Ana içeriğe atla

“Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye'de de büyük bir tabu olan “savaşa katılmanın reddedilmesi“, aslında insanlık tarihinde savaşın kendisi kadar eski bir olaydır. Savaşa ve militarizme karşı duruşun en radikal ve kapsamlı ifadesi ise Vicdani Red'dir.“ Bu sözler geçtiğimiz hafta İletişim Yayınlarından çıkan “Çarklardaki Kum Vicdani Red-Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler“ adlı kitapta yer alıyor. Bu kitap, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde 27-28 Ocak 2007 tarihinde yapılan "Uluslararası Vicdani Red" konferansında sunulan konuşmalarla birlikte 26 yazarın konuyla ilgili yazdığı makalelerden oluşuyor. Kitabı yayına hazırlayan, Essex Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde “İnsan Hakları Hukukunda Vicdani Red Hakkı ve Türkiye“ konulu doktora tezi hazırlayan Özgür Heval Çınar ile barış ve insan hakları savunucusu, Türkiye İnsan Haklar Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Coşkun Üsterci kitaba ve vicdani redde ilişkin sorularımızı cevapladılar. - Öncelikle vicdani reddi nasıl tanımlıyorsunuz? Okuyucularımıza açıklayabilir misiniz? - C.Ü.- Kelimenin en geniş ifadesiyle bir vicdan muhasebesinin sonucunda geliştirilen bireysel bir tutum olan vicdani retçilik, her zaman toplumun demilitarizasyonunu hedeflemeyebilir. Ne var ki Türkiye'de vicdani red mücadelesi, ilk retçilerden bu yana hep anti-militarist eleştiriden beslenmiştir. Türkiye'nin geçirdiği tarihsel, siyasal ve kültürel süreçler retçileri ister istemez ülkenin “savaş ve şiddet“, “tarih bilinci“, “milliyetçilik“, “toplumsal cinsiyet rolleri“, “otoritarizm“, “haklar ve demokrasi kültürü“ vb. bir çok sorunuyla yüzleşmek durumunda bırakmaktadır. Örneğin, vicdani retçinin zorunlu askerliği tartışması herhangi bir ülkede genel olarak devlet-vatandaş ilişkisi üzerine yürütülen bir tartışma olabilecekken Türkiye'de bu, yukarıda değindiğim askerliğe yüklenen özel ve “kutsal“ anlamlar nedeniyle bizzat Türk kültürünün kendisini tartışmak anlamına gelmektedir. - Türkiye'de vicdani red ortaya çıktıktan bu yana nasıl bir evrim geçirdi? - C.Ü- Türkiye bu kavram ile 90'lı yılların başında tanıştı. İlk retçiler, vicdani kanaatleri ve politik inanışları gereği askerlik yapmayacaklarını söylediklerinde kamuoyunda bir ilgi ve şaşkınlık uyandırdı haliyle. Yine de uzunca bir dönem kamuoyunun ilgisi oldukça sınırlıydı ve ancak retçiler tutuklandıkça, onları desteklemek için kampanyalar düzenlendikçe ya da destek verenler hakkında davalar açıldıkça oluştu. Vicdani retçiler için 90'lardan bu yana inişli çıkışlı ve zorluklar ile geçen bu süreç yaşandı. Bu zorlukların başında tüm topluma egemen olan “askerliğin, Türklerin ırksal bir özelliği olduğu“ yaygın inancıydı. Bu bağlamda askerlik, her Türk erkeğinin vatan ve millet uğruna yapabileceği en “yüce“ hizmet, kimlik ve statü edinip sosyalleşebilmesinin de tek yolu olarak kabul edilmekteydi. Bu inanç, militarizmin Türkiye'de nasıl köklü bir zemine sahip olduğuna da işaret ediyor aynı zamanda. İlk yıllarda retçilerin karşı karşıya olduğu diğer bir zorluk ise her türlü muhalefetin üzerinden silindir gibi geçen 1980 askeri darbesinin etkilerinin hala sürmekte oluşuydu. Bu durum, retçiler içinde muhalefet yapma zeminini ve imkanlarını büyük ölçüde daraltmaktaydı. En başından beri var olan ve bugün de etkili olan bir başka zorluk ise Kürt sorunu nedeniyle yıllardır süregelen çatışmaların neden olduğu şiddet ortamıdır. Çünkü şiddet ortamı Türk milliyetçiliğinin ve militarizmin hegemonyasını güçlendirmektedir. Bu da vicdani retçilerin toplumun demilitarizasyonu yönündeki mücadelesini oldukça zorlaşmaktadır. - Vicdani retçiler ve yakınlarının günümüzdeki durumları ne? - Ö.H.Ç.- Vicdani retçilere ve destekçilerine açılan davaların yanı sıra “hain“ ve “öteki“lerin kolayca üretildiği bu topraklarda, retçilerin başta kendi aile ve arkadaşları olmak üzere sosyal çevrelerinden gelen “mahalle baskısı“ da dikkate alınması gereken zorluklardır. Karşı karşıya oldukları tüm zorluk ve sorunlara rağmen vicdani retçiler, dernekler kurup inisiyatifler oluşturarak, gerçekleştirdikleri şiddetsiz eylemlerle, büyük kentleri kaplayan militarist ve milliyetçi kurum, anıt ve sembolleri eleştiren, sorgulayan militarizm festivalleriyle, kadın retçilerin çıkışlarıyla yeni bir muhalefet tarzı ve dili oluşturmaya çalıştılar. Özellikle son yıllarda hapse giren retçilerin direnişiyle ve bilhassa 2006 yılı başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin vicdani retçi Osman Murat Ülke'nin durumunu “sivil ölüm“ olarak değerlendirip Türkiye aleyhine karar vermesinden sonra kamuoyunun kavrama yönelik ilgisinde önemli bir artış görüldü. AİHM kararının akabinde hemen her kesimden insan televizyonlarda, gazetelerde vicdani red hakkında görüş belirtip tartışmaya başladı. Bu durum genç insanların vicdani red konusuna yönelik ilgi ve sempatisini arttırdı. Bununla birlikte bugün gelinen noktada vicdani red hareketi, kısa sayılmayacak mücadele tarihinin gerektirdiği ve gereksindiği nitelikte bir örgütlenmeye ve ortak eylemliliğe henüz sahip değildir. Özellikle kaçak bir yaşamla sonu belirsiz cezalandırmalar arasında sıkışmışlığın ifadesi olan “sivil ölüm“ hali hareketin unsurlarında genel bir yorgunluk ve dağınıklığa yol açmaktadır. - Türkiye'deki sivil toplum örgütleri vicdani red olayına nasıl yaklaşıyorlar? - C.Ü.- Türkiyeli vicdani retçilerin haklı haksız ayırımına girmeden tüm savaşlara karşı çıkması, şiddeti örgütleyen bir kuruma ve anlayışa karşı şiddetsiz bir direniş gerçekleştirmeleri, bir önder veya liderlerinin olmaması, oluşturdukları örgütlenmelerde doğrudan demokrasi ve özyönetim ilkelerini yaşama geçirmeleri Türkiye için yeni sayılabilecek bir siyaset ve muhalefet yapma tarzıydı. Ancak özellikle de anti-militarizmi muhalefet edişin ana teması haline getirilmeleri hakikatten yeni bir şeydi. Bu nedenle de başlangıçta ve mücadelenin uzunca bir döneminde sol düşünceden unsurların yer aldığı sivil toplum örgütlerinin vicdani red mücadelesine yaklaşımı oldukça mesafeli oldu. Burada solun etkin olduğu sivil toplum örgütleri vurgusunu yaptık, zira diğer örgütlerin hem “sivil“ niteliği tartışılır hem de sahip oldukları milliyetçi ve militarist yaklaşımlar nedeniyle vicdani red konusuna “vatan hainliği“, “asker kaçaklığı“ vb gerekçeler ile daha baştan net bir karşı duruşları söz konusudur. Bizi ilgilendiren sivil toplum kuruluşlarına geri dönersek onların mesafeli duruşlarını kısaca şöyle gerekçelendirebiliriz: Türkiye'de genel olarak sol muhalefet, kapitalist ya da sosyalist olsun her türüyle modern devletin özü gereği militarist olduğu gerçeği ile hesaplaşmadığı için anti-militarizmi yadırgamış hatta yok saymıştır. Sol muhalefetin önemli bir kesimi uzunca bir dönem, Cumhuriyetin bir “ulusal kurtuluş savaşı“ sonucu kurulmuş olmasından yola çıkarak orduya anti-emperyalist bir nitelik yüklemiş, onu Türk modernleşmesinin öncüsü ve güvencesi olarak görmüştür. Böylesi bir anlayış, haliyle militarist vesayet rejiminin sonuç ve etkilerinin gözden kaçırılmasına, hatta yaşanan darbeler, sıkıyönetimler vb. tüm mağduriyetlere karşın birçok durumda -örneğin, 2007 ilkbaharında e-muhtıralara rağmen alanlara, cumhuriyet mitinglerine koşulması gibi- rejimin destekçisi olunmasına yol açmaktadır. - Peki o halde gerçek veya radikal sol diyebileceğimiz kesimlerin yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? - C.Ü.- Diğer yandan sol muhalefetin rejimle arasına nispeten mesafe koyabilen önemli bir kesimi ise amaç ile araç arasında olması gereken karşılıklı uygunluğu gözetmeksizin “özgürleşmek“ gibi bir amacı, onu bizzat ilga eden “şiddet“ gibi bir araç ile gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Haliyle anti-militarizmi eksenine koyan, şiddeti reddeden bir mücadele anlayışı onlara yadırgatıcı gelmiştir. Vicdani red, aynı zamanda bir hak ve özgürlüğün kullanımı olduğundan ilk yakın ilgiyi gösteren kuruluşlar insan hakları örgütleri olmuştur. Ancak zamanla Türkiye solu militarizm, şiddet ve erkek egemenlik gibi konularda sorgulayıcı olmaya başladığı oranda sivil toplum örgütlerinin vicdani red hareketine yönelik ilgi ve desteğinde bir artış görülmektedir. Nitekim son dönemde düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerden biri olan TCK'nın “halkı askerlikten soğutma“ suçunu düzenleyen 318. maddesine karşı kampanya vicdani retçilerin yanı sıra Düşünce Suçu'na Karşı Girişim, Helsinki Yuttaşlar Derneği, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi, KaosGL, MorEl Eskişehir, Pembe Hayat gibi sivil toplum örgütleri ve inisiyatiflerin ortaklaşa çalışması sonucunda gerçekleştirilmiştir. - Yeni çıkan kitabınızın da bir anlamda temelini hazırlayan, geçtiğimiz yıl Bilgi Üniversitesi'nde düzenlediğiniz “Uluslararası Vicdani Red Konferansı“ vicdani reddi yeterince gündeme taşıyabildi mi? - Ö.H.Ç.- Kamuoyuna taşırılması anlamında beklediğimiz kadar olmadı. Öncelikle konferansın Hrant Dink'in öldürülmesinden bir hafta sonra gerçekleşmesinden dolayı gündem hali hazırda zaten çok yoğundu. Hrant Dink öldürülmeseydi bu arada kendiside konferansa gelecekti. Bunu kendisi bize belirtmişti. Konferansı izlemek üzere büyük çoğunluğu ulusal çapta yayın yapan tv kanalların ve gazetelerden 40'dan fazla muhabir akredite olmuştu. Bu sayı bile basının ne kadar ilgili olduğunu göstermektedir. Ancak buna karşın basın nedense daha sonradan konferans haberlerine çok az yer verdi. Yerli ve yabancı katılımcılar ile yapılan bir çok röportaj da daha sonra yayınlanmadı. Bunu, derin bir yerlerden yapılan müdahale ve uyarılar sonucu gerçekleşen bir sansür uygulaması olarak değerlendirdik. Konferans sonrasında ise yine ülkenin siyasi ortamında, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, cumhuriyet mitingleri, genel seçimler vb gibi yaşanan gelişmeler nedeniyle konferansı sonuçlarını kamuoyuna yansıtmakta sıkıntılar yaşadık. Diğer yandan şunu da belirtmek gerekiyor ki, hatırlanacağı gibi 2006 yılı başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Osman Murat Ülke davasında Türkiye aleyhine karar vermesinden sonra Meclis Başkanı'ndan emekli generallere, hukukçulardan köşe yazarlarına kadar çok farklı kesimlerden insanlar vicdani red hakkında görüş belirtmeye başladı. Bilir bilmez herkesin konuşması haliyle bir kavram kargaşasına yol açtı. Böylesi bir ortamda vicdani reddin, felsefi, politik, hukuksal ve pratik yönleriyle akademik boyutta ve kapsamlı olarak tartışılmasını önemli bir ihtiyaç olduğunu gördük. İşte bu ihtiyacın karşılanması bakımından konferans beklentilerimize fazlasıyla yanıt verdi. Bilgi Üniversitesi'nde iki gün boyunca devam eden ve yerli yabancı yaklaşık 600 kişinin katılımıyla gerçekleşen bu toplantı bu anlamda oldukça verimliydi. Sonuçta konferansı düzenlerken öncelikli hedefimiz bu konuda akademisyenleri ve aktivistleri bir araya getirmek yani teorik ve pratiğin buluşmasını sağlamaktı ki, konferansla bu amacımızı çok iyi bir şekilde gerçekleştirdiğimize inanıyoruz. Konferans sonrasında konuşmacı ve katılımcılardan aldığımız görüşlerde bu yöndeydi. - Neden böyle bir çalışmaya gerek duydunuz? - Ö.H.Ç.- Vicdani red konusu tüm yönleriyle ama bilhassa anti-militarist içeriği ile çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Buna karşın yapılan çalışmalar ve Türkçe yayınların sayısı yok denecek kadar azdır. Bir çok bakımdan konuyu tüm yönleriyle ve derli toplu ele alan bir yayının çıkarılması bir ihtiyaçtı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi “Uluslararası Vicdani Red Konferansı“nda da çok değerli sunum ve tartışmalar yapılmıştı. Dolayısıyla hem söz konusu ihtiyacı karşılamak, hem konferansın verim ve yararını daha geniş kitleler ile paylaşmak istedik. Neticede bu kitap meydana geldi. Ancak kitap içeriği ile konferans programı tam olarak örtüşmedi. Konferansın bazı oturumlarında yapılan sunumlar maalesef metin haline dönüşemediği için kitapta yer almadı. Buna karşılık, konferansta sunum yapmadıkları halde bazı yazarların makalelerine konuyu derinleştirici, tamamlayıcı katkıları olduğu için kitapta yer verdik. - Bu kitaptan beklentileriniz nedir? - Ö.H.Ç.- Bu kitabın vicdani retçiler, akademisyenler, insan hakları aktivistleri, hukukçular ve diğer meslek gruplarından konuyla ilgili kişiler için vicdani reddin felsefi, politik ve hukuki temelleri bakımından ciddi bir kaynakça oluşturacağına inanıyoruz. Ayrıca kitapta yer alan Birleşmiş Milletler'in, Avrupa Konseyi'nin vicdani red hakkı ile ilgili vermiş olduğu en temel ve en yeni kararları ve AİHM'in Osman Murat Ülke hakkında verdiği kararın tam çevirisi gibi belgeler standartların bilinmesi açısından önemli. Yanı sıra kitabın vicdani red konusunda zenginleştirici ve ilerletici yeni tartışma ve çalışmalara yol açmasını umuyoruz. - Türkiye'de ve Kürdistan'da askerlik yapmak istemeyen buna karşın zorla askere götürülen on binlerce genç var. Bu insanların vicdani red hareketine katılmamasının sebebi ne? Tehlikleri mi var yoksa bundan haberdar değiller mi? - C.Ü.- Öncelikle vicdani red konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını düşünüyoruz. Öte yandan hapse atılan vicdani retçilerin başına gelenler basında ayrıntılı olarak yer aldı. Dolayısıyla vicdani red konusunda fikir sahibi olanlar açısından da gerek bu bilgiler, gerekse vicdani retçilerin maruz kalabileceği olası keyfi nitelikli fiili ve hukuksal yaptırımların oldukça ağır olması caydırıcı bir rol oynamış olabilir. Ayrıca vicdani retçilere yönelik herhangi bir yasal düzenlemenin henüz yapılmamış olmasından dolayı da vicdani retçiler için AİHM“nin Osman Murat Ülke kararında belirttiği `sivil ölüm` hali söz konusudur. Bunun anlamı bir yandan yıllarca sürecek sonu belirsiz askeri birlik, mahkeme ve cezaevi kısır döngüsüne girmek diğer yandan bu döngüye girmemek için yaşan kaçaklık hakli sonucunda bir işe girmek, seyahat etmek, bir yerde konaklamak, evlenmek, pasaport almak, banka hesabı açmak, faturalı alışveriş yapmak gibi gündelik yaşamın en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düşmektir. Kısacası vicdani retçilerin bu “sivil ölüm“ hali de caydırıcı olmaktadır. Bir başka caydırıcı etkende toplum ve aile baskısıdır. Tabi tüm bu sorunları Kürt kimliği ile yaşamanın getireceği ek yükleri de hesaba katmak gerekir.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.