Sayın Ayşe Hür’ün Malazgirt Savaşı ve Kürd Tarihine ilişkin çarpıtmaları(7)
5) Romanos Diogenes’in   Esir Alınması
Yıllar  önce      Bizans Kralı   Romanos  Diogenes’in      Malazgirt savaşı  sırasında    bir  Kürd tarafından   esir  alındığını  Güney Kürdistanlı   bir tarihçi  olan   Dr. Niştiman’a  dayanarak  Nisan-2009 tarihinde  Newroz.Com’da  kısa  bir yazı    yazmıştım.  Daha  sonra  aynı alıntıyı     Malazgirt  Savaşına  ilişkin     M. Armağan ve N. Ilıcak’a   cevap mahiyetindeki  yazıda  kullanmıştım.
Başka  arkadaşlarında  bu   konuda    bir şeyler     yazıp  yazmadığını  bilmiyorum.   İnternet  üzerine  bir  yoklama  yaptım  fakat,   sayın  Xerzi’nin „AYŞE HÜR HANIMEFENDİ'YE CEVABEN...”  adlı  makalesindeki   bir pasajdan   başka  bir  şeye  rastladım.  
Sayin  Xerzi’de   sözkonusu  makaleyi    Ayşe Hanım’ın makalesinden  sonra   kaleme almıştır.
Sayin  Xerzi şöyle yazıyor: ”Diyojen’in bir Kürt savaşçı tarafından esir edilmiş olduğu ise bir efsane olarak Kürt sözlü literatüründe yüzyıllardır söylenegelmektedir. Kürtlerde sözlü tarih anlatımının önemli bir yeri vardır ama bunu ispatlayacak bir belge yoktur, bu yüzden sadece sözü edilen Kürt savaşçının isminin “Şaro” olduğunun anlatıldığını belirtmekle yetineceğiz.”…( http://www.mezopotamya.gen.tr/ayse-hur-hanimefendiye-cevaben-makale,304.html)
Eğer  başka   arkadaşlarda  bu  konuya  ilişkin yazmışlarsa   yazdıklarının  içeriğini  merak  ediyorum.
Sayin  Ayşe Hür   makalesinde   bu   iddia  üzerine de duruyor ve şöyle  yazıyor: „ Benim şakayla karışık ‘Popüler Kürt Tarih Tezi’ adını verdiğim söylemde Alparslan’ın ordusunda olduğundan başka, Romanos Diogenes’i esir eden askerin Kürt olduğu; Malazgirt adının Kürtçede Me (biz)- lez (tez, çabuk, erken)- girt (aldık) kelimelerinden geldiği gibi iddialar da var. „.  
Sayin Ayşe  Hür    Radikal   gazetesinde    yazılarına  başlarken   okuyucularına   yaptığı çağrıda : “Yine de yazılarımın ‘bilimsel’ değil ‘popüler’ nitelikte olduğunu aklınızda tutmanızı rica ediyorum” diyor.
Sayin  Hür  “Popüler yazıları”   kendisine  hak   başkalarına   ise  haram görüyor.  Başkaları    yada  bazı  Kürdler  popülar  yazılar  yazarsa,  Ayşe  Hanım   hemen bunu  tüm Kürdlere  mal ederek     “Popüler  Kürd  Tarih Tezini”    şaka  ile  de  olsa  çıkarabiliyor.  Hatta    bundan itibaren    Kürdleri  “Türk Tarih Tezini”nin  Kürd  versiyonunu   oluşturmakla  da  suçlayabilir.
Ayşe Hanım   fazla  müteessir ve  telaşlı  olmasın  Kürdlerin   bir  “Kürd  tarih Kurumu”  dahi   yok.   Kürdler   Kürdistan’da   çok  yakın gelişmeleri dahi   aynı biçimde   okumuyor.    Ortak bir  Kürdistan bayrağı  konusunda  dahi anlaşamıyorlar.  Türk  jenosidsitçileri      sadece    Kürdleri  fiziki olarak   yoketmeye  çalışmadılar, aynı   zamanda  Kürd dili,  tarihi   ve   Kürdlere  ait   ne  varsa yok etmeye  çalıştılar. Kürdistan’ı    işgal eden güçler    Kürd  tarihini  ciddi boyutlarda   çarpıtmaya   çalıştılar.   Kürdistan’ı  gezen  misyönerler    taraflı     yazılar yazdılar ve   büyük bir  bilgi  kirliliğine  neden oldular. Tüm  bu çarpıtma ve  bilgi kirliliği ortamında    Kürd tarihine  ilişkin    çalışmalar   esas  olarak   çeşitli  bireylerin  kişisel   çabalarının  ürünü  olarak  kalıyor.    Kürd   popülar  edebiyatı  Kürd  tarih  çalışmaları  için  ciddi bir    kaynak durumdadır.    Bir  Dimdim  destanı alalım..   Kürdistan’ın   her  tarafında    halk içinde    Dimdim Kalesi,     Mîrê  Lepzêrîn   hikayetleri  anlatılırdı.epzêrde    Dimdim Kalesi,     Miradır.    Bir  Dimdim  destanı alalım..   Kürdistan' rliliği ortamınd  ve  Omerê  Celalî    hikayeleri  anlatılırdı.   Yüzlerce  Yıl    once  Fars  devletine    karşı   Kürdlerin   geliştirdiği   bir  direniştir.  Ama   bu direniş çağlar boyunca     Kürd  sözlü   edebiyatında   canlı tutuldu  ve  dengbejler  tarafından   asırlar boyunca   yaşatıldı.    20.yüzyılın başında     Kafkas  Kürdleri  “Dimdim Kalesi”  ve “Omerê  Celalî” gibi  edebi  eserlerini  dengbejlerin  stranlarına   dayanarak  yazdılar.  Ahmedê  Xanî’nin   Mem û  Zîni  içinde  bu geçerlidir.    Kürdler   yüzlerce   yıl  Mem u Zini  okumadan     Dengbejlerden   ve çirokbêjlerden dinlediler.  hikayetleri  anlatılırdı.epzêrde    Dimdim Kalesi,     Miradır.    Bir  Dimdim  destanı alalım..   Kürdistan' rliliği ortamınd
Bir  millet   barbarlarca    fiziksel, kültürel, tarihsel ve  dilsel   olarak   jenosidlerle    karşı karşıya   kaldığı bir zaman     süreci içinde     sözlü edebiyata  dayalı    kendisini  yaşatma   ve   savunma  mekanizmaları   oluşturmuşsa   bundan  korkma  yerine     saygı  duymak  lazım.
Yeniden   konumuza    Romanus Diogenes’in   esir  alınması   meselesine  gelirsek,    söz konusu olan  yazımda 
 “Öğretim görevlilerinden Dr. Niştiman Beşir Mehemed, Raman dergisine yazdığı bir makalede;“Bizans kralı Romanus Diogones’in Şadi adlı bir Kürd tarafından esir alındığını” yazıyor.. Dr Niştiman bu tezini tarihçi İbni El Hibri’nin “Tarix El Zeman” adlı eserine dayandırıyor..İbni El Hibri şöyle yazıyor;“Şadi adlı bir Kürd Bizans kralı 4. Romanus’u esir alabildi..” Bu gerçeği ispatlamak için diyebilirim ki Şadi Kürdçe bir kelimedir.. Ayrıca Selahedin Eyubi’nin babasının ismide Şadidir” (akt. Dr. Niştiman) “
Bu alıntıda     Popüler  diyebileceğimiz   bir şey  yok.  Tarihsel bir kaynaktan verilen   bir  alıntıdır, doğruluğu ve yanlışlığı   tartışılabilinir..
Çeşitli  tarihi  kaynaklara  baktığımız  zaman   Şadi  ismi     sürekli  olarak  gündeme  gelmektedir.   Sayın  Ayşe  Hür’ün   makalesinde   kullandığı    A. Sevim ve  F. Sümer’in   sözkonusu  eserlerinde    bir  kaç alıntı vermek istiyorum.   Bunlardan  ilki   Ahbarü’d  Devleti’s  Selcukiye adlı  eserden alınmış:
“Şaduddewle   Gewharayen’in    bir memlükü  vardı.  O  bu memlükü   vezir   Nizamü’l Mülk’e  hediye  etmişsede   o,  hakir  görüp beğenmediği için   bunu  Kabul etmemişti.  Gevherayin’in  ısrarı üzerine  Nizamü’l Mülk ‘Bu memlükten   ne beklenir  belki Bizans  hükümdarını   bize  tutsak  olarak  getirir’  demişti.  Vezir  Nizamü’l Mülk’ün dediği gibi oldu.  Memlük savaşta bulunmuş ve Bizans İmparatorunu da   esir  alıp getirmişti”  diyor.(age, sayfa 10)
İbnü’l Cewzi’de    Bizans  İmparatorunun  esir alınması    hususunda    Şadi meselesi  üzerine duruyor ve  şöyle yazıyor: “ Bundan sonra  Sultan   ordugahına  döndüğünde    hâdim Gewherayen  :’Ey Sultan  memlüklerimden biri Bizans  İmparatorunu  tutsak aldığını   söylüyor’.  Bu memlükü Nizamü’l Mülk  askeri teftiş   ederken gördüğünde    onu  küçümsemiş ve   saf dışı  edilmesini  emretmişti.  Fakat  onun hakkında    rıca da  bulunmasından  üzerine  istemeyerek    yerinde kalmasına  razı olmuş ve  alaylı bir şekilde ‘ olaki  Bizans İmparatorunu tutsak alıp bize  getire’ demişti.  Ulu tanrı  Bizans  İmparatorunun tutsaklığını bu memlükün eliyle nasib etmişti. Fakat,  Sultan  bundan şüphe  ederek  müteaddit defalar  elçilikle  Bizans  İmparatoru’na    gitmiş  “Şazi” adlı memlükü   çağırıp   onun bu işin  tahkikine  memur etti.    Şazi, gidip   tutsak alınanı   görüp    onun imparator  olduğunu   teyit  etti.”(age, sayfa  14)
Bundari de    Bizans  İmparatoru’nun  esir    alınması  üzerine duruyor ve  şöyle yazıyor:  “
Sadüddevle Gevherayin'in bir memlükü vardı. O, bu memlükü Nizamü'l-Mülk'e hediye etmiş ise de o, bunu kabul etmeyerek ona itibar etmemişti. Gevherayin, onu kabul etmesi için çok ısrar etti. 
Bunun üzerine Nizamü'l-Mülk: "ondan ne beklenebilir, belki Bizans Imparatoru'nu bize tutsak alarak getirir" demiş ve bunu alay etmek, onu küçük göstermek ve mühimsemediğini ifade etmek için söylemişti. Savaş günü Bizans İmparatorunun bu memlûk tarafından tutsak alınması Nizamü'l-Mülk'ün sözüne uygun düştü”(age  sayfa  22)
İbn El Esir’de yine aynı konuda şöyle yazıyor: “Bizans İmparatoru tutsak alındı. Onu Gevherayin'in memlüklerinden biri tutsak almış, tanımadığı için öldürmek istemişti.
Fakat İmparatorun yanında bulunan bir hadım ağası:
"Onu öldürme, zira o İmparatordur" dedi. Bu memlük Gevherayin tarafından Nizamü'l-Mülk'e takdim edilmiş ise de küçümsenerek kabul edilmemişti.
Gevherayin bu memlükü övünce Nizamü'l-Mülk:
"Olaki Bizans İmparatoru'nu tutsak olarak bize getire" demişti. Dediği gibi oldu. Bu memlük İmparatoru tutsak alınca onu Gevherayin'in yanma getirmiş, o da Sultan'a İmparatorun tutsak alındığını haber vermişti. Sultan da onun huzuruna getirilmesini emretti. (age sayfa 26)
Sibti İbn El Cewzi’de Bizans İmparatorluğunun esir alınması hususu üzerine duruyor ve şöyle yazıyor: “Az sonra Gevherayin huzuruna geldi ve Sultan'a:
"Memlüklerimden biri Bizans İmparatoru'nu tutsak aldı. Ben bu memlükümü, vezir Nizamü'l-Mülk'e arzetmiştim. O, bu memlükü küçümsemiş, hor görmüş ve onun hakkında 'belki Bizans İmparatorunu tutsak olarak bize getirir' diye alay etmişti. Ulu Tanrı da bu memlükün eliyle, Bizans imparatoru'nun tutsak olmasını takdir buyurdu." Fakat Sultan buna ihtimal vermeyerek evvelce İmparatora elçilikle göndermiş olduğu Şazi adlı hadimi yolladı. Hadim, İmparator'u görünce tanıdı ve dönüp Sultan'a bildirdi.”(age sayfa 35)
İbnü’l Adim İmparatorun esir alınması meselesinde şöyle yazıyor: ” Şöyle tuhaf bir hikaye anlatılır:
Sadüddevle Gevherayin'in bir memlükü olup onu Nizamü'l-Mülk'e hediye etmiş, fakat Nizamü'l-Mülk onu kabul etmek istememiş, Gevherayin de kabul etmesi için ısrar etti.
Bunun üzerine Nizamü'l-Mülk alaylı bir şekilde:
"bu Memlükten ne iş çıkar! Bizans imparatorunu tutsak olarak bize mi getirir" demişti. Nizamü'l-Mülk'ün bu sözleri, bu olay vukua gelip Bizans İmparatoru bu Memlük tarafından tutsak alınıncaya değin unutulmuştu. Sultan bu Memlük'e hil'at giydirip pek çok şeyler verdi ve istediği vazifeyi vereceğini de söyledi. Memlük'ün Gazne beşaretini istemesi üzerine bunun fermanı yazıldı.”(age sayfa 53)
Mirhond’da aynı meseleyi şöyle gündeme getiriyor: “Bu savaşta güneş batarken Hıristiyanlardan hiç bir kimse kalmadı. Sultan devletin direği olan Gevherayin'i ileri gelenlerden bir topluluk ile İmparatoru takibe gönderip kendisi de onun tahtına oturdu. Gevherayin'in İmparatoru takip ettiği esnada yanındaki memlüklerden biri İmparatora yetişerek tanımadan onu yaraladı.
Bir kere daha vurmak isteyip atını çevirdiğinde İmparator korkusundan:
"Sakın vurma, ben Bizans İmparatoruyum" dedi. Memluk, onun tulgasına, binit ve kemerine bakıp imparatorun doğru söylediğini anladı. Zira bunlar ancak hükümdarlara mahsus şeylerdi. Memluk İmparatoru tutsak ederek Gevherayin'in yanına götürdü. Gevherayin geri dönerek Cihan Sultanı'nın yanına geldi. İleri gelenler Sultan'ın çadırı önünde toplandı. Sultan, Bizans İmparatorunun huzuruna getirilmesini emretti. Gevherayin, buyruk gereğince gidip İmparatoru hakaretle İslam hükümdarının huzuruna getirdi.(age sayfa 71)
Mirhond   yazısının  devamınde şöyle yazıyor: “Garip bir tesadüf olarak askerin teftişi ve isimlerinin deftere kaydedilmesi esnasında müfettiş, çok çelimsiz olduğundan bu memlükün adını yazmak istememiş ise de Sultan, Şahne Saduddevle'ye veya müfettişe — burada ihtilaf vardır — "Bu memlükün adını yazın, belki İmparatoru tutsak alabilir" demiştir. Netice, hükümdarın dediği gibi olmuştur. “(age sayfa 72)
Tüm  bu   aktardığım kaynaklara  baktığımız   zaman,    Şadi/Şazi/Şadüddewle/Şadüddewle Gevherayin   isimleri  altında     karşılaştığımız  tip/tiplemeler var.   Gevherayin’dan   “hâdim”    ve   “Şazi”den      
“memlük”    diye  söz ediliyor.       Daha  çokda      Şadüddewle’nin    “bir  memlükü  tarafından   Bizans  İmparatoru  esir  alındı”  vurgusu var.   Aslında  bu  memlük  terimi   kullanış  biçimiyle  hiç bir  şey   ifade  etmiyor.  Bazıları     bunu  “köle”   dar anlamıyla  alıyor.   Fakat    islami   tarihçilere  baktığımız  zaman     onlar bu    tabiri  çok  geniş  anlamda   kullanıyorlar.     Örneğin   Sultanın    “4 bin  memlükü”  deniliyor.  Zaten       hassa  kuvvetleri   dedikleri güçler   4 bin kişiden   oluşuyordu    deniliyor.    O zaman    herkes   köle miydi?     Bu   çok anlamsız   geliyor.  Bir  bakıyorsun     sultanın  güçleri   hep birlikte   haykırıyor: “hepimiz  sizin memlüklarıyız”    gibi…
Farklı biçimlerde karşımıza çıkan Şadüddewle, Şazi ve Şadi aynı kişi olması gerekir. İsmin asıl orjinalı Kürdçedeki Şadidir. Bilindiği Araplarda “d” ve “z” sorunsalığı biliniyor. Bizim “Kadafi” dediğimiz şahsiyete Araplar “Kazafi” diye telavuz ediyorlar.. Şadi’nin “Şazi”leşmesi de böyle bir şeydir. Şadü dewle kelimelerinin birleştirilmesi zaten o dönemler bir hayli rövanşta olan bir gelenekten kaynaklıyor. Dewle ünvanını almayanlar mı vardı?
Türklerin Ebül Farac, Avrupalıların Bar Hebraeus, Arapların İbn El Hibri ve Süryanilerin Bar Ebroyo dedikleri Malatya’nın Hibri yada Ebroye köyünden olan din adamı ve tarihçi de Şadi üzerine duruyor.
Bar Ebroyo Kaharya’nın memlüklerinden biri Bizans kralını esir aldıktan sonra Selçuklu Sultan’ı emin olmak amacıyla “Roma Kıralı nezdine sık sık giden Şadi namında birini gönderdi ve keyfiyeti tahkik etti. Şadi gitti, Diyogenes’i gördü, onun karşısında yere eğilerek onu selamladı, sonra koşa koşa döndü ve bizzat kıralın esir edilmiş olduğunu bildirdi.” diyor(Gregory, Ebül Farac, Ebül Farac Tarihi, Cit 1, sayfa 322)
Bar Ebroyo sözünü ettiğimiz esrinin Türk baskısında Mar Mikael’e dayanarak bir başka versiyonu anlatıyor. Bar Ebroyo şöyle yazıyor: “Bar Mikael diyor ki: Sultanın hemşirezadesi kralı esir aldı. Diğer bir Türk gelerek sultanın yeğinini ödürdü ve kralı elinden alarak onu esir etmek şerefinin kendisine ait olmasını istedi…………… “ Bu söylemden sonra Bar Ebroyo kendi yorumunu da katarak şöyle yazıyor: “Bundan başka bir Türk’ün Alpaslan’ın yeğenini öldürüp kralı elinden alması imkansızdır. Çünkü bu hareketin anlaşılmasından veya kıral tarafından öğrenilmiş olmasından dahi korkardı”(Ebül Farac, age, sayfa 323)
Bar Ebroyo’nun kronikini Süryaniceden Arapça’ya çeviren İshaq Armaleh aynı pasajı farklı çeviriyor“Sultan’ın kız kardeşinin oğlu kralı esir aldı ve bir Kürd gelerek sultanın yeğinini ödürdü ve kralı elinden alarak onu esir etmek şerefinin kendisine ait olmasını istedi……………..” diye yazıyor.( Ebu Al Farac Jamal Al-Din İbn Al ‘İBRİ, Tarikh Al Zaman, 1986, Beyrut, sayfa 111-112)
Aynı  kıtabın     farklı   dillerdeki  çevirilerine  bakıldığı zaman  bazı  çevirilerde   “Kürd” ve   bazılarında  ise  “Türk”  tarafından        kralın   sultanın yeğenin  elinden alındığını  yazıyor.
Ernest  A. Wallis  Budge’nin    1932  yılında    yayınladığı İngilizce  çevirisinde (aynı zamanda   Türkçe’ye çevirisi   bu kaynaktan yapılmış)  ise  “Türk” diyor.     Bir  arkadaşım  aracılığı  ile  ilişkiye   geçtiğim    Jan Diyarbekiri,   bir  Süryani  başpiskopusu aracılığıyla kitabın  orginallerinden biri olan  (Mor Julios Y. Cicek (ed.), Mor Gregorius Bar Hebraeus, (The Chronography), Glane: Bar Hebraeus Verlag, 1987, p.
230.) eseri  kontrol  etti..   Orada   da  “Türk”   geçiyor.
Aslen Mardin Süryanilerinden olan Kürdleri ve Türkleri yakından tanıyan, 1919 yılında Beyrut’ta yerleşen, 1929 yılında Patriark Tappuni’nin sekreteri olarak Vatikan kitaphanesinde bir yıl çalışan ve bir çok değerli eser bırakan İshaq Armaleh’in çevirisini yaptığı orjinal kaynağı bulmam gerekiyor. Bu konuda gereken atımları atım, ama cevap zaman alacağından şimdilik geçiyorum.
Sadece bu meselede bir alıntı konusunda dahi Kürd araştırmacıların ne kadar çetin bir durum ile karşı karşıya kaldıkları açık bir şekilde görülüyor. Kürd tarihine ilişkin bir dizi tarihi gerçekler ya Türklere ya Araplara yada Farslara mal edilmiş. Bunları tek tek ortaya çıkarmak ve sağlıklı bir zemine oturtmak Herkules görevi gibi bir şey….
Savaş Kürdlerin yaşadığı coğrafyada meydana geliyor. Kürdler millet olarak kendilerini savaş ortasında buluyor. Bu bağlamda eğer bazı tarihsel kaynaklar Diogenes’in bir Kürd tarafından esir alındığını yazıyorsa puzl’ın bir parçası olarak almak lazım.. Yada eğer tarihsel kaynaklar Alpaslan’ın bir Kürd tarafından öldürüldüğünü yazıyorsa puzl’un parçalarından biri olarak almak lazım
„Malazgirt Fatihi“ dediĝi Alpaslan yine bir Kürd tarafından öldürüldü.. Bu konu da, en ciddi Kaynak 11 ve 12 yüzyılda yaşamış, Fransızların Mathieu de Edesse ve bizim „Urfalı Mateos“ olarak bildiĝimiz Ermeni tarihçisidir. Urfalı Mateos „Vekayi-Name'sinde Alpaslan, Bizans kralı Diojeni yendikten sonra Semerkant memleketini feth etmek üzeri yola koyulduĝunu söylüyor ve ekliyor;
„O büyük bir ordunun başında olduĝu halde metin ve meşhur bir kale olan Hana* üzerine yürüdü ve kuşattı... Bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhemetsiz bir adamdı.** Sultan Alpaslan, kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı.. O, aynı zamanda kalenin reisini, atalarının topraklarının daimi sahibi kalmak şartiyle kendisine itaate davet etti.. Kale reisi, hayli sıkıntılara göĝüs gerdikten sonra Sultana arzı tazimat etmiye karar verdi.. O, korkunç bir plan düşündü. O gün, karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber büyük neşe içinde içinde yedi ve içti. Fakat geceleyin karısını ve 3 oĝlunu Sultan’ın eline düşüp ona köle olmamaları için vagşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O, ertesi sabah erken de oĝullarını kesmiş olduĝu iki biçaĝı yanına aldı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzre kaleden çıktı.. Sultan Alpaslan, onun geldiĝini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis, huzura çıkınca eĝildi, fakat ona yaklaştıĝı sırada aniden Sultanın üzerine atıldı ve cizmelerinin içine saklamış olduĝu iki biçaĝı çekti. Onu Sultanın huzuruna getirmiş olanlar bu sırada kaçtılar. Vahşi bir hayvan gibi Sultanın üzerine atılan adam, iki biçaĝınıda onun vucuduna sapladı.. Sultanın adamları ileri atılıp onu olduĝu yerde öldürdüler... Sultan 3 yerinden yaralanmıştı, çok tehlikeli bir halde bulunuyordu ve şiddetli acılardan kıvranıyordu. O, memleket halkının bundan haberdar olmaması için ordusuna ilerleme emrini verdi.. Beş gün sonra vahim bir vaziyette olduĝunu hissedip başlıca İran reislerini ve mabeyincisini*** yanına çaĝırdı.. Sultan henüz bir çocuk olan oĝlu Melikşahı onlara takdim edip, işte ben yaralarımın tesiriyle ölüyorum. Oĝlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun‘ dedi.. Sultan, bu sözleri mutâakıp hükümdarlık esvaplarını çikardı ve oĝlu Melikşah’a giydirdi. Onun önünde eĝildi ve onu gözyaşları içinde Allaha ve Iran emirlerine emanet etti.. Sultan Alpaslan aynı günde ehemmiyetsiz bir adam olan bir Kürdün eliyle bu suretle ölmüştü....“ (Urfalı Mateos, Vekaliye-Name, sayfa 146)
Bir başka    lider     yada    Celaleddin Harzemşah’ın  Kürdler tarafından   öldürülmesi     olayı .   Bu   olayı  gündeme  getirdiğim  zaman   Kürdlerle  millet  olarak  sorunu olan bazı çevrelerden    negative  tepkiler  aldım.( https://newroz.com/tr/forum/350570/alparslan-dan-sonra-celaleddin-harzem-ah-da-m-k-rdler-ld-rd-1
https://newroz.com/tr/kurdistan/350606/alparslan-dan-sonra-celaleddin-harzem-ah-da-m-k-rdler-ld-rd-2-son   )
Yukarıda linklerini verdiğim iki bölümlük yazı serisinde bir hayli bilgi vermeye çalıştım. Aktüel olarak başka kaynaklarla Celaleddin Harzemşah’ın Kürdler tarafından öldürüldüğü kesinleşmiş oluyor.
Bu kaynaklardan biri     bir  anonym  tarafından    Farsça  yazılmış    daha  sonra     “Histoire    des  Seljoukies  d’Asie  Mineure”  adı  altında   Fransızça’ya    çevrilen   kitabın   Türkçe  çevirisinde  “Celaleddin  bozguna  uğrayınca,  ordusundan  ayrılarak   Kürdistan’da    bir köye   gelmişti.  Kürdler  altına ve  elbisesine   tama  ederek    onu  öldürdüler.”(Anadolu  Selçukluları Devleti  Tarihi   III,   Bir  Anonim Tarafından,  Ankara,   1952,  sayfa  22)
 Diğer  bir  kaynak ise   Al Makin  İbn Al Amid’in ,  Chronique  de Ayyoubides(1205-1260) adlı  eseridir.   İbn Al Amid  şöyle  yazıyor:  “ Celaleddin   Harzemşah      Tatarlarla  karşılaştı,  yenilence  Amid’e  kaçtı.  Şehrin  Emiri   şehirin   kapılarını  kapattı ve  şehre  girmesini yasakladı.  Fakat    Tatarlar  onun  peşindeydi.  Celaleddin  Meyafarqin  bölgesine kadar  takip edildi.   O  orada  tek  başına  bir  köyde   kaldı.  Kardeşi   Celaleddin tarafından   öldürülen  bir Kürd    onu tanıdı  ve  öldürdü.  Üzerindeki  elbiseleri    ve  atını aldı………………”( Al Makin  İbn Al Amid’in ,  Chronique  de Ayyoubides, Paris 1994,  sayfa  45)
Kürdler tarafından esir alınan yada öldürülen çeşitli işgalci tarihi şahısları gündeme getirmenin asıl nedeni Kürdlerin kendi topraklarını savunma refleksini ortaya koymak içindir.. Yoksa burada populer tarih diye bir şey yok. İşgalcilerin vahşeti ortamında savunma refleksi……. var.
Devam edecek
 
        
     
 
     
       
       
       
       
      