kürdistan Mirlerini tasfiye ediyor ve onların yerine Türkmenleri(Alevi Kürdleri değil) görevlendiriyor. Örneğin Maraş, Hasankef, Diyarbekir, Erzincan, Kemah, Kiği, Erzincan vb Kürd şehirlerinin başına Türkmen yetkilileri görevlendiriyor. Bu görevlendirmeler barışçıl bir şekilde gerçekleşmiyor, savaş ve katliamlar neticesinden gerçekleşiyor.
Çaldıran Savaşı öncesi Kürdistan Beylerinden 11 bey Hesenkêf Mîri Mîr Xelil Eyyubi ile birlikte büyük hediyelerle Xoy şehrine gidip Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmek istiyorlar. Bilindiği gibi Kürd Eyyubi Hanedandlığı tüm Ortadoğu’da yitirmesine rağman Hesenkêf kesintilerle de olsa Eyyubilerin son kalesi olarak varlığını sürdürdü.. Mîr Xelîl Eyyubî Şah İsmail’in eniştesiydi.(bacısıyla evliydi) Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmeye giden mirlerin bir yada ikisi hariç hepsi tutuklanıyor ve yerlerine Türkmenler atanıyor. Mîr Xelil Eyyubi’de 3 yıl Tebriz’de hapiste kalıyor ve sonra kaçıyor.
Biraz daha durumu netleştirmek amacıyla Sefewi tarihçilerinden Hasan Rumlu’nun Ahsenü’t Tevârih- Şah İsmail Tarihi adlı eserinden bir alıntı yapmak istiyorum. Hasan Rumlu Diyarbekir’da 913 Hicri/1507/8 Miladi yılında yapılan bir Kürd katliamından şöyle söz ediyor:
“Han Muhammed(Türkmen komutanlarından biridir. Aso) Padişah ordusundan ayrılıp Kara Hamid’e( Diyarbekir) yöneldi. Oranın egemeni Emir Bey Musullu’nun kardeşi Gaytemis Bey karşı geldi ve şehri teslim etmedi. Bu nedenle yiğit gaziler çölde kışladılar. Diyarbekir Kürtleri ordunun dört bir yanına saldırıp tek tek yakaladıklarını öldürüyorlardı. Gıda stoku yok denecek kadar azalmıştı. Gıda stokunun tükenmekte olduğunu fark eden Han Muhammed Kürdlerin kışlasına yöneldi. Fakat Kürdlerin bulunduğu yere ulaşmanın ve onları ele geçirmenin zor olduğunu görünce bir savaş hilesine baş vurdu ve onlardan kaçmaya başladı. Kürdlerde kendisini izlediler. Düzlüğe gelindiğinde Muhammed Han can yakan şimşek gibi, onlara çarptı. Kürdlerden bir çoğunu öldürdü ve yaraladı. Kürdlerde kılıç ve süngülerle kıyamet gibi etkin ordudan bazılarını öldürdüler. Sonunda fetih ve zafer esintisi Muhammed Han’dan yana oldu ve Kürdler kaçtılar. Gaziler onları izlediler ve yaklaşık 7000 kişiyi öldürdüler. Onların bölgesinden çok miktarda ganimet ve yiyecek ele geçiren gaziler daha sonra ordularına döndüler.(Hasan Rumlu, age, Ardıç Yayınları, sayfa 117)
Hasan Rumlu kitabının bir başka bölümünde “ Han Muhammed ustaclu Mardin Yaylasını onurlandırdı. Kardeşi Kara Bey Cizire’yi yağmalamak için gönderdi. Kara Bey buyruğu yerine getirdi ve imansız Kürdlerin çoğunu öldürdü ve çok miktarda ganimetle Mardin’de Han’ın ordusuna katıldı.(H. Rumlu, age, sayfa 129)
Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed Draset Fi Tarix İran adlı eserinde “ Şah İsmail adamları bir yıl içinde Diyarbekir’de 15 000 Kürdü öldürdüler” diye yazıyor.(aktaran Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin 2009)
Diyarbekir ile ilgili verdiğim örnek Kürdistan’ın bir çok şehri içinde geçirlidir.
Kerkük’ten Sivas’a kadar tüm Kürdistan çapında Şah İsmail yönetimine karşı Kürdlerin direnişe geçmesi, Mevlana İdrisî Bitlisî’nin girişimleriyle açıklanacak bir durum değildir. Zaten iktidarlarını kaybeden Kürd Mirleri direniş içindeler, o esnada İdrisi Bitlisi devreye giriyor ve toparlayıcı bir rol oynuyor.
İdrisi Bitlisi Osmanlı devletiyle Kürd Mirleri arasında aracılık yapıyor ve Yavuz Sultan Selim tarafından büyük yetkilerle donatılmış bir şekilde Kürdistan’da faaliyet içindedir.
Şah İsmail tarafından Kürd katliamları yapılmamış olsaydı, Kürd Mirleri mülksüzleştirilmemiş , sürgüne gönderilmemiş ve hapse atılmamış olsaydı Osmanlı devletinin Kürdistan’a ayak basması oyle kolay olmayacaktı. Bir örnekte Doğu Kürdistan’da vermek istiyorum.
Bir örnekte Doğu Kürdistan’da vermek istiyorum.
Şah İsmail 1506 yılında “Kürdistan’a karşı genel bir saldırıya geçiyor. Sarmi Kurê Seyfedin Mukrî direnişe geçiyor”( Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin, sayfa 156)
Mukri Kürdleriyle Safevi orduları arasındaki savaşlara ilişkin olarak 1541 ve 1578 yılları arasında Safevi sarayında gelişmeleri yakından takip eden ve Şah Tahmasb’ın savaşlarına katılan tarihçi Hasan Rumlu’ya sözü bırakmak en doğrusudur.

Şu noktanın altını çizmek lazım. O dönem ne İdrisi Bitlisi alanda var ve ne de Mukri Kürdlerinin Osmanlı devletiyle bir ilişkileri var.
Hasan Rumlu şöyle yazıyor: “ Hakan İskender Şan(Hasan Rumlu Şah İsmail’e böyle hitap ediyor-Aso) bu yılı Xoy’da kışladı(1506-Aso). Büyük emirlerini, Kürd Sarim’ın üzerine yolladı. Zafere sığınmış ordu, o yolunu yitirmiş grubun ülkesine varınca, Kürdler gök gibi yüksek dağlara sığındılar. Gaziler onların memleketlerini yağmaladılar ve imansızların çoğunu öldürdüler.
Bu arada Sarım’ın çatışmaya hazırlandığını ve bu amaçla dağın eteğinde bulunduğunu öğrendiler. Zaferi ilke edinmiş askerler o işe yaramazı defetmeye yöneldiler. Kürdlerde savaş amaçlı adımlarını ileriye atınca aralarında cetin bir savaş ceriyan etti. Her taraftan da çok sayıda insane öldürüldü. Ünlü Emirlerden Abdi bey ve Tekeli Mühürdar Sarı Ali de öldürülenler arasındaydılar. Bayram Bey Karamanlu ve Hulefa Bey Padişah ordusuna döndüler.(Hasan Rumlu, age sayfa 111)
Hasan Rumlu taraflı olan bir tarihçi olarak Safevilerin aldığı bu yenilgiyi açık bir şekilde ifade edemiyor. Ama bu savaş üzerine yazan Baba Merdoxi, Dr. Kemal Mazhar ve daha başka tarihçiler Safevilerin Sarim Mukri karşısında ciddi bir yenilgi aldığını yazıyor. Daha sonraki savaşlarda Mukriyan Kürdleri Safeviler tarafından yenigiye uğratılıyorlar ve “imansız Kürdler” kılıçtan geçiriliyor.…………
Çaldıran Savaşı öncesi ve sonrası döneminde Safewi ve Osmanlı devletleri arasında Kürdistan topraklarında yapılan tüm savaşlarda Kürd kıyımı yapıldı. Kürd şehirleri bir çok defa el değiştirdi ve her seferinde büyük katliamlar yaşandı.
Bir çok insanımız Çaldıran savaşından sonra yani 1514 yılından itibaren Osmanlı devleti ile Safevi devleti arasında bir sınırın çizildiğini düşünüyor. Sanki bu savaştan sonra Safevilerin Kuzey Kürdistan’a yönelik girişimleri son bulmuş gibi… Hayır savaş sonrası da Kuzey Kürdistan’ın bir çok şehri defalarca el değiştiriyor.
Hatta 1554’de Şah Tahmasb “Kürdistan seferine çıkıyor, yol boyunca tüm yerleşim birimlerini yerle bir ediyor. 1555’de Bitlis, Erciş, Muş, Ahlat gibi şehirleri harebeye çeviriyor ve halkını katlediyor.”(Huseyin El Caf’ın Tarixi İran’dan aktaran Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin, sayfa 158)
İran tarihi ile ilgili bir çok doktora çalışmasını da yöneten Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed “ Safevilerin Kürdlere karşı yapmış olduğu katliamlar Holako ve Timurleng’ın yapmış oldukları katliamları unuturdu” diyor.
Yine Dr. Kemal Mazhar’ın anlatımlarına göre Şah İsmail’in oğlu ve ondan sonra İran Şah’ı olan Şah Tahmasb’ın korumaları “bir günde Şah’ın sarayında Dunbuli Kürd aşiretinden 400 kişiyi öldürüyorlar. Geriye kalan Dunbuliler mecburiyet karşısında Osmanlı topraklarına geçtiler”(Dr. Firset Merhi, age, sayfa 158)
Şah Tahmasb 1524-1576 yılları arasında iktidarda bulunuyor. O dönem Dunbuli Kürdleri Şii olmasa dahi onlara yakın bir dinsel yapıya sahip olduklarından dolayı sarayda çalışabiliyorlardı. Yada bugün bildiğimiz Raya haq dinsel gruba bağlıydılar.
Ayşe  Hanım’ın   Kürdleri  Sünni  ilan  etmesi   Bayraktar’ın  Kürdleri   Şah yanlısı  ilan etmesi  kadar  mantıksız ve  bilimsel   gerçeklerden  uzaktır.
Ayşe  Hanım Kürdleri Sünni  ilan  ederken  Türkleri  “11. yüzyıldan itibaren Horasan'dan yola çıkıp Anadolu'ya akın eden Türkmen aşiretlerinin heterodoks fikirlere eğilimli olduğunu”  söylemesinin altında    yatan   gerçek     Aleviliği   Türk  manşeli ilan etmektir.
Ayşe  Hanım’ın  makalesini  okuyan  okuyucu   Kürdlerin  “1515  yılına  kadar  sadık Sünniler olduğunu”    ve   Kürdlerdeki   diğer   dinsel  eğilimlerin    bu   tarihten  sonra    ortaya  çıktığını  sanar.
Ama  bu  saçmalıkların   gerçeklerle  alakası  yok. Türkler  hala  Orta  Asya’da  iken   Kürdistan’da   Êzidi,   Yarsan ve   Raya  Heq   dediğimiz     dinsel  yapılar  vardı ve  bu yapılar  Kürdistan’da    çok  ciddi boyutlarda     etkileri vardı.
Kürdistan ve Anatolia’yada      Kızılbaş  ve  Alewi  dediğimiz    direnişlerin   ve  onların   liderlerinin   Ebu  Wefa Kurdî’nin         muritleri   olduğunu   kesinlikle  biliyoruz.   Aslında    hala  bitiremediğim  “Büyük Filosof ve Din Alimi Ebu Wefa Kurdî Gawani Aşiretindendi.” https://www.newroz.com/tr/forum/351920/b-y-k-filosof-ve-din-alimi-ebu-wefa-kurd-gawani-iretindendi8)    yazı  serisinde  bu mesele   üzerine duruyorum.
Yıllardan beri Türk devletinin yoğunlaştığı alan Kürdlerin kendi aralarındaki dinsel farklılıklarını kullanmak, Kürdleri birbirlerinden uzaklaştırmak, etkileyebildikleri Kürdleri Türkleştirmek ve etkileyemedikleri Kürdlere karşı da tarihi gerçekleri çarpıtarak etkisizleştirme çabaları içine girmiştir.
Mesela son yıllarda Türk devleti kiralık kalemleri aracılığıyla yoğun bir şekilde „Alevi Kürd“ün olmayacağını, „Alevi ve Bektaşiliğin Türk Manşeli“ olduğunu propaganda ediyor. Bu iş içinde bir dizi çevreyi finanse ediyor ve sesleri de bir hayli gür çıkıyor.
Aslında yüzyıldan beri Türkiye dışında bir dizi araştırmacı yaşadığımız bölgeye ilişkin var olan dinsel ve mezhepsel yapılanmalara ve dinsel-toplumsal ayaklanmalara kafa yormuşlardır.
Türkler yüzyıl boyunca ellerinde bulunan belgelere rağmen , Selçuklar döneminde bazılarınca „Baba İshaq“ ve bazılarının ca da „Baba İlyas“ isyanı (1240) olarak adlandırdırılan hareketleri „Türk“, yönlendirici dinsel düşünceyi de „Türk düşüncesi“ diye lanse edip herkese empoze ettiler.
Her ne kadar bazı eserlerde „Baba İlyas“ile Ebu Wefa Kurdî arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılsada var olan genel propaganda ortamında pek ses vermiyordu.
Alya Krupp Baba İlyas’ın ailesinden olan Aşık Paşazade’nin 1332/1913 tarihinde İstanbul’da yayınlanan „Tarih“ adlı eserine dayanarak Baba İlyas ile Ebu Wefa Kurdî arasında bağlantı kuruyor.
„Ben ki fakir derweş Ahmed aşıqım İbni Şêx Yahya İbni Şêx Sileman ve İbni Bali Sileman Al Ali Aşıqım ve ibni Murşid ul afaq Muxlis Paşayım ve İbni ve ibni Qutb ud dewran Baba İlyas halifet El Seyid Abu El Wefa Tac’l Arifin......“(Alya Krupp Studien zum Menaqybname des Abu l-Wafa Tağ Al- Arifin Teil 1 Das historische Leben des Abu L-Wafa Tağ al- Arifin , 1976 München , sayfa 6)
Aslında Ebu Wefa Kurdî (1026-1107) öldüğü zaman Baba İlyas hala doğmamıştı. Fakat, Baba İlyas Başkaldırısı döneminde Wefaiyi Tarikatı bölgede geniş bir şekilde yayılmıştı. Zaten Baba İlyas Xorasani, Xorasan’dan geliyor. Geyikli Baba , Doğu Kürdistan’ın Xoy şehrinden geliyor. Abdal Baba Geyikli Baba ve aynı zamanda arkadaşı yine Xoy’dan geliyor.
Bilindiği Xoy tipik bir Kürd şehridir.
Yine Alya Krupp, Taşköprüzade’nin 1852 tarihinde İstanbul’da çıkan „as- saqaik an-numaniya fi ulama ad daula utmaniya(übers. v. Meğdi Ef)“ „Baba İlyas’ın Geyikli Baba adlı öğrencisine hangi Şeyh’e bağlı olduğu sorulduğu zaman ‚ Ebu Wefa al Bağdati’nin tarikatına bağlı Baba İlyas’ın öğrencisiyim diyordu’(Alya Krupp, age sayfa)
Her ne hikmetse Kuzey Kürdistan ve Anatolia geçen tüm Ebu Wefa Kurdi’nin tüm müritleri, halifeleri ve Wefaiyi Tarikatına bağlı kesimler Türk yada Türkmen oluyor.
Bir dizi tarihi olayda olduğu gibi bu hususta ciddi bir şekilde irdelenmeye değer. Türklerin „tarihi gerçekler“ diye sağa sola empoze ettikleri „sahte ve uydurma tarih“tir. Bundan en çok zarar görenlerde Kürdlerdir.
Örneğin Mewlana Celaleddin Belxi yada Mevlana Celaleddin Rumi(1207-1273) olarak bildiğimiz din aliminin Mesnewi’sinin 6 cildini kaleme alan Ebu Wefa Kurdi’nin Wefayi tarikatından olan Husameddin Çelebi (http://www.hzmevlana.net/hz.mevlana-ve-husamett-n-celeb-.html ) adlı bir din adamıdır. Husameddin Çelebi “Şeyh Ebu Vefa Bağdadi evladından idi.. Şeyh’ine karşı pek büyük bir saygı ve sevgi ile mütehassis ve bağlı olması bakımından Mevlana’dan da aynı müşfik muameleyi görmüş oluyordu. Mevlana’nın mesneviyi vücuda getirmesinde Husameddin’in büyük bir tesiri olmuştur............................. Husameddin Çelebi’nin çabasıyla yedi sekiz senelik bir zamanda altı ciltten mürekkep olan bu muazam abide vücuda geldi.”(Prof. Dr. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, sayfa 226)
Mevlana Celadettin Rumi Mesnewi’nin Dibace’sinde Mesnewi’yi kaleme alan Hüsameddin Çelebi’den söz ederken : „Deriz ki: Bu kitap; garip, çok ender bulunan fikirleri, makalelerin en şereflilerini, inci gibi delilleri, zahitlerin seçtiği yolları, abidlerin bahçelerini kapsamaktadır. Lafızları veciz, manaları çok olan manzum Mesnevi'dir. Bu kitabı, efendim, senedim, mutemedim, ceset ve ruhumda yer tutan, bugünümün ve yarınımın gıdası olan zatın isteğine bağlı olarak uzatılmasına, çaba ve gayretimi kısıtlamadım. Bu yüce zat; ariflerin kendisine uyduğu, hidayet ve kesin bilginin önderi, halkın feryadına yetişen, kâlplerin, akılların emini, Allah'ın kulları arasında emaneti, insanlığın safiyeti, Allah Resulü'nün vasisi, Yüce Nebi'nin sırları olan arşın hazinelerinin anahtarı, yer hazinelerinin emini olan Şeyh Ebu-L-Fezail Ve Hüsamül-Hak Ved-din Hasan İbn-iİ Muhammed İbn-i Hasandır. "Ehi terk" diye bilinir. Bu zat vaktinin Bayazıd-i Bestamisi ve zamanın Cüneydidir. Sadık oğlu sadık oğlu sadıktır. (Radiyallahü anhu ve anhüm) ve aslen Rumî'dir . Temiz nesepleri: (emseytü kürdiyyen ve esbahtü arabiyyen/ Kürt olarak akşamladım, Arap olarak sabahladım) sözüyle muhterem olan Mükerrem Şeyh'e ulaşır. (kaddesellahu ruhehu ve ervahehu ve ahlafehu)”
Baba İlyas,  İshaq Baba,  Haci Bektaşi Weli ve   hatta  Mewlana  Celadettin Rumi   gibi   şahsiyetler   ya      Ebu  Wefa  Kurdi’nin    muridi,    ya  tarikatına  bağlı  yada      onun  düşüncelerinden   etkilenmişlerdir.     Hatta  bazı tarihçiler  Baba İshaq’ın      Yarsan  önderlerinden   Sultan Suhak   yada   Sey İshaq     dediğimiz   Kürd   şahsiyeti olduğunu  söylüyorlar.(Daha  detaylı bilgiler için    sözünü ettiğim  yazı serisine bakınız)
Ayşe Hanım’ın  diğer  bir yanlışlığı  ise  İdrisi  Bidlisi’nin   babası  meselesinde  “Kürt çevrelerinde ise Hakkâri veya Bitlis Kürtlerinden Hüsameddin Ali adlı bir ulemanın oğlu olduğu kabul ediliyor.”
Ayşe  Hanım’ın  bu   Hakkari  meselesi   nereden  çıktı    bilemiyorum, ama    İdrisi Bidlisi’nin  babası     Hüsameddin Ali  Bidlisi  olarak  biliniyor ve  ünlü Kürd  din alimi    Şeyh  Ammar Yasir Bidlisi’nin    hailfelerinden  olup  Suhrewerdi’nin   tarikatındandı.    “İrşadü’l Menzili Kitab”  adlı   iki  cilten  oluşan  bir  tefsiri vardır.
Bu  sadece  Kürd çevrelerinin  düşüncesi  değildir.  İdrisi  Bidlisi  üzerine    yazan    tüm  kaynaklar  onun    Hüsameddin Ali  Bidlisi’nin   oğlu  olduğunu  yazıyor. 
İdrisi Bidlisi’nin    Amed,  Tebriz   yada  Rey’de   dünya  gelmesi     onun     onun    etnik    kimliğini  ile   yada    Bidlis    kökenli    olduğunu  yadsıyamaz.   Belki    doğum   tarihini tespit  etmeye   yardımcı olabilir. 
İdrisi  Bidlisi’nin  babası Hüsameddin Ali  Bidlisi     Akkoyunlu   Uzun Hasan’ın   diwan  sekreteriydi.  Akkoyunlular  başkentlerini Amed’ten Tebriz’e  taşıdıkları  zaman   Bidlisilerde  Tebriz’e  taşındılar.
Ayşe  Hanım   İdrisi Bidlisi’ye  ilişkin   yazdığı  makale de   şöyle  bir  tespitte  bulunuyor: “Doğu sınırındaki bu gelişmeler Osmanlı’yı Dersim ve Kürdistan’la ilgili özel politikalar geliştirmeye yöneltti. Bu politikaları uygulayan kişiyse 1501′den beri Osmanlı sarayında yaşayan İdris-i Bitlisî oldu.”
Ayşe  Hanım’ın    bu  tespiti    ilk bakışta   çok  masum  görülüyor.  Ama,  o kadar da   masum  değildir.
Mesela     bu  tespitinde   “Dersim ve Kürdistan”  diye   bir    belirleme var.  Şimdi  Ayşe Hanım’a   şöyle  bir  soru  sorulsa    o dönemdeki  ve  daha  sonraki kaynaklarda    Dersim ve Kürdistan’ı ayıran    bir tespit  var mı ki  siz  böyle bir   ayrışmaya  gidiyorsunuz.  Mademki  böyle bir  tespitte  bulunuyorsunuz  o zaman bir kaynak  göster.
Ama  bunun  tersi      doğrudur.    O dönemdeki  kaynakların  bir çoğu   Dersimi   Kürdistan    çerçevesinde    ele alıyorlar.  
Ayşe  Hanım’ın   üzerine     makale   yayınladığı   İdrisi Bidlisi’den    bazı   alıntılar yapmak  istiyorum.
İdrisi Bidlisi  Safevilerle  girişilen  savaşta   Çemizgezek  beyine  şöyle   değiniyor:  “ O saatte   ilahi  tevfikle   başlarında   Kürd  beylerinden  Çemişgezekli  Pir   Hüseyin Bey’in   bulunduğu  sol  kanattaki  mücahidler tarafından mülhit  topluluğunun   üzerine   yürüdü(İdrisi Bidlisi,  Selim Şahname,  sayfa 280)
“Urmi, Uşni ve Erbil  hududundan   başlayayıp   Çemişgezek ve Arapkir uclarına  kadar  olan  yerlerde   Kürdistan beyleri, melikleri ve büyükleri……………. diyor(sayfa   283   yine   aynı  eserin    267, 279 ve   280 sayfalarına  bakılabilinir)
Sayın Munzur Cem’in de   “Tarih ezberlerin tekrarlanması    ile  değil, belgelerle yazılır”   adlı   makalesinde  eleştirdiği  sayın  Ayşe Hür    Tiroj  dergisinin    Ocak-Şubat 2010  sayısındaki makalesinde  “"Ama PKK`nın temsil ettiği Kürt Milliyetçılği Dersimlileri de Kürt dairesi içerisinde telakki ederek en azından meşruiyet temelini genişletmeye çalışıyor. Biz sadece Güneydoğu`da, Diyarbakır`da, Hakkari`de vs değil daha geniş bir coğrafyada bir halk tabanına sahibiz demek açısından Dersim`e sahip çıktıklarını düşünüyorum. Dersim`de 1937-1938`de yaşananları da Kürt İsyanları tarihine yazmak istiyorlar. Böylece bizim şanlı bir direniş geleneğimiz var, Koçkiri de bizim, Seyh Sait de bizim, Ağrı Cumhuriyeti de bizim, Dersim de bizim demek kadrolara güç veriyor. (s.41-42). diyor.
Dersimlileri  ve  Koçgirileri “Kürd   dairesi içinde  telakki etmek”    Ayşe   Hür’ün  niye   hoşuna   gitmiyor.     Kürdler  niçin  bu direnişlere  sahip  çıkmasın.    Ayşe  hanımın  sorunu  ne?    Ayşe  Hanım biraz     tarihsel  gerçeklere      kafa  yorsa    ve    Türklerin  yeni   atraksyonları  doğrultusunda    Kürdler  hakkında   yalan, yanlış, belgesiz ve  uyduruk tezleri  ileri   surmese  olmazmı?
Bir kere   Alişêr  Efendi Kürdistan Teali Cemiyeti’nin  bir üyesi(daha birçokları var)  hem  Koçgiri ve hemde   Dersim   direnişlerinin   teorik   beyni  durumda    olan  bir Kürd  lideridir.   Kısmen    Alişêr  Efendi’yi   okuyan ve bilen  biri  bundan kuşku  duyamaz.   O   tüm  yaşamını  Kürdistan davasına  adadı ve   şehid  oldu.  Ayşe  Hanım  Kürdlere  ona  ve onun  önderlik ettiği    direnişlere  sahip  çıkmayın   diyor.
Daha fazla uzatmaya gerek yok. Alişêr ve Sey Riza’nın içinde yer aldığı bir grup Kürd liderinin Kurdistan Teal-i Cemiyeti aracılığıyla Paris Barış Konferansı düzenleyicilerine gönderdikleri mektup o dönemi daha iyi ifade ediyor.
Alişêr Koçgirizade
Kürdlerin Dêrsim, Erzıngan, Kangal, Sêwaz, Akteke,..... delegesi
Seyd Rıza
Dêrsim Şix Hesen Aşireti Lideri
Brahim
Dêrsim Seydan Aşireti Lideri
Mehmet Emin
Aşiret Lideri
Husên Mustafazade
Erzıngan Aşiretleri Lideri
Mahmud ve Mehmed Kamıl
Koçgiri Aşiretlerinin Liderleri’nin imzaladıkları mektuptan konumuza ilişkin kısa bir bölümünü aktarıyorum.
“Koçgirili Alişer Efendi 1916’da Erzingan’a geçti ve kürd delegasyonunun şefi olarak ruslarla görüşme yaptı. 
11.11.1916’da, Rus İmparatorluğu ve müteffik güçler, Alişêr Efendi ile bir antlaşma imzaladılar. 
Alişêr Efendi Dêrsim’li 11 aşiret lideriyle birlikteydi. Bu liderler savaştan sonra Kürd ulusunun bağımsızlığını ve haklarının tanınmasını istediler. 
İmzalanan bu antlaşma özel bir komisyon tarafından Erzingan’da tercüme edildi. Dêrsim Ordular Komutanlığı tarafından Rus İmparatorluğu’na gönderildi. Gazetelerde yayınlandı. 
Doğal olarak bu antlaşma Rus Ordusu tarafından mütefiklere de gönderildi. Bu dokumanın bir nushası bizim elimizdedir.
Daha sonra ise Rus Çarı’nın devrilmesi üzerine Erzingan’da bulunan Rus Orduları Lenin tarafından yönetilmeye başlandı. Lenin’in yönettigi bu ordular halkımıza karşı saldırıya geçtiler. Bu gelişme sonucu bizlerde karşı saldırıya geçtik. Bolşevikleri kendi topraklarımızın dışına atmaya mecbur kaldık.“(Sevê Evin Çiçek , “17 bin kişiyi ırmağa atıp boğdular“ adlı makalesine bakınız  ve   ayrıca  Newroz.Com’da   yayınladığım “Erzincan Hükümeti” ve bazı eleştirisel notlar     adlı  yazı  serisine bakınız)
Yine  aynı   Alişer   bir şiirinde“ 
Kürdistan’ın orduları
Kahrettiler barbarları
Vatan için öleceğiz
İstemeyiz Moğolları”  diyordu.
Sayın   İsmail Beşikçi   “Kürdler ve Zazalar” Söylemi Üzerine” adlı   makalesinde   haklı olarak   Türkler, düne kadar    “Kürdler yoktur”   diyorlardı, bugün ise  “ Kürdler ve Zazalar”  diye Kürdleri  bölmeye  çalışıyorlar  diyor.
Sayın   Ayşe  Hür’ün  Türk   resmi  tarih tezlerini tekrarlama   mantığı   Kürdistan ve Ermenistan   toprakları  konusunda  da   kendisini  gösteriyor.  Geçmişte   Kemalistler     Kürdlerin   karşısına      “Ermeniler  Kürdistan’da  Ermenistanı kuracaklar ve  size  kovacaklar”  diyorlardı.    Bu konuda     Kazım  Karabekiri  okumak  dahi yeterlidir.
Bugün  gelinen   yerde  ise    Ermeni  Meselesi    jenosid ile   çözdüklerinden  dolayı   Ermeni tehlikesi     “tarihi haksızlıkla”  bertaraf  edildiğinden  dolayı   bölgede  yaşıyan   Kürdlere,   “ aslında  bazı şehirler   size ait  değil, Ermenilerindi”    tezini     geliştirmeye   çalışyorlar.   Ayşe  Hür’ün  Malazgirt  savaşı  üzerine yazdığı  yazıdaki  Ermenistan  ve Kürdistan    hikayesi   bilinen  tezin   çerçevesinde    ele alınması gerekmektedir.
Ayşe Hür 17.10.2010 tarihinde „Bir zamanlar ASALA ve PKK“ adlı bir yazı yayınladı.
Ayşe Hür bu yazıda: „
„1890’lardan beri bütün stratejilerini Ermenileri Anadolu’dan atmak üzerine kurmuş Kürtlerin içinden ‘Ermeni dostu’ bir grubun çıkması PKK’nın Marksist kökeniyle ilgili olmalıydı;“ diyor.
Dema Nu gazetesinin yazarlarından Ali Haydar Koç haklı olarak 30.10.2010 tarihinde Ayşe Hür'ün bu yazısına „Türk Tarihçilerinin Kürdleri Algılama Zihniyeti“ adlı bir makale ile cevap verdi.
Ali Haydar Koç, Ayşe Hür'ün Türk ırkçılarının stratejisini Kürdlere mal ederek Kürdlerin „1890’lardan beri bütün stratejilerini Ermenileri Anadolu’dan atmak üzerine kurmuş“ olduğu safsatasına tavır alması doğrudur.
Ayşe Hür'de bir çok Türk tarihçisi gibi mesele Kürdler olunca tarih bilimini bir kenara bırakarak „resmi tarihin“ yeni versiyonlarıyla Kürdlerin karşısına çıkıyor. Düne kadar Kürd yoktu. Bugün Kürdler var ve „bütün stratejileri Ermenileri kovmaktı“ . Dolayısıyla „Kürdler Ermeni Soykırımının stratejik“ aktörleridir mantığını empoze ediyor.
Ayşe Hür'ün yaptığı Türk devletinin jenosid suçuna Kürdleri ortak etmektir. Ayşe Hür bir kısım Kürd'ün İttihat ve Terakki politikalarına alet olduğunu söylese insan üzerine düşünür ve belki hak verir. Sanki Kürdlerin bağımsız bir siyasi iradesi ve ondan kaynaklanan bir stratejisi varmış gibi bir tablo çiziyor.
Sayın Ali Haydar Koç'ta sayın Ayşe Hür'ün tezine karşı çıkarken haklı, fakat başka bir uca savrularak yanlışlık yapıyor.
Sayın Koç ne diyor?
„Dostluk temelinde gelişen Kürt-Ermeni ilişkileri 20.yy. boyunca hep devam etti ve hala devam etmektedir. Büyük soykırım esnasında Kürtler yüzbinlerce Ermeni’nin canını kurtarmak için çaba harcadılar, bu insani girişimlerden dolayı binlerce Kürt katledildi. „
Ermenilerin yoğun bir şekilde Kürdler tarafından kurtarıldığı tezi doğrudur. Bu konuda bir hayli kaynak var.
Kamil Bedirxan'da Birinci Dünya Savaşı boyunca bölgede olduğundan dolayı Kürdlerin Ermenileri kurtarma girişim ve çabalarına geniş veriyor.
Ama aynı Kamil Bedirxan „Ermenilerin tek bir Kürd'ü kartardıklarını gösteremezsiniz“ diyor.(Aris Arda'nın Kamil Bedirxan'ın raporunun çevirisine bakınız)
Kürd ve Ermeni ilişkileri her zaman dostluk temelinde gelişmedi. Bin sekizyüzlerin son on yılından birinci dünya savaşının sonlarına kadar Kürdlerle Ermeniler arasında bir savaş oldu. Ermenilerin saflarında ulusal bilincin gelişmesiyle birlikte Ermeniler bizim bugün Kuzey Kürdistan dediğimiz topraklarda „Büyük Ermenistan Devletini“ kurmak istiyorlardı. Tüm stratejileri bu amaca endekliydi. Rusya ve o dönemin büyük batılı güçleri Ermenilere bu amaclarını gerçekleştirmeleri için büyük sözler vermişlerdi. Zaten bu devletlere bağlı misyonerler onlarca yıl boyunca bölgede ciddi çalışmalar içindeydiler. Bu çalışmaların tarihçesi Mir Bedirxan öncesine dayanıyor. Ermenilerin Osmanlılarla birlikte Mir Bedirxan'a saldırmalarının altındada yatan gerçekler vardır.
Birinci Dünya Savaşı öncesi Bedirxanilerin de içinde yer aldığı Taşnak Partisi ile Kürdler arasında Osmanlılara karşı ayaklanmak için bir antlaşma yapılıyor.
Taşnak Partisi Kürdlerden gizli olarak İttihat ve Terakki Partisi ile antlaşmaya giderek ayaklanma girişimlerini deşifre ediyor. Tarihe „Mela Selim“ yada „Bitlis Ayaklanması“ olarak tarihe geçen 1914 ayaklanmasının bastırması için Taşnak Partisi Jön Türklerden binlerce silah alıp Kürdlere karşı savaşıyor.(Geniş bilgi için Şachovski ve Kamil Bedirxan'ın raporlarına bakınız“
Taşnak ve Kürdlerin arasında Bitlis'te bir kilisede yapılan antlaşmaya Kamil Bedirxan'da katılmıştı..
Aslında Kürd ileri gelenleriyle Taşnak ve Ermeni kilisesi yetkileri arasında 1914 yılında yapılan antlaşmaya uyulmuş olunsaydı, sonradan gelişecek soykırımlarının önüne geçilebilinirdi. Kuzey Kürdistanlı aydınlar ve din adamlarının da katıldığı bu toplantı iyi bir zemindi. Anlaşma sonrası Kürd tarafı Mela Selim önderliğinde harekete geçtiği zaman karşılarında İttihat ve Terakkicilerle birlikte Taşnakları buldular. Prens Şachovki ve Kamil Bedirxan Taşnakların bu girişimini Kürdlere „ihanet“ olarak değerlendiriyorlar. Taşnak Partisini Mela Selim önderliğinden gelişen harekete karşı kısa bir süre sonra resmi olarak „Ermeni soykırımı“ kararını alacak olan İttihat ve Terakki güçleriyle girdiği bu kirli ilişkilern ciddi bir şekilde değerlendirmek gerekir.. Konumuzun kapsamını daha fazla genişleteceğinden dolayı şimdilik geçiyorum. Fakat şu hususun altını çizmek lazım. Taşnakları hedefledikleri „Büyük Ermenistan“ın kurmak için gördükleri en büyük engel Kürdlerdi. Çünkü, Kürdler onların devlet kurmak istedikleri topraklarda aritmetik çoğunluğu oluşturuyordu ve o toprakları kendi vatanları olarak görüyorlardı.. Zaten Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte Taşnak Partisi kendi stratejisini Rus ordusunun desteğiyle adım adım gerçekleştirmeye başladı. Kafkas .Kürdlerine yönelik tamir edilmesi zor bir etnik arındırma gerçekleştirildi. Savaş boyunca Rus ordularının girdiği Kürdistan'ın tüm şehirlerinde Kürdlere yönelik etnik arındırmaya gidildi.. Serhat'ın sınır boylarındaki şehirleri bir kenara bırakılırsa, Rus ordularının girdiği Van ve Bitlis'te dahi Kürd bırakılmadı. Abdulrezak Bedirxan'ın bazı Kürd köylülerin Van bölgesinde kendi yerleşim yerlerine dönmeleri için giriştiği çabalar dahi Ermenilerin engellemeleriyle karşılaşıyordu.
Sorun sadece Kuzey Kürdistan değildi. Güney Kürdistan'da „Revanduz Katliamı“, Doğu Kürdistan'da Mahabad dahil olmak üzere bir çok şehirde çok çirkin katliamlar gerçekleştirildi.(Doğu ve Güney Kürdistan'a ilişkin belgeleri çevirip yayınlayacağım)
Ermeniler savaş boyunca girdikleri tüm alanlarda Kürdlere karşı katliamlar yapmaya başladılar. Sadece Kafkas cephesinde değil, Fransızların işgal ettikleri Adana, Urfa ve Antep bölgelerindede aynı şeyler yaşandı.
Bir çok Rus ve Fransız generalleri savaş anılarında Ermenilerin askerlere karşı değil, sivil kesimlere karşı giriştikleri katliamlardan söz ediyor ve yapılanların „askerliğin etik değerleriyle....... savaş kurallarıyla bağdaşmadığını“ ileri sürüyorlar. Hatta bir çok general Ermenilerin savaş cephelerinden alınmasını talep ediyorlar.(Urfa ve Antep süreçlerine ilişkin bazı belgeleri yayınlayacağım.)
1914 yılında Osmanlı Devletine karşı ayaklanmak için harekete geçen Kürd din adamları ve aydınları Ermenilerle ittifak kurarken ve Ruslardan yardım isteminde bulunurken, çok kısa bir süre sonra eline silah alabilen her Kürd nasıl oldu Ruslara ve Ermenilere karşı ölesiye ölüm kalım savaşına girdiler?
Yada Birinci Dünya Savaşı sırasında bir dizi Ermeniyi ölüm pahasına kurtaran Milili İbrahim Paşa'nın oğlu Mahmud Bey nasıl oldu Urfa ve Antep savaşları sırasında Türklerle birleşti.(Mahmud Bey'in mektubunu yayınlacağım) Fransa'ya ve Ermenilere karşı savaştı?
Aslında bu soru ve sorunların kısmen cevabı Prens Şachovski ve Kamil Bedirxan'ın raporlarında var. Rus arşivlerinde var olan bir çok belge var olan bu durumun anlaşılmasına yardımcı oluyor.
O sürece ilişkin iyi bir gözlem yapılırsa Ermeniler, Taşnak ve Hinçak gibi siyasal örgütlenmelere, ulusal bilince varmış yoğun bir kadrosu, geniş bir basın ağı, Rusya ve bir dizi Büyük güçlerin açık desteğine sahipler.
Ermeniler var olan objektif ve subjektif koşulları kullanarak „Büyük Ermenistan“ hayallerini gerçekleştirmek istiyorlardı.
Ermeni siyasal yapılarının kendilerini güçlü hissettikleri bu tarihsel aşamada Kürdlerle var olan tüm köprülerini uçurdular.
Sonuçta kanlı bir savaş oldu. Hem Kürdler ve hemde Ermeniler büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldılar. Bu arada Taşnak Partisinin „Büyük Ermenistan Projesi“ de fiyasko ile sonuçlandı.
Birinci Dünya Savaşından Sonra Paris Barış görüşmeleri esnasında Ermeni delegasyonu ile Şerif Paşa arasında yakınlaşma oldu. Bu yakınlaşmanın neticesinden „Sevres Antlaşması“ ortaya çıktı.
Fakat, Kürdler yoğun bir şekilde Sevres antlaşmasına karşı çıktılar.
Bu karşı çıkışın esas nedeni ise Sevres Antlaşmasıyla Van, Bitlis ve Erzurum gibi şehirlerın Ermenilere bırakılması meselesiydi. Kürdistan için otonomi istiyen Seyid Abdulkadir'in Barış Konferansına gönderdiği „Büyük Kürdistan“ haritası bu anlamda anlamlıdır.
Kürd ve Ermeni siyasal oluşumları arasında teorik anlamda en ciddi antlaşma 1927 yılında Xoybun ve Taşnak Partisi arasından yapılan antlaşmadır.
Xoybûn ve Taşnak Partisi bu antlaşmaya giderken geçmişe oranla durum tümden değişmişti. Taşnak Ermenistan'daki iktidarını Bolşeviklere kaptırmış, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ise faaliyetleri tümden caduclaşmıştı.
Buna karşılık Kürdler ülke zemininde sömürgeci Türk devletine karşı ayaklanmalar içindeydiler.. Xoybûn'un dayanabileceği ve hareket halinde olan bir kitlesi vardı.
Taşnak Partisi'nin Xoybûna sunabileceği, örgütsel tecrübe, diplomatik ilişkiler ve lojistik destekti. Fakat bu ilişki Kürdlere zaten kapalı olan Sovyet kapısını tümden kapatılma riskini de beraberinden getiriyordu. Ayrıca bir çok Kürd çevresi de Taşnak ile olan bu ilişkiye karşı çıkıyordu.
Kürd siyasal çevreleriyle Ermeni siyasal çevreleri arasındaki bu girişim bir barış girişimiydi. Yani „Kürd-Ermeni Barışı“.....
Sayın Wahe Tachjian'nın Fransız belgelerine dayanarak verdiği bilgilere göre, 2 Ocak 1929 yılında Mir Celadet Bedirxan Haleb'teki Taşnakçıların Club'unda yaptığı konuşmada:
„Kürdler ve Ermeniler aynı ırktan geliyorlar, yalnızca dinsel olarak farklılar. Uzun zamandan beri biz acı çekiyoruz ve Türk sultasına karşı mücadele ediyoruz. Biz bilmeden ve bilinçsizce bir birimizi katlettik.. Fakat biz bundan sonra ayrılmamak için birleştik. Türklerden rövanş almak için ve onlara karşı koymak için dostluğu ve barışı yerleştirmek için tüm çabalarımızı kanalize edelim..“ diyor( Wahe Tachjian la France en Cilicie et en Haute Mesopotamie, sayfa 365)
Mir Celadet Bedirxan'ın „ Biz bilmeden ve bilinçsizce bir birimizi katlettik“ sözünün altını çizmek lazım.
Bazı Kuzey Kürd çevrelerinin Ermeni-Kürd ilişkileri konusunda ve savaş boyunca yaşanan trajediler konusunda hiç bir ciddi araştırmaya girmeden, Kürdleri millet olarak Türk devletinin yaptığı „Ermeni Jenosidine“ ortak etmeye çalışıyor.
Mir Celadet „Kürdler Ermenileri öldürdü“ demiyor, Biz bilmeden ve bilinçsizce bir birimizi katlettik“ diyor.
Kafkas Kürdleri nasıl „buharlaştı“? Sorusuna cevap aranmış olunsaydı belki daha objektif bir şekilde yaşanan felaketler değerlendirilebilinirdi.
Taşnak Partisi ve Xoybûn arasında imzalanan antlaşmada çok enterasan bir başka nokta daha var.. Iki partinin ortak protokolunun B kısmının 2.maddesi „Sevres Antlasmasında Ermenilere Van, Bitlis ve Erzurum'u veren 89.maddesi geçersizdir“ diye yazıyor. ( Wahe Tachjian, age sayfa 365)
Bunu Taşnak Partisi'nin geçmişte yaptığı yanlışlığın bir özeleştirisi olarak okumak gerekiyor. Taşnak ve Ermeni milliyetçilerinin tüm savaş boyunca deklere edilmiş amaçları bu bölgelerinde dahil olduğu „Büyük Hayestan“ ı gerçekleştirmekti. Buna uygun olarakta girdikleri tüm bölgelerde etnik arındırmaya giriştiler. İttihat ve Terakkicilerde Ermenilerin deklere edilmiş amaçlarının dışından Kürdleri kazanmak için fazla bir bir şey anlatmalarına gerek yoktu.(Kazim Karabekir'in İstiklal Harbimiz adlı eserine bakınız)
Birde orta da Kafkas Kürdlerin akibeti ve Taşnak Partisinin pratikleri vardı.
Burada Sevres Antlaşması ile ilgili „Xoybun ve Taşnak Partisi'nin“ yeni konseptlerine vurgu yapmışken sayın Ayşe Gül'ün bir başka yanlışlığına dikkat çekmek istiyorum.
Ayşe Hür 24.05.2009 tarihinde Taraf Gazetesinde „Ağrı Dağı'nda Bir Kürd Cumhuriyeti“ adlı bir makale yayınladı.
Bu makalede sayın Hür: „Örgütün Kürd kanadının(yani Xoybûn'un Kürd kanadı???-Aso) amacı Sevr Antlaşmasıyla tanımlanan coğrafyada bağımsız bir Kürd devleti kurmaktı“ diyor..
Bu tespit baştan sonuna kadar yanlıştır. Çünkü, Kürdlerle Ermeniler arasında imzalanan antlaşmada „Sevres Antlasmasında Ermenilere Van, Bitlis ve Erzurum'u veren 89.maddesi geçersizdir“ diyor.
Sonuç  olarak   Ayşe  Hür’ün  Kürdleri  konu alan  bir  çok  makalesinde    sakat, yanlış, belgelere   dayanmayan  ve   gerçeklerle  bağdaşmayan  tespitler  var.  Bunların  hepsine  girmek     makale   işi  değildir.    Ayşe Hür’ün  bende  bıraktığı  izlenim     uyduruk  Türk  tarihine  ilişkin   yaptığı   düzeltmeler kadar     Kürd  tarihinide  çarpıtmaya  çalışıyor.  Sanki   balans  ayarı  yapıyor.
[email protected]
 
        
     
 
     
       
       
       
       
      