Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 2 July 2012

Metin Esen

“İnsan, insana özgü bir dünyanın ideal var olma şartlarını yaratmak imkânını ancak benliğin yeniden ele geçirilmesi ve arındırılması yönünde göstereceği çaba ve özgürlüğün sürdürülmesi için taşıyacağı hassasiyet sayesinde bulacaktır.” Frantz Fanon- Siyah Deri Beyaz Maskeler.
Aydın olmak veya en azından aydın olmaya çalışmak, onun çağına ve en önemlisi içinde yer aldığı topluma karşı duyduğu sorumluluğudur. Bu anlamıyla aydın, bilir ki kendisiyle toplumun değer yargıları sürekli çatışma içinde olduğudur, çünkü o toplumun değer yargılarının egemen devletin resmi ideolojisiyle biçimlendiğini bilir ve ona karşı mücadele eder. Aydın, çatışmalı doğar, yaralı yaşar, fakat alnı açık, yüreği öfkeye kesmiş olarak yürür. Yürürken korkmaz.
Franzt Fanon, Aime SEZER için şöyle der: renginin dışında hiçbir şeyi Afrikalı değildir.Aime Sezer sömürgecilerin Afrika’ya ışık getirdiğini düşünür. Onun gibileri her zaman siyah deri beyaz maske taşımaktadır.” (1)
“Yaşanan tarih ile tarihin bilince çıkarılması farklı kavramlardır. Kürtlerde eksik olan, yaşanan tarihin bilince çıkarılmamış olmasıdır.”( 2)
Yaşanan tarihi sağlıklı olarak kavrayamadığımız için hep yanlışlar da ayak sürüyoruz.Yaşanan tarihi kendi öznel mantığımızı besleyen ideolojik bakış açısıyla yorumluyoruz; yada sömürgeci devletin sunduğu argümanlarla içeriğini boşaltarak yazıyoruz!. İlle bir şeyler yazmak için kendimizi ‘zorunlu’ hissediyor olabiliriz, fakat bu zorunluluk neye göredir ve niçin?
Önce bu konuda kendimizi ikna etmemiz gerekiyor, bu da vicdan’a ilişkin bir durumdur. Diğer bir olgu da yakın tarihimize ilişkin olarak bir şeyler yazmaya neden zorunlu olduğumuz konusunda ise ahlaki davranmak zorundayız. Çünkü gerek üyesi olduğumuz ulusa karşı gerekse içinde yer aldığımız çağımıza karşı insan olarak tarihi bir sorumluluğumuz söz konusudur, o yüzden de rast gele hareket etme hakkına sahip değiliz! Elbette doğrular kimsenin tekelinde değil, teoriler de, bilgiler de öyle. Lakin yanlışlara karşı olurken başka yanlışlara düşmek ise hiç bağışlanacak bir durum değildir.
Kürt siyasi kadrolarının, aydınların kendi yanlışlarında direndiklerinin üçte biri kadar sömürgeci devletlerin Kürdistan da sürdürdükleri askeri işgale karşı direnseydiler bugün Kürdistan’ın bağımsızlığına giden yolu bir nebze olsun kısaltmış olurduk. Bu da mümkün olmadı, olmuyor da.
1980 sonrası gelişen süreçte yaşanan kirli savaşın yarattığı tahribat gerçekten çok ağır oldu. Kürt halkı gerek ulusal bilinçte, gerek doğal yapısında, gerek sosyal konumda olsun çok büyük yaralar alarak derin bir kötürüm içinde yaşıyor! Buna sebep olan kirli savaşın adı ise ‘özgürlük’ mücadelesi oluyor. Bu yanlış algılama ise Y. Küçük’ün değimi ile ‘ayaklarıyla düşünüp başıyla yürüyen’ bizim Kürt aydın ve siyasi kadrolarımızdan kaynaklanıyor. Bir türlü ayaklarımızla yürüyüp başımızla düşünemiyoruz!
Geçenlerde Kürdistan-Post yazarlarından Erdoğan Alparslan Kürdistan-Post da ki köşesinde “PKK ve Kürd Milliyetçiliği” diye bir yazısı yayınlandı! Tarihsel bilgide hızını almamış Kürt Milliyetçiliğin kökünü Ehmedê Xanî’ye hatta Baba Tahirê Uryan’a kadar uzatmış ve şöyle diyor sayın yazar: Kürt milliyetçiliği bugünkü konumuna göre daha köklü bir oluşumdur. Kökleri Ehmedê Xanî’ye hatta Baba Tahirê Uryan’a kadar uzanıyor.
Çok ilginç! Kürt milliyetçiliğinin Ehmedê Xanî ve Baba Tahirê Uryan ile ne alakası var? Ehmedê Xanî döneminde milliyetçilik diye bir olgu yok; olmadığı gibi uluslaşmada yok. Milliyetçilik uluslaşmaya ilişkin bir olgudur ve buda sanayi devrimi ile ortaya çıkan bir durumdur. Sanayi devrimi aynı zamanda Pazarların ortaya çıkmasıyla ulusların doğmasını yaratan bir zemindir, bu anlamıyla uluslaşma milliyetçi duyguları derinleştiren, geliştiren bir olgudur. Ehmedê Xanî dönemi feodal toplum sürecidir. Bu süreçte ulusal topluluklar olarak değil beylikler, imparatorluklar ismiyle çağrılan topluluklar mevcuttur.
Geleneksel toplumda siyasal iktidarların meşruiyet kaynağı ulusun egemenliği değildir. Ulus egemenliği Fransız Devrimi ile modern tarihe geçmiştir. Kısaca ulusçuluğun ortaya çıkmasından önceki dönemde siyasal meşruiyet ulusal-kültürel kimlikle ilişkili değildir, aynı şekilde kültürel kimlik de ulusal kriterlere göre belirlenmiyordu.
Kürt milliyetçiliğinin bir olgu olarak karşımıza çıkması 1800li yılların ortalarıdır.” (3) Ve bu da Haci Qadir Koyi(1817-1897) ile başlar. Kürt milliyetçiğinin tarihsel gelişiminin miladı genellikle Ehmedé Xani’ye kadar götürülür. Ehmedé Xani’nin yaşadığı dönem, Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla Kürtlerin yaşadığı toprakların Osmanlı ve İran devletleri arasında paylaşıldığı dönemin sonrasıdır. Xani’ye göre istila altında olmalarının başlıca sebebi, Kürtlerin kendi birliklerini sağlayamamalarıdır. Xani’nin tavrı mevcut geleneksel yapıya tepkiyi ifade eder. Ama bu tepki toplumsal örgütlenmenin bütününe ilişkin değildir. Başka bir ifade ile Xani, Kürtlerin beylikler halinde yaşamalarına karşı değildir, Kürt beylerinin birlik olmamalarına karşıdır. Oysa milliyetçilik yalnızca iktidar ilişkilerinin düzenlenmesi değil, ama ondan önce toplumsal bütüne dair bir değişimi ifade eder.
Xani’ye benzer bir tutum, Xani’den 150 yıl önce yaşamış olan Makyavelli’de vardır. Makyavelli İtalya’nın parçalanmışlığının olumsuz sonuçlarını ruhunda hisseder ve bunu ‘Prens’ adlı eserinde dile getirir. Bu tutum Makyavelli’yi İtalyan milliyetçiliğinin babası yapmamıştır.
İşaret etmemiz gereken başka bir husus da beylerin birliği düşüncesinin ütopik olmasıdır. Toplumların tarihsel gelişim süreci incelendiği zaman, beyliklerin ittifak etmedikleri, güçlenen bir beyliğin diğerlerini ortadan kaldırdığını ortaya koyar. Türklerin Anadolu’ya geliş sonrasına baktığımızda onlarca beylik arasından güçlenen Osmanlı Beyliği, bütün Türk beyliklerini ortadan kaldırmıştır.
“Kürtlerin savaşçı ve direnişçi ruhu aynı şekilde feodal özellikleri tüm kıyımlara rağmen varlığını sürdürmesini sağlamıştır. Bunda Kürt milliyetçiliğinin köklü geçmişinin büyük etkisi var.” Buyur buradan yak! Kürtler tarihleri boyu direnmesinin en büyük özelliği feodal olması ve bu feodal özelliğinin sürdürülmesinde “Kürt milliyetçiliğinin köklü geçmişi” var. Siyaset bilimi denen bir olgu var. Toplumsal gelişmelerin kendi tarihsel gerçekliğini bizim öznel mantığımız değiştiremez ve buna gücü de yetmez, bu anlamıyla geçmiş tarihimize yaklaşırken bugünkü ideolojik yapımızın sonucu oluşan düşünceleri o geçmişe taşıyarak değil o geçmişi bu günkü düşüncelerimizle anlamaktan geçiyor.

“Osmanlı’dan sonra kurulan Kemalist Türkiye Cumhuriyetinde çeşitli Kürt başkaldırıları olmuştur. Bunlardan en önemlileri Şeyh Sait ve Ağrı İsyanlarıdır. Dersim ise bir başkaldırıdan ziyade bir direniştir. Bu yüzden Şeyh Sait ve Ağrı başkaldırıları üzerinde duracağım. Azadî diye bir örgüt etrafında örgütlenen Kürt Teali cemiyeti mensupları ve Osmanlı ordusunda asker olan Cibranlı Halit Bey gibi komutanların katılımıyla başlatılan Kürt-İslamcı bir başkaldırıdır.” diyor sayın yazar.
Tarihi çarpıtmak, bilgi kirliliğini oluşturmak ve sömürgeci Türk devletinin sunduğu argümanlarla hareket ederek çağdaş Demokratik Kürt hareketini kalkıp “Kürt-İslamcı bir başkaldırıdır” diye açıklamak tam anlamıyla bilinçli bir çarpıtma olduğu kadar Sömürgeci Türk devletinin Çağdaş Demokratik Kürt hareketini İslamcı diye adlandırmasını onayladığı gibi sömürgeci Türk devletine de hizmettir. Üstelik kalkıp “Azadî diye bir örgüt” değimini kullanmak ise tam bir sefalet. “ Azadî diye bir örgüt” değil Azadi örgütüdür ve bu örgüt Cibranli Miralay Halid Bey’in önderliğinde kurulmuştur. Kürdistan’da bütün toplumsal kesimlere hitap edecek kadrolara sahip(sadece Kürdistan Teali Cemiyetinden gelme kadrolardan oluşmadı), milli bir örgütlenmedir.
“Kürdistan Teali Cemiyetinde yer alıp Kürdistan’da örgütlenenler daha millici bir çizgiyi temsil ediyorlardı. Koçgiri buna örnektir. Milli hatta ısrarcı olanlar, Kürdistan merkezli bir örgütlenmeye yöneldiler. Bunların başında Erzurum merkezli Kürdistan İstiklal Komitesini (Azadi) gelir. Azadi’nin özelliği, bütün Kürt örgütlenmelerini kapsayan çatı örgütü olmasıydı. Tüm legal ve illegal Kürt örgütlerini bir araya getirmeye çalışan ve Kürdistan’daki tüm toplumsal katmanları kucaklamaya yönelik faaliyetleriyle özgün bir yere sahiptir. Bundandır ki Azadi; 1920-30 arasındaki on yıllık döneme damgasını vurmuştur. 1924 Beytüşşebap Ayaklanması, 1925 Kürt Ayaklanması, 1930 Ağrı Ayaklanması Azadi’den gelme kadrolar tarafından organize edildi.” (4)
1920-1930 süreci devletin bütün gayretlerine rağmen giderek netleşmeye başlamışken, bazı çevrelerin inatla Kürt tarihi ters-yüz etme gayretleri de devam ediyor. Geçen günlerde Diyarbakır’da yapılan toplantı ile kuruluş bildirgesi kamuoyuna açıklanan ve kendisine “Azadi İnisiyatifi” adını veren grubun da açıklamalarında aynı sakatlığı görmek mümkün. Yukarıda vurguladığımız gibi yaşanan tarihi kendi özel mantıklarını besleyen ideolojik bakış açılarına göre irdeliyen, Azadi ismini kullanırken bile Azadi’yi çarpıtan, lider ve kadrolarını yok sayan anlayışın son tezahürüdür. Yapılanlar bilinçli bir çabanın ürünü değilse tam anlamıyla bir sefalettir.
Her şeyden önce Azadi’nin ortaya çıktığı dönem sağlıklı olarak kavramadan bir takım belirlemelere gitmek doğru değildir. Geçmişte Osmanlı devleti Şeyh Ubeydullah Nehri ve Bedirxan Bey ayaklanmaları karşısında Kürt politikasını oluşturmaya giderken Kürdistan’ı parçalı tutmak ve Kürtleri ulusalcı çizgi taşıyan öncülerinden mahrum etme politikasıyla imparatorluk iktidarını sürdürmüştür. Ne var ki Osmanlının geçmişte sürdürdüğü Kürt politikasının özüne dokunulmadan İttihat-ı Terakki devralarak sürdürür. İttihat-ı Terakkiden gelen kadroların kurduğu “yeni” Türk devlet’inin Kemalist rejimi militarist-bürokratik yönetim vasıtasıyla günümüze kadar sürdürülmüştür. Her ne kadar günümüze kadar farklı hükümetler olmuşsa da tüm bu hükümetlerin temel Kürt politikası hiçbir zaman değişmemiştir. Bu anlamıyla bakıldığında Türk devletinin bu güne kadarki tüm çabası Kürtlerin bağımsızlık mücadelesinin önüne geçmek için elinden geleni yapmasıdır. Gerek ulusal gerek uluslar arası düzeyde olsun mümkün mertebede Kürt hareketini dıştan kuşatarak içten parçalayarak büyük başarı elde etmiştir, bunu yaparken resmi ideolojinin gerekleriyle yapmıştır.
“O güne kadar ki en önemli Kürt İsyanı 1926′da başlayıp 1930′da bastırılan Xoybûn öncülüğündeki Ağrı İsyanıdır. Lübnan’da Bedirxaniler dahil önemli Kürt aile ve aydınlarının katılımıyla kuruldu. Bu isyana komutanlık eden İhsan Nuri Paşa, Osmanlı ordusunda çeşitli görevlerde yer almış üst düzey bir askerdir. Xoybûn modern anlamda ilk ulusalcı Kürt partisidir. Ağrı İsyanı da ilk ulusal Kürt isyanıdır.”
Burada da bir çarpıtma olduğu gibi yanlış bilgi mevcuttur. Bir kere Xoybûn örgütü Azadi’nin bir devamı olarak ortaya çıkar ve Xoybûn’u kuran kadrolar Azadi örgüt uyeleridir ve İhsan Nuri Paşa Azadi örgütü merkez komitesi üyesi ve askeri kanat sorumlusudur. Cibranli Miralay Halid beg ve arkadaşlarının idamıyla birlikte Azadi’nin yenilgisinin ardından Suriye’ye çıkan Azadi kadrolarının yeniden bir araya gelerek oluşturdukları bir örgüttür Xoybûn, bu anlamıyla Azadi’nin devamıdır. 1925 Kürt Ulusal Hareketi ve Azadi örgütünü görmemezlikten gelmek, inkâr etmek bilinçli bir durumdur. Bu durum Kürt siyasi kadrolarının aydınlarının bir ayıbı olduğu kadar bilinçli olarak görmemezlikten gelmeleri, inkâr etmeleri ise tam bir aymazlıktır. “Xoybûn modern anlamda ilk ulusalcı Kürt partisidir.” Demek pek doğru değildir. Azadi sonrası ve devamı olan bir partidir dolaysıyla da ilk ulusalcı Kürt partisi değildir.
Ağrı İsyanı da ilk ulusal Kürt isyanıdır.” Demek tarihi doğru algılamamaktır. Mir Bedirxan bey’in 1847 yenilgisinin ardından Kürtlerin öndersiz kaldığı ve zulmün hat safhaya vardığı bir dönemde ortaya çıkan Şeyh Ubeydullah Nehri’nin yönettiği iki ayaklanma (1879 ve 1880) mevcuttur ve bu ayaklanmaların amacı da Kürtlerin kendi kaderlerinin kendilerinin tayin etme hedefiyle yürütülen ayaklanmalardır. „Şeyh Ubeydllah yönetimindeki (1879 bm ME) 1880 Kürt Millet Hareketi, Kürtler’in tarihinde önemli bir yer tutar. Milli ve bağımsız devlet attı. Denebilir ki milli, bağımsız ve birleşik Kürdistan fikrinin babası Şeyh Ubeydullahtır.“(5) (Ki bu konuda Şeyh Ubeydullah Nehri’nin İngiliz elçiliğine ve diğer Batılı devletlerin temsilcilerine yazdığı mektuplar mevcuttur.) Bu ayaklanmalar ilk ulusal bağımsızlığı hedefleyen ayaklanmalardır, dolaysıyla Ağrı ayaklanması ilk ulusal ayaklanma değildir.
Ağrı Ayaklanmasıyla ilgili çokça dillendirilen bir yanlışı da düzeltmek gerekir. Ağrı’da 1926 yılında yer yer başlayan başkaldırıların ulusal karakteri yoktur. 1926 yılına kadar devletin yanında yer alan, Celali aşireti Hese Sori ailesinden Bro Heski Telli; sürgüne gönderilmek istenince dağa çıkmak zorunda kalır. Buna Şemkan aşiret reisi Temiré Şemki ve İzmir’e sürgüne gönderilen ve kaçarak geri gelen Sakan aşiretinden Şeyh Abdulkadir’de katılır.
1927 yılından sonra İhsan Nuri Paşa bölgeye intikal eder ve farklı sebeplerden dolayı dağa çıkmış olanları Xoybun şemsiyesi altında bir araya getirir. V e Ağrı Ayaklanması ulusal bir karakter kazanır.

PKK olayına gelince kısaca bir iki şey söylemek gerekiyorsa; PKK olayında bilimsel açıdan değil duygusal olarak hareket edilmektedir. Dolaysıyla Kürt hareketinin dağınık olmasına karşı sürdürdüğü dişe diş mücadelesi görmemezlikten gelinmektedir. Gerek Kuzey Kürdistan bölgesinde legal alanda olsun, illegal alanda olsun, bunun yanında yurt-dışına sürülmüş siyasal kadroların ve tek, tek aydınların yürüttüğü çaba inkâr edildiği gibi sömürgeci Türk devletinin yanında PKK’nin Kürt hareketi üzerindeki tasallutu görmemezlikten gelinmektedir.

PKK’nin sürecimizin aşılmasında ve Kürt hareketinin yeniden derlenip, toparlanıp rayına oturmasının önünde engel olduğu gibi TC.Devletinin Kürt karşıtı olarak sürdürdüğü programının temel dayanaklarından biri olduğunu da görülmemektedir. 20.06.2007 tarihli yazımda da belirttiğim gibi “ulusal uyanış 1984 başlayan silahlı “mücadele” denilen kargaşa ile dumura uğratıldı, önü kesildi, inkâr edildi, yok sayıldı. 1984’de başlayan ve günümüze kadar gelen ve adına silahlı “mücadele” denilen süreci çok iyi gözlemlemek, bilim yöntemiyle incelemek, duygusal bakmamak, popülist yaklaşımdan uzak durmak gerekiyor, bu çok önemlidir. Bu silahlı “mücadele” denilen kargaşanın Kürt hareketi üzerindeki tasallutunun nedenleri tartışılmadan, araştırılmadan (…) son 20 yılda Kürdistan’da yaşanan savaşın sonuçlarını tartışmadan, envanterini çıkarmadan “PKK’nin kararlı bir şekilde yürüttüğü mücadelenin büyük bir rolü vardır” (6) demek doğru değildir.
PKK konusunda kafası net olmayan onlarca Kürt siyasi kadrosu, aydını da mevcuttur ve bunların yanında Türk sol ile liberalleri de boş durmuyor, günde beş vakit PKK duasıyla oturup kalkıyor ve PKK- Öcalan üzerinden “politika” yapmaya çalışıyorlar(!) Aslında politika yapmıyorlar sömürgeci Türk devletinin PKK programının arka bahçesine su taşıyorlar; dolaysıyla önümüzü göremediğimiz gibi sürece uygun politika da geliştiremiyoruz.
Erdoğan Alparslan önümüzü karartıyor, bizi olmayan şeye inandırmaya zorluyor ve dolaysıyla TC. Devletinin Kürt politikasıyla birlikte PKK - Devlet işbirliğini de kavrayamıyor; kavrayamadığı gibi olaya TC. Devletinin çizdiği çerçevede bakıyor. Asıl yanlış burada ortaya çıkıyor. Kürt siyasal kadrolarının, aydınlarının en büyük açmazı da burada yatmaktadır. PKK olgusuna TC. Devletinin çizdiği çerçeveden değil bu çerçevenin dışından bakmak gerekiyor.
Demokratik Kürt hareketi tek başına Kuzeyle sınırlı bir olgu değil beş parçayı kapsayan muazzam bir güç olarak bugün uluslar arası siyasi güçlerin odak noktasında yer almış durumdadır. Uluslar arası siyasi güçler bu durumu görmemezlikten gelemiyorlar, kapı arkalarında, gizli pazarlıklarında Kürtler vardır dolaysıyla bu Demokratik Kürt Hareketini dışarıdan kuşatıp içten nasıl çürütürüm hesabını yapan sömürgeci Türk devleti PKK kartını çok kullanmaktadır, bu anlamıyla PKK olgusuna TC’nin çizdiği çerçevenin dışında bakmak gerekiyor.
Öbür yanda Türk solu ile Liberalleri Kürt sorunun çözüm anahtarı olarak Öcalan’ı adres gösteriyorlar! Devletin bekası için, milli mutabakatın dağılmaması, misak-i Milli’ye dokunulmaması için PKK dışında gelişecek olan Kürdistan’i bir hareketin önünü kesmek için gösterdikleri çabaları ise işin bir başka boyutudur!
[email protected]
BRİSBANE

(1) Frantz Fanon/ Siyah Deri Beyaz Maskeler
(2)Tahsin Sever: Tarihi doğru okumak ve 1925 üzerine. www.peyamaazadi.org Ocak 2006
(3) Tahsin Sever Kürt Kimliğinin Dayanakları ve Kırılma Noktaları. www.peyamaazadi.org 02.07.2007
(4) Tahsin Sever Kürt Kimliğinin Dayanakları ve Kırılma Noktaları. www.peyamaazadi.org 02.07.2007

(5)Kurdinfo- Osman Aydın Kürt Milliyetçiliği ve Şeyh Ubeydullah

(6)http://www.peyamaazadi.org/modules.php?name=News2&file=article&sid=2314

Çavkani: Peyamaazadi

Kürt milliyetçiliği bugünkü konumuna göre daha köklü bir oluşumdur. Kökleri Ehmedê Xanî'ye hatta Baba Tahirê Uryan'a kadar uzanıyor. Bulundukları bölge sürekli bir savaş alanı ve işgallere sahne olsa da Kürtler kendi kimliklerini günümüze kadar inatçı bir şekilde korumuştur. Yakındoğu ve Ortadoğu'daki bir çok halkın akıbetine bakınca Kürtlerin bugüne gelmesi bir başarıdır. Ne yazık ki XIX yüzyıla kadar varlığını koruyan birçok halk bugün ya yok olmuşlar ya da marjinal düzeye inmişlerdir. Kürtlerin savaşçı ve direnişçi ruhu aynı şekilde feodal özellikleri tüm kıyımlara rağmen varlığını sürdürmesini sağlamıştır. Bunda Kürt milliyetçiliğinin köklü geçmişinin büyük etkisi var. Kuzey Kürdistan'da özgürlük mücadelesi ta Osmanlı'ya kadar uzanır. 1847'de Osmanlı'ya karşı bağımsızlık savaşı veren Botan Miri Bedîrxan Bey ile başlatabiliriz. Ondan sonra da çeşitli başkaldırılar gerçekleşmiştir. Bunlardan en önemlisi bir Nakşibendi Şeyh'i olan Şeyh Ubeydullah'tır. Özgür Kürdistan söylemiyle hareket eden Şeyh Ubeydullah Hem Osmanlılara hem de İran'daki Şii Kaçar Hanedanlığına savaş açar. İlk zamanlarda bir başarı yakalasa da İngilizlerin, büyük bir Kürdistan istememesi sonucunda, Kürtlere karşı Osmanlı ve Kaçarları desteklemesi sonucu Şeyh yenilir. Osmanlı'dan sonra kurulan Kemalist Türkiye Cumhuriyetinde çeşitli Kürt başkaldırıları olmuştur. Bunlardan en önemlileri Şeyh Sait ve Ağrı İsyanlarıdır. Dersim ise bir başkaldırıdan ziyade bir direniştir. Bu yüzden Şeyh Sait ve Ağrı başkaldırıları üzerinde duracağım. Azadî diye bir örgüt etrafında örgütlenen Kürt Teali cemiyeti mensupları ve Osmanlı ordusunda asker olan Cibranlı Halit Bey gibi komutanların katılımıyla başlatılan Kürt-İslamcı bir başkaldırıdır. Bu başkaldırıya daha çok Sünni/Dımılki (Zaza) aşiretler katılmışlardır. Bu isyanda İngilizlerin Musul ve Kerkük karşılığında Türk Hükümeti'ne desteğiyle vahşice bastırılıyor. XOYBÛN MODERN ANLAMDA İLK ULUSALCI KÜRD PARTİSİDİR O güne kadar ki en önemli Kürt İsyanı 1926'da başlayıp 1930'da bastırılan Xoybûn öncülüğündeki Ağrı İsyanıdır. Lübnan'da Bedirxaniler dahil önemli Kürt aile ve aydınlarının katılımıyla kuruldu. Bu isyana komutanlık eden İhsan Nuri Paşa, Osmanlı ordusunda çeşitli görevlerde yer almış üst düzey bir askerdir. Xoybûn modern anlamda ilk ulusalcı Kürt partisidir. Ağrı İsyanı da ilk ulusal Kürt isyanıdır. Aynı şekilde milliyetçi Ermeni partisi Daşnak'ın da desteğini almıştır. Bu isyan sırasında Ağrı Kürt Cumhuriyeti ilan edilmiş ve ‘Agirî’ adında bir gazete çıkarılmıştır. Bu isyan başta başarılı olsa da İran, Sovyet Rusya ve Türkiye'nin işbirliğiyle kanlı bir şekilde bastırılmıştır. İsyanda çoğu sivil olmak üzere 15.000'e yakın insan öldürülmüştür. Zilan Katliamı da bu dönemde yaşanmıştır. Zilan Dersi'ndeki bütün köyler yakılmış buradaki insanların tümü katledilmiştir. İsyanın bastırılması Kürt milliyetçiliğine büyük bir darbe vurmuştur. Öyle ki Türk tarafı tam bir zafer sarhoşluğuyla, 19 eylül 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir karikatüre yer vermiştir; bir dağ başındaki mezar taşına kazınmış yazı ve bir dağ. Bu dağ, Ağrı Dağı, bastırıldığı müjdelenen isyan Ağrı isyanıdır. Mezar taşına şu yazılmıştı: ''Muhayyel Kürdistan burada meftundur.'' Zaten bundan sonrası malum ve devamında gelen baskı yıldırma ve son olarak yaşanan Dersim soykırımı. Şunu belirteyim, Kürdistan artık bir hayal değil, ölü sanılıp diri diri gömülen bu ceset bugün dipdiri ve ayakta. Geçenlerde Zilan katliamı için AİHM'e yapılan başvuru kabul edildi. Bu şu anlama geliyor artık; Kürt sorunu uluslararası bir sorun haline geldi. Ve bu yargılamalar sonucunda Türk devletini büyük cezalar bekliyor. Sonrası Malum Kürdistan derin bir sessizliğe gömülüyor. Ta ki 1960'lı yıllara kadar, 1961 Anayasası'nın getirdiği nispi özgürlüklerle biraz canlanır. Musa Anter gibi Kürt aydınların yayınladıkları yazılarda Kürt sorunu işlenmeye başlanıyor. Ama o dönemde Kürt sözcüğü yasak olduğu için ‘doğu sorunu’ olarak telaffuz ediliyordu. Daha sonra ise solcu Kürtler, Türk solu içinde yer alırken milliyetçi Kürtler de Türkiye KDP'sini (Kürdistan Demokrat Partisi) kurdular. Daha sonra bu örgütün liderleri şaibeli suikastlara uğradılar. Bu yüzden pek etkili olamadan dağıldı. Sonrasında Kürt gençleri DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) bünyesinde örgütlenirler. Sonrası malum, çoğu sol eğilimli birçok örgüt kuruluyor. Bunlardan biri Apocular adıyla bilinen gruptu. Bunlar ‘Kürdistan bir sömürgedir’ diye ortaya çıkıp, silahlı mücadelenin gerekliliğini vurguladılar. Bu yüzden Türk solu ve çeşitli Kürt oluşumların tepkisini çektiler. 27 Kasım 1978'de Diyarbekir Fisk’de PKK (Kürdistan İşçi Partisi), Abdullah Öcalan, Mazlum Doğan ve Hayri Durmuş, Mehmet Karasungur, Mehmet Şener, Kesire Öcalan ve Cemil Bayık öncülüğünde kuruldu. Marksist-Leninist olan bu örgüt, Kürdistan'ın bölünen tüm parçalarını birleştirip; ''Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan'' kurmak için yola çıkıp, nihayetinde bugün Kürt devletine karşı olduğunu söyleyecek kadar değişim geçirdi. MAZLUM DOĞAN YAŞASAYDI… PKK kuruluş yıllarında Kürt aşiretlerle ve diğer Kürt gruplarıyla silahlı mücadeleye girişti. Belki de devletin başta PKK'ye göz yummasının nedeni buydu. Bunun sonucunda birçok yurtsever yaşamını kaybetti. Bu çatışmaların galibi olarak çıkan PKK 1980 askeri darbesiyle birçok üst düzey kadrosunun tutuklanmasıyla zor günler geçirdi. Ama işin sırrı burada ki, PKK'yi büyüten Diyarbekir zindanlarındaki direnişleridir. Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz gibi kadroların direnişi PKK'ye kitle desteği olarak geri döndü. Bu direnişler sonucunda siyasi bir deha olan Mazlum Doğan'ın şahadeti örgütün tüm tarihini değiştirdi. Mazlum Doğan yaşasaydı, belki de bugün örgütte önderlik sorunu olmazdı. PKK'yi büyüten ikinci hamle ise darbe öncesinde kadrolarının önemli bir bölümünün yurtdışında olmasıdır. Bu hamle PKK'nin askeri darbeden minimum zarar görmesini sağlamıştır. PKK'nin silahlı direnişte ısrar etmesi ve rasyonalist düşünmesi, onu kısa sürede büyük bir güce dönüştürdü. Çünkü o güne kadar kimsenin devlete kafa tutamayacağı ve devletin yenilmez olduğu fikri yerleşmişti, insanlarda. Hemen hemen bütün isyanlar başarısızlıkla sonuçlanmıştı ve her isyanın sonunda katliam, sürgün ve yıkım görmüştü, halk. Böyle bir dönemde PKK ortaya çıkmış, karakol basmış, şehirleri işgal etmiş, o güne kadar astığı astık, kestiği kestik aşiret ağalarını dize getirmişti. Bu, devlete ve işbirlikçilerinin elinden çeken halka güven vermiş ve insanları akın akın PKK'nin saflarına katmıştı. PKK bir anda elinde böyle bir gücü görünce adeta güç delisi olmuş gibi bu sefer kendi insanlarına saldırmış, özellikle yurtsever aşiretlere saldırarak bu aşiretlerin devletin yanında yer almasına neden olmuştur. Aynı zamanda Marksist ideolojinin etkisiyle Müslüman Kürtlerin hareketten uzak durmasına neden olmuştur. Devletin yaptığı baskının aynısını yapınca halk arasında PKK'ye karşı duran bir kesim oluşmuştur. Asıl konuya gelirsek, 90'lı yıllarda büyük çıkış yakalayan PKK yukarıda saydığımız nedenler ve devletin sivillere yönelik katliam ve yıkımları, KDP ve YNK ile çatışmaları ve bu partilerin Türk devletiyle birlikte PKK'ye savaş açmasının sonucunda örgüt büyük darbe aldı. Bu güç kaybıyla birlikte yavaş yavaş söylemlerini değiştirdi. Aynı şekilde Rusya'da komünist rejimin yıkılmasıyla en büyük manevi destekçisini kaybetmişti. Bunun sonucunda bayrağındaki orak ve çekici çıkartı. Başta sert söylemlerini değiştirdi, biraz daha makul taleplerde bulundu. (Türk devletine göre). ''DEMOKRATİK CUMHURİYET, EKOLOJİK TOPLUM'' KÜRDLERİ APOLİTİZE ETTİ PKK için dönüm noktası 1999 yılıdır. Bu tarihte ABD ve İsrail işbirliğiyle PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya'da esir alınarak Türk devletine teslim edildi. Abdullah Öcalan yakalandığında, Diyarbekir zindanlarında direnen yoldaşlarının aksine teslimiyetçi bir tavır sergiledi. Kendisine ve hareketine yakışmayan bir duruşa imza attı. İdamdan kurtulmak için gerillanın sınır dışına çıkmasını ve Kürt halkı için hiçbir taviz almadan savaşı durdurdu. Türk devletinin her şekilde zor durumda olduğu bir dönemde savaşı durdurmuş ve devletin toparlanmasını sağlamıştır. Bu geri çekilmeler sırasında devlet vahşice saldırmış bunun sonucunda 500'e yakın gerilla hayatını kaybetmiştir. Düşünün taarruza geçseniz bile bir yılda, hatta birkaç yılda bu kadar kayıp veremezsiniz. Aynı şekilde gerillanın boşalttığı mevzileri Türk ordusu doldurmuştur. Savaş stratejisi bilenler biliyor, bir mevziiyi terk ettiğinizde onu kazanmak için tekrar savaşmanız gerekiyor. Hiçbir Kürt önder esir düştüğünde böyle bir duruş sergilemedi hepsi başı dik dar ağacına gittiler. Şu bir gerçek Kürtler liderleri ne kadar yanlış yaparsa yapsın, onları kabul ediyorlar ve hesap sormuyorlar. Bu toplumumuzun anormal davranışının nedeni önderlerini düşmana karşı koruma refleksi olsa gerek. Bu işin askeri boyutuydu asıl önemli olan Öcalan'ın İmhalıdayken geliştirdiği Kemalist tezler. Buradayken çok ilginç tezler ortaya attı. ''Demokratik Cumhuriyet, Ekolojik Toplum'' gibi Kürtleri tamamen apolitize eden ve Kemalist rejime entegre etmeye çalışan söylemler geliştirdi. ''Ben ulus devleti çözdüm, Kürtler devletsiz bir halk bu yüzden devlet Kürtlere uymaz gibi akla izana sığmaz iddialarda bulundu. Aynı şekilde kendisinin M.Kemal'den çok etkilendiğini ve Şeyh Sait Efendi'nin gerici olduğu, M.Kemal'in ilerici ve aydın olduğuydu. Güya Şeyh Sait başkaldırısı olmasaydı, M.Kemal'in Kürtlere hakkını vereceğini gibi söylemlerde bulunmuştu. Halbuki gerçek tam tersiydi, 1924 Anayasası yapıldı ve Kürtlerle ilgili hiçbir emare yoktu bu anayasada. Aynı şekilde Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı ve eğitim dili ve resmi dil sadece Türkçe olarak kabul edildi. Yine aynı şekilde, Kürtçenin en büyük yaşam alanı olan medreseler kapatıldı. Şeyh Said isyanı ise 1925'da meydana geldi. Artı İsyan, M.Kemal'in Kürtlere verdiği sözleri tutmaması ve Kürtlerin taleplerini yerine getirmemesinden dolayı çıkmıştı. ABD'nin Irak'a müdahalesiyle ve orada federal bir Kürt devleti kurulunca, Öcalan, bu sefer kendisinin de tam olarak ne olduğunu bilmediği bir model olan Konfederalizmi ortaya attı, o da tutmayınca Demokratik özerklik diye bir modelden bahsetmeye başladı. Bu modelin ne olduğunu PKK kadroları da tam olarak bilmiyorlar. Taraf gazetesine röportaj veren BDP'li bir vekil, muhabirin Demokratik Özerklik tam olarak nedir sorusunu cevaplayamamıştır. PKK'deki hiçbir kadro bu modelleri tam olarak anlayamamıştır. Tam birine yoğunlaşırken başka bir model ortaya çıkıyordu. Aynı şekilde Öcalan, İmralı'da sürekli örgüte müdahale edip, kadroların kendi başına karar verme yetisini köreltti. Bunun içindir ki birkaç aydır devlet Öcalan'ı görüştürmeyince Örgüt ne yapacağını bilemez durumda, sudan çıkmış balık gibi debeleniyor. Aslında Konfedaralizmi ilk ortaya atan merhum Dr. Abdurrahman Qasımlo'dur. Askeri olarak Hümeyni güçlerine yenilince tüm parçadaki Kürtlerin Konfederal yapılar içinde ve bulundukları ülke yönetimlerine bağlı yaşamalarını önermişti. Bu yenilmiş ve Kürdistan'ın birleşmesinin umutsuzluğunu taşıyan bir liderin o günün şartlarında makul görülen söylemlerdi. Ama bugün için geçerliliğini kaybetmiştir bu söylemler. KADINA VE GENÇLİĞE KÜRD MİLLİYETÇİLİĞİ KÜÇÜMSETİLDİ TC devleti, yakalandığı günden beri Kürtleri Kemalistleştirmek ve milliyet düşüncesinden uzaklaştırmak için Öcalan'ı kullanıyor. Bunda da başarılı olmuşlar, PKK'nin kadrolarının önemli bir kesimi şu an Kemalist söylemleri benimsemiş. Büyük önder kavramı, toplum mühendisliği, askeri vesayet ve otoriterlik, sekülerlik ve jakobenizm gibi pek ortak özellikleri var, Apoculuk ve Kemalizmin. PKK içinde Apoculuğun en önemli ideolojik gücü gençlik ve kadın yapılanmasıdır. Özellikle kadın yapılanması anti-Kürtçü bir yapılanma ve tam anlamıyla Kemalsit. Leyla Zana dışındaki göz önünde olan PKK'li kadroların hangisi Kürt ya da Kürdistani'dir? Cevabını vereyim; çoğu Kürt milliyetçiliğine karşı ve Kemalistler. Çoğu Kürtçeyi bilmez. Gençliğe gelince, önlerine gelen söylemleri derinlemesine anlamadan benimsiyorlar. Aynı şekilde bilimsel düşünmekten uzak, bir mürit gibi önderin söylemlerini kutsallaştıran bir gençlik yaratıldı. Kürtçeyi, bayrağı, tarihini bilmeyen ve Kürt Tarihini PKK'den ibaret bilen ve şiddete ve kullanılmaya müsait bir topluluğa dönüşmüştür. Aynı şekilde milli bilinçten yoksun, Kemalist solun çürümüş ve sapkın değerlerini benimseyen, kendi milliyetine diline düşman bir gençlik yetişmiştir. Kürt milliyetçiliğini küçümseyen ve ilkel olarak gören ve Kürtçeyi bilmeyen ama aynı şekilde, Türkçeyi bir bülbül edasıyla şakırdayan ve Türk milliyetçiliğini doğal sayan bir gençlik yetiştiriliyor, siyasi akademi denen eğitimlerle gençlerimiz Kemalistleştirildi. PKK'NİN EN BÜYÜK YANLIŞLARINDAN BİRİ KÜRT AİLE YAPISINI PARÇALAMASIDIR PKK'nin yarattığı kadın tipi Kürtten başka her şeydir, ama kesinlikle Kürt değildir. Tam anlamıyla Kürdi değerlere karşı olan jakoben ve doğal olmayan bir tiptir. PKK'nin en büyük yanlışlarından biri Kürt aile yapısını parçalamasıdır. Bir ulusu yaratan en önemli yapıdır aile, eğer aile yapısı bozulursa sakat bir ulus ortaya çıkar. Ulusu yaratan da dildir, dili koruyan yaşatan da annedir. Eğer siz anneyi yozlaştırırsanız ulusu da yozlaştırırsınız. PKK'nin en önemli sorunlarından biri Kürtçe sorunudur. PKK Kürtçeyi sürekli arka plana itmiştir, propaganda dili olarak Türkçeyi seçerek, zaten devlet tarafından baskı altına alınan Kürtçeye en büyük kötülüğü yapmıştır. Böylece gönüllü asimilasyonun önünü açmıştır. Türkçe bilmeyen kadınlarımız, PKK'nin kurumlarında Türkçe öğrenip şu an şakır şakır Türkçe konuşmaktadırlar. Köy Enstitülerinin ve Halk evlerinin başaramadığını PKK başarmıştır. PKK'nin yarattığı ve ona ebedi sadık olan tip hiçbir şekilde milli değerlerimizle bağdaşmayan suni bir tiptir. Kürtçeyi asimilasyona karşı koruyan analarımızdır. Eğer kadın dilini bilmese çocuğu da bu dili öğrenemeyecek ve bir kaç kuşak sonra asimile olacaktır. Biz dilimizi annemizden öğrendik çok şükür annem hala Türkçe bilmez. (Buradan ona sevgilerimi gönderiyorum). PKK KÜRD DEVLETİNE KARŞI OLDUĞUNU DEKLERE ETTİ Son dönemlerde Mesut Barzani'nin bağımsızlık söylemlerine en çok karşı çıkan PKK ve kurumlarıdır. Açık açık Kürt devletine karşı olduklarını deklare ettiler. Hatta bir vekil o kadar ileri gitti ki, Türk bayrağı ve Türkçeyi bir Türk milliyetçisinden daha şehvetli sahiplendi. Daha öncesinde BDP genel başkanı Selahattin Demirtaş ''Özerk Kürdistan kavramını demokrasi açısından doğru bulmadığını“ belirtti ve aynı günlerde PKK'nin kadın ordusu PAJK'ın komutanı Emine Erciyes ''Kürt devletine karşıyım, Kürt devleti Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırır'', dedi. Sanki şu an Ortadoğu çok istikralı da Kürt devleti kurulsa istikrarı bozulacak. Asıl Ortadoğu’nun istikrarsız olmasının nedeni Kürdistan'ın parçalatılıp sonradan kurulan yapay devletlere bağlanmasıdır. Eğer Kürdistan özgür olursa Ortadoğu o zaman istikrara kavuşur. Aynı şekilde kurulacak bir Filistin devleti de Ortadoğu'ya istikrar getirir. PKK, KÜRD MİLLİYETÇİLİĞİ İLE BAŞEDEMEZ PKK'nin şu an geliştirdiği söylemler ve tutumu Kurdî değildir. ‘İlkel milliyetçilik’ diye bir kavram geliştirerek, Kürt milliyetçiliğini kitlesine öcü olarak gösteriyor. PKK'nin Kemalist söylemleri, Kürt milliyetçiliğinin gelişmesini engelliyor. Aynı şekilde son günlerde dile getirdikleri söylemlerle Kürt devletini ve milliyetçiliğini dışlayan ve hırpalayan bir tavır geliştirdiler. PKK bu haliyle Kürt milliyetçiliği için bir engel teşkil ediyor. PKK ya değişecek yani özüne dönecek, ya da yok olmaktan kurtulmayacak. Kürt milliyetçiliği şu an yükselişte, eğer PKK Kürtler içinde bir güç olmak istiyorsa ve KDP ile liderlik yarışına girecekse, anti-Kürt söylemlerle bunu yapamaz. Barzani ''Bağımsızlık'' derken, siz ''Demokratik Cumhuriyet'' derseniz, haliyle marjinalleşip yok olacaksınız. PKK'nin içinde Kürt milliyetçisi olan üst düzey yöneticiler de var. Bunlardan beklentimiz, Hareketi Kemalistlerin elinden kurtarıp, Kürt milliyetçiliği zemininde yeniden yapılandırmalarıdır. PKK'nin tasfiyesi zararlıdır, dönüşmesi faydalıdır. PKK'nin Kürdistan tarihine önemli bir yeri var. Agitlerin, Mazlumların emanetçilerine yakışan bu değil. Artık makul kitlelerden PKK'ye bu eleştiriler çok gelecek. Ne Kürt toplumu eski Kürt toplumu, ne de konjonktür eski konjonktür. Değişim zamanıdır! Darwin'in Galaspagos adalarında bulup getirdiği bir kaplumbağa vardı Harriet diye. Bu kaplumbağa 170 yıl yaşadı. Darwin'e şunu soruyorlar "Bu kaplumbağanın özelliği ne?" Darwin şunu söylüyor: ''Bu kaplumbağanın en önemli özelliği diğer türlerinden çok güçlü olması ya da üstün özelliklere sahip olması değil; değişime çabuk ayak uydurmasıdır.'' Anlayacağınız değişime ayak uydurmayan yok olur ve yıkılır. Örnek vereyim mi mesela, baskıcı birer rejim olan Komünist ve Baasçı rejimler ile Türkiye'de Kemalizm rejimi, değişime direndiler ve şu an halleri ortada, gerisini siz düşünün. Bitirmeden birkaç söz de Federe Kurdistan Başkanı Mesud Barzani’nin son dönemlerde yürüttüğü siyaset hakkında söylemek gerekir. Barzani, doğru politikalar ve söylemlerle hızla Kürt liderliğine doğru yol alıyor. Mesud Barzani hem Kürtler arasında artan popülerliği, hem de arkasına aldığı Batı desteğiyle ön plana çıkıyor, ‘ulusal önder’ olarak belirginleşiyor. Artık eskisi gibi diğer parçalardaki Kürtlerin sorunlarına ilgisiz değil. En son ABD ziyaretinde, Suriye Kürtleri için yaptığı diplomatik çabalar bunun göstergesidir. ABD ziyaretinde, Amerikan yönetimi BDP'ye, Mesud Barzani'yi dinlemelerini salık verdi. Batı, PKK çevrelerine güvenmiyor ve her defasında onlara ne istediklerini soruyorlar. Birleşmiş Milletlerde bir tanıdığımın İngiliz bir diplomatla sohbetinde; İngiliz diplomat PKK-BDP çevrelerinin güvensiz olduğu ve akıllarının karışık olduğunu ve ne istediklerini bilmediklerini belirtmiş. Bu yüzden Mesud Barzani'yi bir devlet başkanı gibi karşılayan ABD yönetimi, BDP'yi daha düşük dereceli bürokratlarla karşıladı. Bunun nedeni Mesud Barzani'nin ciddi ve realist bir lider olması ve müttefiklerine güven vermesi, PKK çevrelerinin net olmamasıdır. Şunu belirtmekte fayda var. Mesud Barzani, tam babasının oğlu, Mele Mustafa Barzani'ye layık bir evlat olduğunu hem dünyaya hem de Kürt ulusuna kanıtladı. Celal Talabani de Mesud Barzani’nin bu popülerliğinin farkında ve o da ‘Kürt devleti hayal’ gibi söylemlere sığınıyor. Zaten kitlesinin önemli bir çoğunluğunu Goran'a kaptırmış durumda. Goran Hareketi, liberal ve özgürlükçü söylemleriyle yakın gelecekte Kürdistan'da ciddi bir güç olmaya aday. Bu yazıyı kaleme almaya kendimi mecbur hissettim. Çoğu Kürt aydını açıkça PKK ideolojisini ve Abdullah Öcalan'ı eleştiremiyor. Hem korktukları için hem de PKK ile ters düşmemek için. Eleştiren kesimlerde var ama onlar daha çok karalama ve suçlamayla yaklaştıkları için devletin yedeğine düşüyorlar. Bunları yazmak tarihi bir görevdir ve tarih bizi haklı çıkartacaktır. Yazdıklarımın haklılığı için fazla uzun bir zaman geçmeyecektir… Roja kedkarên cîhanê pîroz dikim. Dünya emekçilerinin Bayramını kutluyorum. Not: Yukarıda Abdullah Öcalan ile ilgili bütün değerlendirmeler, kendisinin İmralı'daki görüşme notlarından, savcılık ve mahkeme ifadelerinden alınmıştır. Erdoğan Alparslan [email protected] Editörün notu: Yazının altına yazılan yorumların ağırlıklı kesimi yazıyla alakalı değildir ve yorumcuların birbirine karşı ihhamlarından oluşmaktadır. Bu nedenle yorum bölümü kapatılmıştır. Kurdistan Post

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.