Ana içeriğe atla

TARİH –TAHAKKÜM VE EĞİTİM—2- / Cesim Taş

EĞİTİMDE ÖZGÜRLÜKÇÜ ARAYIŞLAR

“Özgürlükleri tanımlayan, “Aydınlanma”, aynı zamanda, disiplinleri de icat etti”, diye yazmıştı Foucault. “On sekizinci yüzyılda, ‘rütbe’, eğitim düzlemi içindeki bireylerin dağıl...ımının en kapsamlı halini tanımlamaya başlıyordu: sınıftaki, koridordaki, okul bahçesindeki sıra sıra ya da rütbe rütbe tanımlanan öğrencilerin kendilerini, her öğrenciye, her görevden ya da sınavdan sonra verilen rütbeleri, haftadan haftaya, aydan aya, yıldan yıla elde ettikleri rütbeleri; birinden diğerine giden yaş gruplarının dizilimlerini; yükselen zorluk derecesine göre öğretilen konuların ve değerlendirilen soruların başarılı olup olmadıklarını.” Birey daha da artan bir şekilde, gücün ilgi alanlarına göre şekillenen psiko-coğrafya’nın içine giriyordu. Aydınlanma zamanında oluşturulan ve çok kısa bir süre zarfı içinde ulus-devlet tarafından uygulanacak olan, yeni öğrenim tarzının şekli böyleydi. Mesela, George Washington ve Thomas Jefferson, eğitimi, daha ‘homojen’ bir vatandaşlık sağlamanın bir yolu olarak gördüler. Benjamin Rush, Aristoteles’in düşüncesini çağrıştırır bir şekilde, öğrenimin saklı gerçeğini dile getirdi: “Bırakınız, öğrencimiz, kendisine ait olmayan bir şey olduğunu, toplum bir mülkü olduğunu, öğrensin.”

Eğitimin tahakkümler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda öğrencilere işlenecek bir zehire dönüşeceğini,çocukların var olan sistem ekseninden çıkamayıp o eksenli birer makina parçası olarak yetiştirileceklerini ve itaat eden kuldan öte bir işlev göremeyeceklerini gören düşünürler kendi perspektiflerince eleştirilerde bulundular çok doğal olarak.Bunalardan biri de william Godvin”di.
Godvin, “Ulusal bir eğitim projesi,ulusal hükümetle açık ittifakı nedeniyle kesinlikle engellenmelidir.Bu,kilise ve devletin eski ve çok itiraz edilen ittifaklarından daha korkunç bir ittifaktır.Bu kadar güçlü bir mekanizmayı böylesine kuşkulu bir kurumun emrine vermeden önce,ne yaptığımızı düşünmemiz gerekir.Hükümet onu(eğitimi) kendini güçlendirmek ve kurumlarını işletmek için kullanmaktan tereddüt etmeyecektir.Hükümet kurumlarının,kendilerine masum,hatta erdemli görünen hedefler belirleyeceklerini varsaysak bile,kötülük yine de vuku bulacaktır.Bir eğitim sisteminin kurucuları olarak görüşleri,politik konumlarından kaynaklanan görüşlerine benzeyecektir; devlet adamları olarak davranışlarını dayandırdıkları gerekçeler eğitim sistemlerinin de gerekçelerini oluşturacaktır.gençlerimizin,ne kadar harika olursa olsun Uluslar Topluluğuna saygı göstermek üzere eğitilmelerinin gerekli olduğu doğru değildir; onlar hakikate ve hakikatten kendilerinin bağımsız bir şekilde yaptıklarıçıkarımlara denk düştüğü ölçüde anayasaya saygı göstermek üzere eğitilmelidirler.Ulusal eğitim planı despotizm en büyük zaferini kazandığı zaman kabul edilirse,hakikatin sesini sonsuza kadar bastırabileceğine inanılmamalıdır.Ama bu amaç için düşünülebilecek en korkunç ve en yararlı araç olacaktır.Ancak,özgürlüğün en çok hüküm sürdüğü ülkelerde de önemli hatalar olduğunu varsaymak yanlış olmaz ve ulusal eğitim bu hataları sürdürmeye ve tüm zihinleri tek bir modele uydurmaya çok eğilimlidir.” Diyerek devlet veya din olarak var olan toplumsal tahakküm erkinin kontrolune bırakılacak bir eğitimin sadece onlara hizmet eden,ve onların istedikleri renkte bireyleri yetiştirme kışlaları olarak kullanacaklarını ortaya koymaktadır.Bu meyanda Godvin okulsuz toplumdan sözeder.
Onun "okulsuz toplum" demesi kafalarda yanlış bir çağrışımlar uyandırmasın. O, okulsuz toplum derken duvarların ötesine taşmış, tüm toplumu ve hayatı kucaklamış bir eğitim ve öğretim sürecinden bahsediyordu. Ona göre, "Okul, bireyleri, insan dahil her şeyin ölçülebileceği bir dünya için hazırlar. Okulların var olduğu bir dünyada mutluluğa giden yol, bireyin tüketim kalıplarıyla belirlenmiştir." Çözüm ise var olan eğitim kurumlarına alternatif olarak hayatın her anını bir öğrenme faaliyetine dönüştürecek, insanları yaratıcı ve özerk kılacak ve teknokratlarca denetlenmeyen değerleri yaratacak bir eğitim ağının oluşturulmasıdır. İnternet ortamının gelişmesi İllich'in okulsuz toplum rüyası için yeni ufuklar açmış görünüyor.

Bireyi ezen, onun özgür yaşama ve düşünmesine ket vuran "kurumsallaşma"ya, insanları kendi yaşamları, aileleri ve toplumları hakkında cahil ve karar veremez duruma sokan "uzmanlaşma"ya, bilgiyi, eğitimi, doğayı hatta duyguları bile alınır-satılır, paraya tahvil edilebilir hale getiren "metalaşma"ya karşıydı. Ona göre modern toplumlarda eğitim, sağlık, ulaşım gibi ihtiyaçlar bürokratik refah devletinin bu hizmetleri yerine getirmekle yükümlü kurumlarca karşılanmaktaydı. Bir zamanlar insanların doğal çevre ilişkileri içerisinde karşıladıkları temel ihtiyaçlar, modern toplumda "bilimsel olarak" üretilmiş hizmetlerin tüketilmesine indirgenmekteydi. Modern çağda belirli bir tüketim seviyesinin altına düşenler teknokratların oluşturduğu kriterlere göre fakir sayılıyordu. Yerleşik düzen, kendi kendini eğitmeyi yetersiz görüyordu. Ancak kurumsallaşmış hizmetlere olan bağımlılık bireysel yetkinliğe zarar veriyor, bireyi yeterli karar verme gücünden yoksun bırakıyor, onu kendi dışında oluşturulan hizmetlerin pasif tüketicisi haline getiriyordu.

İnsan- insan arası ve insan-çevre arası ilişkilerin otonom ve yaratıcı bir temele dayandığı dostça(convival) kurumlar kurulabileceğini ve ancak bu şekilde oluşan toplumların sağlıklı olacağını savunuyordu. Seri üretim teknolojilerinin, insanları bürokrasinin ve makinelerin aksesuvarları haline getirdiğini göstererek modern sanayi toplumlarını sorguluyordu. Kişiler arasında özerk, yaratıcı ilişkiler kurulabilmesinde araçların rolüne dikkat çekiyordu. İnsanların çalışırken zevk almaları, sevinç duymaları için araçlara hükmetmeleri gerektiğini belirterek araçların insanlara hükmetmeye başladıkları noktada büyümeye karşı çıkıyordu.
Godvin gibi alman anarşist düşünür Max Stirner de okul ve eğitime yönelik ciddi eleştirilerde bulunarak bireyin total özgürlüğünden yana tavır takınmıştır.Devlet ve otoritelerin kontrolunde verilecek eğitimin çocuğu sadece onların birer aygıtı haline getireceğini dolaysı ile tehlike olduğunu ortaya koymakta idi.

Stirner “Eğitimimizin Sahte İlkesi” adlı denemesinde eğitimli insanda bilginin, kilise, devlet ve insanlığın sahiplendiği kişiliğin biçimlendirilmesinde kullanıldığı; özgür insanda ise bilginin seçmeyi kolaylaştırdığı ayrımını yapar. Birinci durumdaki, bireye sahip olan düşünceye “kafadaki tekerlek” adını verir.

Kafadaki tekerleği ise iki düzeyde ele alır. Bu düzeylerden birincisini, kişinin, kendisine öğretildiği için kiliseye gitmesi, vergilerini ödemesi gibi yaşayış biçimini oluşturuyordu. İkinci düzey ise insanları anavatanının iyiliği için kendilerini feda etmeye, İsa’ya benzemek için uğraşmaya yönelten ideallerden oluşuyordu. Yaratılan bu ideallerse insanın kendisine sahip olmasını engelliyor, idealler insana sahip oluyordu. Kişilerin okul eğitimi yoluyla değil, iradeleri aracılığıyla inançlar elde etmesi gerektiğini savunuyordu. Çünkü irade yoluyla elde edilmeyen her inanç ve düşünce kafada bir tekerleğe dönüşüyordu. Bilgi kendi kendine sahip olmak için bir araç, insanların kendileri için yararlı olanları seçmesine yarayacak bir alet olmalıydı.

Stirner’e göre çocuk özgür bir varlık olarak kabul edilmeli, kendisi belli bir inanç ve öğretiyle, hatta devlete karşı anarşist görüşlerle bile koşullandırılıp yönlendirilmemeliydi. Stirner bu düşüncesiyle diğer anarşist eğitimcilerden de ayrılıyordu. Stirner sorunu insanın kendi kendisine sahip olması olarak görüyordu. Gerçek iktidar kaynağı bireyin iç dünyasına sahip olan kurum olduğu için, bireyin özgür olması için bu iktidarın denetiminden kurtulmayı gerektiriyordu. Okul kurumu içindeki öğretmenden öğrenciye ilişkisi de bireyleri iradelerini toplumsal kuruluşların otoritesine terk etmeye hazırlıyordu. Öğretilen bilgi bireyin yaratıcılığını öldürüyor; bilgiyi öğreten kurum ve kişilere karşı bağlılığını arttırıyor ve iradesini öldürüyordu. Okulun bireye en iyi öğrettiği şey nasıl bir öğrenen olacağıydı. Bu düşüncesiyle 19. yy’ın diğer özgürlükçü eğitimcilerinin ötesine geçerek okul kurumunu reddetti.
Eğitim konusunda en radikal eleştirilerden birisi de İvan illichden gelecekti.İllich eğitimin sisteme hizmet edeb itaatkar köleler yetiştirmekten öte birşey olmadığını,hatta “eğitim sistemin fahişesidir” diyerek reddini ortaya koymuşBuna karşın gerek sektör olarak eğitim gerekse de insan sağlığının sistem tarafından nasıl sermaye tarafından sömürüldüğünü ve tehdit edildiğini ortaya koyacaktı.

Eğitim konusunda sistem eğitiminin ezberci ve sadece var olan tahakkümün hizmetinde olacak eleman yetiştirildiğini öne süren ve eğitim sistemini eleştiren Tolstoy da bu anlamda ciddi eleştiriler ve alternatif eğitim seçenekleri üzerinde durmuş.Hatta kendisi okul kurarak çevredeki yoksul çocuklara bu anlamda özgürlükçü bir kültür edinimi konusunda destek olmuştur.

Leo Tolstoy ve Alternatif Eğitim

Tolstoy(1828-1910) şiddeti çağrıştıran bir terim olduğu için kendine açıkça anarşist demediyse de, devlet ve mülkiyete karşı İsa’nın öğretileri temelinde anarşist bir eleştiri geliştirdi. Böylelikle anarşist hareket içinde etkin bir barışçı geleneğin gelişimine yardımcı oldu. Hükümet sahtekarlığının, yurtsever ahlâk dışılığının ve militarizm tehlikesinin en güçlü eleştirmenlerinden birisi oldu.

Tolstoy eğitime ise hem teorik eserleriyle, hem öğretmenlik çalışmalarıyla hem de yazdığı okul kitaplarıyla hizmet etmiştir. Halkı yaşadığı sefaletten kurtarmak için, köylülerin çocuklarına yönelik İ. Poliana köyünde Jasnaja Poljana adında bir okul kurdu. Açtığı okulda çocuklara ne öğreteceğini bilmediği için onları bütünüyle serbest bıraktı. Bireysel özgürlüğü yöntem olarak benimsedi ve eğitimde okulların değil, hayatın belirleyici olduğu sonucuna vardı. Bütün zorlayıcı yöntemleri kaldırdı ve öğrencilerin kendi yöntemlerini geliştirmelerine izin verdi. Okulu terk etmek ve okula kaydolmak tamamen serbestti. Sınavlar, ödüllendirme ve cezalandırma sistemi yoktu. Eğitimin başlıca görevi, çocuklara olabildiğince az şey öğretmek ve onların bütün insanların eşit ve kardeş olduğunu fark etmelerini sağlamaktı.

Eğitim-öğretim ve yetiştirme kavramı ilk kez ciddi olarak Tolstoy tarafından sorgulanır. Tolstoy insanın belirli klişelere göre biçimlendirilmesi anlamındaki eğitimi verimsiz ve olanaksız olarak nitelemiştir. Eğitim yerine kültür kavramını koymuş ve eğitim-kültür arasındaki farkı zorlama olarak belirtmiştir. Öğrenme eğitim değil, kültür süreci olmalıdır. Tolstoy düşüncelerini yaymak için çıkardığı Yaysana Polyana adlı dergide “Öğretimde tek bir ölçüt olduğunu kabul edelim: özgürlük” diyordu. Tolstoy okulun öğrencilerin özel ihtiyaçlarına uyarlanması ilkesine uygun olarak kendi okulunun başkaları için belki de en kötü örnek olabileceğini kabul etmeye hazırdı. Bu ilke “tek bir en iyi yoktur” ifadesiyle günümüzdeki alternatif eğitimin de temel ilkelerinden biridir. Tolstoy’un çocukların ihtiyaçlarını temel alan bu özgürlükçü yaklaşımı, 20. yy'da “özgür okulların” gelişimini de büyük ölçüde etkilemiştir.

-devam edecek-

    Yeni Yorum yaz

    Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

    Düz metin

    CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.