Susuyor… Terliyor. Başını yere eğip, yutkunuyor.
Evet abla! Hatta o zaman genç bir kız, asker ne yaptı tam hatırlamıyorum, askere bağırdı. Kızı Tugay’a götürdüler. Sonra askerler bizim yanımıza gelip “o kıza ne oldu biliyor musunuz? Sırayla tecavüz ettik” dediler.
Bu bir tufandı ve yanlarına kaldı!
onlar İman, İslam, Kur’an sahibi değillerdi.
Tanık Aydın Yaş 29
Aydın 22 Ekim 93’te Lice yanarken neredeydin?
Olay sırasında okuldaydım. İlkokul üç teydik. Andımızı okuyorduk. Biz andımızı okurken her zamanki gibi top atışları yapılıyordu. Atışlar her zaman yapıldığı için umursamadık. Alışmıştık.
Top atışlarının altında “varlığım Türk varlığına armağan olsun” he mi Aydın?
He abla!
Ama bu sefer top sesleri yakınlaşmaya başladı. Hani rutininin biraz dışına çıktı. Biz içeri girdiğimizde “hayat bilgisi“ dersi vardı. Hocamız Hayat Bilgisi dersine başlarken bir kurşun gelip pencereden içeri girdi ve Hocanın kafasının üzerindeki tahtaya saplandı. Orda Hocamız bağırarak “eğilin!” dedi. Mahşer günü gibiydi abla. Top sesleri, kurşun sesleri, biz sıraların altına girdik. Ağlamaya başladık hepimiz. Kız öğrenciler çığlıklar atıyordu bayılanlar vardı. Hepimizi hocalarımız okulun ana holüne topladılar. „Bir şey olmayacak biz sizin yanınızdayız“ diye bizi teskin etmeye çalışıyordu hocalarımız. Tabi hepimiz yüz üstü uzanmışız hole. Toplar atılıp, kurşunlar sıkılıyordu. Okulun tüm camları aşağı inmişti! 6 Eylül ilköğretim okulu üç katlı bir okuldu. Hocam bizi kalorifer dairesine indirirken yukarıda helikopter okulun çatısını taramaya başladı. Kasıtlı bir şekilde. Tabi orada bir hocamızı kaybettik. Merdiven başında isabet eden bir kurşunla.
Adını hatırlıyor musun Hocanın?
Hayır abla. Açıkçası seninle konuşmaya karar verene kadar ben hiç bir şeyi hatırlamak istemiyordum!
Erkek mi kadın mıydı Hocan?
Erkekti. Daha sonra ailelerin gelmesini bekliyorlardı çocukları vermek için.
Aileler gelebildi o kıyamette okula?
Geldiler abla. O kurşun ve ateş yağmurunun altında geldiler. Haliyle anne babada ciğer olduğu için kendilerini ölüme attılar. Babamız geldi okula orda ben ve küçük kardeşimi o da ilkokul bire gidiyordu, babama verdiler. Babam kurşunların altında benim elimden tutup, kardeşimi de sırtına alıp eğilerek koşmaya başladı. Üzerimizden bir sürü kurşun geçiyordu. Top atışları evlere doğru yapılıyordu ve evler kağıt gibi tıpkı o filmlerdeki gibi parçalanıyordu. Daha sonra biz eve ulaştık. Tabi o sırada lise ve ortaokuldaki kardeşlerime ulaşamamıştık. Çünkü onların okulu uzaktı. Sağlar mı öldüler mi bilmiyorduk. Dışarısı cehenneme benziyordu.
Eve doğru giderken hiç yollarda ceset gördün mü?
Abla biz ara sokaklardan koşarak ve eğilerek eve ulaştık. Hiç bir şey görecek durumda değildik. Ama olaydan sanırım birkaç gün sonra ceset kokusundan nefes alınmıyordu Lice’de.
Söylediler. Şimdi oraya geçmeden Aydın; evdesiniz ve iki kardeşiniz kayıp, evde ne yapıyorsunuz? Annen ne yapıyor?
İki değil abla üç kardeşimiz kayıptı. Kelvan mahallesindeydik biz. Annem bizi mutfak taşının altına sokmuştu. O gece mutfak tezgahının altında hepimiz birlikte silah sesleri arasında bekledik. Tuvaletimiz geliyordu annem evin içerisinde yerde sürünerek bizi götürmek zorunda kalıyordu. Çünkü eve her an bir roketatar değebilirdi. Kurşunlardan korkmuyorduk artık. O gece mutfak tezgahının altında geçti. Sabah Hocaları kayıp kardeşlerimi getirdiler. Evimizin karşısında Kur’an kursu vardı. Bizim evler depremden sonra yapıldığı ve perefabrikolduğu için, “evdeki eşyaları Kur’an kursuna taşıyalım” dedik çünkü orası betonarmeydi. O arada askerler toplanmamız gerektiğini söylediler.
Askerler evinize mi geldi?
Evet evet, kapı kapı çalıp toplanın dediler. “Her şeyi bırakarak çıkın” dediler. Orda bir tane rütbesini hatırlayamadığım komutan vardı, babama “ne yapıyorsunuz?” dedi… Babam da “eşyalarımızı taşıyoruz” diye cevap verdi. Orda babamla alay edercesine gülerek dedi ki; “ne yapacaksın eşyayı, zaten biraz sonra hepinizi öldüreceğiz!” Babam durdu. Yanımızda bir yaşında bir yeğenimiz vardı, Komutan dedi ki; “ben şimdi gidiyorum, döndüğüm de şu çocuğu bile burada görürsem kafasına sıkarım!” ve babam bundan sonra eşyaları da bıraktı. Kadın ve erkekleri okullara topladılar.
Aydın bak burası çok önemli. Seni üzüyorum ve zorluyorum biliyorum ama lütfen hafızanı zorla. Bütün Lice halkını bir yere mi topladılar? Yoksa kadınları ve erkekleri ayırdılar mı?
Tek bir yere değildi abla. Mesela bizim okul bizim mahalleye yakındı “Demir çelik ilkokulu” bizi kadın ve çocukları oraya topladılar. Erkekleri götürdüler. Ayırdılar. Orada topladılar. Biz o okulda tugayı görebiliyorduk.
Kadın ve çocukların başına asker diktiler mi Aydıncım?
Evet abla.
Aydın çok zor bir soru soracağım. Özür dilerim ama bunu konuşmak zorundayız. Askerler kadınlara tacizde bunlundular mı?
(Susuyor… Terliyor. Başını yere eğip, yutkunuyor. )
Evet abla! Hatta o zaman genç bir kız, asker ne yaptı tam hatırlamıyorum, askere bağırdı. Kızı Tugay’a götürdüler. Sonra askerler bizim yanımıza gelip “o kıza ne oldu biliyor musunuz? Sırayla tecavüz ettik” dediler.
Erkekler nerde bu arada Aydın?
Erkekleri Tugay’a götürdüler. Diz üstü çöktürüp ellerini enselerinden bağlatmışlardı. Öylece bekletiyorlardı. Gruplar halinde götürüyorlardı. Gelen tüm erkekleri topluyorlardı. Dövüyorlardı. Görüyorduk. Biz o esnada baba ve abilerimize bakıyorduk camdan. Bir an bile gözümüzü ayırmamaya çalışıyorduk. Çünkü bir daha görememe ihtimali vardı. Sonra onları ağız üstü yere uzattıklarını gördük. Üstlerine çıkıp tepiniyorlardı.
Aydın sizi oraya getirmeden önce evler de yağma oldu mu?
Abla düşünün benim bir yıllık evli abim vardı. Yengemin altınlarının hepsi gitti. Ayrıca Tugay’a getirdikleri adamların bile saatlerini, yüzüklerini söküyorlardı.
Aydın evleri yanarken gördün mü?
Evet abla?
Kim ateşe veriyordu?
Gözümle gördüm abla; askerler ateşe veriyordu. Ellerinde beyaz bir toz vardı. İlginç bir şey, onu evlere döküp ateşe veriyorlardı ama evler aynı kağıt gibi yanıyordu. Annem o zaman bize demişti ki “zaten her şeyimiz yanacak bari evden Kur’an-ı Kerimleri alalım, en azından öbür dünyada bizden bunun hesabı sorulmasın.” Biz boynumuza Kur’anları taktık. Demir Çeliğe o şekilde götürüldük.
Ya sonra Aydın?
Abla sonra bilmiyorum vali mi geliyor Tansu Çiller mi geliyor? Biri geliyor diyehepimizi bir alana topladılar. Orası polislerin ve askerlerin futbol oynadığı bir alandı. Bizi oraya topladıklarında etrafımız tanklarla çevrili, askerler başımızda silahla tabi. Hepimiz öleceğimizi düşünüyorduk. Herkes birbirine son bir kez bakıyormuş gibi bakıyordu. Sonra bir adam geldi. Konuşma yaptı. Vali miymiş neymiş. Sonra bir genç kız ona bağırdı. Kızı saçından sürükleyerek götürdüler. Sonra da bizi dağıttılar. Sokaklardaydık. Tüm evler yanmıştı. Yiyecek hiçbir şey yoktu. Günlerce aç-susuz kaldık.
Sizi okula topladıklarında yiyecek ve içecek verdiler mi?
Hayır abla. Hiç bir şey vermediler. Biz günlerce öyle aç susuz kaldık. Sadece okulun çeşmesinden su içebiliyorduk onun dışında hiçbir şey yoktu.
Annelerin kucağında bebekler var mıydı?
Tabi tabi abla. Abla ben nasıl anlatayım ki. Yahudi kampı gibiydi işte. Nasıl anlatayım? (Aydın ağlıyor. Ben ağlıyorum. Yanımdaki arkadaşım ağlıyor)
Aydın şimdi bana o günkü çocuğun gözüyle söyle? Ne düşünüyordun olanlar hakkında. Çocuk kafandan neler geçiyordu? Kimdi sence o adamlar ve sizden ne istiyorlardı?
Orda şunu anladım ben Kürdüm! Bunun için bana bu yapılıyor. Çünkü askerler küfür ederken söylüyorlardı. Ben o gün bu gündür zavallı askerler değil ama ölen rütbeliler için asla üzülemiyorum. Öyle büyük nefret ve kin uyandırdılar ki bizde. Ne suçumuz vardı anlayamadık. Ne yapmıştık? Her insan gibi bizimde yaşamaya hakkımız vardı? Bizi yakmadan önce bizimle beraber yaşıyorlardı. Dükkanlarımızdan alış veriş ediyor, bizimle sohbet ediyorlardı. Ne bileyim peynirini, yoğurdunu bizden alıyorlardı. Ne yapmıştık onlara? Ne suçumuz vardı? Abla bizi öldürmeye çalıştılar! Hepimiz öldüreceklerdi ne oldu da vazgeçtiler bilmiyorum. Her şeyimizi yakıp-yıktılar. Biz ekmek bulamayınca da askeryeden karne veriler olaydan sonra ekmek alabilmemiz için. Hiç unutmuyorumben yalvarıyordum “abi bir kağıt daha ver bir ekmek daha alayım” diye askere oda bana “siktir lan ne bitane daha. Dua et sana bunu veriyorum. Gidin açlıktan geberin!” Abla ben onları affetmiyorum! Bizi memleketimizden, evimizden barkımızdan ettiler. Olaydan sonra da bizden vazgeçmediler. Abimi tutukladılar. Abim namaz kılıyordu. Onlardan namaz için izin istemiş “Hadi lan pis Ermeni! Sen Müslüman mısın ki namaz kılacaksın. Aç bakalım göster sünnetli misin ki?” demişler.
Namaza bile izin vermiyorlardı. Bize hiçbir çare bırakmadıkları için kaçtık memleketimizden!
Aydın senden bunları sana yeniden yaşattığım için özür dilerim! Allah Kürdçe bilmiyor! Artık kesin kararımı verdim! Teşekkür ederim.
Abla özür dileme. Bizim artık konuşmamız gerekiyordu. Bak abla sana çok önemli birşey daha söyleyeceğim; benim akrabamı içerde diri diri yaktılar. Senden ricam onu da araştırman. Askerler kapıya dikiliyor ve halamın oğluna diyorlar ki “evi boşalt!”Diyor “babam ihtiyardır onu da bir çıkartayım” evi yakacaklar ya. “kaç yaşında?” diyorlar. Halamın oğlu “yetmişin üstünde“ diyor . Gülerek “ya zaten bu gün yarın ölecek bırak kalsın” içinde deyip diri diri yaktılar. Benim halamın oğlu kendisi soyadı da “Kozat” söyleyeyim.
Aydın canım haberim var! Belge çantamda işte bak burada. Bir yıl sonra Lice’yi ikinci defa yaktıklarında olmuş. Tutanak burada!
“16/07/1994 günü saat 14. 30 sıralarında ilçemiz jandarma komando bölük komutanlığının batısında bulunan nizamiye giriş kapısında bulunan nöbetçi kulübelerine İlçemiz Kelvan mahallesi Lice lisesi istikametinden PKK terör örgüt elemanlarınca, uzun namlulu silahlar ve roketatarlarla saldırıda bulunulmuş, çıkan çatışma esnasında mermi ve roket kıvılcımından ateş alması sonucu, bazı evler yanmıştır. 19/07/1994 günü ilçemiz Cumhuriyet başsavcılığına bir şahsın yanarak öldüğü bildirilmesi üzerine, ilçemiz Kelvan mahallesi bila sayılı yerde bulunan Zahit Kozat’a ait, evde yapılan incelemede, aslen Diyarbakır ili, Lice ilçesi, Kelvan mahallesi nüfusuna kayıtlı, Mehmet ve Ayşe oğlu 1332 doğumlu Tahir Kozat’ın olay esnasında evde bulunduğu, çıkan çatışmanın paniğinden dolayı, evin bitişiğinde bulunan, hayvan damına girdiği ve çatının ateş alması neticesinde binanın yandığı veşahsın yaşlı olması sebebi ile dışarı çıkamadığı çatının göçmesi neticesi ile altında kalarak yandığı tespit edilmiş olup, tanzim edilen iş bu tutanak, ileride yapılacak olan tahkikata esas olmak üzere tarafımızdan birlikte imza altına alındı. 19/07/1994 .
Hasan Yarbaşar (Başkomiser. Em. Amiri Vekili) Cemalletin Karataş(Komiser) Hasan Dönmez (Polis memuru) Bilgehan Salepçi (Polis memuru) Ali Turan Özgedik (Polis memuru)
Kaydı kapatıyorum ve Aydın’la birbirimize sarılıyoruz. Bütün vücudu ter içinde. Bazen insan insan olduğundan dolayı utanıyor işte o an!
Tanık Hasan, yaş: 36
Hasan 93 Lice yangınında neredeydiniz ve kaç yaşındaydınız?
Lise öğrencisiydim. 16-17 yaşındaydım. Olay olduğu gün gündüz vakti yanılmıyorsam Cuma günüydü. Emin değilim. Bağ zamanıydı. Millet bağ bozumuna gitmişti. Silah sesleri gelmeye başladı. Biz derse girdik Fen dersinde Hoca geldi içeriye. Biz her zaman silah seslerine alışkın olduğumuz için önemsememiştik. Ama bu sefer çok yakındaydı. Tedirgin olduk… Önce sıraların altına girdik. Sonra bodruma indik. Bir roket geldi tam okulun kapısına değdi. Kelvan mahallesi komple ateş altında kaldı.
Helikopter sesi duydun mu?
Kobralar yukarıdan aynı Nisan yağmuru gibi bir buçuk gün mermi yağdırdı zaten! Havadaki kuşlar bile nasibini aldı onlardan!
Yanan evleri gördün mü?
Yakıyorlardı!
Kim yakıyordu?
Asker… Ama normal asker değildi. Üzerlerinde askeri kıyafetler vardı . Her biri izbandut gibi. Kimilerinde düz yeşil, kimilerinde askeri kamufulaj elbise vardı. Neyse. Biz o gün sabaha kadar okulda kaldık. Sabah vakti biraz sakinleşince mahalle aralarından, evlerimize geçtik. Giderken her yerin alev alev yandığını gördük. Lice’nin üzerini simsiyah duman bürümüştü. İşte duyduklarımız var sokağın başındaki demirci dükkanında iki kişinin ellerini arkadan bağlayıp, kafasına sıkmışlar, hatta dediler “bir hamile kadına tandırın başında roket i isabet etmiş orada ikiye ayrılmış cesedi.” Bir de ilkokul öğretmeni sanırım Aydınlı mıymış neymiş, Türk. Lice’nin tam ortasında başından vurulup öldürülmüştü.
Peki, Hasan sonra?
Sonra biz eve geldik. O gece ahırda yattık. Ertesi sabah askerler geldi. Şöyle uzunca bir şey vardı ellerinde bir beyaz tozu evlerimize atıp yakıyorlardı. O neydi bilmiyorum ama bir anda bütün evi camları, kapıları, demirleri kül ediyordu. Bir tane komşumuz vardı. Köylerini yakmışlardı kısa süre önce onlarda gelip Lice’ye yerleşmişti. Onun evini yaktıklarında hiç unutmam kızının elini tutmuştu adam demişti ki, “köyde evimi yaktılar Lice’ye geldim. Şimdi evimi yaktılar nereye gideyim?” Ağlamıştı. Hepimiz ağlamıştık onunla. O günde öyle geçti ahırda. Aç susuz hayvanlar gibi koyun koyuna. Sonra anons yapıldı üçüncü gün. Topladılar bizi büyük bir alana. Biz ortada etrafta otomatik silahlı askerler millet ha bire toplanıyor üst mahallelerden falan ama ilginçtir hala da asker yakmaya devam ediyor. Vali konuşma yapacakmış. Vali de beyaz saçlı. Nafiz Kayalı’ydı adı. Hatta bir ara ben yıllar sonra valiliğe gittim gördüm. Orada, beyaz saçlı “aha bu” dedim gelip konuşma yaptı o gün. Neyse işte…
Ne dedi konuşmasında hatırlıyor musun?
İşte dedi ki, “eskiden Lice denince kaçakçılık akla geliyordu. Şu an Lice denince terör akla geliyor.” İşte bizi suçladı. “Teröre yataklık yapıyorsunuz” dedi. Ve işte onlardan bahsetti.
Sanırım tam o sırada bir genç kız isyan ediyor. Bağırarak konuşmak istiyor öyle mi?
Evet ama bizim bulunduğumuz alan oraya uzaktı. Bir hareketlilik oldu sonra dedilerişte bir kız Valiye bağırmış. Sürükleyip götürmüşler. Sonra neyse işte herkesi serbest bıraktılar. Eve döneceğiz ama ev yok. Çarşıyı komple yakmışlar. Hiç unutmuyorum çarşıda bir zahireci vardı. Un, yağ, şeker satıyordu o zamanın parasıyla yanlış olmasam ya dediler 5 milyon ya da beş bin işte o dükkanı ful etmişti ha! Hah işte o dükkan nasıl yanardağ patlayıp lav kusuyorsa işte öyle patlayıp dışarıya lav akıyordu. Şeker, un, yağ hepsi öyle lav gibi çarşıdan aşağı inmişti. Ne bileyim ablacım işte. Kıyamet yeri ha! Sonra bir çok şey duyduk tabi… Talanlar halkı kandırıp “altın para verin evlerinizi yakmayalım” demişler halk vermiş yine de ateşe vermişler. Aradan üç dört gün geçti işte. Ne telefonlar çalışıyor, ne bir şey. Biz o cehennemin içinde öylece…(Hasanın anlından akan ter su yüzünden boynuna akıyor!)
Hasan cesetler ne oldu?
Valla üç ya da dördüncü gün valiliğin önünde traktörün römorkuna doldurmuşlardı. Çünkü artık Lice ceset kokuyordu. Çağrı yaptılar gelin cenazelerinizi götürün diye. Üç günden sonra yollar açıldı. İşte giden gitti kalan kaldı! Her şeyimizi kaybettik, oturduk işte! Allah koymasın!
Tanık Mehmet, yaş: 56
O gün Lice’de ne oldu?
Güzel kızım Şex Said başkaldırısında ne olduysa aynısı oldu! O zaman büyüklerimiz bize anlattığında bize hikaye gibi geliyordu. Yaşadığımızda öğrendik ki gerçekmiş. Ve bu topraklarda Kürdün başına yağan ateş hiç biçim değiştirmeden devam etti! Lice devletin canı sıkıldıkça başına çöküp yaktığı bir yerdir! 22 Ekim 1993’te ben kamu kuruluşunda çalıştığım için yıllık iznimi almıştım. Bağ bozumuydu. Biz de meşhur keyf sucuğu var. Pestil ve cevizden yapılır. Biz bayanlarla beraber bahçede bunu yapıyorduk. Top sesleri gelmeye başladı. Benim hanım dedi “Memed her zaman top dağlara atılıyordu. Sanki bu sefer aşağıya, Lice’ye atılıyor.”Dedim “Hanım sen yanlışsın, top nasıl aşağı atılır?” yalnız bu arda şunu belirteyim, o günlerde mezralar ve köyler yakılıyordu zaten. Dolayısıyla oralarda evi yananlar Lice’ye yerleşmeye gelip olan biteni anlatıyorlardı. Ve biz zaten tedirgindik. Ama Lice ilçe olduğu için açıkçası böyle bir şeye cesaret edemeyeceklerini düşünüyorduk. Nerden bilebilirdik ki bu kadar gözleri dönmüş? Bu kadar bizden nefret etmişler. Bu kadar düşmanlaşmışlar? Neyse o gün meğer Bahtiyar Aydın vurulmuş. Onların deyimiyle teröristler dağlardan ateş açıp öldürmüşler. Halbuki komando taburu “u”şeklinde dağlardan oraya kurşun gelmez. Gerillalar aşağıdan gitse ancak 500-600 komandoyu öldürdükten sonra Bahtiyar’a ulaşabilir ki bu da mümkün değil. Söyledikleri yalana çocuklar bile inanmadı! Fakat basına yansıması“gerillalar Lice’yi bastılar, Genarali öldürdüler, bir asker ve bir uzman çavuşu daha öldürdüler.” Uzman çavuş dedikleri koruması, asker dedikleri de onun şoförüdür. Muhtemel onları da orada hiçbir iz bırakmadan öldürdüler. Ve Cantürk binasının önünde duran polis minibüsünü kendileri tarayarak ve ateşe vererek şehre girdiler. Sözde gerillalar yapmış diye. Halbuki hiçbir tane ne polis ne asker yaralanmadı. Hepsi düzmeceydi! Boş polis pikabını tarayarak kente girdiler işte! Tabi Hanım o sırada ha bire “Memed toplar aşağı atılıyor!” diye feryat ediyor ben de ısrarla “hanım sakin ol yanlışın var yine her zamanki gibi dağı taşı bombalıyorlardır!” diye ısrar ediyorum. Sonra bir baktım hakketten toplar aşağı atılıyor. Bunun üzerinden birkaç dakika geçmedi üç el silah sesi geldi, ondan sonra ortalık ana-baba gününe döndü! Üç helikopter havadan, her taraftan Lice’in her tarafı karakol ve askeriyedir zaten her taraftan yağmur gibi kurşun yağmaya başladı! Yerde sürünerek içeri prefabrik evimize girdik. İlk işim okulu aramak oldu çünkü çocuklarım okuldaydı dedim; “aman Hocam çocukları bırakmayın!” Dedi “yok abe hepsini bodruma koyduk merak etme!”Sonra Demir Çelik okulunu aradım. Oradan da müdür muaviniyle görüştüm. İki çocuğumda orada okuyordu. Dedim “Hocam Allah Rızası için çocukları bırakmayın! Lice ateş altında.” Sonra çalıştığım daireyi aradım Dedim; “Lice yanıyor… Sesimizi duyurun! Hepimizi öldürecekler!”.
Sonrada telefonlar kesildi! Ben babayım! O an hiçbir şey düşünmeden tamamen çocuklarımı düşünerek okula koştum. Birinin elini tutum öbürünü sırtıma attım o kıyamette eve kadar bir şekilde getirdim. O sırada bir top barakaya değdi. Saç yuvarlandı. Kafamı eğmemle beraber sac ayağımın yanına düştü. Güzel kızım, tıpkı dolu gibi dört bir yandan ve gökten mermi yağıyordu! Kendimizi evin içine attığımızda bir roket atar eve isabet etti. Tıpkı filmlerdeki gibi saçlarımı sıyırarak geçti hissettim. Hala yeri bellidir. Karşıdan çıktı…Bütün gece böyle devam etti. Ahırda yattık. Sabah bu sefer dükkanları yağmalamaya başladılar. Önce yağmalayıp sonra ateşe veriyorlardı. Can market vardı. Benim akrabalarım o zamanın parasıyla 450 bin liralık eşya almıştı, beyaz eşya. O zaman büyük paraydı. Kalktı yukarıdan bir yerden dükkanına baktı. Gözüyle gördü dedi ki, dayı gel bak askerler makasla kepengi kestiler ve beyaz eşyaları yüklediler. Sonra da dükkanı ateşe verdiler… Önce içindekileri yağmaladılar sonra da yaktılar! Gece yağmaladılar… Gündüz ateşe verip insanları öldürdüler! Sabah erkenden kapıları çalıp herkesi dışarı çıkardılar. Erkekleri ayırdılar! Biz dedik “nasılsa bizi kurşuna dizecekler bari cenazelerimiz yan yana olsun.” Yetişkin oğullarımla yan yana dizildik. Bayanları ve çocukları Demirçelik okuluna bizi de hiç sayısını unutmam tam 176 erkek komando taburuna götürdüler. Askerin top oynadığı boşalana bizi tek tek dizdiler. Yere yatırdılar bizi, yüz üstü. Sayıyı bilmemin nedeni de asker tam teçhizat sırtımızda yürüyüp sayıyordu! 1, 2, 3,… 176. Ve üzerimizde koşarak hopluyorlardı! Bazı yaşlılar vardı idrarını tutamıyorlardı söylediler asker “altına yap ulan it oğlu it! Gece olsun zaten ölünüz buradan çıkacak. Yanınıza birer keleş koyacağız hepinize terörist diyeceğiz!”’ diye özellikle onların üzerinde daha fazla hopluyordu! O arda başka kadınları götürürken Demirçelik’e benim bibim kızı bizi o halde gördü, bağırarak ağladı ağıt yaktı… (Amca ağlamaya başlıyor. İki dakika eli yüzünde hıçkırıklara boğuluyor) Ellerimizdeki saatleri yüzükleri hepsini toplayıp ceplerine koydular. Bize en iyi kelimeleri “orospu çocuklarıydı!” Bu durum iki gün devam etti. Yaşlılara diyorlardı ki “kalkın tel örgüden çişinizi yapın.” Çünkü Demirçelik’in camından bayanlar bakıyordu. Özellikle oradan yapmalarını istiyorlardı ve kendileri de çişlerini bayanlara karşı orada yapıyorlardı! O esnada birisi geldi. Komutandı belliydi. Rütbesi yoktu çünkü harp esnasında rütbeleri söküyorlar ya. Bize “kalkın oturun” dedi. İkinci gün ilk defa yüzüstü pozisyondan kalkıp oturduk ve nefes alabildik! Bize dedi ki “siz burada cennettesiniz. Hele bir de binanın içini görün. Eğer onlardan kurtulan olursa, bir gün sorarsınız onlara ne yaptığımızı anlatırlar!”Bir yegenim şimdi Denizli’de, içerideydi. Sonradan gördük bir paketSamsun sigarasını üzerinde söndürmüşler! Demek ki hakkatten onlara nazaran biz cennetteymişiz! Saat dört oldu komutan gitti. Sonra siyasi polisler geldi. Hepimizi aradılar. Dedi ki (af edersin kızım ama her şeyi olduğu gibi anlatmak zorundayım. Biz baba-kızız aramızda ayıp olmasın kötü söz sahibinindir!) “Orospu çocukları size sesleniyorum. Ananızı sikeyim. Belediye de çalışan orospu çocukları bu tarafa geçsin! Diğerleri öbür tarafa!” Hatta o polis Lice’de o kadar çok insan öldürmüştü ki hep diyordu “benim ölümüm olsa olsa Liceli orospu çocuklarının elinden olur!” hakkatten de Bursa’da geberttiler onu! Belediyecileri bizden ayırdıktan sonra saat 6 civarı bizi bıraktılar! Yolda giderken yegenim kaynakçı dükkanının önünde iki ceset görmüş. Birini oğlum Metin’e benzetmiş. Koşmuş yüzünü çevirmiş bakmış Metin değil. Daha sonra bana anlattı!
Kaç kişi öldürüldü Lice’de?
Devletin beyanına göre resmi 13 tane. Yalnız o gün Cuma’ydı. Köylüler ve mezradakiler cumaları hem camiye hem alışverişe gelirdi. Lice çok kalabalık olurdu. Sanırım özellikle o günü seçtiler. Ne bileyim kızım biz belki 30 tane gözümüzle gördük meydanda. Çoğu köyden geldiği için tanımıyorduk. Bir de bunun civar mahalleler ve Lice’den kaçmaya çalışırken yolda öldürülenleri var! Bırakıldıktan sonra gidecek yer yok tabi. Bir tane Kur’an kursu vardı. Biz belki on aile oraya yerleşmiştik. Bir teneke örgü peynir bulmuştuk ve orda öylece kaldık işte! Dünya bizden biz dünyadan habersiz. Kızım ben sana bişey söyleyeyim. Bizim Fermanımız çıkmıştı! Karar vermişlerdi. Şans eseri yaşıyoruz.
Yaşadığımız vahşette yanımıza kar kaldı. Sana en basit bir örnek vereyim. Bir öğretmen kendisi Türk. Çocukları arkasına alıp bağırarak meydan da ilerliyor“ateşi kesin! Ateş etmeyin ben Samsunluyum (tam bilmiyorum, Bursa mı Aydın mı Samsun mu? Bir yerliydi garip). Allah aşkına çocuklar var!. .” Öğretmeni orada öldürdüler.
O öğretmenin eşine daha sonra şehit madalyası verildiğini biliyor musunuz?
Kızım ben artık duyduğum hiçbir şeye şaşırmam! Düşün Atatürk’ün kurmuş olduğu partinin başkanı Deniz Baykal ve kendi parlamentolarının bakanları içeriye giremedi! Giremediği gibi kapıda bir Adanalı “fellah Kado” dedikleri Lice halkının çok yakından tanıdığı psikopat uzaman çavuştan bir sürü küfür yediğine oradakilerşahit! Daha neyi tartışıyoruz?!. Yaşlı bir adamı gözümün önünde kafasını yere vura vura öldürdüler? Ne diyeyim? Ne demeyeyim? Allah koymasın! Yeter yoruldum kızım! (Amca yine ağlıyor. Yıllardır içinde tutuğu tüm zehir gözlerinden aşağı ip gibi süzülüyor! Ya Rab neredeydin?)
|
Tanık Faika, Anne, yaş: 55 (Bu bölüm Kürdçeden çevrilmiştir!)
Faika Anne o gün Lice’de ne oldu?
Kızım biz çok işkence gördük. Çook! (Başlar başlamaz ağlamaya başlıyor. Feryatla ağıtlar söylüyor. Ağıtlarını bir gün size dinletmek isterim. Bütün hikaye orda var zaten. Bir bölümünde aynen şunu söylüyor “Türk askeri geldi. Evlerimizi yaktı, oğullarımızı öldürdü! Bizi sürdü! Allahım sen koyma Allah’ım!” Dakikalarca söylüyor ve hep birlikte ağlıyoruz. ) Silah sesleri duyduk ve birden kıyamet koptu. Çocuklarımın hepsi küçüktü. Camlara somyanın üzerindeki süngerleri yerleştirdim dedim kurşun gelmesin. Çocuklarıma sarıldım. Cehennemdi kızım. Bütün gece yaktılar. Taradılar. Hayatım boyunca başımıza geleni unutmayacağım. Allah düşmanıma yaşatmasın! Çocuklarımı bastırdım göğsüme. Aç susuz üç gün boyunca ateşler altında kaldık! Yaşadıklarımız sözlere dökülmeyecek kadar ağır. Biz çok kuvvetli bir işkence gördük. Erkeklerimizi alıp götürdüler. Bizi de ayırıp çocuklarımızla beraber Demir Çelik okuluna götürdüler. Götürülürken bir kızımı ve bir oğlumu o kalabalıkta kaybettim. Ateş atıyorlardı evlerimize ve bizi sıraya koyup dövüyorlardı. Haşa huzur burada bize yakışmaz o sözleri söylemek bize duyulmamışküfürler ediyorlardı. Hepimiz canımızın peşine düşmüştük. Korkudan küçük kızımı ve oğlumu kaybettiğimi söyleyemiyordum. Biz ta başından beri bizi öldürmeye götürdüklerini düşünüyorduk. O yüzden o yolu da ölüme gideceğimizi düşünerek yürüyorduk. Sonumuz yoktu. Gelinim bayıldı. Ona doğru ilerledim asker gelip bana öyle küfürler etti ki. Walla o kelimeler bize layık değildi kızım ama felegin evi yıkılsın!(yeniden ağlıyor anne) Bize diyorlardı ki “size tecavüz edeceğiz”. Taciz etti bir asker. Ayağımı terliğime attım. Kendisine fırlattım ve kaçtım! Sonra bir erkek terliği teki buldum. Günlerce ayağımda bir teki kadın bir teki erkek terliğiyle gezdim! Velhasıl bizi soktular Demirçelik’e. Başımıza o sapıkları dikip kapıyı da üzerimize kilitlediler. Aç susuz bebeklerimiz ağlıyordu. Bu sefer çıldırıp bize dipçiklerle vurarak “susturun şu piçleri, yoksa öldürürüz” diyorlardı. Çoğu anne bebeğini göğsüne bastırıp bayılana kadar sıkıyordu. İçerisi havasız sıcak. Karşı camdan erkeklerimiz görüyorduk askeriyenin bahçesinde. Yüz üstü yere yatırmışlar üzerlerinde tepiniyorlardı. Dipçiklerle vuruyorlardı. Bizi canları sıkıldıkça dövüyorlardı. Ha bire bizi namusumuzla tehdit ediyorlardı. Ben anneyim. Bu gördüğün kızım o zaman 15 yaşında çok güzel bir genç kızdı. En büyük korkum gözümün önünde onun tecavüze uğramasıydı. Bağlarımızı, evimizi ateşe verip hepimize işkence yapmıştılar ama biz her şeyden vazgeçip namusumuzun peşine düşmüştük! Her an durup durup bizi tecavüzle tehdit ediyorlardı. Geceyi orda o hayvani koşullarda geçirdik. Gündüz bizi erkeklerimizin yanına götürüp bir alanda topladılar vali gelmiş. Konuşacakmış. Ben zaten Türkçe bilmem o yüzden ne konuştuğunu anlamadım. Zaten per perişandık.
Orda bir kız Vali’ye karşı çıkmış doğru mu anne?
He kızım. Aha bu benim büyük kızın okul arkadaşıydı. O zaman 14-15 yaşında bir genç kızdı. İsyan etti. Köpekler gibi toplanıp başına sürükleyerek götürdüler. Benim yeğenlerimden biri onu sorguda görmüş. Yedi gün boyunca durmadan işkence yapmışlar çocuğa. Burada anlatılması zor şeyler işte!
Anne o kızı bulabilme şansım var mı?
Valla bilmiyorum kızım. Ben bi daha hiç görmedim. Kızım onlar İman, İslam ,Kur’an sahibi değillerdi. Onlar insan değillerdi! Ne kadından anlıyorlardı,ne çocuktan, ne Allah’tan korkuyorlardı, ne insandan utanıyorlardı! Onlar insan değildi kızım! Onlar vahşiydi! Senin işin zor. Allah sana kolaylık versin kızım. Çok kan döküldü, çok zulüm oldu. Sen bu işin içinden kolay kolay çıkamazsın. Kimse bu işin içinden kolay kolay çıkmaz! Bu bir tufandı ve yanlarına kaldı! Acısı bize kaldı! Kimse onlarla başa çıkamadı Allah çıksın! Hala her namaz kıldığımda onlara beddua ediyorum! Nerdeyse 20 yıl geçti bu olayın üzerinden. 20 yıldır biz çocukların babasıyla bu konuyu hiç konuşmadık! Bir gün bile. Sen gelmek için haber gönderdiğinde bütün gece uyumadık ikimizde. Her şeyi yeniden yaşadık! Onlar dünyada görülmemişvahşeti, zulmü bizim üzerimizde uyguladı, biz yerlerine utandık! Anne ne gördü ne görmedi güzel kızım. İnsan yağdır! Yanınca yağ gibi eriyor. (Ağlıyor anne! Feryat ederek, ağıt yakarak ağlıyor! Ağlıyoruz hepimiz. Bu insanüstü acıya teslim olmaktan başka elden ne gelir… )
Anne hiç düşündün mü bu vahşiler sizden ne istedi? Neden bunu yaptılar size?
Biz Kürd idik kızım. Biz onların dediği yola gelmedik! Zorlarına gitti. Baktılar varlığımızdan dilimizden vazgeçmeyeceğiz başımıza bunu getirdiler.
Sana deseler ki her şeyi unut. Gel kardeş olup beraber yaşayalım kabul eder misin anne?
Demezler kızım demezler! Biz onların ne olduklarını gördük. Her şeye rağmen biz kabul ederiz kardeş oluruz onlar biz biz olduğumuz sürece bizimle kardeş olmazlar!
Sana bunu yapanlardan birini yolda görsen ve tanısan ne yaparsın?
Hiçbir şey kızım. Ne yapabilirim? Az değildi! Az bir zulüm değildi! Sadece Allah’ın huzurunda ölene kadar hakkımı helal etmem!
Eve girerken antrede büyük bir tablo asılıydı… O benim için Lice’de yaşananların analarımızın üzerinde bıraktığı etkiyi en iyi anlatanşeydi. Zaten ressamlar öyledir, sizin sayfalar dolusu yazıp anlatmakta yetersiz kaldığınız durumu birkaç fırça darbesiyle öyle muhteşem özetler ki, nutkunuz tutulur. Nerden buldun o tabloyu anne?
Anası ölsün. Oğlum çizdi! Şimdi öğretmen. Ben de o tabloya her baktığımda içim yanar!
Anne ağlıyor. Boynuna sarılıyorum. Gözyaşlarını öpüyorum. Yaşlarımız birbirine karışıyor. Acılarımız birbirine! Umudumuz birbirine… Evden çıkarken tabloyu düşünüyorum. İhtiyar bir Kürd annesi. Bir duvarın dibine çökmüş. Esmer elleriyle yüzünü kapatmış. Sanki insanlığın düşüşünü ve utancını görmek istemiyor!
Tanık Dilek ve Kejê Bêmal |
Tanık Dilek, yaş: 34
Olaylar olduğunda kaç yaşındaydın Dilek?
15.
Şu an üniversite mezunu, pırıl pırıl bir veteriner Hekimsin. Dilekcim, olay gününe ait neler anlatabilirsin?
Okuldaydım. Helikopter sesleri,tank top seslerine karıştı. Okuldaneve bizi babam kurşunyağmuru altında getirdi. Evleribeton olan komşularasığındık. Sonra kenti ateşe verdiler. Bir gün sonradagelip kapı kapı bizi toparlayıp Demirçelik’e götürdüler.
Bir genç kız olarak ne hissettin? O güne dönersen eğer en baskın korkunneydi?
Ölüm korkusuydu! Sonrada tecavüz korkusu, çünkü sürekli bu yönde tehdit edilip hakarete uğruyorduk! Ben o keşme keşte dokuz aylık yeğenim kucağımda kayboldum. Sokakta yürürken iki taraf askerlerle doluydu ve her yer alev alev yanıyordu. Silahlarını halka doğrultmuşlardı. Öyle bir çaresizlik ki anlatamam. Tek başıma küçücük bir çocuk kucağımda. Bana silahlarını doğrultmuşlar! İnsan çok korkunca robot gibi oluyor. Boş gözlerle olanı biteni izliyordum. Aklımda hep tek bir soru vardı: „Neden? Neden biz?” Evleri ateşe verdiklerinde tüpler patlıyordu. Yer gök silah, top, helikopter ve tüp patlama sesi. Kabus gibiydi. Savaşı görmeden ne olduğunu kimse bilemez. Anlatmak ayrı şey yaşamak ayrı!
Demirçelik’te ne kadar kaldınız?
Kejê Hanım bana zaman konusunda bir şey sormayın. Çünkü yıllardır düşünürüm ama o ana ait zamanı tanımlayamam! Durmuştu! Bilmiyorum ama çok kaldık.
Size yemek su herhangi bir şey verdiler mi?
Hayır! Aç susuz bekletildik. Bebeklerle beraber. Verseler de nasıl yiyecektik ki. Boğazımızdan mı geçerdi? Orda kimsenin ben açlık ya da susuzluk duygusu hissettiğini sanmıyorum!
Orda cinsel kimliğinize yönelik saldırı oldu mu?
Tabii ki. Zaten ettikleri küfürler bile başlı başına bir saldırıydı. Canları sıkıldıkça tecavüzle tehdit ediyorlardı.
Her hangi birine tecavüz oldu mu?
Söylediler, duyuyorduk ama gözümle görmedim!
En çok seni sarsan ve unutamadığın olay neydi?
Bütün erkeklerin ve babamın ellerini başlarının üstüne koydurtup tek sıra halinde alaya götürülmesi! O görüntüyü tek bir gün bile unutmadım. Ben babamı çok severim. (Ağlıyor, babamı düşünüyorum. Ağlıyorum!)
Ne kaldı sana bu olaylardan geriye?
Kin ve nefret!
Kendini güçlü mü güçsüz mü hissediyorsun?
O anda güçsüz. Çünkü karşındaki silahlı. Ve senin elinde insanlığından başka hiçbirşey yok! Çok ağır sözler hakaretler ediyorlardı. Kafamızı kaldırıp bakmaya bile cesaret edemiyorduk. Biz bişey dersek, ailemizi gözümüzün önünde öldürürler korkusu vardı. Ve daha başka korkular… Ama sonraki yıllarda bu travma ve acı beni inanılmaz güçlü kıldı! Hayatta hiçbir sorun beni sarsamaz artık. Tüm sorunlar gözümde küçücük kaldı.
Hiç kimse bunlara siz bize ne yapıyorsunuz neden yapıyorsunuz bunu diye sormadı mı?
Kimse hiçbir şey diyemezdi. Yahudi toplama kamplarını andırıyordu. Hepimiz teslim olmuştuk zaten. Kendimizi kadere bırakmıştık ve kesinlikle öleceğimizi düşünüyorduk çünkü ölüm sıradan bir şey haline dönüşmüştü.
Dilek bir gün o yaşadıklarınla ilgili ne görmek istersin? Ne olsun istersin?
Ben Lice’de yaşanılanların deşifre edildiği bir film ya da belgesel görmek isterim! Hatta böyle bir belgesel olursa tanıklık yapmak isterim. Ama film olursax örneğin ben o senaryoda oynamak istemem. Çünkü zaten bir kere en acı haliyle oynadım!
Bu olayla ilgili sende kalan en net duygu ne Dilekciğim?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne asla güvenmemek!
Bir gün çocuğun olduğunda Lice olaylarını ona anlatacak mısın?
Sizce anlatılır mı?
Ben çocuğumun geçmişte halkının başına gelenleri bilerek büyümesini ve saflarını ona göre belirleyip reflekslerini ona göre geliştirmesini isterim.
Bunu düşüneceğim. Hem o travmayı ona yaşatmak istemem hem de bilmesini isterim!
Umarım çocuğun duyduğunda vatanımız özgür olur ve biz bu insanlık ayıplarını her alanda teşhir ediyor oluruz!
İnşallah! Bunca acıya karşılık ben bunu çok isterim! Belki o zaman çektiğimize değdiğine inanırım.
Tanık Mustafa, yaş: 27
Mustafa neler oldu o gün?
İlkokul öğrencisiydim ben ikinci sınıfa gidiyordum. Sabah asker ve polis çocuklarını gelip tek tek aldılar okuldan. Okulun görevlisi Liceliydi. Huylandı. Öğretmenlerin yanına gelip “neden bütün asker ve polisler çocuklarını aldı? Demek ki birşeyler olacak çocukları çıkarın buradan” dedi. Öğretmenler dedi ki “Hayır! Hepsinin mazereti var. Aileleri bildirdi.” Adam ısrar edince öğretmenler ona “sorumluluğu alıyorsan çıkar öğrencileri” dedi. Adam dedi ki “ben alıyorum!” bizi topladı tam çıkarken taranmaya başlandık! Okulu da bizi de! Biz kaçarken tarıyorlardı. Mahalle aralarına kaçmaya başladık. Bir ahıra sığındık. 200 kişi bir ahırdaydık. Bir süre sonra havasızlıktan nefes alamamaya başladık! Boğuluyorduk. Bazı öğrenciler bayılmaya başladı. Artık yapacak bişey kalmamıştı. Bizi bıraktı amca dışarıya. İlk nefesimi hayatım boyunca unutamam! Öyle keskin öyle güzeldi ki… İçime havayı çektiğimde ciğerlerim yanmıştı. Ben koşmaya başladım. Gökyüzünden mermi yağıyordu. Bir asker yaşlı bir adama ateş etti. Gözümle gördüm. Asker ahırın kapısını açmasını istiyordu. Yaşlı amca da “anahtar yok” diyordu. Önce amcaya ateş etti. Sonrada ahırın kapısındaki kilide. Ağlayarak koşuyorduk bir arkadaşımla. Bir yaşlı kadın ben ve arkadaşımın kolunu tutup çekti içeriye.
Bizi ahıra ineklerin arasına sakladı. Bire gece orada yattık. Üç ineğin ortasında ben ve arkadaşım uyuduk. Hatta yaşlı kadın kapının önüne gitmişti. Sırf bize kurşun gelmesin diye kapının önüne yatmıştı. Silah sesleri yaklaştıkça gelip bize sarılıp bize siper oluyordu ahırda. Silah sesleri biraz kesilince beni serbest bıraktı. Hatta arkadaşımın nenesi gelip bizi aldı. Bizi kendi evine götürdü. Biraz orda kaldım. Oradan bana dediler ki “sen tek başına git eve. Çocuksun sana karışmazlar. Biz gelirsek tehlikeli olur.” Eve doğru koşarken ev yolunda karşıma aniden bir panzer çıktı. Ben hemen saklandım odunların arasına iki büklüm. Nasıl kokmuşum…Ağlıyorum. Asker geldi yaklaştı. İğrenç iğrenç sırıtarak bana baktı. Güldü. Silahı üzerime çevirdi. Sonrada arkasını dönüp gitti. Koşmaya başladım! Bağırıyordum “annnneeeeeee! Annneeeeeee! Anneeeee!” Annem kapıyı açtı. Boynuna sarıldım ve avazım çıktığı kadar bağırıp ağladım! Annen seni görünce ne yaptı?
Ağladı, annem de ne yapsın? Zaten bitkin ve perişan görünüyordu. Ben ne annemi ne de abimi hiç öyle görmemiştim. Abim çok korkmuştu. Evin yanındaki ahıra yerleşmişlerdi. O iki günü onlar orda geçirmişti. Ben de orda kaldım. Zaten üçüncü gün kapı kapı gelip bizi toplamaya başladılar. Bizi büyük bir alana götürdüler. Ben babamı gördüm orda. Babamı gördüğümde çok mutlu olmuştum. Askerler etraflarını sarmıştı. Babam bizi görünce ayağı kalktı onu görebilelim diye. Koştum babamın dizine sarıldım. Ağlayarak “bavo me j’wêr bibe!”(baba bizi buradan götür!” diye bağırarak ağlıyordum. Babam başımı okşadı. “Tamam” dedi.
Beni yatıştırdı. Zaten ertesi günde kaçtık oradan!
Mustafa Canım ne hissediyorsun hatırladığında…
Abla her düşündüğümde boğulurum! İçimi tuhaf bir korku sarar. Tüylerim diken diken olur. Ben sadece size şunu söyleyeyim biz öyle bir vahşet gördük ki benim yaşım o zaman el verseydi şu an burada olmazdım! Artık adına öfke mi dersiniz, intikam duygusu mu dersiniz ne derseniz?
Askere gittin mi?
Yok daha gitmedim.
Gitmeyi düşünüyor musun?
Gitmemek için elimden geleni yapıyorum.
Üniversite okudun mu?
Okudum.
Lice’yi bir daha ne zaman gördün?
Bir yıl sonra. Yanan evlerden kalan enkazlardan bakır toplayıp satıyorduk çocuklarla. Demek ki hayat böyle bişey.
Hiç unutamadığın bişey var mı?
Evet Vali konuştuğunda kızın biri isyan etmişti. O kızın saçlarından tutulup, götürülmesini hiç unutmadım. Yıllarca düşündüm o kız ne oldu diye.
Tanık Mualla, yaş: 49
Ablacım 93 Lice olaylarında neredesiniz ve kaç yaşındaydınız?
29 yaşındaydım ve Lice’deydim. 14 yıllık evli ve en büyüğü 13 en küçüğü 8 dört çocuk annesiydim. En büyüğüm okumuyordu yanımda evdeydi. Geri kalan tüm çocuklarım okuldaydı. Şu anda doktor olan oğlumda Diyarbakır’da amcasıgildeydi.
Ablacım o gün ne oldu?
Sanırım bir çok kişi sana anlatmıştır. İşte herkesin anlattığı gibi aniden silah sesleri ve kıyamet koptu. Evde oturuyorduk. Zaten bir aya yakındır köyleri boşalttıklarını ve yaktıklarını duyuyorduk. Ben eşime diyordum “Lice’yi de yakabilirler!’Gittikçe çember daralıyor biz de risk altındayız“ felan. O diyordu ki “çocuk oyuncağımı. Koca ilçe buraya dokunamazlar. “Sabah içimde müthiş bir sıkıntıyla uyandım. Eşime dedim “gitme daireye” . O da kızdı bana. Dedi “yeter senin bu evhamların!” Sonra da gitti. Lice’nin aşağı kısımlarından derinden silah sesleri duymaya başladık. Sonra bir anda silah sesleri yaklaştı ve birden Lice ateştopuna döndü. Helikopterlerle, panzerlerle, Askerlerin sağa sola silah sıkmasıyla bir anda oldu her şey. Resmen yanıyor her taraf… İki çocuğum okulda, babaları dairede, benle büyük oğlum evde.
Aklıma gelen tek şey, çocuğumu alıp bahçedeki beton duvarın altına oturmak oldu. En azından daha sağlam olabileceğini düşündüm. Bir baktım boş kovanlar önümüze düşmeye başladı. Havadan resmen yağıyor. Baktım olacak gibi değil. Bizim bir komşumuzun sığınağı vardı evinin altında. Duvarları atlaya atlaya barakaları geçtik, sığınağa ulaştık. 6 metrekare gibi bir yerde otuz kişi. Böyle tıkış tıkış, yapış yapışotururduk bütün gün. Baktık akşam oldu. Silahlar durmuyor. Aç susuzuz. Yirmiye yakın çocuk.
O arada öbür çocuklarınız yanınızda yok. Ne düşünüyordunuz? Çocuklarınızın nerde olduğunu düşünüyordunuz?
“Yok” dedim artık! Onlar yaşamıyor!
“Biz diyorduk ki, “sadece bu sığınaktakiler canlı. Herkes öldü.
Mümkünü yok bu ateşin altında canlı barınamaz” diye düşünüyorduk. Eğer kurtulabilirsek ben ve oğlum bir de Diyarbakır’daki oğlum tek başımıza kaldık diye düşünüyordum. Akşam oldu. Çocuklar ağlıyor durmuyorlar. Su istiyorlar, ekmek istiyorlar. Baktık olacak gibi değil benden yaşça büyük bir ablamız vardı dedim“abla kalk gidelim yan komşumuzun betondan yapılan bir ahırları vardı. Evde de ev sahipleri yok”. Dedim “hadi gidip oranın kapısını kıralım. Oraya bişeyler serelim bu çocukların duracağı yok havasızlıktan boğulacaklar. Silahlar durmuyor.
“Kapısını kırdık ahırın. Boş bir ahırdı. Evden sürünerek halılarımı getirdim yatak döşek getirdim. Duvarlardan atlayarak getiriyoruz. Düşün ben o zaman yaklaşık elli kilo falandım. Kırk kilo döşeği can havliyle duvarın üzerinden kaldırıp komşuma verdim. O kadar korkmuşuz. Hava karardı. Evlatlarım hala yok. Hava karardı diyoruz da akşam basar basmaz çarşıyı ateşe verdiler. Mermi ışıkları. Lice yanıyor. Bütün evler yanıyor. Otuz kişi o ahıra yerleştik. Baktım çocuklar aç olmuyor. Ağlıyorlar. Ben barakamızın bahçesine biber domates falan ekmiştim. Tandır ekmeği pişirmiştim evdeydi. Gittim o kıyamette onları getirip verdim duvarın üstünden. Eteğime o karanlıkla bostandan ne bulduysam, domates, patlıcan, biber, elimiz gezdiriyorum işte ne bulursam toplayıp toplayıp eteğime doldurdum. Duvarı atlayıp çocukların önüne verdim. Dedim yesinler bari bu gece yatsınlar sabaha kadar. Sonra gidip su getirdim. Ben ha bire uğraşıyorum, gidip geliyorum. Benden başkada kimse çıkamıyor korkudan. Suya giderken bir baktım derinden derinden bir inilti bir ses geliyor.
“İmdaaat! İmdaaat! İmdaaat! “
Ama takatsiz kalmış artık. Öyle bir ses, ağlama feryat ki insanın içini parçalıyor. Ben çok korkak bir kadın değilim. Gittim sese doğru. Başımı uzattım ki ne göreyimbir bayan oturmuş tam çarşıya giden yolun üzerinde feryat ediyor.
“Beni bırakın kocamın cesedini alayım!”
Kocası öğretmenmiş. Okul çıkışı kocasını vurmuşlar. Yeni taşınmışlardı. Hiç gelip gitmemiştik birbirimize. Bitişiğim bir de yan yanaoturuyoruz. Baktım o öğretmen hanım. Bizim duvardan atladım gittim yanına. “Hoca hanım! Hoca Hanım” diye selendim,baktım döndü arkasına şuursuzca yüzme baktı dedi “efendim’ ’dedim;“Hoca hanım sen kimi çağırıyorsun? Kimden yardım bekliyorsun? Onuvurdular sana mı acıyacaklar. Şu kucağındaki kız çocuğuna acı. Sizi de vururlar! Hadi gel benimle.” Ben biliyorum tabi kocasının öldüğünü söylemişlerdi. Kadın feryat etmeye başladı; “Hayır, köpekler benim kocamı orada yiyecek! Yerde cesedi yatıyor! Bıraksınlar alalım! Hoca Hanım gel” diyorum. Dinletemiyorum. İlginçtir o sesini kesiyor silahlar duruyor. O“imdaaaaaattt!” Diye feryat edince tekrar silahlar patlıyordu. Baktım olmuyor ben de yanına gittim. O ateş hattında yolun başına çıktım. Kadını aldım çeke çeke zorla yanımıza getirdim. Kocası evin bir oğlu. Türk. . Diyordu ki “tayinimiz buraya çıktığında ailesi diyordu ki; ‘oğlumuzu götürüyorsun Kürdlerin içine, bunlar benim oğlumu öldürecekler!’ Bakın onu kendi devleti öldürdü.” Feryat ediyordu “bu onlara kalmayacak! Avrupa ‘da bile duyuracağım. Her yerde anlatacağım diyeceğim ki “benim kocamı Kürdler değil, kendi devleti öldürdü!” Tabi kadın şokta. “Tamam” diyoruz, sakinleştiriyoruz imkanı yok durmuyor. Sabaha kadar feryat etti . Biz kendi acımızı unuttuk onun acısına daldık! Sabahı zar zor ettik. Hava aydınlanır aydınlanmaz bu tutturdu “hadi gidelim kocamın cesedine bakalım. Bakalım bütün mü yoksa hayvanlar yedi mi?” Dedim “bişeycik olmaz Hoca Hanım. Yok! durmadı bu. Baktım olmuyor onu aldık gittik birkaç kadın. Yoldayken birden kendime geldim dedim, “o kocasının yanına gidiyor peki benim kocam nerde?” Koruma dürtüsüyle kendi derdimi unutmuşum. Baktım kalabalık bir kadın gurubuyuz. Herkes ona yardım ediyor. Öyle bir anda silkelendim dedim “ya benim kocam? Çocuklarım?” Biliyor musun Kejê o çok ilginç bir duyguydu. Kadın orda yabancıydı. Bizim memleketimizdi orası. Tanıdıklarımız vardı. Akrabalarımız vardı. O yalnız ve yabancıydı. Onu koruyacağız diye kendi derdimizi unutmuştuk . Kocası sanırım Samsunluydu. Tam cesedine yaklaştık. Adam yerde yatıyordu. Kadın feryatla üzerine kapandı!BÊMAL
Kadınlar kadının üzerine üşüşüp cesetten ayırmaya çalışıyorlardı. Ben o zaman kendime geldim. Çarşıya belediyeye doğru yöneldim. Zaten dümdüz bir cadde. Belediyenin bir fırını vardı caddenin başında. Orda askerler beni durdurdu! Silah doğrulttular “dur” diye. Bu arada her yer yanmış gece boyunca dumanlar tütüyor. Lav halinde dükkanlardan ateşler yola dökülüyor… Ben o yangının içinde tek başıma yürüyorum. Asker “dur” dedi. Dedim “müsaade edin gidip kocama bakacam. Belediye görünüyor hemen karşıda.” Dedi “bizi de zor durumda bırakma dön evine!” Bunlar erler tabi özel harekatçılar değil? Evet normal asker. Dediler “öldüyse zaten öldü. Sağsa gelir görürsün.” Bırakmadılar. Yalvardım ağlayarak. Baktım bırakmıyor çaresiz evime döndüm. Dedim hiç değilse eve gelirlerse beni bulurlar. Eve geldikten sonra bir saat geçti geçmedi baktım bir feryat bir ağlama: “Anneeeeeee!” Kızım geldi. Baktım küçük kardeşi yok. Kızdım dedim nasıl bırakırsın kardeşini o daha çok küçük. Ağlıyor kızım diyor ki; “anne kimse kimseyi görmedi. Askerler, polisler gelip aldılar olaydan önce çocuklarını. Hademe anladı. Alıp götürdü bizi.” Biraz sonra“Annneeeeee!” Diye bir feryat geldi. Küçük oğlumun sesi. Nasıl ağlıyor ama. Çocuk lal olmuş. Sadece “anne, annem, annem, anne” diye bağırıyor. Sesini duymamla kendimi dışarı attım! Kapıyı açar açmaz üzerime attı kendini oğlum. Daha 8 yaşında. Gece boyunca bir ahırda saklamışlar okuldan alıp. (Gördüğüm en cesur ve sakin tanık olmasına rağmen. Mualla abla da burada ağlamaya başladı) İçeri aldım oğlumu. Dedim “Allah’a şükürler olsun iki çocuğumda geldi. Kaldı babaları.” Çocuklarım bembeyazdı. İki üç gün konuşamıyorlardı o şokla. O geceyi evde geçirdik. Sabah oldu. Baktım panzer sesi geldi. Dış tahta kapı açıldı. “Dedim kim o”. Dedi “açın kapıyı. “Açtım. “Arama yapacağız içeride kim varsa çağırın” dediler. “Kimse yok” dedim “buyurun arayın.” İçeri girdiler bir on dakika kaldı kalmadılar çıktılar. Demek benim yatak odasında kapısının arkasındaki kol çantamı buluyorlar. Yatağın üzerine boşaltıyorlar. Kimliği görüyorlar. Ben kimlikte İstanbul nüfusuna kayıtlıyım. Bunlar onu görünce hadi diyorlar çıkalım. Sadece eşimin dolabında olan viskileri kafalarına çektiler, eşimin parfümlerini falan sıktılar üzerlerine. Eşimin şifreli bir çantası vardı içinde de kızımın çeyizleri onu bıçakla yırtp derisini açıyor.
İçeridekiler özel harekatçılar mı askerler mi?
Özel harekatçılar. Uzun böyle olağanüstü iri yarı. Kolsuz atletler üzerlerinde. İşte bana baktım dedi: “yenge hanım niye demediniz ben buralı değilim?” Ben de onların insana her şeyi yapabileceklerinin bilinciyle hiç sesimi çıkarmadım.
“Siz öğretmen misiniz” dedi? “Hayır” dedim. “Hemşire misiniz?” dedim“hayır.” “Peki senin burada ne işin var? dedi. “Eşim burada görevli“dedim. “Tamam o zaman yenge hanım ben buradan bildiriyorum siz merak etmeyin kimse bir daha size dokunmayacak. ”
Özür dilediler bahçeye çıktılar bana evimden ayrılmamamı hiçbir yere çıkmamamı söylediler. Dedim “ya eşim?” “Merak etmeyin gelir” dediler. “Sadece siz evinizde olun kapınızı da kapatmayın!” Tam gidiyorlardı aklımdan buİstanbul kimliği ile belki eşimi de kurtarabilirim ihtimali geçti.
“Sizden bir şey rica edebilir miyim? Eşimi bana gönderebilir misiniz?”
“Eşiniz nerde çalışıyor” dediler.
“Belediye” dedim.
“İnsanlar var mı orda” dedi?
“Mutlaka vardır” dedim.
“Eşim ve çalışanların hepsi orda”
Gülerek “abla onun yeri çok iyi hiç merak etme” dedi.” Sen kendine bak” dedi. Onlar evden gülerek ayrıldı on dakika geçti geçmedi öyle bir gümbürtü, o zaman top muydu neydi bilmiyorum belediyeye indi! Belediye onların baş düşmanıydı! Ben onlara bilmeden bilgi vermişim meğer. Eğer oradakilerin birine bişey olsaydı ben ömrüm boyunca vicdan azabı çekerdim. Yaklaşık 50 kişiye yakın belki daha fazla insan Belediyedeymiş. O bombalamadan sonra belediye yanmaya başlayınca dumandan nefes alamamışlar bunlar mecburen belediyenin ikinci katına çıkıyorlar. Bakıyorlar duman geliyor. Balkondan aşağı hepsi tek tek atlıyorlar aşağı. Bu arada askerler fark ediyor oradan atladıklarını bunları yakalıyorlar. Ellerin başlarının üstüne koydurtup, tek sıra halinde yürütüyorlar. Sıraya dizip tugayın karşısındaki boş alana götürüyorlar. Lice’nin tüm erkeklerini oraya topladılar. Bayanları da toplamaya başladılar. O arada can havliyle bir genç çocuk kendini bahçe duvarından attı. Hiç konuşmadan onu odunluğa sakladım ve bir baktım panzer yine geldi. “Buyrun“ dedim. “Evi arayacağız” dediler.
O anda neler hissettin?
Hepimizin beraber yanacağını! “Çocuk gitti” dedim. Ama ben de beraberinde gittim. Çocuklarım da gitti. “Arayın ama“ dedim „on dakika önce aradılar”
Türkçemin çok düzgün olması dikkatlerini çekti. Bir de rahat davranınca bir tanesi evin eşiğine adım attı. Dışarıdaki seslendi “Gel işte aramışlar! Gidelim“ dedi. Bu bir adım daha attı. Ve aniden geri döndü. Çekip gittiler.
Nasıl görünüyordular abla? Bize tarif edebilirimsin?
Zaten ben minyon bir kadınım. Ama ya korkudan onları öyle görüyordum ya da dev gibi adamlardı. İri yarı, insan zaten ürküyor onları gördüğünde.
Rahatlar mıydı? Yaptıkları işten hoşnut mu görünüyordular?
Doğruyu söylemek gerekirse zevk alarak yapıyorlardı. Hepsinin psikopat olduğunudüşünüyorum. Olanlar normal insanların yapacağı işler değildi!
Ablacım size iki kişiyi soracağım son olarak? Öğretmen kadını bir daha gördünüz mü? Bir de odunluktaki çocuk ne oldu?
Kadını ertesi gün per perişan gördüm bir daha da görmedim. Çocukta panzer gider gitmez kaçtı.
Son olarak unutamadığınız hafızanıza kazınan ne var?
Bunlar sokağa girdi ve bizim size ilk başlarda anlattığım sığındığımız ahıra yöneldiler. Kapı kapalı ve arkadan sürgülü. Çünkü ev sahibi yoktu . Hatırlarsanız bizde arkadan girip, ahırın kilidini kırarak girmiştik evlerine. Kapıya tekmelerle vurdular. Dayanamadım evimden çıktım. “Ne yapıyorsunuz “dedim?
Dediler “kapısı kilitli her yeri yakma emri aldık.” Baktım yakacaklar İçeride insan dolu. Dedim “kardeşim orda 20-30 kişi insan var. Hepsi ahırda kaldılar gece boyunca.” “O zaman niye ses çıkarmıyorlar” dedi. "Korkuyorlar kardeşim nasıl ses çıkarsınlar? Ödleri kopmuş hepsinin. Müsaade edin ben çağırayım” dedim. Gittim kapıya “Bibê Xanım… Bibê Xanım “diye seslendim Kürdçe. Baktım korkuyla “Ha?” Dedi.
Kürdçe dedim “kapıyı açın sizi içeride yakacaklar yoksa.”
Bir süre sessizlik oldu ve kadın gelip sürgüyü açtı. Özel harekatçılarla birlikte bahçeye girdik. İnsanların yüzünü görünce artık isyan ettim. Askerlerden birinin kolundan tutup çeke çeke yan tarafa götürdüm. Dedim ki “Kardeşim bizim suçumuz günahımız ne? Bu yaşadıklarımız insanlığa sığar mı? Bu insanlar iki gündür hayvanların barındığı yerde saklanıyorlar. Büyük oğlum da aralarında. Allah rızası için bize dokunmayın!” Hiç sesini çıkarmadı.
Kapı açılmasa insanlarla beraber yakacaklar mıydı abla?
Tabi ki yakacaklardı!
Neyse bırakıp çekip gittiler. Yan taraftaki cami hocası evde yoktu. Kapıyı bir tanesi bir vuruşta yere indirdi. İçeri girdiler. Levhaları, Kuran’ı Kerimleri, ayetleri yerlere attılar. Silahlarının kabzasıyla camı çerçeveyi dağıttılar. Duvardaki gaz lambasına kadar kırdılar. Sonra tüm komşuları benim evimin önüne yığıp çekip gittiler. Her yeri yıkıp kırıp döküp gittiler. Üçüncü gün panzer yeniden geldi. Hepimizi toplayıp meydana götürdüler. Meydana girdiğimizde Lice’nin tüm erkekleri çömelmişoturuyordu meydanda. Bizi fark eden eşim ayağa kalktı. Eşimi ilk kez o an gördüm!
Ne hissettin abla?
Sadece Allah’ıma şükrettim. Ben öldüğünü düşünüyordum. Evlerine atılan roketten sonra, Amcamın ve oğulların öldüğünü, eşinin ve küçük kızının yaralandığını orda öğrendim. Gerisini zaten biliyorsunuz! Vali konuşma yapıyor o arada. Bizi suçluyor. Bir tane genç kız kalktı. Dedi ki “Allah aşkına arkanızı dönüp Lice’ye bakın! Lice yanıyor. Bir tane gerillagösterin. Lice’yi sizin askerleriniz yaktı!”
Kızın böyle demesiyle daha sözü bitmeden sürükleyerek götürdüler. Özel harekatçılar üzerine üşüşmüştü. Kız çırpınıp bağırıyordu “dokunmayın bana”diye. “Elinizi sürmeyin ben gelirim!” Çok cesurdu! Hepimizin gözü önünde sürükleyerek götürdüler!
Ablacım kızı tanıyor musun?
Ablasını tanıyorum. Seni yordum ve üzdüm ablacım kusura bakma. Ömrümde tanıdığım en cesur kadınlardan birisin. Çok teşekkür ederim. Evden çıkıyorum. Yönümü bilmeden yürüyorum amaçsızca Amed sokaklarında. Ben kendimi çok kötü hissediyorum. Dinlediklerim içimde bir şeyin kırılmasına sebep oldu. Özgüvenim sarsıldı. Acilen toparlanmam lazım. Düşünüyorum. Bunun bir çaresi var aslında! Benim acilen herkesin bahsettiği kahraman Liceli kızı bulup konuşmam lazım! Ezilen ve yerle bir edilen onurumu tamir edecek tek kişi şu anda o! Bunu biliyorum. Bir kez daha gelecek o günkü valiye bağırdığı isyanı ve cesaretiyle bana seslenecek! Toparlan! O benim direncim. Bulmam lazım ama nasıl? Daha adını bile bilmiyorum. Rüzgarla haber göndersem? Gel desem? Nerededir acaba? Neler oldu sonrasında?Şimdi ne yapar? O nu öyle merak ediyorum ki? O isyanın ve cesaretin sahibi bir kızı zaman ne kadar değiştirebilir ki?
Üç gün sonra telefonum çalıyor. Tanımadığım bir numara. Sert bir kadın sesi:
-Beni arıyormuşsunuz?
Hemen anlıyorum. Bu O! Benim tanrıçam.”
“Konuşmamız lazım” diyorum. “Ben kötüyüm. Bu dosyayı sen olmadan kapatırsam, bir daha hiç birimiz kendimize gelemeyiz. Bir kez daha gel ve isyanımızın sesi ol!” “Tamam” diyor. Randevulaşıyoruz.
Ona doğru giderken bu güne kadar hiçbir röportajımda bu kadar heyecanlanmadığımı fark ediyorum. Elim ayağım birbirine giriyor. Randevulaştığımız parkta oturuyorum ve her gelen kadına bakıyorum o mu diye. Tam o sırada fark ediyorum uzaktan. Bu o diyorum. Yürüyüşünden belli. Yere çok sağlam ve kararlı basıyor. Emnim o. Ayağı kalkıyorum yaklaşıyor. Tanrım ufak tefek minicik bir kadın! Yüzünde gülümseme sarılıyoruz.
Liceli Kız |
Çok heyecanlıyım! Konuya nasıl gireceğimi bile bilmiyorum. Hadi o ana dönelim. Vali gelmiş ve konuşma yapıyor. “Burayı teröristler yaktı. Siz de artık onlarla aranıza mesafe koyun” diyor. Lice’nin üstünde dumanlar tütüyor. Tüm halk bir alanda toplatılmış. Herkes ölümü bekliyor! Nasıl bir iç güdüdür bu ki tüm korku duvarlarını aşıp çığlığa dönüşüyor?
Bizi o alanda üç günlük görülmemiş zulümden sonra o alanda topladılar. Hem vali hem tugay komutanı vardı. Bir nevi
“Liceliler size müstahak” türevinden bir konuşma yaptı. Ta Şex Said’den başladı günümüze kadar geldi.
“Siz hep böyleydiniz. Kaçakçıydınız. Şex Said döneminde de isyancıydınız. Askerlerimize pusu kurulan yerlerden Liceli esnaflara ait poşetler çıkıyor. Esnaf satmazsa, sizler katırlarınıza bindirip götürmeseniz, ekmek vermeseniz
yardım etmeseniz bunlar barınamaz” yani velhasıl bize “size müstahaktı” türünden bir konuşma yapıyordu. Bu sırada askerleri evleri yakmaya devam ediyor ve talan ediyorlardı Lice’yi. Talandeyince değerli şeyleri bir kenara bırakın, işlerine yarayacak her şeyi alıyorlardı. Küçücük bir tırnak makasına bile tenezzül ediyorlardı. Evden çıktıkları anda da ateşe veriyorlardı. O alanda oturan insanlar korkuyla yükselen dumanlara bakıp hangi mahalle acaba bizim evimiz mi korkusu yaşıyorlardı.
Hatta dumanın renginden ev mi bahçe mi olduğunu bile biliyorduk. Siyah dumansa ev ve dükkandır. Beyazsa bahçelerimizdir! Vali konuşurken karar verdim itiraz etmeye. Bende bir bel çantası vardı. Annem para ve altınları bırakıp içine bana vermişti. Yapacağım hareketten sonra başıma neler geleceğini gayet iyi biliyordum. O sırada nasıl anlatsam size? Bilinç ve beden birbirinden ayrılmıştı. Bilinç olarak diyorum “konuşursam öldüm.” Bedenim ve yüreğim durmuyor ama. Ruhum kanatlanmış. Vücudumdan yayılan öfke dalgası konuşmazsam beni boğacak. Direk annemin yanına gittim. Çantayı ona verdim. Annem anladı. Elimden tutu“nereye gidiyorsun diye?” sordu. Dedim “gidip bu Vali’ye ağzının payını vereceğim. Bizimle dalga mı geçiyorlar?” Annem kolumdan tutmaya çalıştı anneme de bağırdım. Zaptedemedi.
Kaç yaşındasın o zaman?
15. Ben Vali’ye doğru ilerlediğimde konuşma bitmişti. Zaten bir özel harekatçı ordusu onu koruyordu. Beni durdurmaya çalıştılar! Bağırmaya başladım
“Bi dakika sayın Vali!” diye seslendim.
Özel harekatçı beni tutup savurdu. Vali sesimi duydu “bi dakika bırakın gelsin bakalım ne diyecek?” diye seslendi. Gittim, dedi “Evet kızım? Seni dinliyorum nedir?”
Dedim “Sayın Vali siz bu gün buraya ne için geldiniz?” “Buraya bir paşamız şehit oldu. Onun için geldik! Onun yasını tutuyoruz” Ben de dedim ki “Bir Paşanız öldü değil mi? Bir paşa öldü diye mi Lice’yi bu hale soktunuz? Şu an Lice’de bütün sokak araları açık bir şekilde ordu tarafından işgal edilmiş. Tek tek evler talan edilip yakılıyor. Bir paşanın ölmesi demek bütün bunları haklı kılar mı? Paşanız ölmüşse başınız sağ olsun! Ama bu can kaybı bu işgali haklı kılamaz!” dedim ve daha cümlem bitmeden özel harekatçılar ağzımı kapatmaya, beni çekiştirmeye çalıştılar. Vali dedi ki “Bırakın bırakın bakalım içinde daha neler varmış?“
“’Ya” dedim “benim size söyleyecek tek şeyim var. Buraya gelip bizimle dalga geçemezsiniz! Bizi buraya doldurmuşsunuz dalga geçer gibi özel harekatçıların silahlarının namlularının zoruyla kendinizi alkışlatıyorsunuz. Biz buraya getirilirken öldürüleceğimiz düşünerek getirildik! Özellikle yaşlılarımız Şex Said isyanı tecrübesi yüzünden kesin bizi toplayıp öldüreceğinizi düşünerek buraya geldi.” Tam o sırada işte birden hepsi üzerime çullandı. Sadece bağırabildim “bana dokunmayın! Kendim gelirim!” “Emniyet zaten karşısı kendim yürürüm! Öldürecek misiniz beni? Hazırım! Ben yürüyerek gelirim!” derken işte o kaşla göz arasında bir baktım emniyetin içerisindeyim. Zaten orya gelirken yolda yetişenler zaten bir şekilde saldırıyor. Yetişemeyenler arkamdan küfür ediyorlardı. Tükürüyor hakaret ediyorlardı. Beni götürürken tabur komutanı halka dönüp “Bakın işte! Görüyorsunuz değil mi? Siz daha arlanmamışsınız! Ne yapsak az size. Bacak kadar terörist gelmiş Valiye kafa tutuyor” diye bağırıyordu. En son bunu duydum. Emniyetin içerisine girdiğim anda beni alt kata götürüp kelepçeyle orada bulunan bir boruya bağladılar. Ayakkabılarımı çıkarmamı istediler o arada vuran vurana tabi. Zaten ben başıma gelecekleri bildiğim için kendimi ölüme hazırlamıştım umurumda bile değildi. Emniyetin önünde insanlar ağız üstü yere yatırılmış, üzerlerine brandalar çekilmişti ve üzerlerinde koşuyorlardı. İlk oraya girdiğimde ben tektim. Bir saat geçmeden orası doldu zaten. Hepsi erkek. Bu sefer bana yer aramaya başladılar. Tek kadın olduğum için. İçerisi ağzına kadar insan doldu. En son üst katta tenis masası olan bir yere götürüp beni oraya kelepçelediler. Gerisi benim sorunum. Bundan sonrası hiç kimseyi ilgilendirmez!
Kaç gün kaldın orada?
Bilmiyorum! Bir gece özel harekatçının bir geldi. Elimi çözdü. Zaten kelepçe tutmuyordu doğru dürüst bileklerim çok inceydi. Aşırı zayıftım. Beni alıp götürdü. Ben dedim herhalde yine işkenceye gidiyorum. Beni emniyetin kapısına götürdü.
“Hadi gidebilirsin! Özgürsün” dedi!
Gidersem arkamdan ateş edip beni öldüreceğini biliyordum. Gitmedim! “Hayır!”dedim. “Ben bu gece yarısı tek başıma gitmem. Arabayla beni evimin kapısına götürüp aileme teslimedin!” Bana bağırmaya başladılar.
“Biz sana git diyoruz sen gitmiyorsun! Derdin ne senin?”
Dedim “Hayır gitmeyeceğim!” Siz beni aileme götüreceksiniz. Ya da ailemiçağırın gelip beni teslim alsınlar.” Küfür etmeye başladılar.
“Biz sana yapacağımızı yaptık daha ne olacak” gibilerinden dalga da geçtiler. Tekrar beni alıp kelepçelediler. Ertesi gün hepimiz toplayıp tabura götürdüler. Oradan helikopterle Diyarbakır’a getirildik. Diyarbakır’a getirildiğimde de hepsi başıma toplanıp “Valiye karşı çıkan kız” diye beni birbirlerine gösteriyorlardı!
Tugay komutanı geldi. Bana dedi ki “Sen o musun? Hani Vali’ye kafa tutan kız? Valla helal olsun sana! Vali bana ana avrat düz gitse ben sesimi bile çıkarmazdım!” diye dalga geçti.
Diyarbakır’da bir haftadan fazla kaldığımızı düşünüyorum. Sanırsam çevik kuvvetin kaldığı yerdi. Çünkü hücreler vardı. Hücrelerde düzenli olarak işkence yapılıyordu.İnsanların çığlıkları, korkunç bir şekilde sonuna kadar açılmış bir müzik. Bülent Ersoy’un “sefam olsun oh oh!’ ’şarkısı tarzında şarkılar. Ya da bazen radyoda frekans ararken çıkan cızırtı. O da istisnasız böyle son ses devam eder. Bir kadın vardı. Yanımdaydı. Ona bir krem vermişler. Ertesi gün mahkemeye çıkaracaklar yaraları kapansın diye. “Sırtıma sürer misin” dedi.
Sırtını bir açtım. Korkunçtu. Simsiyah! Adı Reyhan’dı. Dicle Üniversitesi Biyoloji bölümünde okuyordu. “Niye getirildin buraya” dedim? “Evi bastılar Ahmet Kaya’nın kasetleri ve iki kitap buldular” dedi. İnsanlar gelip gidiyordu. Orada benden başka düzenli kalan yoktu. Reyhan biraz uzun kaldı. Ben kaç gün kaldım bilmiyorum. Sanırım on güne yakın. Bir gün hepimizi toplayıp DGM’ye gönderdiler. Ben savcının odasına girdiğimde yüzüme bakmadan, kağıdı karıştırıp okuyor bana hızlı hızlı. Adımı söylüyor. Terör örgütü ile kırsalda faaliyet yürütmek, kepenk kapatma, ekmek verme…Böyle bişeyler sayıyor hızlı hızlı! Okudu okudu en son “ee bunların hepsini sen mi yaptın?” derken kafasını kaldırdı ve beni gördü. Adam dondu kaldı.
“ Sen misin bu dosyadaki” dedi.
“Evet” dedim.
“Kaç yaşındasın çocuk sen?” dedi.
“15” dedim.
“Okula gidiyor musun?”
“Evet” dedim.
“Seni nerden aldılar?” Ben de anlattım. Direk dışarıdaki polisleri çağırdı.
“Yaw siz benle dalga mı geçiyorsunuz? Bacak kadar çocuğu getirdiniz anladık da insan bari mantıklı suçlamalarla getirir. Bu dosya bu çocuk? Bir halt yediniz bari mantığa uydursaydınız.” diye onlara kızdı . Polis “biz ne yapalım Savcım. Lice’den sepetleyip göndermişler“ dedi.
Savcı yarım saat bana nasihat etti.
’Kızım olabilir. Devlet bazen yanlışlık yapabilir.” Falan filan diye. Ama işte “busaten sonra olanları unutup önüne bakacaksın! Bak gençsin. Okumana bak.” İşte böyle nasihatlar. Sonra mahkemeye çıktık.
Mahkemeden sonra “hepiniz serbestsiniz” dediler.
Seni valiyle konuşturan öfken miydi?
Evet! Ölümü hiçe sayacak bir öfkenin sonucu olan isyan!
Kaç kardeşsiniz?
11.
Baban ne iş yapıyor?
İmam. Zaten aşağılık herifler en çok bunu kullandı. Sorgudan sonra bana “seniniye öldürmedik biliyor musun? Nasılsa baban bizim elimize düştüğün için seni öldürecek! Biz senin canını bağışlayacağız. Bakalım seninkiler bağışlayacak mı?” deyip duruyorlardı.
Bu olaydan sonra hayatın nasıl değişti?
Bu güne kadar getirdiğim devrimci kişiliğimi ve sarsılmaz irademi onlara borçluyum. Ben Lice’ye gittiğimde herkesbenden korkudan uzak duruyordu. Bu beni hiç etkilemedi. Çünkü derinlerinde besledikleri saygıyı hissedebiliyordum.
Ailenin tavrı nasıldı?
O günden bu güne ailem bir kez bile bana orada olanları sormadı. Hiç konuşmadık! Sadece annem bazen kızdığında bana “milletin kahramanı sen miydin? Beni hiç dinlemedin” diye çekişir. (Gülüyor)
Evet milletin ve benim kahramanım sensin Liceli Kız! Bak olaydan nerdeyse yirmi yıl sonra yaptığın onurlu isyan ve direniş beni sana getirdi. Herkes hala senden bahsediyor. Lice’nin dünden bu güne asi çocuklarına çok yakışır bir isyandı! Yaşadığın hiçbir acı boşuna yaşanmadı. Halkının senden haberi var!
Evli misin?
Iııh!
Evlenmeyi düşündün mü hiç?
Iııh!
Siyasal çizgin olaydan sonra nasıl şekillendi?
Sence? (gülüyor. Ben de gülüyorum) Ya zaten o olaydan önce bile çocuk halimle Lice’de bazı eylemler olurdu katılırdım. Lice politize bir yer. Çoğu zaman okuldan kaçıp eylemlere katılırdım.
Gözlerin ne kadar güzel! Su yeşili. Pırıl pırıl!
Teşekkür ederim.
Bu gün olsa aynı şeyi yine yapar mıydın?
Daha beterini yapardım! Yaptığım şeyden hiçbir şekilde pişman değilim! Keşke o dönemde hepimiz ayaklansaydık! Ya beraber ölseydik ya da kurtulsaydık. Halen bile düşünüyorum diyorum biz ne kadar balık hafızalı bir halkız. Unutuyoruz! Geçmişi çok çabuk unutuyor hiç yaşamamış gibi davranıyoruz! Onlar kendilerini, devlet-i aliye olarak görüyorlar! Halen Kürd halkını teba-kulköle-sömürge olarak görüp bu sistemi bize dayatıyorlar!
Onlarla kardeş olur musun?
Asla! Ben tarihsel süreç içerisinde fiziksel kopuş kadar duygusal kopuşun da olduğuna inanıyorum. Yani ben şahsen mesela bir Türkle oturup konuşabilirim ama onlara asla güvenim olmaz!
Yani bu yaşadıkların aynı zamanda senin Türk halkıyla da göbek bağını kesti.
Yani bazen atıp tutuyorsun; insandır, şudur, budur diye ama dürüst olmam gerekirse bu saatten sonra paylaşacak bir şeyim yok onlarla. Türk halkı bence her gün insanlık suçu ve vahşet işleyen ordusuna dur demedikçe, bu ayıbın ve günahın suç ortağıdır! Aynen! Hatta içten içe destek verdiklerini ve bu durumdan memnun olduklarını düşünüyorum ben. Biz Kürdler bunca zulmü ve acıyı yaşadığımız halde onlarla yaşamanın yollarını arıyorken onların bu tarzı beni acıtıyor. Bence artık herkesin saflarının netleşmesi gerekiyor!
Seni Kurdistan’da nasıl bir kimlik teskin eder?
Bağımsızlık! Amaca giden yolda, kimileri “federasyon” kimileri “özerklik” der ama ben inanıyorum ki “Her Kürdün Gönlünde Bağımsızlık Yatar“ Her halkın kendi kaderini tayın hakkı olduğuna inanıyorum ben!
Hayatının bundan sonrasında ne planlıyorsun?
Kurdistan’da Kürd sorunu devam ettiği sürece, gidip evimde oturamam! Aynı çizgide kendi inançlarım ve yöntemimle mücadeleye devam edeceğim. Başka şansım da yok zaten. Her kürde sesleniyorum, gidip evinize saklansanız bile bir gün mutlaka birşekilde kapınız çalınır! Sizin kapınız çalınmadan siz haklarınız için gidip kapıları çalın! Atalarımızdan bize kalan direniş mirasını vatanımızdan bu zülmü kovana kadar taşımak boynumuzun borcu. Torunları Şex Saidi utandırmasın! Bu toprakların özgürlüğü için mücadele eden bir çok kişinin gidip sarılacağımız bir mezar taşı bile yok! Direnişbizim onlara olan vefa borcumuz!
Ve bitti!
Ben bu Lice dosyasını çalışırken yerle bir oldum! Beni yerden kaldırman için seni çağırdım. Sana ihtiyacım vardı. Geldin ve bana güç verdin. Eminim bu dosyayı okuyanlara da! Teşekkür ederim Lice’nin direniş tanrıçası! Bir kaç fotoğraf alabilir miyim?
Al tabiî ki. Ben onlardan 15 yaşında korkmadım şimdi mi korkacağım. Ama birşartım var. Sen de yanımda otur ve kocaman gülelim! Düşmana inat! Demesinler onları üzebildik!
Liceli kız ve Kejê Bemal |
Sana söz güzel kız! Bir an bile yorulduğumu düşünüp rehavete kapılırsam senin o direnç fışkıran su yeşili gözlerini düşüneceğim! Söz!
-Resmi kayıtlara göre Lice merkezde 17 ölü/36 yaralı/Yanan 401 konut 260 iş yeri. Bu Lice Bayındırlık müdürlüğünün tespiti. Dolayısıyla gerçek rakamalar bunun çok çok üstünde. -Lice Kurdistan’ın dört parçasında yaşayan tüm Kürd çocuklarının Lice’sidir! Dolayısıyla bu dava sadece Licelilerin değil tüm Kürd çocuklarının davasıdır! Tıpkı boşaltılıp yakılan binlerce köy, mezra, öldürülen aslında faili belli ama kayıtlara meçhul olarak geçen binlerce Kürd insanı gibi ve Kürd çocukları bu ve benzer davaların takipçisi olacak! Unutmayacak! Unutturmayacak!
Nihai sonuç: Kürdistan her yandığında küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka’dır!
Not; Bu dosya hazırlanırken pek çok tanıkla görüşüldü. Bu tanıkların bir kısmı isminin kullanılmasını istemedi. Bu nedenle o tanıkların beyanlarına (arşivimdesaklı olmak kaydıyla) yer verilmedi.
Kejê Bêmal
Kaynak: Deng dergisi, sayı: 87