Ana içeriğe atla

Hakkâri’ye gitti aklını kaybetti | TUĞBA TEKEREK

Fatih Altın sağlam gittiği askerden ‘Beni takip ediyorlar’ paranoyalarıyla döndü. Şimdi kendi adını bilmiyor, sokakta ‘Teslim ol Türkiye’ diyerek dolanıyor. Annesi, ‘Kendine dikkat et oğlum’ dedim ama olmadı, diyor

Fatih Altın askere gitmeden önce İzmir’de babasıyla birlikte fayans ustası olarak çalışıyordu. 20 yaşına geldiğinde askere gitti. 1990-91’de Hakkari Şemdinli’de komando olarak görev yaptı. Sonra evine döndü.

Annesi Fahriye Altın oğlunun askerden döndüğü günden şu ayrıntıyı hatırlıyor: “Eve geldi, ‘Anne’ dedi, ‘Beni otobüsten indikten sonra takip ettiler. Allah’tan bindiğim taksinin şoförü akıllıymış, onları atlattı’ ”.

Gelişinden birkaç gün sonra gece vakti evdekiler Fatih’in bağırmasıyla uyandılar. Fatih “geldiklerini, çatıda olduklarını ve kendisini öldüreceklerini” söylüyordu. Evdekiler kendilerini korumaya çalıştılar. Bir müddet beklediler sonra çatıya çıktılar ama çatıda kimse yoktu.
Suyunu dağdan getirdi

Fatih’le o dönem aynı odayı paylaşan ablası Reyhan Gökcam “İlk ben fark ettim. Geceleri sürekli sayıklıyordu. Askerlikle ilgili şeyler söylüyordu, bazen bağırıp uyanıyordu” diye anlatıyor. Sonra Fatih’in korkularına, bazı garip hâller eşlik etmeye başladı: “Sık sık ellerini yıkıyordu. Geç saatlere kadar sokaklarda boş boş dolanmaya başladı. Kendi kendine sessiz sessiz konuşuyor, bazen de yüksek sesle bağırıyordu.”

Ablasının anlatımına göre ilk günlerde normal davranışlar da gösteren Fatih bir iki hafta sonra gerçeklikten tamamen koptu. Şüphesi evdekilere yöneldi, ailesinin kendisini zehirleyeceğini söyleyerek esnaftan yemek yemeye başladı. Suyunu da kilometrelerce yürüyüp İzmir’in yakınlarındaki bir tepeden doldurdu. Takip edildiği korkusu devam ediyordu, bunun için resmi makamlara başvurdu, sonuçta takipsizlik kararı verildi.
İçimde başka biri var

Ablası bir keresinde “Neden bağırıyorsun?” diye sorduğunda Fatih’ten “İçimde başka biri var, o bağırıyor” yanıtını aldığını söylüyor. Fatih görünmeyen telsiziyle komutanıyla konuşuyordu, havai fişek sesi duyduğunda ya da üniformalı birisini gördüğünde korkuyordu, panzere benzer bir araç gördüğünde ise saklanıyordu.

Gökcam doktora götürdünüz mü sorusuna karşılık olarak “Götürdük. En başta Fatih’in sigortası, yeşil kartı hiç bir şeyi yoktu. Babam, o zaman inşaatta kaza geçirmişti çalışamıyordu. Annemle ben bahçelerde çalışıp, maydonoz bağlıyorduk. Onun için ilaçlarını almak zor oldu” diye anlatıyor. O dönem Fatih’in babası Fevzi Altın belki sigorta olur diye askeri kurumlara başvurdu. Ancak “Fatih’in hastalığı evde olmuş, tezkeresinde sağlam yazıyor, hiçbir şey alamazsınız, uğraşmayın” yanıtını aldı. Fatih bir süre Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde de yattı. Ancak oradan kaçtı ve eve geldi. Fatih’in sonraki yılları sokaklarda dolaşarak, “Teslim ol Türkiye” “Helikopterler geldi” diye bağırarak geçti.

Tarım ilacı içerek intihar girişiminde bulunan Fatih bir tecavüz olayıyla ilgili olarak polisler tarafından sorgulandı. Hemen salındı ama o günlerde bacağından bıçaklandı. Abla Gökcam, bu olayla ilgili olarak daha sonra başka birinin yakalandığını televizyondan gördüklerini söylüyor.

Gökcam, Fatih’in durumunun aile üzerindeki etkilerini ise şöyle anlatıyor: “Hepimizin hayatı mahvoldu. Annem hergün ağlıyor, hergün. Üç yıl önce İzmir’den taşındılar. Maddi sebepler vardı ama Fatih komşuları rahatsız ediyordu. Memleketimiz Samsun Vezirköprü’de bir müstakil evde daha rahat oluruz, diye düşündüler.”
‘Kendine dikkat et oğlum’

Askerden geldikten kısa bir süre sonra gerçeklikten koptuğu için Fatih’in Güneydoğu’da ne yaşadığını tam olarak bilinmiyor. Fatih’i ziyaret eden bir arkadaşı ya da bir komutanı olmadığı için ellerinde sadece Fatih’in sayıklamalarında dile gelen çatışmalar ve ölümler var.

Annesi Fahriye Altın “Askerdeyken telefon açtığında ‘Burada çatışma var’ diyordu. Ben de “Oğlum, kendine dikkat et diyordum” Ama olmadı. Oğlumun hayatı gitti” diye anlatıyor.

Şimdi psikolojik rahatsızlığı nedeniyle ayda 250 lira maaş alan Fatih’e Vezirköprü’nün sokaklarında, bulduğu minik gazete parçalarını ve sigara izmaritlerini cebine atarken ya da kendi kendine mırıldanırken rastlamak mümkün. Evden fazla uzaklaşıp kaybolduğunda ailesi Fatih’i karakollardan arayıp soruyor. Annesi kıyafetlerini değiştirdiği için pis görünmüyor ama Fatih yıkanmayı pek sevmiyor. Annesi “Kandırabilirsem yıkıyorum” diyor. Ablası Gökcam, Fatih için “Daha düzgün bir maaş bağlanabilir” derken annesi oğlunun bir bakım merkezine yatırılmasını istiyor.

Askerlikle ilgili düşüncelerini sorduğumuzda ise anne Fahriye Altın “Bir daha olsa oğlumu asla askere göndermem” diyor. Altın’a göre “Vatan korunmuyor ki sen ölüyorsun.”
‘Askerin koynuna sigara attım’

1993’te askerliğini Diyarbakır’da komando olarak yapmış olan B.A. bugün 37 yaşında, Ankara’da yaşıyor. Bir kamu kuruluşunda çalıştığı için isminin yazılmasını istemeyen B.A. askerde ve sonrasında yaşadıklarını şöyle anlattı:

Rambo filmlerindeki gibi olacak zannediyorduk. O daldan o dala atlayacağız, kahramanlık yapacağız. O kurşunun sesini hissettiğinde ya da yanında bir arkadaşın yaralandığında işin ciddiyetini anlıyorsun. Bir ürperti geliyor. Korku demeyelim de -korku olsaydı ben ondan sonraki çatışmada başımı kaldırmazdım- bir ürperti geliyor. Ölümün yakınlığını hissediyorsun.

Tabii ki en büyük ürpertiyi yaralandığım çatışmada yaşadım. Askerliğimin dokuzuncu ayı falandı. Bir tepede üssü basacağız. Hava kararınca intikale başladık. Öncü tim olarak biz gidiyoruz. Zirveye ulaşmadan çatışmalar başladı. Sabaha doğru PKK’lılar dağın eteklerinden yarım çember gibi arkamıza doğru dolaşmışlar. Gün ışıdığında yanlardan ateş etmeye başladılar. Biz zayiat veremeye başladık. Ben belkemiğimden yaralandım. Uzman çavuş arkadaş geldi, beni 1.5-2 metre öteye bir kaya parçasının kenarına taşıdı, bana bir ilkyardım malzemesi paketi verip gitti. Ben orda taşın kenarında yalnız başıma kaldım. Vurulmuşsunuz, tek başınasınız, kimse yok, anne babanız da yok. Çatışma sürüyor. Teröristlerle iç içe girmişiz. Helikopter geldi ama ateş etse bizi de tehlikeye atacak, birşey yapamıyor.

O arada ben omzumdan bir kurşun daha yedim. Artık öğleden sonra 3, ilk kurşundan beri 8-9 saat geçmiş, sürekli kan kaybediyorum. Ölüm korkusu dehşet bir şey. Anlatılmaz. Anlattıkları gibi hayat film şeridi gibi gözünüzün önünden geçiyor. Nefes almada zorlanıyorsun. Ölüyorum, gidiyorum korkusunu insan yaşıyor. Sonra aşağıdan arkadaşımın bir tanesi kural kaide dinlemeden çemberin içine girdi. Beni çıkardı çemberden.
Keşke intikam alabilseydim

Beni o çatışma bölgesinden çıkartan arkadaşım, iki ay sonra bir pusuda şehit oldu. Üzerinden 20 küsur tane kurşun çıkartıldı. Ben şehit arkadaşımızın babasını ziyarete gittim, diyordu ki babası ‘Sadece alnından bir tane kurşunla vurulmuş benim oğlum’. Kefenin geri kalan kısmını göstermemişler. Biz biliyoruz onun üzerinden 20 tane kurşun çıkartıldığını... İntikam duygusu, işte odur. Keşke askerliğim birkaç ay daha sürseydi, keşke onun intikamını alabilseydim, o duygu hep kalmıştır içimde.

Asker dönüşünde önce hastane ortamında yaşıyorsun. Orada pek belli olmuyor. Ama eve geldiğinizde artık bazı şeyler başlıyor. Nasıl başlıyor? Sakatsınız. Her istediğinizi yapamıyorsunuz. Birilerine ihtiyacınız var. Ben, belkemiğim iki yerinden kırıldığı için 1.5 yıl koltuk değnekleriyle yürüdüm. Ama yaptığınız işin burada pek bir ehemmiyetinin olmadığını görüyorsunuz. Siz orada bir mücadele veriyorsunuz. Kurşun geçiyor kafanızın üzerinden. Bundan daha önemli bir şey olabilir mi. Çatışmaya giriyorsunuz, ölüyorsunuz, öldürüyorsunuz. Geliyorsunuz Ankara’ya, açıyor insanlar televizyonda “Aaa bugün de üç kişi şehit olmuş, beş tane terörist ölmüş. Kapat geç” Bu kadar mı değersiz, insanı yıpratan bu yani...

O kurşun sesinin insan oğluna verdiği zarar o kadar büyük ki ömrünüzün sonuna kadar onu yaşıyorsunuz. Ben askerden sonra 3.5-4 yıl ilaç tedavisi gördüm. Belli bir süre hastanede yatırdılar. Ondan sonra iki yıl daha tedavi gördüm. Ben bu kadarını söyleyeyim. İlaç aldığınızda kendinizi güvende hissediyorsunuz. Böyle bir uyuşukluk hali... Kimseye zarar vermeyeceğiniz garanti oluyor. Zarar verme korkusunu def ediyor başınızdan. Demek ki sizde insanlara zarar vereceğim korkusu var.

Benim şiddetle ilgili birkaç olayım oldu. GATA’da tedaviye gideceğim. GATA’nın önünde nöbetçi askerler var. Ben de orada sigara yaktım içiyorum. Küllük yok etrafta, sigarayı kenara bıraktım. Asker geldi, doğu kökenli bir asker, “Kardeşim burada sigara içmek yasak, sigarayı da oraya atma” dedi. Bir anlık geldi bana. O sönmemiş sigarayı aldım, askerin koynuna attım ve onu biraz hırpaladım. Bir sinir hali. Ortalık karıştı. Beni bir odaya çektiler. Soınra Gülhane’nin arkasında meşhur mavi odalar vardır, üç gün orada yatırdılar. Hala uyuyamama problemim var, uyuyamıyorsam uyuyamıyorum, diyorum, kafaya takmıyorum.
Terör hiç bitmese mi acaba?

Ecevit döneminde terör sıfırlandığında çeşitli taslaklar çıkarılmaya başlandı, gazilerin soysal haklarının elinden alınmasıyla ilgili... Sonra terör bir fırladı. “Aslanlarımız, kahramanlarımız, şehitlerimiz” demeye başladılar. Ben bazen “Acaba bu terör hiç bitmese mi” diyorum. O kadar değerli oluyorum ki o zaman. Ama terör bitince, bir resmi kurumdan içeri girdiğimde yüzüme bakmıyorlar.

Devlet bize kanunlar çerçevesinde yapılması gereken ne varsa yapar, tazminat verir, maaş bağlar. Başka da ben sahip çıktığını sanmıyorum. Al parayı çekil kenara. İşin manevi boyutunu yok sayıyor gibi geliyor bana.

O zaman 20 yaşındasın. Sadece işte ülkemizi bir terörist örgüt sarmış, ondan kurtulmak, ‘Vatan Millet Sakarya’... Başka bir şey düşünemiyorsun ama şimdi beni oraya gönderseniz çok farklı olur her şey. Bir kere “Allah Allah” deyip meydanlara çıkma olayı biter. Bilinçli düşünürüz. Son zamanlarda sizin gazetelerde çıkan haberlerden de sonra “Biz ne yapmışız” diyorum. “Oyunun içerisindeki kişiler miymişiz?”. Şimdiki aklım olsa gider miyim? Gitmem, ne olduğunu bilmediğim yere gitmem. Ama şunu da söylüyorum, bu ülkeyi koruyacak kollayacak yine biziz, bu ülke kimseye kalmamış. Ama şu hengamede, at izi it izine karışmış. Ben gitmem, çocuğumun da gitmesini istemem.
Hepsi ruhsal felç yaşıyor

Askerlerin çatışmalarda tanık oldukları ya da yaşadıkları şiddet, ölüm ve yıkım içlerindeki yaşama isteğini, umudunu, gücünü bir süre tahrip eder. Kayıp o kadar çoktur ki yaşanılan acı herbirini ruhsal olarak da felç eder. Böyle durumlarda psikopatoloji geliştirmeme askerlerin psikolojik dayanıklılık gösterebilme yetisine bağlıdır.

Bir kısmı aile desteğiyle bu durumla baş edebilir. Ama bir kısmı da travmatik olayların etkisiyle oluşan durumla baş edemez, birey olarak uyum gücünü ve yaşam işlevlerini kaybeder. Sonuçta travma sonrası stres bozukluğu yaşamaya başlar ki bu durum bireyin hayat kalitesini oldukça düşürür. Çünkü kişinin duygusal ve zihinsel yaşamı tahrip olmuştur.

Yaşadığı olaylar yüzünden dünyanın tehlikeli bir yer olduğunu, insanların birbirlerini öldürecek kötülükte olduğunu düşünür ve kendini herkesten sakınmaya başlar. Askerde yaşadığı şiddet ve yıkım artık onun için yeni bir dünya doğurmuştur. Hiç bir yer ve kimse güvenli değildir artık. Bu algı ve duygunun değişmesi için askerlerin olumlu deneyimler yaşaması gerekir. Askerlik sonrası kendilerine yapılan her türlü yardım bu görevi görür. Rehabilite çalışmaları da bunların başında gelmelidir. Devletin bu askerlerin normal hayata uyumunda ve sorunlarıyla başa çıkmalarında yardımcı olması gerekir. Bence rehabilite çalışmaları askerlik öncesinde başlatılmalı ve sonrasında da sürdürülmeli.
Gaziler için bakanlık kurulsun

Ben Gaziler Dergisi’ni 27 yıldır çıkarıyorum. Başta kahramanlık hikayeleri anlatıyorduk. Böyle problemler olduğunu hiç bilmiyorduk. Ta ki Trabzon’da 1993’te tuvalet temizleyen bir gaziyle karşılaşana kadar. Onun hikayesini yazdıktan sonra devamı geldi. Sandalda uyuyanlar mı dersin, ağzını bıçak açmayanlar mı...

Güneydoğu’ya gidip de problemsiz dönen çocuk yok. Sen burada bir araba kediye çarpınca etkileniyorsun. Onlar o kardeşlik ortamında arkadaşlarının şehit olduğunu görüyorlar. Bu çocukların döndükten sonra psikolojik durumlarının incelenmesi lazım. Etkilendiler mi, etkilenmediler mi, araştırılması lazım. Askerden döndükten sonra altı ay bir yıl boyunca neler yaptıklarına bakılması lazım. Amerika’da Vietnam gazilerini geldiklerinde psikolog muayenesinden geçirmişler. Şimdi Irak’tan dönen gazilerle ilgili olarak Gazi Bakanlığı çalışma başlattı, tedavilerinin hızlı yürümesi için. Bizde de böyle şeyler olmalı. Gazi Bakanlığı kurulmalı. Bu çocuklar için rehabilitasyon merkezleri kurulabilir ya da telefon hattı açılabilir.

Bu çocuklar oraya gittiklerinde hiçbir şekilde hazır değiller ki psikolojik olarak. Gitmeden önce onlara sadece hedefi vurmak öğretiliyor. Vatanı da seviyorsa, “Hadi bakalım git Güneydoğu’da savaş”. Sonra kullanım süreleri de dolunca işiniz bitti der gibi, bir kenara atılıyorlar, toplumun içine salınıyorlar.

http://www.taraf.com.tr/haber/hakkari-ye-gitti-aklini-kaybetti.htm

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.