Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 22 July 2009

Sabah´tan aktarma

Yarbay kafaya sıktı erler MG3'le taradı
ABDURRAHMAN ŞİMŞEK

Dalgakıran, Tabur Komutanı Yarbay Ç.'nin 5'i korucu 6 kişiye bizzat ateş ettiğini, ardından onun talimatıyla erlerin taradığını öne sürdü, "Cesetleri gördüm" dedi
SABAH, on beş yıl önce Hakkâri'nin Şemdinli ilçesindeki Derecik İç Güvenlik Taburu'nda öldürülüp taburun içine gömüldüğü iddia edilen korucularla ilgili ifade veren gizli tanığa ulaştı. Geçtiğimiz Mart ayının 5'inde İstanbul'a gelen "Dalgakıran" kod adlı gizli tanık, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde 18 saat boyunca aralıksız ifade verdi. 1994-95 yıllarında askerliğini Derecik'te komando olarak yapan Dalgakıran, infaz edilen kişi sayısının 12 değil, biri şoför beşi korucu olmak üzere toplam 6 kişi olduğunu söyledi.

PKK DEĞİL UYUŞTURUCU İDDİASI
1994'teki infazla ilgili bildiklerini SABAH'a da anlatan Dalgakıran, Derecik İç Güvenlik Tabur Komutanı Yarbay A. Ç.'nin beylik tabancasıyla 6 kişiye bizzat ateş ettiğini iddia etti. Gizli tanık, korucuların daha sonra Ç.'nin talimatıyla erler tarafından tarandığını öne sürdü. Gizli tanık, korucuların PKK'yla ilişkili oldukları için değil bazı komutanların bilgisi dâhilinde yapılan sınırdaki uyuşturucu kaçakçılığı olaylarıyla ilgili bilgi sahibi oldukları için öldürüldüklerini iddia etti. Dalgakıran'ın iddiaları şöyle: "Ben Derecik'te komando idim ve tim görevlisi olarak sınır ötesi operasyonlara katılıyordum. Çok şehit verdik. Ben Derecik'e gitmeden iki buçuk ay önce 1994 baharında bölgedeki Ormancık köyüne bir operasyon yapılmış. Bu köy, komutan A.Ç. tarafından kontrollü olarak boşaltılmış. Bir arkadaşım Ormancık baskınının uyuşturucu işiyle ilgili olduğunu söylemişti. Bazı komutanlar, PKK'nın sınırdan katırlarla esrar kaçırılmasına göz yumuyormuş. Hatta esrara kına diyorlarmış. Bir arkadaşım Ormancık köyü baskını sırasında aranmayacağı için camiye esrar saklandığını söylemişti. Sonra bu arkadaşın intihar ettiğini televizyondan öğrendim. Bence intihar süsü verilerek infaz edildi. İşte bu köyden getirilen bir şoför ve 5 korucu Tabur'da bizzat A. Ç. tarafından infaz edilmiş. Bunu gözleriyle gören ve olaya katılan kişilerden dinledim."

'CESETLERİ GÖRDÜM'
Gizli tanık Dalgakıran, infazla ilgili iddialarına şöyle devam etti: "A.Ç., gündüz gözüyle 'Oğlum diyeceğin bir şey var mı' diyerek infaz etmiş. Korucular da 'Komutanım ben masumum' dediği halde kafalarına teker teker sıkmış. Sonra da öldüklerinden emin olmak için MG3'le taratmış. Tarayan askerin ismini biliyorum ama söylemem. Mezarı kazan askerleri de tanıyorum, hatta ikisi şehit oldu sonradan. İnfaz etmeden önce askerler korucuları dövmüşler. Olaydan sonra ben cesetlerin gömüldüğü yerde şehit arkadaşlarımız için kurban kestim. Çok kazınca mezardan kötü bir koku yayıldı, sinekler uçuştu ve paçavra şeklinde infaz edilenlerin elbiselerini gördüm. Cesetleri gördüm, sonra üzerini tekrar toprakla örttüm. O ânı, 15 yıldır unutamadım. Cesetlerin yerini şimdi de gösterebilirim."

VİCDANİ SORUMLULUK "
Biz çok PKK'lı öldürüyor, teröristler görüp moralleri bozulsun diye ortada bırakıyorduk" diyen Dalgakıran, "Bu olayı açıklamayı şehit arkadaşlarıma karşı vicdani sorumluluk olarak görüyorum. Çünkü onlar uyuşturuculardan elde edilen gelirlerle alınan silahlarla şehit edildiler" dedi.

Yarbay daha önce de soruşturma geçirdi
TABURDAKİ infaz tartışması, Şemdinli'de 1994-1995 yıllarında askerlik yapan bir erin, krokili ihbar mektubunu savcılığa göndermesiyle başlamıştı. 18 Temmuz'da Taraf Gazetesi'nde yer alan haberde 12 korucunun PKK'lı oldukları gerekçesiyle Derecik Taburu'nda infaz edildiği öne sürülmüştü. Tabur Komutanı Kurmay Yarbay A. Ç., daha önce bir köylünün öldürülmesi, bir köylünün kaybedilmesiyle de gündeme gelmişti.

Çözüm merkezi Ankara ise.. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun dünkü basın toplantısında iki nokta önemliydi. Biri, İmarlı'nın rolünün geri plana itilme çabası, diğeri de Türkiye'nin Çin politikasının başarılı olduğu. Ne İmralı, ne de Beijing'den esen rüzgarlar aynı iyimser tabloyu çizmiyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun dün Ankara'da gazetecilerle yaptığı basın toplantısında iki nokta çok dikkatimi çekti. Bunların en başında geleni, Öcalan'ın 15 Ağustos'ta yapacağı açıklama ile ilgili bölümüydü. Davutoğlu, doğrusuna dikkat çekmiş. Kürt Sorunu ve PKK terörü konusunda çözüm merkezinin Ankara olduğunu açıklamış. Başkası düşünülemezdi. Eğer bir yere varılacak ise, hükümet ve Milli Güvenlik Kurulu çerçevesinde alınacak kararlarla gerçekleşecektir. Ağırlık, Ankara'da olmalı ve Ankara'dan çıkacak sinyaller gidişi yönlendirmeli. Benim Davutoğlu'nun bu yaklaşımında eksik gördüğüm nokta, Ankara'nın ağırlığını ne zaman ortaya koyacağıyla ilgili. Dün bu köşe'deki yazımda da sözünü etmiştim. Öcalan'ın 15 Ağustos açıklamasından önce harekete geçilmez ve Ankara'nın yol haritası ortaya konmazsa, ister istemez İmralı ön almış olacak ve Ankara, sanki ona tepki göstermekle yetiniyormuş gibi bir konuma düşecektir. Davutoğlu'ndan herşeyi açıkça anlatmasını, paylaşmasını gayet tabi bekleyemezdik. Ancak Öcalan'ın yapacağı açıklamayı da küçümsememek gerekir. İmralı'nın açılımı, sorunu daha da zora sokabilir veya kolaylaştırabilir. Türkiye'yi rahatlatabilir veya gerilimi arttırabilir. Unutmayalım ki, Öcalan İmralı'da tutulsa dahi, hem Kürt kökenli vatandaşlarımızın bir bölümü, hem de PKK üstünde önemli prestiji vardır. Davutoğlu somut verilerle ortaya çıkmadı, ancak yine de bazı hazırlıkların yapıldığının işaretlerini verdi. Yeter ki, zamanlama iyi ayarlansın ve atılacak adımlarda geri kalınmasın. Eğer gerçekten “tarihi bir süreçten“ geçiliyor ise, bu süreci iyi yönetmek gerekiyor. Kamuoyu “birşeyler olacağı“ yönünde hazırlandı. Şimdi “olmadı, biz vazgeçtik“ denemez. Zira gerçekten, tüm işaretler bir şeyler olacakmış, bazı adımlar atılacakmış gibi geliyor. Bu fırsat yanlış yönetişim nedeniyle kaçırılmamalı. * * * ÇİN'İ BÖYLESİNE KIZDIRMAYA DEĞDİ Mİ? Davutoğlu'nun değindiği diğer bir konu da Çin'deki olaylardı. Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin bu olayları çok iyi yönettiğini söyledi. Beijing'den gelen haberler ise farklı bir manzara çiziyor. Başbakan Erdoğan zaman zaman öylesine sert ve ölçüsüz tepkiler gösteriyor ki, eminim sonradan kendi kendine pişman oluyordur. Ancak, pişmanlığını hiç göstermez. Aksine, üstüne üstüne gider. “Ben ne dediğimi bilen ve sözünün arkasında duran bir insanım“ der. Eskiden böyle değildi. Hiç kompleks duymadan geri adım atar ve bundan dolayı da utamazdı. Son dönemlerde, “dediği dedik bir lider“ imajı çiziyor. Talihsiz açıklamalarından sonuncusu Çin'deki Uygur azınlığın, Han'larla çatışmasını “soykırım“ olarak nitelemesi oldu. Çin'de yaşananlar artık açıklığa kavuştu. Uygur'lara karşı sokak gösterisi gibi başlatılan, ardından kanlı bir sindirme hareketine dönüşen gösteriler ve polisin gereksiz güç kullanımının kabul edilir, göz yumulur yanı yoktu. Türkiye Cumhuriyeti'nin de bu olaylar karşısında sessiz kalması düşünülemezdi. Ancak önce Sanayi Bakanı'nın “boykot“ çağrısı, ardından Başbakan'ın her geçen gün tepkisini arttırması ve sonunda damgayı vurması: Soykırım... Bu , son derece ağır suçlama yetmemiş gibi bir de “Olayları BM Güvenlik Konseyine taşıyacağımız“ açıklaması gelince, Beijing ayaklandı. Olayı bu noktalara götürmeye hiç gerek yoktu. Hele, “Boykot“ çağrıları, “Soykırım“ suçlaması ve Güvenlik Konseyini harekete geçirme sinyali, uzun yıllardır ilk defa Türiye ile ilişkilerini arttırmaya başlayan Çin'i şaşırttı. Şu sıralarda, son olaylar nedeniyle Beijing'i en çok rahatsız eden ülkelerden biri Türkiye'dir. Uygurlarla soydaş olmamız nedeniyle, Çin'in antenleri yükselmiş ve ayrılıkçı Uygur hareketinin Ankara'dan destek aldığı kokuları yayılmaya başlamıştır. Çok besit bir soru sormak sitiyorum. Henüz olayların nereye gittiği ve nasıl gelişeceği tam anlamıyla belirlenmeden, Çin gibi birbir tahrik ile karşı karşıya kalabilecek bir süper güç'ü “soykırım“ yapmakla suçlamak doğru mudur? Devlet adamlığına, Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarına uyar mı? Ankara, bu tepkilerle ne kazandı? Bence hiçbir şey kazanmadı, aksine kaybetti. Başbakanımız, kelimelerini daha iyi seçerek tepki vermiş olsaydı, Türkiye çok daha fazla kazanırdı. Şimdi merak ediyorum, yarın Ermeniler, Türkiye'nin Soykırımla suçlanması ve cezalandırılması için BM'yı ayaklandırmaya kalktığında acaba Beijing ne yapacak? Kıbrıs'ta çözüm veya PKK soruinuyla ilgili gelişmelerde Çin nasıl bir tutum takınacak? Soydaşlarımıza sahip çıkmak güzeldir, ancak ölçüsünü kaçırıverdiniz mi, ne onlara, ne de kendinize bir yarar sağlayabilirsiniz.

Tercuman´dan Aktarma “Tarihi Fırsat“! BÜLENT KUŞOĞLU [email protected] SON günlerde yaratılan havayı nasıl değerlendiriyorsunuz? İmralı'daki, “Bebek Katili“ olmaktan çıktı, barış havarisi ve yarı resmi ya da dolaylı devlet muhatabı oldu. Herkes “Tarihi Fırsat“ı değerlendirmek ve kaçırmamak gayretinde... Barış için, ülke birliği ve bütünlüğü için bir fırsat ve bunda devlet kararı varsa, bizim de buna karşı çıkmamız olmaz. Fakat, kafamdaki bazı soru ve ünlem işaretli cümleleri de bir sınıflama ya da sıralamaya tabi tutmadan paylaşmak istiyorum. - Bu “Tarihi Fırsat“ı yaratan kim? ABD. Irak'tan asker çekişi yapıyorlar, İran, Pakistan ve Afganistan coğrafyalarına ağırlık vermeleri gerekiyor ve bizim desteğimiz olmadan bu işte zorlanırlar. O nedenle Barzani ve Talabani ikna edildi, PKK köşeye sıkıştırıldı, İmralı'daki dolaylı muhatap alındı ve yıl sonuna kadar “Kürt Açılımı“ tamamlanacak. Af, tazminatlar, iş olanakları, Kürtçe eğitim siyasallaşma, Kürt Üniversitesi gündemde. Bizim değil de başkalarının çıkarları böyle gerektirdiği için bu işe girişilmiş olmuyor mu? PKK'nın zafer havası - SORUN İngiltere ve İspanya'daki gibi karşılıklı mutabakat, toplumun ortak arzusu ile değil de, bir başka devletin araya girmesi ve tarafları zorlaması ile çözülmeye çalışılınca kısa bir süre sonra bazı sorunlar ortaya çıkmaz mı? Devlet kararı deniyor ama devlet kuruluşları arasında Cumhuriyet tarihinin en şiddetli kavgası varken bu karar nasıl uygulanır şüphe ediyorum. PKK ve onun siyasi temsilcileri yıllar süren bir mücadelenin sonunda bir zafer kazandıklarını her fırsatta söyleyip bunun karşılığında her fırsatta daha fazla şey istemeyecekler mi? Türkiye, tarihinin en uzun ve şiddetli ekonomik krizlerinden birini yaşarken ve ekonomi yönetilmezken bu “Tarihi Fırsat“ nasıl değerlendirilecek? - PKK kesin bir yenilgi havasında değil de zafer havasında olduğu için daha sonraki aşama bağımsızlık talebi olmayacak mı? - PKK şiddeti bıraksa dahi bu işin getirisi olduğunu fark eden başka gruplar ortaya çıkıp şiddeti devam ettirmeyecekler mi? Gerçek ayrımcılık başlayacak - KÜRTÇE eğitim ve Kürt kültürel haklarının tüm bölgelerde kullanımı, bundan sonra gerçek bir Türk-Kürt ayrımcılığı yaratmayacak mı? - Gelecek yıl ya da üç yıl sonra bir Türk, Diyarbakır veya Şırnak'ta; veya bir Kürt bugün olduğu kadar rahat bir şekilde İzmir veya İstanbul'da yatırım yapabilecek, ihale alabilecek mi? - Biz gerçekten “Tarihi“ bir fırsat mı kullanıyoruz, yoksa gerçek anlamda bir bölünmeye doğru adımlar mı atıyoruz? Neyse bazılarına saçma gelen bu cümleleri fazla artırmayayım. Kısaca, henüz toplumun tümüne ve Doğu ve Güneydoğu dışındaki bölgelerinin pek dışına sirayet etmemiş bir “Kürt Meselesi“nin tüm Anadolu'nun sorunu haline getirilmesinden korkuyorum. Ayrımcılığın derinleşmesinden bir Kürt'ün Sakarya'daki çiftliğinde rahat oturamamasından, İzmir'de valilik, 1. Ordu'da Orgenerallik, Ankara'dan milletvekilliği yapamamasından korkuyorum. İki toplumlu bir yapıyı teşvik etmenin, bir anlamda getirmenin yeni sorunlar doğurmasından korkuyorum. Toplum, özellikle Kürt olduklarını iddia edenler, bu “Tarihi Fırsat“ı içlerine sindirdiler mi?

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.